• Sonuç bulunamadı

IŞICIK MEÂLİ’NE BİR BAKIŞ

a) Yusuf Işıcık’ın Kur’ân Meâli ile Muhammed Hamidullah’ın Le Saint Coran adlı mealini Karşılaştırma

Yukarıda detaylı bir şekilde ele alıp incelediğimiz gibi mealler tercümede benimsedikleri metod bakımından temel olarak iki gruba ayrılır. İlki harfî tercümeyi benimseyip ona göre Kur’ân’ı tercüme edenler; ikinci grup ise tefsirî tercüme metodunu benimseyip bu metodun kuralları ışığında Kur’ân’ı tercüme edenler.

Kur’ân’ı tek bir metod ile tercüme etmek her zaman problem oluşturabilir. Zira hangi yöntem tercih edilirse edilsin, mutlaka bu yöntemin de aciz kalacağı kelime ve ibareler bulunacaktır. Dolayısıyla en sağlıklısı tüm tercüme yöntemlerini bir arada kullanmaktır.

Harfî tercüme ile yapılan tercümelerde meydana gelen sıkıntılar tefsirî tercümeye nispeten daha fazladır. Bundan dolayıdır ki birçok mütercim temel olarak tefsirî tercüme metodunu benimseyip o şekilde Kur’ân’ı tercüme eder. Bizim çalışmamızın odağında olan Işıcık Meâli de tefsiri tercümeyi benimseyip Kur’ân’ı bu metodla tercüme etmiştir. Harfî tercüme metodunun temel olarak karşılaştığı problemler ise; Kur’ân’ı olduğu gibi tercüme etmenin imkânsız oluşu ki bunu bizzat Kur’ân kendisi meydan okumalarında dile getirir, büyük bir öneme sahip olmasına rağmen Kur’ân’ın fonetik yönünün hiçbir şekilde tercüme edilememesi, zamirlerin mercilerinin

gösterilmemesinden dolayı meydana gelen anlaşılmazlık, müphem bırakınla kelime ve ibarelerinin neye delalet ettiklerinin gösterilememesi, Arapça ibare içerisinde anlaşılmakla beraber diğer dillere aynen tercüme edildiğinde muğlâk bir mananın meydana gelmesi vb. problemlerdir.

Fakat bununla beraber harfî tercüme metodunun da sağladığı birçok yarar vardır. Bu yaralar ise özet olarak: Kur’ân’ın üslubunu okuyucuya aktarması ki kanaatimizce bu çok önemlidir. Çünkü Kur’ân’ın üslubunun sağladığı birçok fayda vardır ki diğer beşeri kelamlarda yoktur. Ayrıca mademki insanlığın tümü Kur’ân’a muhatap kabul edilmiş ve ona göre Kur’ân nazil olmuştur elbette kullandığı üslup da aşağı-yukarı hepsinin anlayabileceği bir üsluptur. Her insanın muhatap ve sorumlu olduğu kitabı orijinal üslubuyla görmesi gerekir ve bu haktan kimsenin onu mahrum etmeye hakkı yoktur. Binaenaleyh ne kadar eleştirilse de bu tercüme yöntemi kullanılarak tercümelerin yapılması gerekir diye düşünüyoruz.

Dil kuru, katı ve sabit bir şey olmayıp devingen, canlı ve sürekli olarak diğer dillerden kelime, eda vb. dil yapıları alış-verişinde bulunur. Dolayısıyla harfî tercüme yöntemi kullanarak Türkçe’ye yeni birçok deyim, atasözü ve eda çeşidinin girmesine vesile olunabilir ki dil bu şekilde zenginleşir. Neredeyse tüm Avrupa dillerinin yüzde elliye yakın kısmı ortaktır. Bu yönlerini sadece dilbilgisi kitaplarını karşılaştırarak görebiliriz. Binaenaleyh Türkçe’yi koruma adına köken olarak Türkçe olmayan kelimeleri çıkarmak veya bu tür kelimelerin kullanımına set çekmek Türkçe’ye hizmet değil tam aksine Türkçe’yi hezimete uğratmaktır. Bugün birçok derin meseleleri istenildiği derinlikte yazamamanın en büyük nedeni kanaatimizce bu anlayıştır. İngilizce’de yedi yüz elli bin kelimeden bahsedilirken bizim en büyük sözlüğümüz yüz bin kelimeden bahseder! Bundan dolayı eski Türkçe’ye yerleşmiş kelimeleri kaldırmanın dil için büyük bir tahrip olacağı gibi bilgi ve kültür açısından da çok büyük zararlara sebep olacağı kanaatindeyiz. Bugün bir üniversite mezununun yetmiş yıl önce yazılmış bir eseri anlamaması da bu iddiamızın doğruluğunu gösterir. Hâlbuki gelişmiş bir dile(Arapça, İngilizce, Fransızca …) sahip olan toplumlar yüz yıllar önce yazılmış eserlerini hiç anlama sıkıntısıyla karşılaşmadan okurlar. İşte bu ve benzeri sebeplerden dolayı dili zenginleştiren harfî tercümenin de gerekliliğine inanıyoruz.

