• Sonuç bulunamadı

1.5. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI; TİTOİST YUGOSLAVYA

1.5.2. İkinci Dünya Savaşı’nda Balkanlar

2 ni Dünya Savaşında Balkanlar Hitler ve Stalin’in kıskacı arasında idi. Balkan halkları uzun süren Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’yla bu ‘yedi yıllık’ savaştan yara bere içinde çıkmıştı. Daha sonra Fransızların ulus-devlet modeli

      

74 Karatay ve Gökdağ, ss.652-653. 75 Ülger, s.47.

başvurulan örnek olmuştu. Ancak bu model sosyal ve dini gerginlikle daha da kızışan ülke içi etnik zıtlığı da saklıyordu. Bu zıtlıklar ulus-devletlerin diktatörlükle yıkılma arasında gidip gelen kırılgan yapılı kuruluşlar haline gelmesine neden oldu76.

1940–41 yılları arasında Almanya, Almanya-İtalya-Japonya mihverine katılması için Yugoslavya’ya baskı uygulamaya başlamışlardır. Bunun karşılığında Selanik Limanı ve Kral Duşan zamanından beri Sırpların iddialarına maruz kalan Vardar yolu Yugoslavlara bırakılacaktı77. Komşuları, Macaristan, Slovakya ve Romanya’nın da Alman güdümüne girmesiyle iyice bunalan Yugoslav hükümeti, Mart 1941’de Mihvere katılma anlaşması imzalamıştır. 25 Mart’ta imzalanan anlaşma metni kamuoyuna açıklanınca sert tepkiler geldi Almanya–Yugoslavya anlaşmasının imzalanmasından sonra, 27 Mart 1941’de General Duşan Simoviç’in öndeliğindeki Cunta, Kralı düşürerek yönetime el koydu ve anlaşmayı reddetti. Bunun üzerine Alman ordusu, 6 Nisan’da Belgrad’ı bombalayarak Yugoslavya’ya girdi. Sırp Kralı ülkeden kaçtı ve 17 Nisan’da Yugoslav ordusu koşulsuz olarak teslim oldu78.

Almanların Yugoslavya’yı, çok kısa bir süre içinde işgal etmesinin ana sebebi ülkede birliğin ve dayanışmanın olmamasıdır. Alman birliklerinin başarısından çok, Yugoslavya’yı oluşturan halkların birbirleri arasındaki çekişmelerin varlığı, işgali kolaylaştırmıştır. Savaş sırasında ülke Alman, İtalyan, Macaristan ve Bulgaristan orduları tarafından işgal edilmiştir79. Almanya kendi güdümünde bir Hırvat-Sloven Devleti kurmuştur. Kendilerini diğer Yugoslavya halklarından üstün gören Katolik Hırvatlar Sırplara ve Müslümanlara karşı cephe alarak Almanya’nın da desteği ile ‘Ustaş’ hareketini başlatmış ve bölgedeki diğer halkları katletmişlerdir. Nazilere ve Hırvatlara karşı direnişe geçen Sırplar da ‘Çetnikler’ hareketini başlatarak, zamanla güçlenmişler ve kanlı saldırılar düzenlemişlerdir.        76 Karatay ve Gökdağ, s.656. 77 Karatay ve Gökdağ, s.657. 78 Bora, s.46. 79 Fyson ve Silberman, s.34.

Çetnikler, işgalin ardından Yugoslavya’da Sırpların hakim olacağı bir yönetim kurulmasını savunuyorlardı. Partizanlar ise, savaş sonrasında kurulacak Yugoslavya’da tüm ulusların yönetimde temsil edilmesini zorunlu görüyorlardı. Etnik bakımdan Hırvat olan Tito’nun savaş sonu kurulacak düzenin ulus ötesi olacağını ve bu sistemde tüm uluslara temsil hakkı tanınacağını açıklaması, Sırpların dışında kalan Yugoslavya halkları tarafından sempati ile karşılanıyordu80.

Kosova’nın büyük bir bölümü ve Makedonya’nın batısı İtalyan işgal bölgesi, geri kalan bölümü de zengin maden yatakları nedeniyle Alman işgal bölgesi olmuştur. İtalya kendi işgal bölgesindeki yerlerin Arnavutluk ile birleşmesine izin vermiştir. Alman hükümeti de Birleşik Arnavutluk’u savaş sonunda tanıyacağını bildirmiştir. II. Dünya Savaşı boyunca Birleşik Arnavutluk’un bir parçası olan Kosova ve Batı Makedonya’da, Almanlar tarafından Arnavut okulları, idaresi ve jandarması kurulmuştur81.

