• Sonuç bulunamadı

II. İHVAN-I SAFA VE RİSALELERİ

II.V. İhvan-ı Safa Risalelerinde Üslup ve Metot

Din, felsefe, tabiat olayları, matematik, coğrafya, astronomi, mantık, musiki, şiir, sihir gibi birçok konuyu özenli bir şekilde akıcı ve şiirsel bir dille işleyen İhvan’ın, risalelerinde muhataplarına oldukça nezaketli ve şefkatli davrandıkları, olabildiğince onları övdükleri görülmektedir. Örneğin nerdeyse her risalenin ve risalelerin içindeki her bölümün, hatta bazı bölümlerde her paragrafın başında, “Ey kardeşim!”; “Ey

hürmetkâr ve şefkatli kardeşim!”; “Ey iyiliksever ve şefkatli kardeşim!” “Allah seni ve bizi kendi katından bir ruh ile desteklesin!”120 tarzında ifadeler kullanmaktadır. Muhataba değer verme, onun gönlünü okşama özelliğini taşıyan bu yöntem, ona istenilen mesajı ulaştırma bakımından dikkate değerdir. Bu metot, aynı zamanda İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve hadislerde de dikkat çekilen bir metottur. Örneğin: “Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından ayrılıp

giderlerdi. O halde onları affet; bağışlanmaları için dua et”121 ayeti ile “Kolaylaştırın,

zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin”122 hadisi bu metoda dikkat çekmektedir. İhvan’ın, risalelerinde savundukları görüş ve fikirlerinde, genel olarak kesin yargı belirten ifadeler kullandığı görülmektedir. Hemen hemen her konuda görüş belirtirken, “bize göre doğrusu budur, kanaatimize göre bu bir hakikattir, biz böyle

olduğunu düşünüyoruz” gibi farklı yargılara imkân tanıyan ifadeler yerine; “bilmelisin ki… Yine bilmesin ki…” gibi sözlerle başlayan ve“…farklıdır”, “…doğrudur.”, “…yanlıştır.”, “…değildir”, “...kesindir”, “…olur” gibi kesin yargı ifadeleri ile biten

cümleler kullanmaktadırlar.123 Bu da onların bazı konularda yanılmalarına, günümüzde

artık bilimsel olarak yanlış olduğu kesinleşen bazı görüşleri savunmalarına sebep

120 Örnek olarak bkz. Resail, 1. Risale, C. I, s. 48, 53-54, 60, 64-66, 68, 75; 2. Risale, C. I, s. 78, 97 vd. 121 Ali İmran, 3/159.

122 Buhârî, İlm 12, Edeb 80; Müslim, Cihad 6-7. 123 Örnek olarak bkz. İR, 15. Risale, C. II, s. 11-15.

olmaktadır. Örneğin, Ay-üstü felekler olarak adlandırdıkları gökyüzündeki gezegenlerin sayıları, büyüklükleri, birbirlerinden uzaklıkları, hareket şekil, yön ve süreleri gibi konulardaki bir takım görüşleri, onların yaşadıkları dönemde makul görülse de günümüz bilimsel verileriyle izah edilebilir, makul görülebilir durumda değildir. Fakat her şeye rağmen, bin yıl önce, özellikle de Güneş ve Ay gibi gök cisimlerinin yeryüzündeki varlıklarda görülen oluş ve bozuluş, dönüşüm ve değişim ile ilgili etkileri hakkındaki görüşleri, dikkate değer görüşlerdir. Örneğin, hava olaylarının, yağmurların, rüzgârların, bitkilerin vb. oluşum, değişim ve dönüşümlerini,124 günümüz bilimsel verilerine yakın bir şekilde yorumlamaları takdire şayandır.