Şimdi harfî tercüme ile yapılan Muhammed Hamidullah’ın mealinden birkaç örnek inceleyelim:

Aslı Fransızca olan (Le Saint Coran) ve Türkçe’ye Aziz Kur’ân diye tercüme edilen Muhammed Hamidullah’ın mealinden birkaç örnek vereceğiz ve bu örnekler ışığında birkaç değerlendirme yapacağız. Biz bu mealin aslı olan Fıransızca’sını kullanacağız. Aziz Kur’ân mealin mealidir ki bunun üzerinden Hamidullah’ın meal anlayışının sağlıklı bir şekilde değerlendirilemeyeceği kanaatindeyiz. Bu meali tercih etmemizin sebebi harfî tercümeye güzel bir örnek olmasındandır. Zira Bulaç, Gölpınarlı, Pickthall vb. birçok meal her ne kadar bu yöntemi tercih ederek tercümelerini yapmışlarsa da, bu metoda Hamidullah gibi sıkı sıkıya bağlı kalmamışlardır.

Yazar, Bakara, 2/17 ayetinin

ْﻢِﻫِرﻮُﻨِﺑ ُﻪّﻠﻟا َﺐَﻫَذ

ibaresini: “Dieu s’en est allé avec leur lumiére93( Allah nurları ile gitti) şeklinde tercüme etmiştir. Hâlbuki

ِب

َﺐَﻫَذ

götürmek/gidermek demektir. Peki, Sayın Hamidullah acaba bu ibarenin bu anlama geldiğini bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Fakat O, harfî tercümeye o kadar sıkı sıkıya bağlıydı ki ifadenin zahiri ne ise birebir onu tercümesine yansıtmaya çalışmıştır.

Mehmet Sait Hatiboğlu der ki: “Hamidullah hocamızın Fransızca’ya yaptığı Kur’ân tercümesine birçok itirazın olduğu vakidir. Bunlardan biri tercümenin Fransızca’sının, Fransız edebi zevkine uygun olmadığı şeklinde idi. “Fransızlar böyle söylemez” diyorlardı. Ben bir defa bunu kendisine aksettirdim. Bir misal verdim

َﺐَﻫَذ

ْﻢِﻫِرﻮُﻨِﺑ ُﻪّﻠﻟا

ayetini biz: “Allah nurlarını giderdi.” diye Türkçe’ye çeviririz. Hocam siz bunu Fransızca’ya “Allah nurları ile gitti” şeklinde çevirmişsiniz. İddialardan biri bu dedim. Bana şöyle cevap verdi: “Ben Allah’ın koyduğu ibareyi değiştirme selahiyetine sahip değilim. Çünkü Kur’ân’da izhap fiili de var; ancak, Allah zehebe kullanmış. Ben bu sebeple aynen Fransızca’ya çevirmek zorunda kaldım. Mütercim ilahî ibarenin zahirine bu kadar hürmet gösteren birisi idi.”94

