• Sonuç bulunamadı

DEYİMSEL İFADELERİN TERCÜMELERİ

Her dilde olduğu gibi Arapça’da da anlamı zenginleştiren ve zevklendiren deyimler sıklıkla kullanılır. Dolayısıyla Arap Dili kaideleri üzerine nazil olan Kur’an’da da deyimler Arapların alışık olduğu kullanım ve anlam üzere nazil olmuş ve o zamandaki Araplar da sorun yaşamadan bu deyimsel ibareleri anlamışlardır. Fakat daha sonraları, değişik dil ve kültüre sahip milletlerin müslüman olup Araplara karışması, Arapçayı öğrenmesi ve yanlış kullanması nedeniyle, Arapçadaki birçok kelime ve kullanım tarzı anlam değişimine uğramaya başlamış ve bunun sonucunda da eski Arapların kullandığı tabirlerin anlaşılması ve de eski Arapçanın edebi zevkinin kavranması gittikçe zorlaşmıştır. İşte Arapçadaki bu değişiklikleri gören birçok Arap dilbilgini Arapçanın bu yanlış kullanımını engellemek için Arapça dilbiliminin kaidelerini geniş bir şekilde ele almış352 ve böylece Arap dili üzerine uzun bir tarih boyunca, tüm islam coğrafyasında geniş bir ölçüde çalışmalar yapılmış ve hala da yapılmaktadır. Elbetteki islamiyetin tüm müsülmanların malı olması ve Arapçanın da islami kaynakların anadili olması hasebiyle islamiyete giren tüm ümmetler ayrım gözetmeksizin bu dili kendi anadilleri mesabesinde görüp onu geliştirmek ve anlaşılmasını sağlamak için çalışmaları kadar doğal bir şey yoktu. Zira insanlar üzerinde Allah’ın hüccetinin gerçekleşmesi ancak Kur’an’ı anlamasına bağlıydı. Kur’an da Arapça olduğuna göre onu anlamak için tüm müsülmanların onu öğrenmeye gayret göstermeleri gerekirdi ve öyle de oldu.353

Evet, Arap Dili üzerine nazil olan Kur’an’ın kullandığı dil uslûplarından biri de deyimlerdir. Deyim aktarması; sözcüğün dile getirdiği kavramla, onun göstereni’yle bir başka kavram arasında çoğu kez benzetme yoluyla bir ilişki kurarak sözcüğü o kavrama aktarma olayıdır.354 Başka bir ifade ile doğadaki diğer varlıkların insana veya bir özelliğine benzetilmesiyle veya doğadaki nesne adlarının veya sıfatlarının insan için kullanılması ile veya doğadaki insandan başka nesneler arasındaki özelliklerin birbiri için kullanılmasıyla veya soyut şeylerin somut nesnelerin özellikleri kullanılarak somutlaştırılmasıyla veya duyuların özelliklerinin birbirinin yerine kullanılmasıyla meydana gelen anlamlardır.355 İşte bu anlamlar genel itibariyle kültürel özellikler

352 Nursî, Muhâkemat, Tenvir Neşriyat, İstanbul/ Türkiye, 2007, s. 19, 75. 353 Reşit Rıza, Tefsîru’l-Menâr, IX, s. 28-31.

354 Aksan, Doğan(v. 2010), Her Yönüyle Dil, I-III, 4. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1990,

s. 185.

taşıdıkları ve zevk ve mana incelikleri de bir anlamda kültürel olduğu için, anadilinden başka dillere tercüme edilirken çok ciddi zorluklarla karşılaşılır. Zira bilindiği gibi dil zaten kültürel bir özellik taşır, deyimler ise bu kültürel özelliğin zirveye çıktığı dil kullanımlarıdır. Bu bağlamda, deyimlerin bir dilden diğer bir dile tam anlamıyla tercüme edilmeleri gerçekten de imkânsız gibidir. Zira bunları tercüme ederken hangi tercüme usûlunu kullanırsanız kullanın yine de tercüme edilen manada gerçek anlamdan farklı bir anlamın meydana gelmesi kaçınılmazdır. Harfi tercüme yöntemini kullanırsanız anlamdan feragat etmek zorunda kalırsınız, yok eğer tefsiri tercüme yöntemini tercih ederseniz bu sefer de sözün söyleniş uslûbundan ve ondaki birçok edebi inceliklerden feragat etmek zorunda kalırsınız. Tabiî ki bu söylediklerimiz normal bir beşer sözü için geçerli olan şeylerdir. Bu zorluklara tercüme edilecek kaynağın bir ilahi kaynak olduğu olgusunu da eklerseniz, bu tercüme işi daha da çetin hale gelir. İşte birçok müslüman bilim adamının Kur’an’ın diğer dillere tercüme edilmesine temkinli yaklaşmasının belki en önemli sebeplerinden birisi de budur.