Bölge faşist güçler tarafından işgal edilir edilmez Arnavutlar geçmişte iskan edilen ve Slavlara verilen toprakları geri almak amacıyla Sırp köylerine saldırmışlardır. Arnavut halk Yugoslavya'nın parçalanması fırsatından yararlanarak yılarca süren Slavlaştırma politikasının intikamını almak istemişlerdir.

Fakat Hitler’e karşı mücadele veren Balkan halkları arasında Yugoslavlar ve Yunanlılar’la beraber Arnavutlar da kabul edilmektedir (1941-1944).Yugoslavya’da direnişin iki çekirdeğini oluşturan Partizanlar (Titocular) ve Çetnikler (Draja Mihayloviç yanlıları) sadece farklı değil aynı zamanda birbirlerine düşmandılar. Alman ve İtalyan İşgali, işbirlikçi hükümet sorunlarına bir de iç savaşı ekledi. Çetnikler monarşi yanlısı, koyu Ortodoks, Hırvat ve Komünist düşmanı olan ‘Büyük Sırplar’dı. Yugoslav Komünist Partisi, Sovyet Cumhuriyetine dönüşmüş bir Yugoslavya düşünüyordu. Hırvatistan’da, Bağımsız Devlet tüm Dalmaçya’yı İtalyanlara bırakmak zorunda kalmış, fakat karşılığında Bosna-Hersek-i almıştı82. Bu

      

80 Erleta Gjejlani, ‘Değişen Uluslararası Güvenlik Sistemi Bağlamında Yugoslavya’nın Dağılması ve

Kosova’nın Nihai Statüsü Sorunu’, Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Universitesi, SBE, Bursa 2007, s.56.

81 http://www.ihh.com/kosova ( 03.10.2009). 82 Castellan, s.395.

olay ‘Büyük Hırvatistan’ hayalini taşıyan Hırvat milliyetçilerin isteğine tamamen uy- gundu. Hırvatistan böylece sadece yarısı Hırvat olan altı buçuk milyon nüfusa sahip oluyordu. Buna yaklaşık, iki milyon kadar Sırp asıllı Ortodoks ve yedi yüz bin kadar o dönem hiçbir milliyete tabi olmak istemeyen, ‘saf Hırvat’ olarak söz edilen Müslüman (Boşnak) ekleniyordu83.

Böylece tüm fanatik sapma olasılıklarına rağmen, durumu belirleyen yine din oldu. Sırpları katletmeye gitmeden Önce silahlarını kutsuyorlar, Müslümanlar ‘cihat’ naraları atıyorlar, yok edilme ve çocuklarının zorla vaftiz edilmesiyle tehdit edilen Ortodokslar, Bosna camilerini ateşe veriyorlardı. Öbür yanda Karadağ'da Mussolini bağımsız krallığın yeniden doğması için uğraşıyordu.

Sırbistan'dan kovulan Tito, Doğu Bosna'da birliklerini yeniden toparlayarak, 1942 yazı boyunca tüm Batı ve Orta Bosna'yı fethetti. Sonra Bihaç'a yerleşerek Ulusal Kurtuluş Ordusu'nu ve Antifaşist Konsey'i' (AVNOJ) kurdu. 26 Kasım 1942'de kurulan bu konsey sivil otoriteye sahipti ve başkanı da 1920'deki Kurucu Meclis'in eski Başkanı Dr. İvan Ribar'dı. Tito partizanları Makedonya'da, Arnavutluk ve Kosova'da Tito'nun Karadağ kökenli elçisi Svetozar Vukmanoviç Tempo yönetiminde örgütlendiler. Tito'nun çevresinde bir Sırp olan Aleksandar Rankoviç, Slovenyah Edvard Kardel, Karadağlı Milovan Cilas ve İspanya iç savaşına katılmış, savaş tecrübesi çok olan başkaları da bulunuyordu. Aynı durum Slovenya'da da meydana geldi84.