Mütercim, Bakara, 2/187 ayetinin

َﻦِﻣ ُﺾَﻴْـﺑَﻷا ُﻂْﻴَﺨْﻟا ُﻢُﻜَﻟ َﻦﱠﻴَـﺒَﺘَـﻳ ﻰﱠﺘَﺣ ْاﻮُﺑَﺮْﺷاَو ْاﻮُﻠُﻛَو

ِﺮْﺠَﻔْﻟا َﻦِﻣ ِدَﻮْﺳَﻷا ِﻂْﻴَﺨْﻟا

ibaresini: “Mangez et buvez jusqu’a` ce que se distingue, pour

93 Hamidullah, Muhammad (v. 2002), Le Saint Coran, Beyan Yayınları, İstanbul, 2005, Bakara, 2/17, s.

139.

vous, du fait de l’aube, le fil blanc du fil noir 95(Sizin için şafağın beyaz ipliği, siyah ipliğinden seçilinceye kadar yiyin, için.) şeklinde buradaki deyimsel ibareyi aynen kelimesi kelimesine lâfzî manasıyla tercüme etmiştir. Hâlbuki buradaki bu deyimsel ibareden maksat gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır ki sonundaki fecr kelimesi bu mananın karinesidir.

Müellif, İsra, 17/29

ﺎًﻣﻮُﻠَﻣ َﺪُﻌْﻘَـﺘَـﻓ ِﻂْﺴَﺒْﻟا ﱠﻞُﻛ ﺎَﻬْﻄُﺴْﺒَـﺗ َﻻَو َﻚِﻘُﻨُﻋ ﻰَﻟِإ ًﺔَﻟﻮُﻠْﻐَﻣ َكَﺪَﻳ ْﻞَﻌْﺠَﺗ َﻻَو

ًرﻮُﺴْﺤﱠﻣ

ا ayetini: “Ne porte pas ta main a` ton cou, et ne l’étends pas non plus en toute extension, ou tu t’assoiras blâmé, fatigué.96 (Elini boynuna koyma ve onu büsbütün de salma yoksa kınanmış ve yorgun bir şekilde kendini kendine oturacaksın) şeklinde bu deyimi de tamamen lâfzî manasıyla tercüme etmiştir. Fakat yazar birçok yerde yaptığı gibi burada da bu ibarenin anlaşılmasından endişe etmiş olsa gerek ki tercümesinin hemen devamında Elini boynuna koyma ibarenin cimrilik ifade ettiğini ve cimri insanlara özgü bir davranış tipi olduğunu ( Ne porte pas … Littér. : N’assigne pas … geste de l’avare qui s’abstient de donner.); onu büsbütün de salma ibaresinin de savurganlık anlamına gelip müsrif insanlara özgü bir davranış türü olduğunu ( Ne l’etend pas… en toute extension: geste, au contraire, du prodigue.) açıklamak zorunda kalmıştır.

İşte bizim de yukarıda dile getirmeye çalıştığımız ve harfî tercümenin bir problemi olarak dile getirdiğimiz tercüme tipi tam da bu örneklerde tebarüz etmiştir. En katı harfî tercüme takipçileri dahi zaman zaman gerek dipnotlarla, gerek parantez içi bilgisiyle ve gerekse de buna benzer bir yolla tefsirî tercüme yöntemlerine başvurmak zorunda kalıyorlar.

Peki, bu tür tercümenin hiç faydası ve güzel yanları yok mu? Elbette birçok faydalı tarafı vardır. Mesela; bu tür tercümeler, Kur’ân’ın kendine has üslubunu bir nebze aktardıkları gibi zamanla tercüme ettikleri bu deyimlerin amaç dil kullanıcıları tarafından da kullanılmaya başlanmasına vesile olabilirler. Bugün dilimizde bulunup da Türkçe deyim ve atasözü diye kullandığımız birçok deyim ve atasözü diğer dillerden bu tür tercümeler vasıtasıyla dilimize geçmiştir.

95

Hamidullah, Le Saint Coran, Bakara, 2/187, s. 164.

Tüm bunlarla beraber elbette ki Kur’ân anlaşılmak için gelmiştir. Dolayısıyla onun daha rahat anlaşılmasını temin eden tercüme metodunun tercih edilmesi elbette makul ve daha faydalı bir metod olduğu kanaatindeyiz. Zira Kur’ân’ın insan hayatına hâkim olması ve yaşanabilmesi ancak anlaşılmasıyla mümkündür. Bundan dolayı olsa gerek ki bu alandaki birçok uzman Kur’ân’ın tefsirî tercümesine taraftardırlar.