Tüm bunlarla bereber Kur’an anlaşılmak ve hayata tatbik edilmek için geldiğine göre, insanların bu ilahi hakikata muhatap olabilmesi için onu anlamaları zorunlu olduğuna göre ve de herkesten Arapçayı öğrenmesini beklemek tatbiki muhal olan bir hayal ve pratikte örneği görülmemiş bir temenni olduğuna göre, Kur’an’ın tercüme edilmesi kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkar.

Deyimlerin tercüme yönteminde izlenmesi gereken yol, daha sonra da dile getireceğimiz gibi, kanaatimizce hem harfi tercüme yönteminin ve hem de tefsiri tercüme yönteminin beraber ve aynı anda, birbirinin alternatifi olarak kullanılması tekniğidir. Zira yukarıda da belirtiğimiz gibi bu tercüme yöntemlerinin her birinin ayrı bir özelliği ve ayrı bir artısı ve eksiği vardır. İkisinin beraber bir anda kullanılmasıyla bir nebze de olsa birinin doğurduğu eksikliği diğeri giderebilir. İlahi kaynakların dışındaki kaynakların bu kadar incelikli tercümesi yapılmazsa veya yapılması gerekmeyebilirse de, ilahi bir kelamın her bir harfinin de birçok özelliği olacağı için mümkün olduğu mertebe hiçbir anlam ve estetik özelliğinden feragat etmeden tercüme edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Hele hele Kur’an gibi edebiyatın zirvesinde olan bir kitabın elbette herbir harfinin dahi birçok mana tabakaları olabilir. Bundan dolayı da elden geldiğince anlam kaybına uğratılmadan tercüme edilmesi gerekir. Tabiî ki biz bu ifadelerimizle, anlam kaybı olmasın diye ayetlerin orijinal ibaresinde geçmeyen manaların dile getirilmesini kastetmiyoruz. Tam tersine ayette bizzat geçen kelimelerin

anlam kaybının önlenmesi gerektiğini vurgulamaya çalışıyoruz. Bu bağlamda bu konuya örnek olması açısından birkaç deyimin tercümesine göz atacağız ve bunların hangi yöntem kullanılarak tercüme edildiğine ve yöntemin kusurlarına değinip daha sonra da kendi tercih ettiğimiz tercüme metoduna örnek vermeye çalışacağız.

7/A’RÂF SÛRESİ

Sayın IŞICIK, A’raf Suresi’nin 149. Ayetinin

ْﻢِﻬﻳِﺪْﻳَأ ۤﻲِﻓ َﻂِﻘ ُﺳ ﺎﱠﻤَﻟَو

ibaresini: “ Baktılar ki ellerinde avuçlarında hiçbir şey kalmadı.”356 şeklinde tercüme etmiştir. Hâlbuki bu ibare bir istiare olup “şiddetli pişmanlık” anlamına gelir. Zira baktığımız tefsirlerin357 ve meallerin358 tamamı bu ibareyi “şiddetli pişmanlık” manasında anlamlandırmışlardır. Yazar ise bu deyimsel ibareyi gerçek anlamı ile tercüme etmiştir. Hâlbuki deyimsel ibareler gerçek anlamları ile amaç dile tercüme edilince iki dil arasındaki kültürel arka plandan dolayı amaç dilde tuhaf karşılanan ibareler ortaya çıkar.359 Doğrusu bizim ekser müfessirlere dayanarak tercih ettiğimiz anlamda bir devriklik söz konusudur. Yani, yazarın da tercih ettiği gibi önce saptıklarını görmeleri ve daha sonra bundan dolayı pişman olmaları söz konusu olur. Fakat ekser müfessirlerin bu mana üzerindeki ittifakı bizim de bu manayı tercih etmemize sebep oldu. Ayrıca bu ayetin ibareleri arasında takdim tehir de söz konusu olmuş olabilir ki bizim de müşkilimizi böyle bir takdir halleder. Dolayısıyla Âlûsî der ki: “Pişmanlıkları, sapıttıklarını görmeleri ibaresinden sonra olması gerektiği halde, bu ibareden önce gelmesi, bu pişmanlığın açıklanmasına acele edilmesi ve bu pişmanlığın hızının ne kadar yüksek olduğunu ifade etmek içindir ki