İhvan’ın kendinden emin ve kesin yargı bildiren üslubunun yanında her şeyi bilmediklerini itiraf etmelerine de değinmek gerekir. İhvan, Risaletü’l-Camia’da üyelerine hitap ederken şöyle der: “Biz sana ve değerli kardeşlerimize nasihat ederken

size aktardığımız hikmetli bilgileri, çalışarak, gayret göstererek elde etmeyi başardık. Ancak bilmelisin ki, biz bütün ilimleri tamamen kuşatmış değiliz. Çünkü bütün ilimleri kuşatmak, ancak yaratma ve emir sahibi olan, Yüce Allah’ın bir sıfatıdır.”125

Görüldüğü gibi İhvan, sahip olduğu bilgileri, çalışıp gayret göstererek elde ettiğini ifade etmektedir. Bununla birlikte, her ilim adamı için gerekli olan tevazuu elden bırakmamakta; her şeyi bilmediklerini, tüm ilimlere hâkim olmadıklarını, bunun ancak Yüce Allah için mümkün olabileceğini dile getirmektirler. Bu tutumlarının, onları mutasavvıf düşünürlerden ve sezgiyi ön plana alan işraki felsefecilerden ayıran bir özellik olduğu söylenebilir.

İhvan’ın risalelerinde göze çarpan diğer bir husus da ansiklopedik bilgiler verme çabalarıdır. Ele aldıkları bir konuyu, tüm detaylarıyla ortaya koyma yerine, her bir risalede onun bir kısmını açıklamayı tercih etmişlerdir.126 Bu durum, onların aynı konuyu, benzer ifadelerle birçok kere tekrar etmelerine, bazen de önceki anlatımlarıyla zıt ifadeler kullanmalarına yol açmıştır.

Fuad Masum’a göre, İhvan-ı Safa’nın etrafındaki sır perdesinin günümüze kadar açılamamasının nedenlerinden birisi de onların risalelerindeki metot ve üsluplarının hem kendi dönemlerine hem de kendilerinden sonraki dönemlere göre farklı olmasıdır. Örneğin Farabi ve İbn Sina bir konuyu ele alınca onu bütün detaylarıyla işlemişler.

124 İR, 51. Risale, C. IV, s. 207. 125 İR, el-Camia, C. V. s. 27.

23

Fakat İhvan-ı Safa, bir konuyu birçok risalede ele almıştır. Her bir risalede konunun bir yönüne yoğunlaşmış, diğer yönlerini ise başka risalelere bırakmışlar. Yine aynı risalede bazen birbirleriyle bağlantısı olmayan birçok konuyu ele almış ve o konuların sadece bazı yönlerine değinmişler. Bu nedenle onların herhangi bir konudaki görüşlerini net olarak ortaya çıkarmak kolay değildir. Birçok araştırmacının onların görüşleri hakkında ihtilafa düşmelerinin sebebi de budur. Zira birçok araştırmacı, onların sadece bazı risalelerdeki görüşlerini dikkate almış ve diğer risalelerdeki görüşlerini dikkate almamış, onların görüşlerinin sadece gördüklerinden ibaret olduğunu zannetmiş ve bunun üzerine karar vermişlerdir. Yine ihvan’ın konuları çok detaylandırmaları ve buna bağlı olarak risalelerinin çok hacimli olması da onların görüşleri hakkında ihtilafların oluşmasının sebeplerinden birisi olmuştur.127

İhvan’ın ansiklopedik bilgi verme girişimleri, onların herhangi bir konudaki görüşlerinin tamamını tespit etmeyi zorlaştırmaktadır. Bu çalışmada karşılaşılan zorluklardan birisi de bu olmuştur. Bu çalışmada ele alınan konularla ilgili onların net görüşlerini ortaya koyabilmek için farklı risalelerdeki benzer ve farklı tüm görüşleri derlenmeye çalışılmıştır. Bu nedenle onların bir görüşü aktarılırken, aynı konu ile ilgili farklı risalelerde geçen sözlerine dikkat çekmek için birden fazla risaleyi referans alan dipnotlar verilmiş; istemeden de olsa çalışmanın bazı yerlerinde benzer anlatımlar tekrarlanılmıştır.