Tezimizin temelini oluşturan Işıcık Meâli de tefsirî tercüme metoduyla tercüme edilmiş bir mealdir. Gerçi yazarın, tercümesinin hiçbir yerinde harfî tercüme metodunu kullanmadı diyemeyiz. Zira anladığımız kadarıyla, harfî tercüme metodunu da zaman zaman kullanmıştır. Fakat temel olarak benimsediği ve mealine uyguladığı metod tefsirî tercüme metodudur.

Şimdi Muhammed Hamidullah’ın harfî tercüme metodu ile tercüme edilmiş mealinden incelediğimiz aynı ibareleri Yusuf Işıcık’ın tefsirî tercüme metoduyla tercüme edilmiş mealinden inceleyelim. Böylece harfî tercüme ve tefsirî tercüme arasındaki farkı açık bir şekilde görebiliriz:

Yazar, Bakara, 2/17 ayetinin

ْﻢِﻫِرﻮُﻨِﺑ ُﻪّﻠﻟا َﺐَﻫَذ

ibaresini: “ (inkâr ve ikiyüzlülüğü sebebiyle) Allah onun/o gibilerin aydınlıklarını almış…”97 şeklinde, buradaki

ِب

َﺐَﻫَذ

ibaresi almak manasıyla, yani ibarenin zahiri üslubu (Allah nurları ile gitti) değiştirilerek tercüme edilmiş. Ayrıca bu tercüme ile beraber anlamda bir kapalılık olabilir endişesiyle de parantez içinde “inkâr ve ikiyüzlülüğü sebebiyle” açıklaması yapılmıştır. Böylece bu ibareden ne kastedildiği açık bir şekilde ifade edilmiş ve artı bir tefsiri de verilmiştir.

Mütercim, Bakara, 2/187 ayetinin

َﻦِﻣ ُﺾَﻴْـﺑَﻷا ُﻂْﻴَﺨْﻟا ُﻢُﻜَﻟ َﻦﱠﻴَـﺒَﺘَـﻳ ﻰﱠﺘَﺣ

ْاﻮُﺑَﺮْﺷاَو ْاﻮُﻠُﻛَو

ِﺮْﺠَﻔْﻟا َﻦِﻣ ِدَﻮْﺳَﻷا ِﻂْﻴَﺨْﻟا

ibaresini: “Ve tan yerinin aydınlığı gecenin karanlığından sizce belli oluncaya kadar yeyip içebilirsiniz.”98 şeklinde, burada geçen benzetmeli ibareyi tamamen tefsiri tercüme yöntemiyle tercüme ettiği gibi bu ibarede emir kipiyle geçen yiyin, için ibarelerini de emir kipinden çıkarıp yeme ve içmenin mubah olduğunu ifade

97Işıcık, Kur’an Meâli, Bakara, 2/17, s. 12.

98 Işıcık, Kur’an Meâli, 3. Baskı, Konya İlahiyat Derneği Yayınları, Konya, 2010, Bakara, 2/187, s. 30-

eden bir haber cümlesine çevirmiştir. Zira bu ibareden maksat budur yoksa vucubiyet ifade eden emir değildir.

Müellif, İsra, 17/29

ﺎًﻣﻮُﻠَﻣ َﺪُﻌْﻘَـﺘَـﻓ ِﻂْﺴَﺒْﻟا ﱠﻞُﻛ ﺎَﻬْﻄُﺴْﺒَـﺗ َﻻَو َﻚِﻘُﻨُﻋ ﻰَﻟِإ ًﺔَﻟﻮُﻠْﻐَﻣ َكَﺪَﻳ ْﻞَﻌْﺠَﺗ َﻻَو

ًرﻮُﺴْﺤﱠﻣ

ا ayetini: “Elini boynuna bağlayacak kadar cimri olma! Büsbütün de saçıp savurma; yoksa kınanmış ve üzülmüş bir halde ortada kalırsın!”99 şeklinde, birinci

cümlede hem harfî ve hem de tefsirî tercüme metodunu beraber kullanmıştır. Dolayısyla bu ibarenin iki ayrı tercümesini iki ayrı metodla beraber vermiştir. Zira “Elini boynuna bağlamak” bu ibarenin harfî tercümesi iken, “cimri olma”! ibaresi ise bu ibarenin tefsirî tercümesi ve aynı zamanda bu ibareden kastedilen asıl manadır.