Londra'da bulunan Yugoslav Krallık hükümeti, müttefiklerin tanıdığı tek hükümet durumundaydı. Tito'nun devreye girmesi işleri değiştiriyordu. Sırp diasporası ise Çetnik tarafını ve kralı tutuyordu. Tito 1943 Kasım'ında Bosna'nın Yayçe şehrinde ikinci AVNOJ'u topladı ve konsey geçici hükümet tarzında ve başında Yugoslav Mareşali Tito'nun bulunduğu bir ‘Ulusal Kurtuluş Komitesi’ tayin etti. Meclis öngörülen ülkenin federal bir temel üzerinde yeniden yapılanmasına, İtalyanların elindeki bazı toprakların geri alınmasına, ‘Ulusal İrade’ ortaya çıkana dek Kral Petre'nin ülke topraklarına girmesinin yasaklanmasına karar verdi. Tito'nun etrafında oluşan üç yüz bin

      

83 Misha Glenny, Balkanlar 1804-1999, Milliyetçilik, Savaş ve Büyük Güçler, İstanbul, 2000, s.80. 84 Nikola Âniç,‘The National Liberation War in Yugoslavia 1941-1945,Belgrade, 1985, s.86, Fahir

asker karşısında krallık hükümeti güçsüz kalmıştı. Sonuç olarak 2. Dünya Savaşı sonrası ülkenin başına Tito ve partisi geçmiş oldu. Çünkü daha savaş sürerken bile Tito'nun yanında Churchill'in askeri heyeti bulunuyordu. Mihayloviç'in etrafındaki İngiliz görevlileri geri alınmıştı. Bu arada Alman işgal yetkilileri Belgrat'ta inanmış Alman yanlısı ve savaş eski bakanlarından General Milan Nediç tarafından yöneltilen bir hükümeti başa getirmişlerdi85.

2. Dünya savaşında İtalyanlar Arnavutluk'u işgal etti. İtalyanların Arnavutları İtalyanlaştırma politikasıyla karşı karşıya gelen halk, memnuniyetsizliğini hemen belirtti. İtalyanlar Arnavutluğu 1939 Nisanında işgal edince Arnavut Kralı Ahmet Zogu Londra'ya sığınmıştı86. Arnavut milliyetçileri ‘Arnavut toprakları’ Kosova'yı, Yunanistan'a ait olan Çamerya'yı, Karadağ'daki Arnavut yerleşim yerlerini, Batı Makedonya ile Üsküp dolaylarını, İştip ve saireyi ve Güney Sırbistan'ı Arnavutluk ile birleştirme amacı güdüyorlardı. İtalya ‘Büyük Arnavutluğ'un’ Merkez devletler sayesinde etnik sınırlarına kavuştuğunu ilan edebilirdi. Roma, yönetimi milliyetçi burjuva temsilcisi olan Mustafa Kruya'ya vererek ona çok sınırlı bir özgürlük tanıdı. Balkanlarda komünist partilerin en genci olan Arnavutluk Komünist Partisi (AKP), 1941 Kasım'ında Tiran'da kurulmuştu ve lideri olarak da Enver Hoca seçilmişti. Arnavutluk'un milliyetçi seçkinleri temkinli davranışlarını korurken, ilk hareket girişimi yepyeni ve pek de kalabalık olmayan AKP'den geldi87.

Stalingard'ta Almanlar ile Ruslar arasında gerçekleşenlerden sonra durumdan endişelenen İtalyanlar, Arnavutluk'ta Arnavut milliyetçilerle ilişki kurmak için yollar aradılar. Arnavutlar'a bayraklarını, paralarını ve kısıtlı da olsa özgürlük imkanı sağladılar. Arnavutluk hükümetinin yeni başkanı Buşati'nin Balli Kombetar ile ilişkisi vardı. Bu yeni koşullarda, AKP, Elbasan yakınındaki Labinot kasabasında 1943 yılı Mart ayında ilk ulusal konferansını topladı. Konferans boyunca Enver Hoca, Yugoslav tezi olan saldırı fikrine karşı çıktı. 1943 Temmuz'unda Mussolini'nin düşüşünü iki hareketin toplantısı izledi. Enver Hoca Arnavutluk'un Yugoslav federasyonu üyeliği fikrine karşı çıktı. Bu arada Arnavut partizanlar, İtalya'nın

      

85 Stevan K. Pavlowitch, A History of the Balkans, London, 1999, s.297. 86 Glenny, s.82.

teslimi sırasında, beş tümenlik bir ordunun teçhizatına ve silahlarına el koyan ‘Ulusal Kurtuluş Ordusu’ nu kurdular88.

