• Sonuç bulunamadı

2.2. Saldırganlığın Nedenlerini Açıklayan Kuramlar

2.2.1. İçgüdü Kuramı

İçgüdü kuramları saldırganlığı; açlık, susuzluk, cinsel uyarılma gibi doğuştan gelen bir saldırganlık içgüdüsü ya da saldırganlık dürtüsü ile açıklamaktadır. (Güney, 2008). İçgüdü kuramında saldırganlık kavramı ile ilgili olarak öne çıkan ilk kuramcılar S. Freud ve Lorenz’dir. Freud ve Lorenz saldırganlığı doğuştan donanımcı ya da kalıtımcı görüş açısından ele almışlardır (Tekinsav Sütçü, 2006). Saldırganlık insanın doğasında var olan bir dürtüdür ancak bunu ortaya çıkartma biçimi bireyden bireye farklılık göstermektedir (Yıldız, 2004).

İnsan saldırganlığının nedenlerini açıklamaya çalışan en eski görüş; saldırganlığın insanların biyolojik yapısında var olan bir özellik olduğu ileri sürülmüştür. Bu görüşün en ünlü savunucuları arasında Freud (1948) ve Lorenz (1966, 1974) gelir. İnsanlığın doğuştan saldırgan olduğunu savunanlar, bu davranışı insan evrimi çerçevesinde incelemişler ve saldırganlığı insanoğlunun ayrılmaz ve varlığını sürdürmesi için gerekli bir parçası olarak görmüşlerdir (Kağıtçıbaşı, 2006). İnsanda denetlemesi zor, doğuştan getirilen dürtüsel bir saldırganlık enerjisi bulunduğunu ve bu enerjinin, türün evrimi için ve toplumsal hayatın düzenlenmesinde önemli rol oynadığını ileri sürmüşlerdir (Donat-Bacı, 2011).

Aşağıda saldırganlığın doğuştan geldiğini savunan psikanalitik ve etiolojik kuramlara yer verilecektir.

2.2.1.1. Psikanalitik Kuram

Psikanalitik kuramcılar ilk dönemlerde insanda bulunan saldırgan davranışı içgüdü terimi ile açıklamışlardır. Freud ikili içgüdü terimiyle insanların neden ve nasıl şiddet (saldırgan davranış) içeren davranışlar sergilediğini belirten yazılar yazmıştır. Freud’dan sonraki psikanalitik kuramcıların görüşleri, Freud’dan farklılık göstermektedir. Diğer psikanalitik kuramcılar, insandaki içgüdüler yerine insanın

25

sosyal yaşantılarını vurgulamışlardır. Bu kuramcılar, toplumla birlikte yaşamanın gerektiği koşullar ve bu koşullara insanların verdiği tepkiler üzerinde durmuşlardır (Yalçın, 2004).

Freud, saldırganlığın yararlı olduğunu ve belki de gerekli bir işlevi yerine getirdiğini öne sürmüştür. Eğer insanlar saldırgan davranışlarda bulunamazlarsa, saldırgan enerji birikir ve kendine bir çıkış arar ve eğer bir şekilde davranışa yansımazsa, sonuçta ruhsal rahatsızlıklar şeklinde kendini gösterir. Saldırganlığın davranışa yansıması durumunda ise kişi deşarj olup saldırgan enerji düzeyini azaltacak, yani daha sonra saldırgan olma olasılığı düşecektir. Bu görüşe psikanalitik kuramda katarsis denilmiştir (Kağıtçıbaşı, 2006). Bu görüşe göre; saldırganlık tamamıyla yok edilemez sadece bazı boşaltım yollarıyla yoğunluğu hafifletilebilir (Sağlam-Saföz, 2008). Freud’un bu görüşünde saldırganlık dürtüsü resim, spor, yarışma, çeşitli sanat dalları gibi alanlara kanalize edilirse saldırganlık dürtüsünde azalmalar olacaktır (Evcin, 2010). Ancak bu görüş henüz bilimsel olarak ispatlanamamıştır (Kağıtçıbaşı, 2006).

