• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: SOSYAL DEMOKRASİ NEDİR?

1.5. Avrupa’da Sosyal Demokrat Hareketlere Tarihsel Bir Bakış

1.5.1. Almanya

Alman Sosyal Demokrasisinin tarihi, mevcut toplumsal düzeni kökünden değiştirmeyi hedefleyen temel taleplerle yola çıkmış bir işçi sınıfı partisinin süreç içinde evrimcileşerek reformist bir halk partisine dönüşümünün hikayesidir.(Kavukçuoğlu, 2003: 9) Alman sosyal demokratları, 19. yy sonlarıyla 20. yy başlarında Avrupa işçi sınıfı hareketinin -özellikle merkezi ve Kuzey Avrupa’da- ağırlık merkezini oluşturmuştur. Güçlü ve geniş örgütlenmesi, pek çok ünlü, özgün düşünürüyle Alman Sosyal Demokrat Partisi SDP, kuramsal alanda adeta yol göstericilik işlevini yüklenmişti ve en önde gelen hakem görevini taşıyordu.(Özdalga,2001: 47)

Önceki başlıklarda değindiğimiz Karl Marx ve Fredrich Engels tarafından kaleme alınan ve ilk kez 1848’de Londra’da yayınlanan Komünist Manifesto, Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin adeta kutsal bir metni niteliğini taşımaktadır. Partinin yayınlamış olduğu bir çok programda da bu manifestonun izlerini görmek zor değildir.

‘Almanya’daki işçi hareketinde göze çarpan iki kuruluştan birisi “İşçi Kardeşliği Teşkilatı” diğeri de “Genel Alman İşçi Derneği” olmuştur. Lassalle’nin öncülüğünde 1863 yılında kurulan Genel Alman İşçi Derneği’nin siyasi amacı ,genel, eşit ve tek dereceli seçim hakkının elde edilmesi için barışçı, kanuni yollardan kamu oyunun desteğini kazanmak amacıyla faaliyet göstermekti.’(Güriz, 2011: 151) Marx’a göre “burjuva demokrasisi temelinde bir takım toplumsal düzenlemeleri hedefleyen bu “cumhuriyetçi küçük burjuvaların”19, proleter-devrimci anlamına gelen sosyal demokrat kavramını kullanmaya hakları yoktu. Görüldüğü üzere; o dönemlerde proleter-devrimci anlamında kullanılan sosyal demokrat kavramı ise örgütsel bir tanım olarak ilk kez 1869 Eisenach Kongresi’nde kabul edilmiştir.(Kavukçuoğlu, 2003: 13)

19 Bu ifade ile Lassalle’cılar ve onlar gibi sosyalizmi, kurulu düzen çerçevesinde gerçekleştirmek gayesinde olan oluşumsunlar kastedilmektedir.

36

‘1869 Eisenach Programı ve 1874’te kurulmuş olan Alman Sosyalist İşçi Partisi’nin ilk programı olan 1875 Gotha Programında, Lassale’cilerin büyük etkisi görülmektedir. Bu programlarda, sosyalizm yolunda devlete pozitif edimler yüklendiğini görmekteyiz.20 Zira Lassalle’ye göre devletin görevi, insanın özgürleşmesini sağlamaktı ve genel oy hakkının elde edilmesi neticesinde elde edilecek parlamentodaki sandalyelerle bunu sağlamak mümkündü. Fakat bu, devleti salt egemen sınıfın baskı aracı olarak gören Marx ve Engels’e göre tahammül edilemez bir düşünceydi. Marx; Gotha Programını, Lassalle’cı saçmalıklardan, ayağa düşmüş, demokratik taleplerden ve Komünist Manifesto’dan aparmalardan meydana gelen bir program olarak nitelendirmekteydi. Yine Engels, August Bebel’e gönderdiği mektubunda: “Partimizin Lassallecılardan

öğreneceği hiçbir şey yoktur.” diyordu.’ (Kavukçuoğlu,2003: 27)