356 Işıcık, Meâl, A’raf, 7/149, s. 131.

357 Taberî, Câmiu’l-Beyân, A’raf, 7/149, VI, s. 3883-3884; Zemahşerî, Keşşâf, A’raf, 7/149, II, s. 203;

Mâturîdî, Tevilâtu Ehli’s-Sünne, A’raf, 7/149, V, s. 43; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, A’raf, 7/149, II, s. 330; İbn Aşur, et-Tenvîru ve’t-Tahrîr, A’raf, 7/149, IX, s. 111-112; Râzî, Tefsîru’l-Kebîr, A’raf, 7/149, V, s. 3067; Neysâbûrî, Ğarâibu’l-Kur’ân, A’raf, 7/149, III, s. 320; Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, A’raf, 7/149, IV, s. 2284; Beyzavî, Tefsiru’l- Beyzavî, A’raf, 7/149, I, s. 361; Ebu Hayyân, Bahru’l-

Muhît, A’raf, 7/149, V, s. 178-179; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâmi’l-Kur’ân, A’raf, 7/149, VII, s. 181-182;

Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, A’raf, 7/149, IX, s. 86-87; Sâbûnî, Safvetu’t-Tefâsîr, A’raf, 7/149, I, s. 401; Kasımî,

Mehâsinu’t-Te’vîl, A’raf, 7/149, V, s. 188; Nesefî, Medârik, A’raf, 7/149, s. 387; Şınkıtî, Edvâu’l-Beyân,

A’raf, 7/149, I, s. 431; Ferra, Ebu Zekeriya Yahya b. Ziyad (v. 207/822), Meâni’l-Kur’ân, I-III, Âlemu’l- Kütüb, Beyrut/Lübnan, 1983, A’raf, 7/149, I, s. 393; Ebu Ubeyde, Ma’mer İbn Musennâ et-Teymî (v. 210/825), Mecâzu’l-Kur’ân(Ta’lik; Dr. Muhammed Fuad Sezgin), I-II, ts. , Mektebetu’l-Hancî, Kahire/Mısır, A’raf, 7/149, I, s. 228; Hatîb, Es-Sirâcu’l-Münîr, A’raf, 7/149, I, s.594; Ebû’s-Suud,

İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, A’raf, 7/149, III, s. 451.

358 Çantay, Meâl, A’raf, 7/149, s. 168; Gölpınarlı, Meâl, A’raf, 7/149, s. 192; İzmirli, Meâl, A’raf, 7/149,

s. 169; Asad, The Qur’an, A’raf, 7/149, s. 244; İslâmoğlu, Meal-Tefsir, A’raf, 7/149, s. 290; Duman,

Beyânu’l-Hak, A’raf, 7/149, I, s. 244; ALTUNTAŞ, ŞAHİN, Meâl, A’raf, 7/149, s. 177.

sanki bu hızından dolayı pişmanlıkları ibaresi sapıttıklarını görmeleri ibaresinden önce gelmiştir.”360