ِﻂْﺴَﺒْﻟا ﱠﻞُﻛ ﺎَﻬْﻄُﺴْﺒَـﺗ َﻻَو

ibaresini ise tamamen tefsirî tercüme metoduyla “Büsbütün de saçıp savurma” şeklinde tercüme etmiştir ki bu ibareden kastedilen mana budur. Hâlbuki bu ibarenin harfî tercümesi “Elini büsbütün açma” gibi bir tercümedir.

İşte bu örneklerden de açık bir şekilde göründüğü gibi, Sayın Işıcık, çoğunlukla tefsirî tercümeyi kullanmakla beraber bazen harfî tercüme metoduna da başvurmuştur.

b) Işıcık’ın Taksim İşaretini Kullanma Şekli ve Amacı

Tefsirî tercüme metodunu benimseyen Kur’ân mütercimleri taksim işaretini (/) temel olarak bir kelime veya ibarenin alternatif manasını ifade etmek için kullanırlar. Yani bir kelimenin veya ibarenin bağlam, dilbilimi ve din bilimi açısından birden fazla anlamı olabiliyor. Bu gibi durumlarda mütercimler bu manalardan tek bir tanesini vermenin yanlış veya eksik olacağını düşünerek tüm manaları, aralarına taksim işareti koyarak vermeyi daha uygun görüyorlar. Böylece ibare hem daha zengin manalarla tercüme edilmiş oluyor ve hem de orijinal ibarenin zengin manaları tercümesine de yansıtılmış oluyor.

Buna birkaç örnek vermemiz gerekirse:

Yazar, Bakara, 2/127 ayetinin

ِﺖْﻴَـﺒْﻟا َﻦِﻣ َﺪِﻋاَﻮَﻘْﻟا

kelimesini: “Ka’be’nin temellerini / duvarlarını” şeklinde

َﺪِﻋاَﻮَﻘْﻟا

kelimesini hem temellerini ve hem de duvarlarını anlamıyla tercüme etmiştir ki bu ibareden her ikisini de anlamak mümkündür.

Mütercim, Müddesir, 74/54 ayetinin

ٌةَﺮِﻛْﺬَﺗ

kelimesini: “bir öğüt / bir uyarı / bir hatırlatma” şeklinde tercüme etmiştir. Zira bu kelime temel olarak tüm bu anlamlara gelmektedir.

Müellif, Bakara, 2/127 ayetinin

ﺎًﻄَﺳَو ًﺔﱠﻣُأ

ibaresini: “aşırılıklardan uzak / orta yolda / adil / denge unsuru bir toplum / ümmet …” şeklinde

ﺎًﻄَﺳَو

kelimesinin dört ayrı manasını bir birinin alternatifi olarak bir anda vermiştir. Zira

ﺎًﻄَﺳَو

kelimesi tüm bu anlamlara gelecek şekilde yorumlanmıştır.

c) Işıcık’ın Parantez İşaretini Kullanma Şekli ve Amacı

Tefsirî tercüme metodunu benimseyen Kur’ân mütercimlerinin ayetin literal ibaresinde olmayan açıklayıcı mahiyetteki bilgileri vermek için belki de en çok kullandıkları işaret parantez () işaretidir. Her ne kadar bazıları bunun yerine veya bununla beraber dipnot yöntemini kullansalar da yine de çoğunluk parantez işaretini tercih eder. Işıcık da açıklayıcı, tamamlayıcı durumundaki bilgileri parantez içerisinde vermiştir. Özellikle Kur’ân’da müphem bırakılmış yer ve kişi isimlerini ya da olayları parantez içerisinde vererek ibareyi vuzuha kavuşturmaya çalışmıştır.