1878’de Almanya’da ilan edilen “Sosyalistler Yasası”, sosyalist eğilimli olanlara karşı sert tedbirler alınmasını öngörüyordu.21 Bu yasa, 1848’den itibaren devlet aygıtına olumlu bir gözle bakan ve burjuvazi ile bir problemi olmadığı görünen sosyal demokratların, Marxizm’e sıkı sıkıya bağlanmalarına yol açtı. 1890 yılında partinin ismi Alman Sosyal Demokrat Partisi olarak değiştirildi ve yeni bir program hazırlanması gündeme geldi. (Güriz,2011: 152; Kavukçuoğlu,2003: 33-35) 1891 yılında yayınlanan Erfurt programı ile ise Marx ve Engels’in müritleri, Lassalle’cıları bertaraf etmeyi başardılar. Engels’in de içeriğine katkılarıyla Karl Kautsky ve Eduard Bernstein tarafından yazılmış program olan Erfurt Programı, aslında tam anlamı ile partide daha yeni yeni filizlenen evrimci ve devrimci safları uzlaştırmıştı (Kavukçuoğlu, 2003: 45). ‘Programın birinci bölümü adeta manifestonun bir özeti gibi devrimci kanada güvence vermekte, ikinci bölümü ise reformculara pratik hedefler göstermekteydi.’ (Özdalga, 2001:51)

Erfurt Programı’nın yayınlanmasından sonra, Bernstein revizyonist bakış açışını keskinleştirmiş ve partide hararetli tartışmalar yaşanmaya başlamıştır. Tartışmanın kaynağı kuşkusuz iki ayrı devlet görüşüydü. Rosa Luxemberg gibi radikal kanadın başını çektiği birinci görüş; ‘devleti, proletarya diktatörlüğünün toplumdaki her türlü

20 Örneğin; programda, emekçi halkın demokratik denetimi altında devlet yardımı ile sosyalist üretim kooperatifleri kurulmasından bahsedilmekteydi.(Guriz, 2011: 153)

21 Bu yasanın yürürlükte olduğu 1878-1890 yılları arasında yapılan genel seçimlerde Almanya Sosyalist İşçi Partisi oylarını giderek arttırmıştır. Oy sayıları ise şöyledir: 1878(478.000), 1881(311.000),1884(550.000), 1887(763.000),1890(1.477.000). (Kavukçuoğlu, 2003: 35)

37

çelişkileri kaldırarak toplumsal benzeşmeyi sağlamasından sonra, yok olmaya, ölmeye mahkum ediyordu.’(Fejtö,1989:37,38) Bernstein’ın başını çektiği ikinci görüş ise; “devletin zorunluluğuna ve onun burjuvazinin olmaktan çıkıp bütün halkın özgür iradesinin uygulayıcısı bir organ haline dönüştürülebileceğine inanıyordu.”(Fejtö, 1989: 38) Daha önce ifade ettiğimiz gibi Erfurt Programında, bu iki farklı görüş Kautsky’nin22 başını çektiği merkez kanat sayesinde, aynı metni onaylamışlardı. Bernstein’ın 1896 ve 1897 yılları arasında yazmış olduğu Sosyalizmin Sorunları adlı makaleleri ve nihai olarak 1899’da yayınladığı “Sosyalizmin Öncülleri ve Sosyal Demokrasinin Görevleri” adlı kitabı ile, bu ittifak son buluyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nda, iktidarın savaş ödeneği isteğini destekleyenler ve katiyetle reddedenler partinin ikiye bölünmesine yol açmıştır. Liebneckt, Rosa Luxemberg gibi devrim yanlısı liderler, partiden ayrılarak “Spartaküs Birliği”ni kurmuşlardır. Bu birlik ardından, 1917’de de Bağımsız Sosyal Demokrat Parti haline gelmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce; her üç Alman vatandaşından biri SDP’ye oy veriyordu(Guriz, 2011: 157). ‘1919 seçimlerinde Almanya Sosyal Demokrat Parti 11 milyon 500 bin oy, Bağımsız Sosyal Demokrat 2 Milyon 300 bin oy almıştır. Sosyal demokratlar bu büyük oy potansiyelini ve iktidar olanaklarını yeterince değerlendirememişler ve 1920 erken seçimlerinde iktidarı sağ güçlere teslim etmişlerdir. Bağımsız Sosyal Demokrat Parti’nin giderek militanlaşan mücadele yöntemlerini ve Berlin’de Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in sağcı milisler tarafından öldürülmesi ve Spartaküs Birliği’nin taraf olduğu sokak çatışmalarının emekçi kesimleri olumsuz etkilemesi23, iktidarın kaybedilmesindeki önemli etkenlerdir.’ (Kavukçuoğlu, 2003: 75) 1920 seçimlerinde sosyal demokrat oyların düşüşü, yeni bir program tartışmalarını başlatmış ve 1921 yılında Görlitz Programı yürürlüğe konmuştur. Görlitz Programı ile, Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin sınıf partisi değil,halkın partisi olduğu açıkça ifade edilmiş ve devletin bir gerçeklik olduğu ile sosyalist topluma geçişin ancak

