• Sonuç bulunamadı

İlkel insan yazmadan önce düşüncelerini ifade etmek için mağaralara, kaya parçalarına çizimler yapmıştır, bu çizimlerin amacı önceleri büyü iken daha sonraları büyüsel boyuttan çıkarak dinsel ve sanatsal anlam kazanmaya başlamıştır.

“İlkel insan için görüntü sadece bir taklit değildir. Görüntü ya da tasvir, modeli ya da ikizi olduğu varlığın canlı yetilerinin tıpkısına sahiptir ve dolayısıyla, insanoğlunun doğa üzerindeki egemenliğinin ortaya koyduğu bir büyü çalışması ve etkinliğidir. Paleolitik dönemde (yontma taş dönemi) yaşayan atamız, doğadaki formları, bir ‘sanat eseri’ yapmak konusunda hiçbir niyeti olmadan resmetmemiş ya da kazımıştır. Onun amacı, avının bereketli olması ve tuzağa yakalanmasını sağlamak ya da kendi amaçları için kullanmak üzere av hayvanının gücünü edinmektir. İlkel sanatçı, yaptığı çizimler ile bir büyünün ya da efsunun bütün gücüne sahip olan bir büyücüdür” (Bazin, 1998:15).

Paleolitik dönemde mağara duvarlarında bulunan resimler, bilinen bütün geometrik soyut sanat biçimlerinden daha eskiydiler. Fransa’da Lascaux mağarasında bulunan resimler hayranlık vericidir (Resim x). Bu resimlerde dikkati çeken diğer bir özellik de, ilkel insanın resmi yaparken kaya üzerinde kabarık çıkıntılardan yararlanmış olmalarıdır. Bunlar hayvanın gövdesini biçimlendirmekte kolaylık sağlayan, ona çok benzeyen kabarıklıklar ve girintilerdir. Bu resimler, çizimler ve kazıma kabartmalar, herhangi bir model olmaksızın, karanlık mağaralarda ve çok az ışık altında yapıldıkları için, yaratıcı bir hayal gücüne ve inanılmaz bir bellek yeteneğine sahip olması gerekir (Kalkan, 2006:20).

Resim 11: Willendorf Venüsü, Geç Paleolitik Dönem

Sanat bir büyü aracıydı, insanın doğaya üstünlük sağlamasına, toplumsal ilişkilerin gelişmesine yarıyordu. Ne var ki, sanatın başlangıcını yalnız bu amacı ile açıklamak yanlış olur. Ortaya çıkan her yeni nitelik, kimi zaman oldukça karmaşık birtakım yeni ilişkilerin sonucudur.

(…) Doğadaki canlı cansız varlıkların düzenli tekrar—yüreğin atışı, soluma cinsel birleşme birtakım biçim özelliklerinin ve süreçlerin ritmik tekrarı ve bundan alınan tat ile çalışma ritmi de önemli bir katkıda bulunmuş olabilir. Ritmik hareketler çalışmaya yardım eder, çabayı düzenleştirir ve bireyle topluluk arasında bağ kurar. Ritmin her bozuluşu yaşama ve çalışma sürecini aksattığı için hoşa gitmeyen bir şeydir; bu yüzden ritmi sanatta orantı ve bakışım gibi bir değişmezin tekrarı olarak özümlenmiş görüyoruz. Sanatın baslıca görevi açıkça güç sağlamaktı-doğaya, düşmana, cinsel eşe, gerçekliklere karsı güç, toplu yasama gücü. İnsanlığın başlangıcında sanatın “güzellik”le uzun boylu bir ilintisi yoktu, estetik kaygısı ise hiç

yoktu: insan topluluğunun yaşama savasında kullandığı büyülü bir alet, bir silahtı sanat” (Fischer, 1995:36).

Çatalbaş’a göre; tarih öncesi dönemlerdeki primitif resimlerde yer alan soyutlayıcı betimlemeleri, ilkel çağ insanının doğa üzerindeki çaresizliğinden ve var olan belirsizliklerden kaynaklı olan korkularının bir ifadesi olarak görebiliriz. Mağara duvarlarına çizilmiş resimler ya da yapılan heykeller dinsel ve büyüsel bir etki sağlamak amacıyla üretilmiştir. İlkel toplumlarda insan, evren hakkındaki ilgisizliklerinden ötürü soyutlamaya yönelerek, evren karşısında duydukları korkuya, huzur noktasına stilize edilmiş biçimlerde bulunmuştur (Çatalbaş,2003: 27).

“İlkel insan, dış dünya nesneleri arasında yitik, zihinsel bakımdan çaresizdir, dış dünya olaylarının bağlamında ve değişik görünüşlerinde yalnız belirsizlik ve keyfililik görülür, cesaretli bir karşılaştırma yapılırsa: ‘Kendiliğinden şey’ içtepisi, en güçlü bir biçimde sanki ilkel insanda bulunur. Dış dünyaya zihinsel yönden gitgide egemen olma ve alışkanlık, içtepinin zayıflaması ve körelmesi demektir. Ancak, insan zekâsı, binlerce yıllık bir gelişmeyle rationalist bilginin bütün yolunu geçtikten sonra, onda, bilmenin en son alın yazısı olarak ‘kendiliğinde şey’ duygusu yeniden uyanır. Ama daha önce bir içtepi olan şey, şimdi bir bilgi ürünüdür” (Worringer 1985: 25).

Kalkan’a göre; “İlkel toplumlarda dış dünya olaylarının gösterdiği belirsizlik ve değişiklik, onların evren hakkındaki bilgilerinin yetersizliğinden ötürü bu toplumları soyut sanata götürmüştür. Çünkü ilkel toplumlar, dünya tablosundaki bu karışıklık karşısında duydukları korku nedeniyle güvenilecek sağlam bir nokta, bir huzur noktası aramışlar ve bu huzur noktasını da değişmez, mutlak biçimlerden oluşan soyut sanattan bulmuşlardır. Soyut sanat biçimlerinde buldukları bu değişmez, mutlak düzen, onları empirik dünyanın değişmelerinden ve belirsizliklerinden kaçıp, soyut sanatın değişmez biçimlerinde huzur duymaya götürür. Worringer’e göre, bundan ötürü insanın ilk yarattığı sanat, soyut sanattır. Çünkü naturalist sanat, insanın evren ile kuracağı bir dostluk, bir sempati ilgisi ile ancak kurulabilirdi. Bunun için her şeyden önce, doğanın nesnelerin, bir korku objesi olmaktan çıkmaları

gerekirdi. Buna göre de, naturalist sanatın soyut sanattan sonra gelmesi gerekirdi” (Kalkan, 2006:25).

İlkel toplumlarda soyut sanatı doğuran nedenler ile uygar toplumlarda soyut sanatı doğuran nedenler birbirinden farklıdır. Şöyle ki, ilkel toplumlar evren hakkında bilgisizliklerinden ötürü soyut sanata gittikleri halde, uygar toplumlar daha başka nedenden soyut sanata giderler, çünkü onlar, bilim ve uygarlığın gelişmesi ile evren hakkında yeterince bilgi sahibidirler (Tunalı, 2003, s.127).

Bu bakımdan dolayıdır ki ilkel toplumlardaki soyutlama anlayışı ile gelişmiş toplumlardaki soyutlama anlayışı bir tutulamaz. Çünkü gelişmiş toplumlar soyutlamaya ulaşmak için uzun bir zaman sürecinde sorgulama ve deneyleri kullanarak yeni bir doğa kurma endişesi içine girmiştir.