Açıklayıcı mahiyetteki parantez içi bilgisine örnek:

Bakara, 2/104: Ey iman edenler! (Peygamber’e): “Bize bak, bizi dinle!” diyeceğiniz zaman: “Râinâ!” sözünü kullanmayın; “unzurna!” sözünü kullanın ve “(Peygamber’i mutlaka) dinleyin! Şüphesiz ki kâfirlere acı veren/can yakan bir azap vardır. ( Açıklama: Hem “Bizi de dinle, bizi de hesaba kat, hep kendin konuşma,

bize de kulak ver!” gibi, Hz. Peygamber’e hitapta uygun düşmeyen kaba bir anlam

içerdiği için, hem de Yahudiler tarafından “Râinâ şeklinde: Bizim Haso! Bizim

Çoban!” gibi bir anlama gelecek şekilde eğilip bükülerek telaffuz edilebildiği için, Yüce

kullanılmamasını, bunun yerine, “Bize bakar mısın ey Allah’ın Rasülü?” anlamına gelen ve kötü niyetli insanların çarpıtamayacakları muhkem bir ifade olan “unzurna!” sözünün kullanılmasının tercih edilmesini emretmiştir. Sonuç olarak bu ayet, mü’minlere, bir taraftan Hz. Peygamber’le konuşma âdâbını öğretmekte, diğer taraftan da, yanlışa çekilebilecek söz ve davranışlardan kaçınmalarını ve kötü niyetli insanların ellerine malzeme olabilecek şeyleri vermemelerini hatırlatmaktadır.)

Bakara, 2/150: … Siz de (ey mü’minler), nerede olursanız olun (hangi coğrafyada

bulunursanız bulunun, namazlarınızda) yüzünüzü o yön’e çevirin.

Görüldüğü üzere mütercim, gerekli gördüğü yerlerde ayetin manasını vuzuha kavuşturmak için parantez içinde ek bilgi vermiştir.

Kur’ân’da müphem bırakılmış kişi ismine örnek:

Kehf, 18/65: Derken orada, kendisine katımızdan bir rahmet verdiğimiz ve yanımızdan bilgi öğrettiğimiz bir kulumuzu (Hızır’ı) buldular.

Yâsin, 36/20: O sırada ( Habibünneccar adında) bir adam şehrin ta uzağından koşarak geldi …

Kur’ân’da müphem bırakılmış yer ismine örnek:

A’raf, 7/161: Onlara dedik ki: “Şu şehre (Kudüs’e) girip yerleşin …

Hicr, 15/76: Orası, (Sodom ve Gomore, sizin sürekli uğradığınız) işlek bir yol üzerindedir.

Daha buna benzer birçok ayette yazar, müphem bırakılmış kelime ve ibareleri bu şekilde parantez içerisinde bilgi vererek vuzuha kavuşturmaya çalışmıştır.

Sayın Işıcık’ın Kur’ân Meâli adlı eserini burada özet olarak tanıtmaya çalıştık fakat yıllarca üzerinde uğraşılmış bir meal elbette bu bahsettiğimiz bir kaç örnekle tanıtmak mümkün değildir. Biz burada en bariz özelliklerini nazara vererek tanıtmaya çalıştık. Zira bu çalışmamızın sonraki bölümlerinde de dile getireceğimiz gibi aslında bir mealin birçok farlı yönden incelenmesi mümkündür.

Biz bu çalışmamızı eleştiri odaklı yaptığımızdan bu eserin yukarıda da bir nebze bahsettiğimiz olumlu yönlerine değinmedik. Dolayısıyla bizim bu çalışmamızı okuyan

bir kişi bu incelediğimiz mealin tamamen hatalarla dolu bir eser olduğu anlayışına kapılırsa doğrusu bizim bu çalışmayla kastetmediğimiz bir hedefe meyletmiş olur. Meal ve meal üzerinde yapılan çalışmaları okuyan şahıslar şunu hiçbir zaman unutmamaları gerekir: Kur’ân meali ve tercümesi hiçbir zaman Kur’ân ile eşdeğer değildir ve olamaz da. Zira Yüce Allah Kur’ân’da defalarca bu hakikati dile getirip beşere meydan okuyup Kur’ân’ın bir benzerini getiremeyeceklerini ilan eder. Dolayısıyla elbette bu tercüme ve mealler Kur’ân kadar mükemmel, hatasız olamazlar. Zira onlar her ne kadar Kur’ân’a dayanıyorsa da yine de beşer ihtiyarı karışmış ve bir nevi beşer ürünüdürler. Şimdiye kadar yapılan tüm dünya dillerindeki tercümelerin hepsinde az çok hatalar, eksiklikler mevcuttur ve bundan sonrakilerde de olacaktır. Bundan dolayı mükemmel, hatasız meal aramak imkânsızı bir şeyi istemektir.