19/MERYEM SÛRESİ

Yazar, Meryem Sûresi 4. Ayetinin

ﺎًﺒْﻴَﺷ ُسْأﱠﺮﻟا َﻞَﻌَـﺘْﺷاَو

ibaresini: “saçlarım alev almışcasına bembeyaz kesildi!”361 şeklinde tercüme etmiştir. Fakat baktığımız tefsirlerin hepsi362 bu ibarenin bir istiare olduğunu ve dolayısı ile bu istiareden kastedilen anlamın ise, beyaz saçların tüm başını kapladığının mubalağalı bir şekilde ifade edilmesidir. Binaenaleyh, bu ibareyi üç şekilde tercüme edebiliriz. Birincisi- ki genelde bu yöntem tercih edilir363-bu istiarenin mecaz anlamını, yani bu ibareden kastedilen manayı bu ibarenin tercümesine yansıtıp harfî manasını terketmektir. İkincisi- ki bu, genelde eleştirilen bir yöntemdir- bu ibareyi harfî anlamı ile tercüme etmektir. Fakat kaynak dilin kültürü ile amaç dilin kültürü arasında büyük farklılıklar bulunduğu zaman-ki çoğunlukla bulunur-bu gibi deyimsel ve mecazi ibareler olduğu gibi hakiki manası ile tercüme edildiklerinde, amaç dilin okuyucularının alışık olmadıkları bir takım kullanımlar ve deyimler ortaya çıkar ki bu durum çoğunlukla amaç dilin okuyucusu tarafından tuhaf karşılanır. Peki, bu gibi tercümelerin hiç mi faydası yok? Elbette ki bu tercüme yönteminin de uzun vadeli bir faydası vardır ki o da kaynak dildeki bu gibi benzetme, deyim, vb. mecazi ibareler zamanla amaç dilin kullanıcıları tarafından benimsenip amaç dilde yaygın olarak kullanılmaya başlar ki bu da dili zenginleştiren yönlerden biri ve aynı zamanda dilin kaçınılmaz olarak kullandığı zenginleşme yollarından biridir. Ayrıca bu gibi tercümelerin Kur’an’ın orijinal kullanımını okuyucuya sunma gibi güzel bir yönü de vardır ki kanaatimizce bu yön de yabana atılamayacak kadar önemlidir. Üçüncüsü- ki biz bu yöntemi tercih ederiz-bu gibi ibarelerin hem mecazi ve hem de hakiki manalarının bir arada verilmesi ve fakat bunların birbirinin alternatifi olarak verilmesidir. Yoksa yazarın bu ibarede yaptığı gibi değil. Evet, yazar bu ibareyi tercüme ederken, bu ibarenin hem hakiki manasını ve hem de mecazi manasını kullanarak tercüme etmiştir. Fakat bunu yaparken bu iki anlamlandırmanın birbirine alternatif olduğunu belirtecek şekilde değil de sanki her iki

360 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, A’raf, 7/149, IX, s. 86-87. 361 Işıcık, Meâl, Meryem, 19/4, s. 231.

362 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Meryem, 19/4, III, s. 151; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Meryem, 19/4,

XVI, s. 533; Ebû’s-Suud, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, Meryem, 19/4, V, s. 346; İbn Aşur, et-Tenvîru ve’t-

Tahrîr, Meryem, 19/4, XVI, s. 64.

anlamlandırma da ibarenin orijinalinde varmış gibi tercüme etmiştir. Kanaatimizce bu şekilde değil de yazarın çoğu zaman yaptığı gibi bu iki anlamlandırmayı taksim işareti ile birbirinden ayırıp öylece tercüme etmesi daha doğru olurdu. Maamafi, bizce bu ibare: “saçlarım ağardı/saçlarım alev aldı” gibi bir yöntemle tercüme edilmesi daha doğrudur. Keza baktığımız meallerin bazıları bu ibareyi gerçek anlamı ile tercüme edip dip notlarda ise mecazi anlamını verdiler364 ve diğer bazıları ise sadece mecazi anlamını verdiler.365 Yazar, aynı tercüme yöntemini Kehf Sûresi 11. Ayeti olan

ْﻢِﻬِﻧاَذآ ﻰَﻠَﻋ ﺎ َﻨْـﺑَﺮَﻀَﻓ

اًدَﺪَﻋ َﻦﻴِﻨِﺳ ِﻒْﻬَﻜْﻟا ﻲِﻓ

ayetini: “Bunun üzerine biz onları, mağarada, kulaklarını mühürleyip nice yıllar uyuttuk.”366 şeklinde