Freud, bedensel durumların nedeni olarak gördüğü içgüdüleri; ölüm

içgüdüsü (thanatos, yıkıcı içgüdüler) ve yaşam içgüdüsü (eros) olarak iki ana

bölümde toplamıştır. Freud, ölüm içgüdüsünü, yıkıcı içgüdüler olarak nitelendirmiştir. Freud, her bireyde bilincinde olmadığı bir ölüm arzusunun varlığına inanmıştır. Çünkü yaşam ölüme giden dolaylı bir yoldur. Saldırganlık içgüdüsü, ölüm içgüdüsünden türemiştir ve onun en temel temsilcisidir. Freud saldırganlığı, “insanın kendine dönük yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki objelere çevrilmesi” olarak tanımlamıştır. İnsan diğer insanlara karsı savaşır ya da onlara karşıt davranışlar geliştirir. Bunun nedeni insanda var olan kendini yok etme isteği ve yasam içgüdülerinin birbirlerini etkisizleştirebilmesi veya birbirlerinin yerine geçebilmesidir (Geçtan, 1998: Akt; Evcin, 2010). Eğer bu içgüdü kendine yönelik olursa intihar, dışa yönelik olursa saldırganlık olarak kendini gösterir.

26

- Yaşam içgüdüleri dolaysız bir anlatım yolu bulamazlarsa, bireylerin enerjileri yön değiştirerek anksiyeteye dolayısıyla saldırgan davranışlara yol açabilir,

- Toplum bireyin saldırgan davranışını farklı yerlere yöneltmesine yardımcıdır ve

- Oral dönemde kazanılan ısırma ve çiğneme gibi özellikler, ileride bireyin sözel saldırganlığa yönelmesine neden olabilir. Anal dönemde tuvalet eğitimi sırasında ana-babanın otoriter tutumu çocukta çevresine zarar verme tepkileri oluşturarak fiziksel saldırganlığa neden olabilir.

Freud, kuramında (1994) temel aldığı ölüm içgüdüsünün saldırganlık olarak dışa yöneldiğini ve erosun amacına hizmet ettiğini, insanın yaşamını zorlaştırdığını ve varlığını tehdit ettiğini vurgulamıştır. Freud kuramında, süper egonun saldırganlık içgüdüleri için bir koruma görevi gördüğünü belirtmiştir (Karataş, 2008).

Psikanalist kuramcılarından Fromm, (1995) insanlarda ve hayvanlarda genetik olarak programlanmış saldırganlığı, biyolojik bir tepki verme biçimi olarak tanımlamaktadır. Fromm (1995) saldırganlığı, tehdide karşı bir tepki biçimi değil, varoluşun tehlikeye dönüşmesi durumunda başvurulan bir tepki olduğunu ifade etmiştir. Hayvandaki saldırganlık davranışı, hiç kaçma şansının bulunmaması durumunda ortaya çıkan davranış olarak görülmüştür. İnsan da ise, yaşamsal çıkarı tehdit edildiği zaman saldırıya, kaçışla tepki göstermek üzere, kalıtımsal olarak programlandığı belirtilmiştir.

Freud’un yaşamının son devrindeki görüşlerinde bir tutarsızlık olduğu göze çarpmaktadır. 1. Dünya Savaşındaki vahşet ve Avrupa’nın kan gölüne çevrilmesinin ortaya çıkarttığı hayal kırıklığı ile Sigmund Freud, bütün içgüdüleri cinsel içgüdüler ve kendini koruma (saldırganlık/tanatos) içgüdüsü olarak iki sınıfta birleştirmiştir. Bunlar, eros (yaşam içgüdüsü/cinsellik) ve tanatos (ölüm) içgüdüleridir. Yaşam içgüdüsü genellikle cinsel gelirimi azaltmayı, ölüm içgüdüsü ise yaşam geriliminden arınmayı amaçlar (Köksal, 1991). Sigmund Freud bütün saldırgan davranışların

27

sebebini ölüm içgüdüsü denilen tanatosa bağlar. Ölüm içgüdüsü, öznenin kendisinden dışarıya yöneldiğinde saldırgan davranışa sebep olur (Kirsh, 2006).

Freud’a göre ölüm içgüdüsü bütün canlı organizmalarda var olan biyolojik bir güçtür. Bu hayvanlarda gerek kendilerine, gerekse başkalarına karşı ölüm içgüdülerini rahatlıkla açığa vurmalarından anlaşılır (Köksal, 1991).