İKİNCİ BÖLÜM

AYETİN ORİJİNALİ İLE TERCÜMESİ ARASINDAKİ MUTABAKATIN

İNCELENMESİ

A) AYETİN ORİJİNALİNE MUHALİF TERCÜMELER

Kur’an’ın nazil olduğu tarih üzerine yaklaşık bindörtyüz küsür yıl geçmiştir. Bu tarih boyunca İslam âleminde birçok değişiklikler oldu, değişik dil ve kültüre sahip insanlar Müslüman olup Arapçayı öğrendiler ve onlar da günlük konuşmalarında, yazılarında ve ilmi eserlerinde bu dili kullanmaya başladılar. Tabii ki Arapçanın onların anadili olmamasından dolayı bu dilde birçok yanlış kullanımda bulunmalarına sebep oldu ve maalesef bu yanlış kullanımlar zamanla bizzat Araplar tarafından da kullanılmaya başlandı. Böylece Kur’an’ın nazil olduğu zamanki Arapça ile sonraki asırlarda kullanılan Arapça arasında bir hayli farklılıklar oluştu. Birçok kelime bu zaman diliminde farklı anlamlar kazandı. Bu aslında hemen hemen her dilde vaki olan bir şeydir. Yani dil canlı bir varlık olduğu için zaman içerisinde belli bir ölçüde de olsa değişikliğe uğrar. İşte bu değişikliği dikkate almayan Müslüman bilim adamları Kur’an’ı tefsir veya tercüme ederken Arapçanın Asr-ı Saadet’ten sonraki asırlarda kazandığı manalarla Kur’an’ın lafızlarını tefsir veya tercüme etmeye çalıştılar ve bundan dolayı bir ayetin birbirinden çok farklı tefsir ve tercümesi ortaya çıktı. Tabii ki yine birçok Müslüman bilim adamının bu durumu fark etmesiyle beraber Arapçanın bu değişikliğine dikkat çekmiş ve dolayısyla Kur’an yorumlanırken Asr-ı Saadet’teki Arapça ile tefsir ve tercümenin yapılması gerektiğini dile getirmişlerdir. İşte tercümelerde oluşan birçok hatanın belki de en önemli sebeplerinden birisi bu olmakla beraber diğer birçok hatanın da sebebi dikkatsizlik ve meali hazırlarken aceleci davranmak olduğu kanaatindeyiz. Kanaatimizce meallerin birçoğunun hatalarla dolu olmasının sebebi bu meal sahiplerinin bu alanda yeterli bir bilgiye sahip olmamasından değil ve fakat mealleri hazırlarken çok aceleci davranmasındandır. İşte biz de bu bölümde yazarımızın ayetin orijinal ibaresine muhalif olarak tercüme ettiğine inandığımız kelime ve ibareleri incelemeye çalışacağız.

2/BAKARA SÛRESİ

Mütercim, Bakara Suresi’nin 16. ayetinin

َﻦﻳِﺪَﺘْﻬُﻣ اﻮُﻧﺎَﻛ ﺎَﻣَو

ibaresini: “umduklarına

(ve de doğru yola ) ulaşamadılar.”100 şeklinde tercüme etmiştir. Fakat baktığımız meallerin hepsinin bu ibareyi: “doğru yolu da bulamamışlardır.” şeklinde veya : “zira onlar doğru yolda giden kimseler değildi.”101şeklinde tercüme ettiklerini gördük. Ayrıca baktığımız birkaç tefsirin de yine bu meallerin verdiği manaya yakın anlamlar ile bu ayeti tefsir ettiklerini gördük. Yani, onlar doğru yolu bulamamakla beraber, bırakın kârı, ana sermayelerini de yitirip sünneti ve cemaati terk edip reşit insanların gitmeyeceği bir yola gittiler.102 Dolayısı ile bu ibaredeki