ْﻢِﻬِﻧاَذآ ﻰَﻠَﻋ ﺎَﻨْـﺑَﺮَﻀَﻓ

ibaresini, hem hakiki (kulaklarını mühürlemek) ve hem de mecazi (uyutmak) anlamını birbirine mezcederek tercüme etmiştir. Fakat bu ibare uyutmak anlamına gelen bir deyimdir.367

26/ŞUARÂ SÛRESİ

Yazar, Şuarâ Sûresi 225. Ayeti olan

َنﻮُﻤﻴِﻬَﻳ ٍداَو ﱢﻞُﻛ ﻲِﻓ ْﻢُﻬﱠـﻧَأ َﺮَـﺗ ْﻢَﻟَأ

ayetini: “Görmez misin ki onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar!”368 şeklinde tercüme etmiştir. Fakat baktığımız birçok kaynak bu ibareyi: “Onların(şairlerin)ölçüsüzce/ileri-geri konuştuklarını görmez misin?” gibi bir anlama geldiğini ve bu ayetin orijinalindeki ibarenin bu anlamı ifade eden bir temsil olduğunu dile getirirler.369 Dolayısı ile bunu gerçek anlamı ile tercüme etmek, amaç dilde problem oluşturabilir. Bizim tercih ettiğimiz yöntem daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu ibarenin hem gerçek ve hem de mecaz anlamını bir arada ve birbirinin alternatifi olarak vermektir. Çünkü okuyucunun Kur’an’ın orijinal ifade tarzını da bir nebze de olsa görme hakkının olduğunu düşünüyoruz. Bununla beraber yazarımızın bu tercümesinin tamamen anlaşılmaz olduğunu iddia etmek de kanaatimizce yanlıştır. Çünkü bu ibarenin bir mecazi anlama

364 İzmirli, Meâl, Meryem, 19/4, s. 306; Çantay, Meâl, Meryem, 19/4, s. 305. 365 Asad, The Qur’an, Meryem, 19/4, s. 457; Gölpınarlı, Meâl, Meryem, 19/4, s. 351. 366 Işıcık, Meâl, Kehf, 18/11, s. 223.

367 Taberî, Câmiu’l-Beyân, Kehf, 18/11, IX, s. 5629; Zemahşerî, Keşşâf, Kehf, 18/11, III, s. 51; İbn Kesîr,

Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Kehf, 18/11, III, s. 102; Durmuş, Kur’ân’ın Türkçe Tercümeleri, s. 221.

368 Işıcık, Meâl, Şuarâ, 26/225, s. 287.

369 Taberî, Câmiu’l-Beyân, Şuarâ, 26/225, XI, s. 6617; Zemahşerî, Keşşâf, Şuarâ, 26/225, III, s. 387; İbn

Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Şuarâ, 26/225, III, s. 472; Durmuş, Kur’ân’ın Türkçe Tercümeleri, s. 223.

sahip olduğunu ve onun da şairlerin ölçüsüzlüğü olduğu ayetin bağlamından açık bir şekilde anlaşılabileceğine inanıyoruz.

47/MUHAMMED/KITAL SÛRESİ

Yazar, Muhammed Suresi’nin 8. Ayetinin

ْﻢُﻬَﻟ ﺎًﺴْﻌَـﺘَـﻓ

ibaresini: “Onlar yüzkoyun kapanacaklardır.”370şeklinde tamamen lugavi anlamı ile tercüme etmiştir. Fakat elimizdeki tefsirleri371ve mealleri372incelediğimiz zaman bu ibareyi hocamızın tercüme ettiği şekilde bir haber cümlesi ve lugavi anlamda değil de “yıkım, helaket, şekavet, ... onlara” şeklinde deyimsel anlamı ile ve de haber cümlesi değil de dua cümlesi olarak anlamlandırıldığını gördük. Binaenaleyh, kanaatimizce bu ibare: “Yıkım onlara” gibi bir mana ile tercüme edilmesi daha doğru olur. Bununla beraber, bu ibareyi hocamızın yorumladığı manaya yakın yorumlayanlar da vardır.373