22 Kautsky’e göre, Sosyal Demokrat Parti, ihtilalci bir partidir, ama ihtilal yapan bir parti değildir. Sosyalist ihtilal koşulların olgunlaşmasını beklemek zorundadır. Kautsky, tüm yaşamı boyunca sosyalizmin kaçınılmaz gelişine olduğu kadar vuslatın ancak kapitalizmin yeterli olgunluğa erişip nesnel koşullar meydana çıkınca gerçekleşeceği inancını korumuştur.(Özdalga, 2001:71) Yani radikal kanadın ihtilal fikrine karşı çıkıyor. Revizyonistlerin, reformist bir düzlemde devleti şekillendirerek sosyalizmi gerçekleştirebileceklerine inanmıyordu.

38

demokrasi yoluyla olabileceğine yapılan vurgu, partide yaşanan ideolojik değişimi tamamen göstermiştir.(Güriz, 2011: 159)

1922 yılında “Alman Sosyal Demokrat Partisi” ile “Bağımsız Sosyal Demokrat Parti” birleşmiş ve ortak bir program hazırlanmasına karar verilmiştir. 1925 tarihli Heidelberg Programı SDP’nin resmi ideolojisini yansıtmış ve geçerliliğini 34 yıl göstermiştir.(Güriz,2011: 159)

1933 de Avrupa Sosyalizminin en güçlü kesimi olan Alman Sosyal Demokrasisi, ekonomik bunalımın üstesinden gelememiş iktidarı nasyonal sosyalistlere bırakmıştır(Fejtö, 1989: 48). 1933 yılında Almanya’da Nasyonal Sosyalistlerin iktidara gelir gelmez SDP faaliyetlerini yasaklamaları, sosyal demokratların sürgün hayatı yaşamalarına neden olmuştur. Sürgündeki sosyal demokratlar,1934’te Prag Manifestosu’nu yayınlanarak, Almanya’nın ve dünyanın nasyonal sosyalistlerle başının belada olduğu vurgulamışlardır.

‘Savaşın bitmesinden ve nasyonal sosyalizmin yıkılmasından sonra; Kurt Shumacher, 1945 yılında Hannover bildirgesi ile sosyal demokrasinin amaçlarını açıklamıştır. Bildirgede, artık sınıf savaşından vazgeçildiği vurgulanmıştır. Yine bildirgede: “Marksist bir ekonomik analiz sonucu sosyal demokrat olmakla, felsefi yahut ahlaki

nedenlerle sosyal demokrat olmak, hatta dini ahlak inancı ile sosyal demokrat olmak arasında fark yoktur” deniyordu. Sosyal demokrat olmanın olmazsa olmaz şartları ise,

hürriyet, sosyal adalet ve hoşgörü ilkelerine sahip olmaktı.’ (Guriz, 2011: 162)

1959’da Almanya’da SDP’nin yayınlamış olduğu Bad Goderberg programında ise serbest piyasa için sosyal demokrasinin temel formülünün bulunduğu ifade edildi: “Mümkün olduğu kadar rekabet, gerekli olduğu kadar plan!”. (Kavukçuoğlu, 2003: 323)Bu programla birlikte sosyal demokrat düşüncenin, artık piyasa kapitalizmi ile barışık bir tablo sergilediğini ifade etmek mümkündür. Sosyal demokratlarca bu tablonun sergilenmesindeki amaç, SSCB’nin devlet kapitalizmi ile araya bir sınır çekmek ve komünist ideolojiden tamamen sıyrılmak olduğu söylenebilir.

Ayrıca; 1959 yılındaki Bad Godesberg programı ile demokratik sosyalizmin kökenlerinin, Hıristiyan ahlakı, hümanizm ve Alman felsefesi olduğu ifade edilmiştir. (Kavukçuoğlu, 2003: 318) Görüldüğü gibi; Bad Godesberg Programı önemli bir milat

39

niteliği taşımaktadır. Bu programla birlikte, bir yandan piyasa kapitalizmine zeytin dalı uzatılmış; diğer yandan Hıristiyan ahlakı, sosyal demokrat düşüncenin temellerinden biri olarak ifade edilmiştir. Bu bağlamda, Bad Godesberg Programı’nı ile birlikte SDP’nin, dünya görüşü olarak, Marxizm’i resmen terk ettiğini ifade etmek mümkündür (Gombert, 2010:76).