İhvan, ansiklopedik metotlarına rağmen, anlaşılır bir üslup kullanmıştır. Taha Hüseyin, İhvan’ın başarısının sırrının, Farabi ve İbn Sina’nın ihtisas sahiplerine yönelik yazdıklarını genel kültür seviyesindekilere yönelik yazma becerisi olduğunu söyler. Müsteşriklerden Filip, risale dilinin o dönem Arap dilinin bilim ve fikir dili olmaya uygun olduğunu gösterdiğini söyler. Fuad Masum ise, İhvan’ın, risalelerin bazı yerlerinde sıradan insanlara bazı yerlerde ise ihtisaslaşmış filozoflara yönelik bir dil kullandığı128 tespitini yapar.

İhvan-ı Safa, eklektik/seçmeci bir metot izlemiş, dini ve felsefi her türlü bilgiyi, ön yargısız olarak derlemiştir. Risalelerde, matematik ve geometride Pisagor ve Öklid'in, coğrafyada Batlamyus'un, felsefede Sokrat, Platon, Aristo ve Plotinos’un (Yeni Platonculuk) etkisi dikkat çekmektedir. Özellikle Pisagor’un sayılar sistemi, Platon’un siyasi düzen felsefesi, Aristo’nun Tabiat Felsefesi, Plotinos’un işraki

127 Masum, age, s. 14.

(aydınlanmacı) felsefesinin izleri açık bir şekilde görülmektedir. Bununla birlikte başta Kur'an-ı Kerim olmak üzere diğer kutsal kitaplar da referans kaynağı olarak kabul edilmiştir.129 Dinde Mutezile ve Şiiliğe meyilli olan İhvan, felsefede eklektik bir tavır sergilemiştir.130 Anlaşıldığına göre İhvan, döneminin her çeşit bilgisini risalelerde toplayıp uzlaştırmaya çalışmıştır.

Yazdıkları risalelerin sıralamasını düzenlerken Pisagorcu filozofların metodunu uyguladıklarını söyleyen İhvan, bu metot ile amaçlarının öğrencileri zihnen soyut varlığı/metafizik âlemi ve dini-ilahi ilimleri anlamaya hazır hale getirmek olduğunu söyler. Bu uygulamayla felsefeyi, yani hikmeti öğrenmek isteyen öğrencilere yolunun kolaylaşacağını belirtir.131 İhvan, matematik ilminin, insanı tevhit bilgisine ve Yaratan’a iman etmeye götüreceğini132 düşündüğü için, işe matematik ilimleriyle başlamıştır. Onlara göre matematik ilmi, soyut düşünebilme yolunu açmaktadır. Zira bir kişinin somut/cismani varlıkların dışında soyut/metafizik âleme ait bir takım varlıkların da var olabileceğini düşünebilmesi için, soyut düşünme yeteneğine sahip olması gerekir. İhvan’ın; Allah, akıl, nefs ve heyula gibi ancak soyut düşünmeyle kavranabilecek ilahiyat ilimlerine ulaşmak amacıyla soyut işlemler üzerine kurulu olan matematik ilimlerini araç olarak görmesi ve kullanmasının, ikna edici, dikkate değer ve takdire şayan bir metot olduğu söylenebilir.

Risalelerde farklı konularda hayvanların diliyle konuşturulan birçok hikâye ve kıssa mevcuttur. Bunların en meşhuru ve en uzunu (174 sayfa), hayvanların, insanların yeryüzünde hâkimiyet kurmalarından şikayetçi olmalarıyla ilgili konuyu anlatan hikâyedir.133 İhvan-ı Safa’nın bu hikâyede kullandıkları dil, onların sembolik anlatımlarına örnektir. Bu hikâyedeki kurgu, üslup, düşünce, ihvan-ı Safa’nın felsefi görüşlerini özetlemektedir. Bazı araştırmacılar, bu hikâyenin, ihvanın bahsettiği “er-

risaletü’l-camia” olduğunu iddia etmektedir. Yine bazı araştırmacılar, bu hikâyeyi,

risalelerin özü, bazıları ise, İhvan-ı Safa’nın gerçekleştirdiği fikri devrimin bir göstergesi olarak göstermektedir. Örneğin araştırmacı Ömer Faruk, bu hikâyenin yazıldığı zaman milliyetçiliğin had safhada olduğunu, ihvanın bu hikâye ile Müslüman Arapların diğer Araplardan veya diğer kavim mensuplarından hiçbir farkının olmadığını

129 Bkz. İR, 5. Risale, C. III. s. 144; Uysal, ag.md., s. 577; Ferhad, age, s. 69. 130 Çetinkaya, “İhvan-ı Safa’nın “Din” Söylemi”, s. 535.