Fakat Almanlar çabuk hareket ederek, Yunanistan'dan gelen yetmiş bin asker ile bütün şehirleri ve kasabaları ele geçirdiler. Tiran'da bağımsızlık ilan ederek bir meclis, bir hükümet ve bir naiblik konseyi oluşturdular. Yeni yetkililerle birçok bağlantısı olan Balli Kombetar, Alman askerlerine saldırılmaması emrini verdi. Kuzeydeki Katolik aşiretlerinin şefleri ve Kral Zogu taraftarları da örgütlendiler. Fakat çelişik bir tutum sergilediler. Çünkü, Almanların Kosova'yı Yugoslavlar'a vermeye niyetleri yoktu. Burayı kendi propagandaları için kullanıyorlardı. Burada Sırplara karşı kaba kuvvete başvuran İkinci Prizren Bağlaşmasının (Birliği'nin) örgütlenmesine izin verdiler89.

Kurtuluş Ordusu'nda yirmi bin askeri bulunan ve siyasal olarak yalmz kalan partizanlar, ‘işbirlikçi’ olarak gördükleri herkese karşı mücadeleye giriştiler. Düzeni sağlamakta zayıf kalan milliyetçilerin önünde, Almanlar yönetimi ele aldılar ve bazı Arnavut birimleri ile desteklenerek, 1943 tarihinde partizan direniş örgütlerine karşı büyük bir saldırı başlattılar. Enver Hoca da Tito ile benzer sıkıntılar yaşadı. Ancak Ocak 1944'te Mehmet Shehu'nun tugayının karşı saldırısıyla, sarılmış olan kurmay he- yeti kurtarıldı. 1944 Mart ayı sonunda, başka amaçlar doğrultusunda tahrik edilmiş Kızıl Ordu, Romanya ve Wehnmacht sınırlarına dayanıyor ve Arnavutluk da biraz rahat nefes alıyordu. Almanlar Kasım ve Aralık 1944'te işgal ettikleri Yunanistan ve Arnavutluk'tan çıktılar. Sözü edilen birlikler Hırvatistan'da Ustaşa işbirlikçileri ve Hırvat Devleti Ordusu'ndan destek alarak cesurca direndiler ve ancak Mayıs 1945'te silahlarını bıraktılar90.

Yunanlılardaki direniş, Yugoslav ve Arnavut komşularında olduğu gibi, memleketi bir iç savaşa sürükleyecek derecede önce rakip, daha sonra birbirine düşman hareketlere bölündü91. Mültecilerin bile bölündüğü Yunanistan'da Stalin'in çağrılarına komünistler

      

88 K., Stevan s.305, Harun Bodur, Kronolojik 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara, 2005, s.100. 89 K., Stevan s.305. , Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, İstanbul, 1995, s.67. 90 K., Stevan s.305.

cevap verdiler. Buna sosyalistler ve sol görüşün diğer farklı eğilimleri de katıldı. Kısa süre sonra farklı direniş örgütleri arasında çatışmalar patlak verdi ve çok şiddetli çatışmalar yaşandı.

Kuzey'in üstün gücü Kızıl Ordu'nun Balkanlara inişiyle, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk'ta komünistler zafere ulaşmıştı. 23 Ağustos 1944'te Bükreş'te askeri krallık darbesi gerçekleşti. 30 Ağustos tarihinde Kızıl Ordu Bükreş'e girdi. 8 Eylül 1944'te Kızıl Ordu Bulgaristan'a girdi ve Sofya'da da darbe gerçekleşti. 20 Eylül 1944'te Kızıl Ordu ve Tito'nun partizanları Belgrat'ı kurtardı. 18 Ekim 1944'te İngiliz birlikleri General Scorbie'nin komutasında Atina'ya çıktı. 28 Kasım 1944'te Enver Hoca'nın partizanları tek başlarına Tiran'ı kurtardılar ve oradan Kosova'ya geçerek Karadağ'da Podgoriça'ya kadar alandan Almanları kovup geri çekildiler92.

Fakat Yunanistan'da 1946'da kanlı bir iç savaş başladı. Churchill'in İngilizlerin birliklerinin varlığı nedeniyle Yunanistan'da komünistler başarıya ulaşamamıştı. Bulgaristan, Romanya'dan sonra Kızıl Ordu tarafından işgal edilen ikinci ülkeydi. Oradaki hava kuzey komşusundan farklıydı. Halkın genel Rus yanlılığının yanında, Moskova'da Enternas-yonal'in eski genel sekreteri olan Georgi Dimitrov desteğindeki Vatan Cephesi'nin kurduğu hükümet iktidara geldi, 2. Dünya Savaşı sonrasında Balkanlarda Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan'ın sınırlarının belli olmasına karşın, Yunanistan'da daha birkaç yıl iç savaş devam etti.

