• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TÜRKİYE’DE SOSYAL DEMOKRAT DÜŞÜNCE

2.1. Batı Tipi Sol Düşünce

2.1.1. Tanzimat Dönemi

2.1.2.1. İlk İşçi Hareketleri

Osmanlı İmparatorluğu’nda çok eskilerden beri ekonomik amaçlı işçi hareketleri olmuştur. Örneğin; cami inşaatında çalışan senktraşların, yevmiyelerinin satın alma gücü azaldığında, topluca iş bırakıp köylerine dönmeleri gibi. Ancak, bu tür hareketler

31

SİF 1909 Mayıs-Haziran’ında bir grup militan Seferat Yahudi ile Bulgar ve Makedonlar tarafından kuruldu. Örgütün kurulmasını öncesinde gelen İşçi Hareketleri tetikledi. 1 Mayıs 1909’da Selanik Halkı büyük bir gösteriye şahit oldu. Sosyalist kalabalığın içinde, Bulgarlar, Rumlar, Türkler özellikle de Yahudiler vardı. 6000 kişilik büyük yürüyüşle Osmanlı Hükümeti’nin grev hakkını ve sendikal özgürlükleri sınırlamak için yaptığı yasa önerisine tepki gösterildi. Benoroya ve arkadaşları bu kitlesel gücün vermiş olduğu cesaretle federasyonu kurdular.(Dumont, 2000: 91-92)

32 Vhalov Efendi, Maliye Nazırı Cavit Bey’in savunduğu liberal sisteme karşın, Mebusan Meclisi’nde sosyalizmin en ateşli savunucusuydu. (Cerrahoğlu, 1968: 72-84)

52

sadece ekonomik amaçlı olmuşlar ve politik boyuta ulaşamamışlar. Yani özetle modern solcu bilinçten yoksundular. On dokuzuncu yüzyılın ilk amele teşkilatları da, aynı kalıbı devam ettirmişlerdir.’(Tunçay, 2000: 21)

Osmanlı’da işçilerle alakalı ilk kuruluş olarak da, kuruluş tarihi 1871 olan ‘Ameleperver Cemiyeti’ görülmektedir. Bazılarına göre bu Cemiyet, aydınlar tarafından işçileri desteklemek üzere kurulmuştur. Cemiyet, işçi haklarının korunması için bir siyasi faaliyet olarak kendisini göstermiştir. Ancak 1871’de İstanbul’da kurulan bu cemiyetin, aydınların desteğinde olması, işsizlere iş bulması ve yoksul işçilere yardım etmeyi amaçlaması gibi bir işçi cemiyetinden ziyade bir hayır cemiyeti olduğunu söyleyenler de mevcuttur.(Sarıtaş, 2006: 179)

‘1908 Devrimi’nin yaratmış olduğu liberal ortam, sol anlamında işçi hareketlerinin de gelişmesine yardımcı olmuştur. Bütün imparatorlukta, Temmuz sonundan Ekim sonuna değin 111 grev sayılmıştır. Bu “tatil-i eşgal” olaylarının yüzde 30 kadarı Makedonya’da özellikle de Selanik’te baş göstermiştir.’(Adanır, 2000: 67) Zira bu toprakların,

İmparatorluk sınırlarında kapitalist ilişkilerin en belirgin olduğu coğrafya olduğunu ifade etmek mümkündür.

Dumont’a göre: “Tetiği çeken olay, 1908 Ağustosu’nda limanı günlerce felç eden bir rıhtım işçileri greviydi. Sonra herkes bu harekete katıldı: telgrafçılar, tütün işleme atölyeleri işçileri, marangozlar, terziler, fırıncılar, kundura tamircileri, tramvay çalışanları, duvarcılar, Allatini fabrikasının tuğlacıları, Olympos birahanesinin 120 işçisi, sabun fabrika işçileri, şekerlemeciler, Orosdi,-Bak mağazasının tezgahtarları, Benforada fabrikasının demir dökümcüleri… Birkaç hafta içinde Selanik gazeteleri 20 grevi haber vermektedir.”(Dumont, 2000: 88) İkdam gazetesinin 16 Eylül 1908 günlü sayısında belirtildiği gibi “ iki ay evveline kadar,…,ne demek olduğu bilinmeyen

grevler,….adeta salgın bir hastalık halini aldı.”(Yalımov, 2000: 139)