68/KALEM SÛRESİ

Yazar, Kalem Suresi’nin 42. Ayetinin

ٍقﺎَﺳ ْﻦَﻋ ُﻒَﺸْﻜُﻳ َمْﻮَـﻳ

ibaresini: “O gün baldır açılır (Hak bir şekilde kendini gösterir).”374şeklinde tercüme etmiştir. Dolayısıyla bu tercümenin anlaşılmasını sağlayacak olan şey, burada parantez içerisinde verilen bilgidir. Parantez içerisindeki bilgiye dayanarak bir çıkarımda bulunduğumuzda da hocamızın bu ibareyi: “işin aslının ortaya çıkacağı gün” şeklinde yorumladığını anlıyoruz. Fakat baktığımız tüm lugatlar375 ve tefsirler376bir kısmı hariç (Beyzavî, Râzî,

370 Işıcık, Meâl, Muhammed/Kıtal, 47/8, s. 389.

371 Taberî, Câmiu’l-Beyân, Muhammed/Kıtal, 47/8, XIII, s. 7829; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî,

Muhammed/Kıtal, 47/8, XXVI, s. 271-272; Sâbûnî, Safvetu’t-Tefâsîr, Muhammed/Kıtal, 47/8, III, s. 1179; Râzî, Tefsîru’l-Kebîr, Muhammed/Kıtal, 47/8, X, s. 6038; Ebû’s-Suud, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, Muhammed/Kıtal, 47/8, VII, s. 390; Hatîb, Es-Sirâcu’l-Münîr, Muhammed/Kıtal, 47/8, IV, s. 7; Mâturîdî,

Tevilâtu Ehli’s-Sünne, Muhammed/Kıtal, 47/8, IX, s. 267; Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili,

Muhammed/Kıtal, 47/8, VI, s. 4380; İzz b. Abdisselam, Abdu’l-Aziz( v. 660/1262 ), Tefsiru İzz b.

Abdisselam( thk: Ahmed Fethi Abdurrahman), I-II, 1. Baskı, Dâru Kütübî’l-İlmiyye/Beyrut, 2008, II, s.

210.

372 İzmirli, Meâl, Muhammed/Kıtal, 47/8, s. 508; Gölpınarlı, Meâl, Muhammed/Kıtal, 47/8, s. 602; Ateş,

Meâl, Muhammed/Kıtal, 47/8, s. 339; ALTUNTAŞ, ŞAHİN, Meâl, Muhammed/Kıtal, 47/8, s. 554;

Bulaç, Meâl, Muhammed/Kıtal, 47/8, s. 303.

373 Çantay, Meâl, Muhammed/Kıtal, 47/8, s. 507; Asad, The Qur’an, Muhammed/Kıtal, 47/8, s. 778;

İslâmoğlu, Meal-Tefsir, Muhammed/Kıtal, 47/8, s. 1007.

374 Işıcık, Meâl, Kalem, 68/42, s. 437.

375 Râğıb, Mufredat, SVK Mad.; Cevherî, Sihah, SVK Mad.; İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, SVK Mad.;

Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, SVK Mad.

376 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Kalem, 68/42, XXIX, s. 51-52; Râzî, Tefsîru’l-Kebîr, Kalem, 68/42, XI, s.

6683-6685; Hatîb, Es-Sirâcu’l-Münîr, Kalem, 68/42, IV, s. 398-399; Zemahşerî, Keşşâf, Kalem, 68/42, IV, s. 450; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, Kalem, 68/42, X, s. 246-248; Kasımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, Kalem,

Âlûsî, İbn Kesîr, Kurtubî, Neysâbûrî ve Ebû’s-Suud ) –ki bunlar da bu ibarenin ilk anlamının “şiddeti ifade eden” bir deyim olduğunun ve fakat “işin aslının ortaya çıkacağı gün” anlamında da yorumlandığını söylerler- bu ibarenin “şiddetli/korkutucu/zor bir iş” ile karşılaşmak anlamında yorumlamışlar ve bu kullanıma örnek olarak da