131 Resail, 1. Risale, C. I, s. 48.

132 İR, 1. Risale, C. I, s. 49; el-Camia, C. V, s. 17, 59, 80, 87. 133 Bkz. Resail, 22. Risale, C. II. s. 203-377.

25

anlatmak istediklerini iddia etmektedir. Ahmet Emin, bu hikâyenin ilmi ve fikri birçok faydalı bilgi içerdiğini; Mustafa Şukaa ise, bu hikâyenin gelişim dönemi Arap fikrinin güzel bir örneği olduğunu söylemektedir. Fuad Masum da bu üslubun, İhvan’ı o dönemin hâkim siyasi ve toplumsal baskılarından da koruduğunu ve onları emniyet altına aldığını dile getirmektedir.134

İhvan-ı Safa, bu âlemdeki her şeyin bir zahir bir de batın yönü olduğunu, zahir olanın kabuk ve kemik, batın olanın ise lüb ve müğ (öz ve beyin) olduğunu söyler. Onlara göre insanın varlığından beri bu âlemde var olan şeylerden birisi olan dinin de zahir ve batın yönleri vardır. Zahir olan hüküm ve sınırlar herkese açıktır. Ancak bu hüküm ve sınırların batın yönü, sadece havas ve ilimde derinleşenler (rasiğun) tarafından bilinebilir.135 İnsan, ruhani olan nefs ile cismani olan ceset olmak üzere iki cevherden oluşmaktadır.136 Nefs, lüb (öz); ceset ise kışr (kabuk) gibidir.137 Cisimle ilgili olan kısımlar zahir, nefs ile ilgili olanlarsa batındır. İnsan, cismani ceset bakımından zahir, ruhani nefs bakımından batın bir varlığın birleşimi olan bir varlıktır. İşte din ve İslam’ın hükümleri ile şeriatın sınırları da bunun gibi zahir ve batın olmak üzere iki yönlüdür. Zahir; organların amelidir.138 Batın ise, kalpteki sırlara ait inançlar ve itikatlardır. Nebinin “ameller niyetlere göredir”139 sözünde dile getirdiği gibi asıl olan

da bunlardır. İman da zahir ve batın olmak üzere ikiye ayrılır. Zahiri iman, beş şeye140 inandığını ikrar etmek; batıni iman ise, dilin ikrar ettiği bu şeyleri, kalbin tahkik etmesi ve ikna olmasıdır. İşte Asıl hakiki iman budur.141

İhvan’a göre nebiler, insanlara dini tebliğ ederken, vahyi, her insanın aklı oranınca anlaması için ortak manalara gelen lafızlarla anlatmışlardır. Nitekim bu lafızlardan havaslar, avamlardan daha dakik ve latif anlamlar çıkarmışlardır. Bunda da topluluğun yararı vardır.142 İhvan, konuyla ilgili peygamberimize atfen şu rivayetleri nakleder: “insanlarla akıllarının seviyesine göre konuşun.”143 “Rububiyetin sırlarını

134 Masum, age, s. 101-102.

135 Resail, 9. Risale, C. I. s. 329. 136 İR, el-Camia, C. V. s. 66. 137 Resail, 23. Risale, C. II. s. 379.

138 Resail, 9. Risale, C. I. s. 328; 42. Risale, C. III. s. 486.

139 Resail, 42. Risale, C. III. s. 452, 486; Buhari, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155.

140 İhvan, imanın şartlarını Kur’an-ı Kerim’de geçtiği şekliyle (Nisa, 4/136) beş olarak kabul etmekte;

“kadere iman”ı, imanın şartları arasında saymamaktadır.