1908 Ağustos-Ekim grevleri, yalnızca Rumeli ve İstanbul’da gerçekleşmemiştir. İzmir tramvay işçileri, günlük mesailerinin 10 saate indirilmesi ve ücretlerine zam yapılması için topluca işlerini bırakmıştır, Adana’daki bazı pamuk fabrikasında çalışanlar da aynı yola gitmişlerdir. Asayişin korunması gerekçesiyle üstlerine yollanan ordu birliklerine rağmen, Zonguldak madencileri ve Aydın demiryolu işçileri Eylül sonuna kadar devam eden uzun grevlerle haklarını kazanmaya uğraşmışlardır.(Tunçay, 2000: 30)

53

‘Meşruti idare, grevleri başlangıçta asker ve polis güçlerini göndererek bastırmaya çalışmıştır. Ardından bunun hukuki bir temele oturtularak çözülebileceği fikri gelişmiş ve nitekim 1909 Ağustos’unda çıkarılan “Tatil-i Eşgal Kanunu” ile; demiryolları, tramvaylar, liman ve tersaneler ya da şehirlerin aydınlatılması gibi kamu hizmetleriyle uğraşan şirket işçilerinin sendika kurmaları yasaklanmıştır.’( Adanır, 2000: 68) ‘Bu kanunla, grev hakkı oldukça kısıtlanmış ve anlaşmazlıkların önce uzun bir uzlaşma sürecinden geçmesi ön görülmüştür. Bununla birlikte, İTC’nin siyasal özgürlüğü büsbütün yok ettiği 1913 ortalarına kadar, bir takım işçi hareketleri devam edebilmiştir.’33(Tunçay, 2000: 30)

1908 Jön Türk devrimi sonrası, grevler ve mitingler aslında bir sol bilincin yeşermeye başladığını göstermektedir. Ancak İTC’nin baskısını giderek arttırması ve 1909 yılında çıkardığı “Tatil-i Eşgal Kanunu” ile solun sesi neredeyse tamamen kesilmiştir. Gerçekten İTC’nin sosyalizme bakış açısı, tam anlamı ile onun bir “burjuva partisi” olduğunu ispatlar niteliktedir. ‘Maliye Nazırı Cavit Bey34, 1912 Nisan’ında Selanik’te yeni demiryolu merkez istasyonunun temel atma töreninde; yeni doğan Türk burjuvazisinin işçi örgütlerinin varlığına katlanamayacağını açıkça ifade etmiştir. Cavit Bey’e göre, ilk önce “işçiler sınıfının gerçek koruyucuları” olan kapitalistlerin yararını kollamak gerekirdi.’ (Dumont, 2000: 106)

‘Aslında Türk okurlarına, en derli toplu Karl Marx biyografisini, İlm-i İktisat adlı eserinde Cavit Bey vermiştir. Cavit Bey bu eserinde, 19 y.y’da haydut ve eşkıya biçiminde sunulmuş olan Karl Marx portresinin aksine, Karl Marx’ın teorisinin diğer öncekilerden farklı olduğunu, bilimsel olmasa da bir bilimsel temele oturtulmak niyetinde olduğunu ifade etmektedir. Ancak Cavit Bey bu teoriye saygı duymasına rağmen, Marxizm’i tamamen reddetmiştir.’(Cerrahoğlu, 1968: 59-62) Yine Meclisi Mebusan’da Vhalov Efendi ve Zohrap Efendi gibi sosyalist mebusların fikir ve önerileri, Cavit Bey tarafından katiyetle reddedilmiştir (Cerrahoğlu, 1968:72- 96). Cavit Bey’in sosyalist düşünceye karşı bu sert tavrı, özellikle 1908 devrimi sonrası İTC’nin bu konudaki genel tutumunu göstermektedir.

33Örneğin;SİF 1 Mayıs 1911’de Selanik’te o vakte kadar görülmemiş çapta bir kitlesel gösteri yürüyüşü düzenledi. Hürriyet meydanında 20.000 kişi vardı.( Dumont, 2000: 101-102)

34, İkinci Meşrutiyetten sonra İttihatçıların ön safında siyasi rol oynayanCavit Bey; ve gerek Mebusan Meclisinde gerekse basında anti-sosyalist bayrağı bir an bile omzundan bırakmamıştır.(Cerrahoğlu,1968: 59)

54