Son olarak Bad Godesberg Programı’nda; komünistlerin sosyalist geleneği tahrif ettikleri vurgulanmış ve “Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin, adil bir düzenin

kurulmasını engellemediği sürece korunmaya hakkı vardır” ifadesi yer almıştır. (Guriz,

2011: 163; Kavukçuoğlu, 2003: 324) Bu programın ardından, SDP’nin oylarında 1972’ye kadar ciddi bir artış olmuş ve 1972’deki oy oranı yüzde 45.8’e kadar yükselmiştir (Kavukçuoğlu, 2003: 356).

1989’da yayınlanan Berlin Programında ise SDP’nin sınıf partisi değil, bir kitle partisi olduğu vurgusu tekrarlanmıştır. Avrupa’da demokratik sosyalizmin fikri temelleri olarak; Hıristiyanlığa, hümanist felsefeye, aydınlanmaya, Marx’ın tarih ve toplum öğretisine ve işçi hareketinin deneyimlerine vurgu yapılmıştır. Ekonomik demokrasi kavramından söz edilmiş ve: “İnsanlık onurları ve sosyal adalet, ekonominin

demokratikleştirmesini gerektirmektedir. Ekonomik demokrasi, siyasal demokrasiyi güvence altına alması ve onu tamamlaması nedeniyle tek başına bir amaçtır” ifadesi yer

almıştır. (Kavukçuoğlu, 2003: 420,421), (Meyer, 1991: 134,139) (Guriz,2011: 166, 170) Son olarak; SDP’nin 2007 Hamburg Programı’na değinmek yerinde olacaktır. Hamburg Programı’nda da SDP’nin vizyonunun demokratik sosyalizm olduğu vurgulanmıştır. Bu vizyonu gerçekleştirmek içinse eylem planı, “sosyal demokrasi” olarak belirlenmiştir. (Gombert, 2010: 76) Hamburg Programı’nda, 1959 Bad Godesberg programının mirasına sahip çıkıldığını görmekteyiz. Program’daki: “Piyasalar siyasal düzenlemelere

muhtaçtır ve bu düzenlemeler küreselleşme çağında ulusal sınırları aşmalıdır. Rekabetin mümkün olduğu kadar çok olmasıyla birlikte, devletin gerekli olduğu kadar düzenlemeler yapmasını savunuyoruz.”(Hamburg Programı, 2008: 54) ifadesi bu

durumu örnekler niteliktedir.

Tobbias Gombert’e göre: “Bugün sosyal demokrasi, piyasaların süregelen küreselleşmesi karşısında, mali piyasaların etkisine ve istihdam piyasasındaki değişimlere cevap vermek ve piyasa kapitalizmiyle demokrasi arasında yeni bir dengeyi

40

nasıl tasarlayacağını belirlemek gibi zorlu bir görevle karşı karşıyadır. Başka bir ifadeyle: Bu koşullarda “demokratik sosyalizme“ nasıl ulaşılabileceğinin düşünülmesi gerekmektedir. Sadece yeni soruların değil, bunlara ilk cevapların da ortaya çıktığını, SPD’nin Hamburg Programı ortaya koymuştur.”(2011: 76)

Kısaca özetlersek; Alman Sosyal Demokratları, Bad Godesberg programı ile birlikte Marx’ın ekonomik tahlillerine saygı duymalarına rağmen, onun savunduğu sınıf savaşından da ve sınıfsız toplum öngörülerinden de vazgeçmişlerdir. Günümüz Almanya Sosyal Demokrat Partisi artık; piyasa kapitalizmi ile gelir adaletini bozmadığı sürece bir sorunu olmayan, rekabetin itici gücünü özümseyen, kapitalizmin ortaya çıkardığı zenginliği yadsımayan bir bakış açısına sahiptir. Ayrıca; Hıristiyan ahlakının da sosyalizmin temellerinden biri olarak görülmesi, Marx’ın etkisinin oldukça azalmış olduğunu ispatlar niteliktedir.