Freud sonrası psikoanalıtik kuramında bazı kuramcılar, Freud'un görüşlerinden yola çıkarak kendi kuramsal görüşlerini ortaya koymuşlardır. Freud'un içgüdüsel açıklamayı temel almasına karşın Adler, Horney ve Fromm kişilik gelişiminde sosyo-kültürel etmenlerin rolü üzerinde daha ağırlıklı olarak durmuşlardır. Bu kuramcılar saldırganlığın açıklanmasında, edinilmiş faktörlerin rolü üzerinde daha ayrıntılı durmaları nedeniyle Freud'un psikanalitik yaklaşımından ayrılmaktadırlar (Tok, 2001).

2.2.1.2. Etiolojik Kuram

Saldırgan davranış sergilemenin içgüdüsel olduğunu savunan diğer bir yaklaşım ise etiolojik kuramdır. Bu kuramın temelleri etiolog olan Lorenz’in(1966, 1974) deney ve gözlemlerine dayanmaktadır.

Lorenz’e göre saldırganlık içgüdüseldir, ancak ortaya çıkabilmesi için çevrede saldırganlığı ortaya çıkarabilecek uyarıcıların olması gerekir (Erkuş, 1994; Erden, 2007). Fromm, (1995) Lorenz’in saldırganlık ile ilgili öne sürdüğü teoriyi açıklarken, sürekli akan bir enerji pınarının beslediği bir içgüdü olduğunu, dış uyaranlara karşı bir tepkinin sonucu olmasına rağmen, sinir merkezlerinde enerji olarak biriktiğini ve bir uyaran olmasa bile, bir patlamanın meydana gelmesinin olası olduğunu ifade edilmiştir. Tok (2001) saldırganlık birikmiş bir enerji olmakla birlikte, bir türün veya kişilerin korunması ve yaşamını sürdürmesi için gerekli bir davranış olarak görüleceği ifade edilmiştir.

28

Lorenz’e göre, saldırganlık, kötü bir olgu değildir, organizmanın yaşamını sürdürmesi için gerekli bir savunma mekanizması olduğunu savunmaktadır. Hayvanlar, üreme ve beslenme alanlarını korumak elde etmek, yavrularını korumak ve rakiplerini yenmek için saldırgan olmaları gerekir. Böyle bir saldırganlık türü, uyum sağlamak için şarttır çünkü organizmanın yaşamasına yardım etmektedir (Crano ve Brewer, 1994).

Saldırganlığın içgüdüsel olarak doğuştan insanda bulunduğunu savunan ünlü etiolog Konrad Lorenz'e göre saldırganlık, esas olarak dış uyaranlara karşı tepki değil, insanın içinde gömülü, serbest kalmaya çabalayan ve dış dürtülerin yeterli olup olmamasına bakmaksızın anlatımını bulacak bir uyarılmadır (Kılıçarslan, 2009). Lorenz’e göre doğal saldırganlık, yönelebilecek bir hedef bulamazsa veya koşullandırmalar yüzünden belirsizleşirse -hayvanlar bu şiddeti kendine uygulamaya veya yavruları yemeye- birey ise patalojik davranışlarda sergilemeye başlar ve gruplar içerisinde çatışmalara neden olur (Michaud, 1991). Bunun da insanlarda bulunan mücadele (fighting) içgüdüsünden kaynaklandığını söylemektedir (Binbaşıoğlu, 1998).

Lorenz’e göre saldırganlık, toplumsal sistemin başlıca düzenleyicilerinden biridir ve türün doğasında vardır. Bu kurama yöneltilen eleştirilerin en önemlisi; Lorenz’in insan ve hayvan davranışları arasında paralellikler kurması ve evrim süreci içerisinde öğrenme ve kültürel gelişmeyi dikkate almamış olmasından kaynaklanır. Saldırganlığı içgüdülerle açıklamak, insanın sosyal varlık olma özelliğinden dolayı, özellikle çevresel faktörlerin önemliliğini savunan görüşlerin eleştirilerine maruz kalmıştır. Saldırgan davranışı içgüdüsel olarak açıklamak, bu davranışı kontrol etme yollarının araştırılmasını ve ileride yapılacak çalışmaları anlamsızlaştırır. Bu açıdan bakıldığında Lorenz'in kuramı yetersiz kalmakta ve farklı yaklaşımlarla açıklanması gerektiği ihtiyacı doğmaktadır (Tok, 2001).

29