2. Dünya Savaşı yıllarında, Türkiye'nin başlıca kaygısı savaşın dışında kalmaktı. Türkiye, Sovyetler Birliği ve Mihver Devletleri ile ilişkiler de azami dikkati göstermek koşuluyla Müttefiklerin yanında yer almayı tercih etti. Savaş başladıktan sonra 19 Eylül 1939'da karşılıklı yardım antlaşması imzaladı. Bu antlaşmayla Türkiye, savaş Akdeniz'e bulaşırsa Müttefiklere yardım etmeyi taahhüt ediyordu. Türkiye, antlaşmaya ittifak hükümetlerinin hiçbir surette Türkiye'yi Sovyetler Birliği ile bir çatışmaya sürükleyemeyeceğine ilişkin bir çekince koydu93.

      

92 Yerasimos, s.68, Georges Langlois, Jean Boismenu, Luc Lefebvre, Patrice Regimbald, 20.

Yüzyıl Tarih’, çev. Ömer Turan, İstanbul, 2000, s.113.

1940 yazında Alman ordularının Paris önlerine geldiği sırada İtalya'nın savaşa girmesi Türkiye'yi zor durumda bıraktı. Müttefikler, Türkiye'den ittifak antlaşmasıyla üstlendiği yükümlülüğü yerine getirmesini talep ettiler. Ancak, Türkiye, bir saldırıya uğramadığı sürece, savaşa katılmamak eğilimindeydi. Çeşitli mazeretler ileri sürerek savaşa girmekten kaçındı. 24 Mart 1941'de Sovyetler Birliği, 18 Haziran 1941'de de Almanya ile birer saldırmazlık paktı imzalamıştı ama 1941 Haziranı'nda Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırması, Alman-Sovyet işbirliği kuşkusunu ortadan kaldırdı ve Türkiye'yi rahatlattı. Müttefikler ve Mihver Devletleri arasında bir denge politikası izleyen Türkiye'nin bu tutumu iki tarafı da tatmin etmekteydi. Ancak, Müttefikler, sonuca daha çabuk ulaşabilmek için Türkiye'yi savaşa sokma çabalarım artırdılar. Mihver Devletleri'nin yıkımın eşiğine geldiği sırada, Türkiye ilk adımı attı, Nisan 1944'te Almanya'ya krom sevkıyatını durdurdu. Ağustos 1944'te Almanya, Ocak 1945'te Japonya ile diplomatik ilişkileri kesti. Türkiye'nin 23 Şubat 1945'te, Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etmesi, pratikte bir değer taşımadığı gibi, savaş sonrası yeniden biçimlenen dünyada bir süre yalnız kalmasını da engelleyemedi.

Balkanlarda devletlerin bazılarına Sovyet modeli bazılarına Amerikan modeli sunulması, bu ayrılıktan sadece devletlerin değil halkların da etkilenmesine neden oldu. Balkan tarihinde 1945 yılı, bir parantez olarak kalacak kırk beş yıllık bir dönemin başlangıcına damgasını vurur. Bu dönem, sadece ‘Demirperde’yi Epir'den Trakya'ya geçirip, Yunanistan'ı doğal sınırlarından ayırmasıyla değil, özellikle yarımadanın güney ucunu, merkezi Washington olan askeri bir Atlantik Birliği içine alarak ileri bir karakol haline dönüşmesini sağlaması ve buna karşılık, zaman zaman dahil olan Yugoslav toprakları dışında kalan diğer tüm bölgelerde beyni ve kalbi Kremlin olan imparatorluğun güney kanadının yer almasıyla belirginlik kazanmıştı94. Siyasal olarak artık Balkanlar yoktu ve bölgesel örgütlerden birinin girişimi, büyük devletlerden birinin engeline çarpıyordu. Moskova yönetimi Yunanistan'daki Amerikan üslerinin varlığını açıklıyor, Washington yönetimi ise, yarımadanın nükleer silahlardan arındınlması projelerinde bazı tuzaklar bulunduğunu düşünüyordu95.