141 Resail, 46. Risale, C. IV. s. 67-68 142 Resail, 46. Risale, C. IV. s. 122. 143 Ebu Davud, Edeb, 20.

ifşa etmek küfürdür.”144 Hz İsa’nın da havarilerine şöyle dediğini nakleder: “Hikmeti,

ehil olmayanlara verip zayi etmeyiniz, yoksa hikmete zulmetmiş olursunuz.”145 “Herkim cahillere ilim vermeye kalkışırsa onu zayi eder, her kim layık olanlara vermezse onlara zulmeder.”146

İhvan-ı Safa, anlama seviyelerine göre insanları, avam, havas ve bu ikisi

arasında yer alan tabaka olmak üzere üçe ayırır.147 Avam ile havas arasındaki sınıfın özelliklerini açık bir şekilde ifade etmeyen İhvan, avam ile havas kavramlarını şu şekilde açıklamaktadır: “Avam olanlar; güzel bir sanat eseri veya süslenmiş bir şahıs

gördüklerinde, onlara bakmaya, onlara yakın olmaya ve onlara meyletmeye şevk duyarlar. Böyle bir durumla karşılaşan hikmet sahibi havaslar ise, bu eserlere veya süslenmiş şahıslara değil, hikmet sahibi sanatkârlarına, onları ilk tasarlayan ilim sahibine, onların rahim olan müsavvirine/tasvir edicisine şevk duyar, onunla bağlantı kurar, onunla rahatlığa kavuşurlar. Ayrıca kendi sanatlarında da Ona benzemek için çaba sarf eder, kendi fiillerinde Ona uyarlar. Bunu hem söz hem fiillerinde, hem ilim hem de amellerinde gerçekleştirme çabası içinde olurlar.”148

Platon’un, insanlara açık olarak ilim öğretmesine rağmen, önemli ve kapalı olan bilgileri, özel ders halkalarındaki öğrencilerine ve seçtiği kişilere aktardığıyla ilgili rivayeti dikkate alan Fuad Masum, insanları avam ve havas olarak sınıflara ayırma fikrini ilk ortaya atan kişinin Platon olduğunu ifade eder.149 Ancak Platon’un bu konudaki fikrinin İhvan-ı Safa ile tıpa tıp aynı olduğu söylenemez. Zira İhvan-ı Safa, avam ve havas kavramlarını, daha çok varlığın asıl yaratıcısı olan Tanrı’yı düşünüp ona göre bir tutum sergilemekle irtibatlandırmaktadır.

İhvan-ı Safa, yerine ve muhataplarına göre Kutsal metinlerin hem zahiri hem de batıni manalarla yorumlanması gerektiği; sadece zahiri veya sadece batıni yorumun dikkate alınıp diğerinin reddedilmesinin, bu metinlerin doğru anlaşılmasını engelleyeceği kanaatindedir. Felsefi bilgiler ile dini bilgileri uzlaştırma gayreti içinde olan İhvan’ın, özellikle bu iki bilgi arasında uyuşmazlık gördükleri yerlerde çeşitli ayet

144 Resail, 22. Risale, C. II. s. 343.

145 Resail, 46. Risale, C. IV. s 122; İR, 48. Risale, C. IV, s. 130. 146 Resail, 22. Risale, C. II. s. 344.

147 Bkz. Resail, 22. Risale, C. II, s. 344, 349-350; 31. Risale, C. III, s. 119, 121, 153-154, 166, 37. Risale,

C. III, s. 284; 46. Risale, C. IV, s. 122; İR, el-Camia, C. V. s. 281.

148 Resail, 37. Risale, C. III, s. 284. 149 Masum, age, s. 158-159.

27

ve rivayetleri, batıni yoruma tabi tuttukları görülmektedir.150 Örneğin, Ra’d Suresinin 17. ayetini şu şekilde yorumlamaktadır: “Bilesin ki ilahi kanun koyucuları, onlara tabi

olanlar, onlardan ilimleri tahsil edenler ve ilahi yasaların geleneğinde onlara itaat edenlerin misali, sema ve onun yağmuru, yer ve ondan türeyen şeyler gibidir. Örneğin İlahi Yasa sahiplerinin sözleri yağmur gibi; onların muhatabı olanlar ise yer gibidir. Bu iki kesim arasında meydana gelen faydalı ilimler, görüşler ve ameller ise, hayvanlar, bitkiler ve madenler gibidir.”151