َﻦﻳِﺪَﺘْﻬُﻣ

lafzını “umduklarına ulaşamama” manasında anlamamız mümkün değildir. Çünkü onların umdukları dünyaydı ve ona da kavuşamadıkları tam olarak söylenemez. Zira münafıkların birçoğu refah içinde yaşadı (Abdullah b. Ubey b. Selül gibi). Tevbe Sûresi’nin

ْﻢُﻬﱠـﻧَأ ۤﱠﻻِإ ْﻢُﻬُـﺗﺎَﻘَﻔَـﻧ ْﻢُﻬْـﻨِﻣ َﻞَﺒْﻘُـﺗ ْنَأ ْﻢُﻬَﻌَـﻨَﻣ ﺎَﻣَو

َﻻَو ﻰَﻟﺎَﺴُﻛ ْﻢُﻫَو ﱠﻻِإ َةٰﻮﻠﱠﺼﻟا َنﻮُﺗْﺄَﻳ َﻻَو ِﻪِﻟﻮُﺳَﺮِﺑَو ِﻪﱠﻠﻟﺎِﺑ اوُﺮَﻔَﻛ

َنﻮُﻫِرﺎَﻛ ْﻢُﻫَو ﱠﻻِإ َنﻮُﻘِﻔْﻨُـﻳ

﴿ ٥٤

َﻚْﺒِﺠْﻌُـﺗ َﻼَﻓ

ُﺴُﻔﻧَأ َﻖَﻫْﺰَـﺗَو ﺎَﻴْـﻧﱡﺪﻟا ِةﺎَﻴَﺤْﻟا ﻲِﻓ ﺎَﻬِﺑ ْﻢُﻬَـﺑﱢﺬَﻌُـﻴِﻟ ُﻪﱠﻠﻟا ُﺪﻳِﺮُﻳ ﺎَﻤﱠﻧِإ ْﻢُﻫُدَﻻْوَأ َۤﻻَو ْﻢُﻬُﻟاَﻮْﻣَأ

َنوُﺮِﻓﺎَﻛ ْﻢُﻫَو ْﻢُﻬ

﴿ ٥٥

ْﻢُﻬﱠـﻧِإ ِﻪﱠﻠﻟﺎِﺑ َنﻮُﻔِﻠْﺤَﻳَو

َنﻮُﻗَﺮْﻔَـﻳ ٌمْﻮَـﻗ ْﻢُﻬﱠـﻨِﻜَﻟَو ْﻢُﻜْﻨِﻣ ْﻢُﻫ ﺎَﻣَو ْﻢُﻜْﻨِﻤَﻟ

﴿ ٥٦

ayetleri de bunu ifade eder.

Yok, eğer hocamızın “umdukları” ibaresini “mutlak hidayet, doğru yol” olarak anlarsak

100 Işıcık, Yusuf, Kur’an Meâli, 3. Baskı, Konya İlahiyat Derneği, Konya/Türkiye, 2010, Bakara, 2/16, s.

12.

101 Asad, The Qur’an, Bakara, 2/16, s. 6; Çantay, Hasan Basri (v. 1964), Kur’ân-ı Hakîm ve Meâli Kerîm,

2. Baskı, Bilimevi Basın Yayın, İstanbul/Türkiye, 2008, Bakara, 2/16, s. 3; İslâmoğlu, Mustafa, Hayat

Kitabı Kur’ân Gerekçeli Meal-Tefsir, 3. Baskı, Düşün Yayıncılık, İstanbul/ Türkiye, 2009, Bakara, 2/16,

s. 8; Ateş, Süleyman, Kur’an-ı Kerîm ve Yüce Meâli, ts., Yeni Ufuklar neşriyat, İstanbul/Türkiye, Bakara, 2/16, s. 13; Bulaç, Ali, Kur’an-ı Kerîm’in ve Türkçe Anlamı,ts., Bakış Yayınları, İstanbul/ Türkiye, Bakara, 2/16, s. 16; Halil ALTUNTAŞ, Muzaffer ŞAHİN, Kur’ân-ı Kerim Meâli, 10. Baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara/ Türkiye, 2009, Bakara, 2/16, s. 4; Yeni Asya, Kur’ân-ı Kerim’in Açıklamalı

Benzer Belgeler