      

94 Glenny, s.83. 95 Bodur, s.103.

Bazılarına Sovyet, bazılarına da Amerikan modeli sunulması, bu ayrılıktan dediğimiz gibi sadece devletlerin değil, halkların etkilenmesine de neden oldu. Komünizm ise, Rus şeklini tarihsel geleneklere ve farklı kültürlere uygulayarak, kendine özgü nitelikler kazanmıştı. Öyle ki, ‘Balkanlı bir komünist’ ten bahsetmek atılacak iftiraların kurbanı olmak demekti. Bu, halkların ve devletlerin ilişkileri aradaki farkları daha da belirginleştiriyordu. Şüphesiz, bu Balkan komünizmlerinin, tarihsel gelişme koşullarına bağlı olarak ortak yönleri de bulunuyordu. Başlangıçta hepsi, çok uluslu veya kırsallığın egemen olduğu toplumlara uyarlanmış bir Marksizm-Leninizm olarak kendini gösterdi. Bu iki özellik, o devletleri 1920'li yılların Bolşevik Rusya'sına benzer kılıyordu. Buna bir de, Kızıl Ordu'nun Romanya ve Bulgaristan'daki Hitler adlı savaş makinelerini alt etme başarısından ekleniyordu. Ancak sadece askeri danışmanları kabul eden Yugoslavya ve Arnavutluk için durum farklıydı. Ayrıca, Bulgar komünist lider Dimitrov, Romen lider Ana Pauker, Yugoslav lider Tito gibi birçok komünist liderin Moskova'da yetiştiğini de unutmamak gerekir. 1948 Haziran'ında Tito'nun Stalin'den ayrılması imparatorluğun bütünlüğünü bozmuş olsa bile, birçok faktör ilk dönemin ortak Stalinciliğini açıklamaya yetmektedir96.

Daha da Önemlisi devletin anlamı düzelmemişti. Lublana Slovenleri hala kendilerini Sırp sömürgesi gibi hissediyorlardı. Kosova Arnavutları, Bulgaristan Türkleri, Romanya Macarlarından söz etmeye bile gerek yok. Boş ama parlak uluslar arası sözler altında, kültürlerin rekabetleri, dil çatışmaları hatta, o dönemlerde Vietnamlılar, Kübalılar, Angolalılar lehinde kitleleri harekete geçirirken, komünist ülkeyi çoğunluktaki etnik gruba indirgeyen parti, günlük sürtüşmeleri ihmal ediyordu.İki kuşak boyunca, laik zıtlaşmalardan ortaya çıkan milliyetçiliklerden soyutlanmış duyarlılık suskunlukla karşılandı97.

Aile grupların içinde bu suskunluk etkili değildi. Müslüman bölgelerde yeni rejimlerin ilk kanunlarından biri de kadınlara başörtüsü yasağıydı. Direniş olsa da bu uygulama ortadan kalktı. İş kanunlarında bildirilen kadın erkek eşitliği ise, parti nutuklarından çok kentleşme ve iş sayesinde gelişti. Makedonya, Arnavutluk hatta

      

96 Nikola, s.156., Bodur s.100. 97

Bulgaristan köylerinde hala ağır yük taşıyan eşeğe veya katıra binmiş erkeğini yürüyerek takip eden kadın fotoğrafları var.

1989'da başlayan Balkan devrimleri, yarım yüzyıllık komünist yönetime son vermek istemiş, fakat, aynı anda yeni yoldaki her adımda canlanmaya yol açan bir devamlılığı başlatmıştır.Orta Avrupa'da olduğu gibi, yarımadada da hareket noktası Gorbaçev'in perestroykası oldu. Sebepleri ne olursa olsun perestroyka, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk Sosyalist Cumhuriyetleri'nde ve tabi ki daha önce kopan Yugoslavya Sosyalist Federasyonu'nda etkili oldu98.

Yugoslavya ve Arnavutluk'un durumu daha farklıydı. Tito 1948'den, Enver Hoca da 1960'tan beri Sovyet modelini bırakmış durumdaydılar. Belgrat, Moskova ile ilişkileri normale döndürmüştü. Tiran yönetimi ise Comecom üyesi değildi. Bu nedenle Sovyetler Birliği'ndeki ekonomik kriz bu ülkelerin halklarını hemen etkilemedi. Ne yazık perestroyka etkisiyle bir ‘Yugoslav Devrimi’ meydana gelmedi. Sonuç, Sloven, Hırvat, Makedonya, Bosna, Sırp, Karadağ ‘devrimleri’ oldu. Bunlar her cumhuriyetin komünist veya demokratik rejim biçimlerini ve federasyonun kaderini tayin eden hareketlerdi ama Hırvatistan'da, Bosna'da ve Kosova'da kanlı çatışmalara nefret ve kin neden oldu.