قﺎﺳ ﻲﻠﻋ ﺎﻨﺑ بﺮﺤﻟا ﺖﻣﺎﻗ و

şiirini örnek verirler. Tüm bunlara istinaden kanaatimizce bu ibare : “O gün işler güçleşir.”377veya “O gün işler güçleşir(Yada “Her şeyin aslının ortaya çıkması”)” şeklindeki tercümesi daha doğrudur. Zira ayetin tamamına ve bağlamına da bakıldığı zaman, bu ibarenin bir “korku” ve “dehşeti” ifade etmesi daha da münasip gibi görünüyor. Zira hem ayetin kendisinde ve hem de bağlamında kıyametteki olaylardan bahsedilmektedir. Bu ibaredeki “gün” tabirinden “kıyamet günü” kastedildiği baktığımız tüm müfessirlerin ittifak ettiği bir şeydir. Bu da bizim tercihimizi destekler niteliktedir. Ayrıca birçok müfessir (Nesefî, Nehhâs, … ) bu ibare için tercih ettiğimiz mananın cumhurun tercih ettiği bir mana olduğunu söyler.

102 TEKÂSÜR SÛRESİ

Müellif, ﴾٢﴿

َﺮِﺑﺎَﻘَﻤْﻟا ُﻢُﺗْرُز ﻰﱠﺘَﺣ

﴾١﴿

ُﺮُـﺛﺎَﻜﱠﺘﻟا ُﻢُﻛﺎَﻬْﻟَأ

ayetlerini “1. Birbirinize karşı çoklukla övünmek ve aranızda rekabet etmek sizi o kadar oyaladı ki! 2. Sonunda kabirlere kadar varıp dayandınız”378 diye tercüme etmiştir. Fakat buradaki

َﺮِﺑﺎَﻘَﻤْﻟا ُﻢُﺗْرُز

ibaresi çoğu müfessir ve dilbilimci379 tarafından “ölüp kabre konmak” anlamında bir deyim diye tercüme edilmiştir. Zira Taberî; Katade ve Alî’den aktardığı rivayetlere göre bu ibare “ölüp kabre konmak” anlamına gelir ki Taberî de bu görüşü benimser. Ayrıca

68/42, IX, s. 210-212; Nesefî, Medârik, Kalem, 68/42, s. 1270; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Kalem, 68/42, IV, s. 522-523; Sâbûnî, Safvetu’t-Tefâsîr, Kalem, 68/42, III, s. 1378; Kurtubî, Câmiu’l-

Ahkâmi’l-Kur’ân, Kalem, 68/42, XVIII, s. 161-163; Ferra, Meâni’l-Kur’ân, Kalem, 68/42, III, s. 177;

Suyutî, Tefsîru’l-Celâleyn, Kalem, 68/42, II, s. 232. Neysâbûrî, Ğarâibu’l-Kur’ân, Kalem, 68/42, VI, s. 339-341; Nehhâs, İ’râbu’l-Kur’ân, Kalem, 68/42, s. 1187; Kâdi Abdulcebbar, Tenzîhu’l- Kur’ân Ani’l-

Metâin, Kalem, 68/42, s. 411; Beyzavî, Tefsiru’l- Beyzavî, Kalem, 68/42, II, s. 1088; Ebû’s-Suud, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, Kalem, 68/42, VIII, s. 200-201; Mâturîdî, Tevilâtu Ehli’s-Sünne, Kalem, 68/42, IX,

s. 153; Ebu Ubeyde, Mecâzu’l-Kur’ân, Kalem, 68/42, II, s. 266; Suyutî, İtkân, I, s. 167, 181, 307.

377 Gölpınarlı, Meâl, Kalem, 68/42, s. 682; Duman, Beyânu’l-Hak, Kalem, 68/42, I, s. 82-83. 378 Işıcık, Meâl, Tekâsür, 102/2, s. 470.

379 Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, Tekâsür, 102/2, IX, s. 6044-6054; Cündioğlu, DÜCANE, Kur’ân

Çevirilerinin Dünyası, 2. Baskı, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005, Tekâsür, 102/2, s. 84; Zemahşerî, Keşşâf, Tekâsür, 102/2, IV, s. 627; Râzî, Tefsîru’l-Kebîr, Tekâsür, 102/2, XI, s. 7155-7156; Suyutî ,

Tekâsür, 102/2, II, s. 270; İbn Aşur, Tekâsür, 102/2, XXX, s. 519-521; Beyzavî, Tefsiru’l- Beyzavî , Tekâsür, 102/2, II, s. 1169; Durmuş, Zülfikar, Tekâsür, 102/2, s. 250-251.

Taberî’nin Ebu Kureyb ve Ubey b. Ka’b’dan aktardığı diğer bir rivayete göre bu ibare “mal-mülk sizi ölene kadar oyaladı” anlamına geldiğini söyler380. Keza İbn Kesîr de İbn Ebi Hatim’den bu ibarenin “ölüp kabre konmak” anlamına geldiğini, Hasan Basrî’den ve Ubey b. Ka’b’dan aktardığı diğer bir rivayete göre ise bu ibarenin “mal-mülk ve evlat sizi ölene kadar oyaladı”anlamına geldiğini söyler.381 Fakat bunun ile beraber hocamızın yaptığı gibi nüzul sebebine bağlı olarak bu ibareyi yorumlayanlar da vardır.382 Nüzul sebebine gelince Suyutî der ki; bu sure iki ensar kabilesi olan Benî Hârise ve Benî Hâris hakkında nazil olmuştur. Onlar kendi kabilelerinin çokluğu ile böbürlenerek işi kabirlerdeki ölülerini saymaya kadar ilerlettiler.383 Keza Vâhidî; Mukâtil ve Kelbî’den –ki bunlar kizb ile ittiham edilmiş olduğundan bu rivayetin sıhhati şüphelidir384-aktardığı rivayete göre bu iki kabile Kureyş’ten Benî Abdu Menaf ile Benî Sehm kabileleridir. Vâhidî’nin Katade’den aktardığı diğer bir rivayete göre ise bu sure Yahudiler hakkında inmiştir ki onlar sapıklık içinde ölene kadar biz falan, filan kabileden… sayıca daha fazlayız dediler.385 Biz, ayetler tercüme edilirken, nüzul

sebepleri hiçbir şekilde meale yansıtılamaz demiyoruz. Fakat diyoruz ki, eğer bu nuzül sebepleri olmaksızın ayet anlaşılıyorsa, bu durumda ayette lâfzen olmayan hiçbir şey ayetin mealine eklenmemeli. Eğer mütercim, bazı eklentiler yapıldığı takdirde ayetin daha iyi anlaşılacağını düşünüyorsa ve bunu ille de meale yansıtmak istiyorsa bunu parantez kullanarak yansıtması kanaatimizce daha doğru olur. Tabii ki bu eklentiler anlamın daralmasına veya yanlış yönlendirmeye de sebebiyet vermemesi gerek. Nüzul sebepleri veya genel olarak ayetler ile ilgili rivayetler Kur’ân mealine doğrudan doğruya yansıtıldığı zaman, kanaatimizce ayetlerin kapsam alanlarını ciddi olarak daraltır ve de zedeler. Daha önce de dile getirdiğimiz gibi, bundan dolayı olsa gerektir ki önceki âlimlerimiz nüzul sebeplerinin hususi oluşuna bakıp ayetlerin hükmünü de hususi kılmanın yanlışlığını ısrarla dile getirmişlerdir.

380 Taberî, Câmiu’l-Beyan, Tekâsür, 102/2, XV, s. 8827-8828. 381 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Tekâsür, 102/2, IV, s. 718-719.

382 Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, Tekâsür, 102/2, IX, s. 6044-6054; Râzî, Tefsîru’l-Kebîr, Tekâsür,

102/2, XXXII, s. 71-72, Zemahşerî, Keşşâf, Tekâsür, 102/2, IV, s. 627; Suyutî, , Tefsiru’l-Celaleyn, Tekâsür, 102/2, II, s. 270.

383 Suyutî, Esbâbu’n-Nüzûl, 1. Baskı, Âlemu’l-Kütüb, Beyrut/Lübnan, 2002, et-Tekâsür, 102/2, s. 304. 384 Zehebî, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, s. 61; Halid b. Osman es-Sebt, Kavâidu’t-Tefsîr, I-II, 1 baskı, Dâru

ibn Affân, 2000, I, s. 198-199.

Benzer Belgeler