• Sonuç bulunamadı

BAZI AYET MEALLERİNİN RİVAYETLER AÇISINDAN

Kur’an’ı rivayetler ışığında anlamaya çalışmak sahabe döneminden günümüze kadar süre gelmiş bir tefsir metodudur. Zira Kur’an’ı açıklama bakımından tartışmasız olarak kabul edilen peygamberimizin açıklamaları başta sahabe olmak üzere tüm İslam âlimleri tarafından itina ile muhafaza edilip ayet tefsirlerinde kullanılmıştır. En ciddi dirayet tefsirlerinden sayılan tefsirler( Zemahşerî, Râzî, …) dahi peygamberimizin açıklamalrından mustağni kalamayıp hadisleri gerekli gördükleri yerlerde ayetteki müşkili halletmek için kullanmışlardır. Rivayet tefsiri ise, Kur’an’ın Kur’an’la, Kur’an’ın hadisle, Kur’an’ın sahabe sözleri ile ve de Kur’an’ın tabiin sözleri ile açıklandığı tefsir türüdür. Kur’an’ı, peygamberimiz sahabelere açıklıyordu, onlar da kendi anlayışlarından bir şeyler ekleyip bunu kendilerinden sonra gelen tabiine açıklıyorlardı. Sonra tabiinin kendileri de sahabeden aldıkları bilgi ve rivayetlere bazı şeyler ekleyerek kendilerinden sonra gelen zatlara aktardılar. Böylece tefsirler git gide kalınlaştı ve içindeki rivayetlerin hacmi de arttı.280 Kur’an’ın birçok ayetinin anlaşılması için hadislerden yaralanmak kaçınılmazdır. Bu bakımdan bir ayetin hangi ortam ve nuzül sebebine bağlı olarak indiği hayati önem arzeder. Zira Nüzul sebeplerini bilmemek, şüphe ve çıkmazlar içerisine düşülmesine yol açar, aslında zahir olan nassları mücmel hale sokar ve bunun sonucunda ihtilâflar doğar. Bu ise, anlaşmazlıklara ve ümmetin bölünmesine sebep olabilir. 281 Dolayısıyla Kur’an’ın anlaşılması için rivayetlerin kullanılmasını reddetmek mümkün değildir. Fakat biz, rivayetlerin tercümden ziyade tefsirde kullanılabileceğine, mealde ise kısıtlı ve belli kurallar çerçevesinde kullanılması gerektiğine inanıyoruz. Zira bir okuyucu meal okurken genel itibariyle mealde geçen her şeyin bizzat Kur’an’da geçtiğini kabul eder. O halde okuyucuyu yanlış yönlendirmemek için bazı basit işaretlerle (parantez, dipnot, vb.) ayetlerin orijinal ibaresiyle onlara yapılan rivayet eklentileri birbirinden ayırt edilmeli.

Biz, ayetler tercüme edilirken, ayette literal olarak mevcut olmayan hiçbir şey ilave edilemez, ya da nüzul sebepleri hiçbir şekilde meale yansıtılamaz demiyoruz. Fakat diyoruz ki, eğer bu ilaveler olmaksızın ayet anlaşılıyorsa, bu durumda ayette lâfzen olmayan hiçbir şey ayetin mealine eklenmemeli. Eğer mütercim, bazı eklentiler yapıldığı takdirde ayetin daha iyi anlaşılacağını düşünüyorsa ve bunu ille de meale

280 Zehebî, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, I, s. 112. 281 Şâtıbî, el-Muvâfakâtu fî Usuli’ş-Şerîa, III, s. 241.

yansıtmak istiyorsa bunu parantez kullanarak yansıtması kanaatimizce daha doğru olur. Tabii ki bu eklentiler anlamın daralmasına veya yanlış yönlendirmeye de sebebiyet vermemesi gerek. Nüzul sebepleri veya genel olarak ayetler ile ilgili rivayetler Kur’ân mealine doğrudan doğruya yansıtıldığı zaman, kanaatimizce ayetlerin kapsam alanlarını ciddi olarak daraltır ve de zedeler. Bundan dolayı olsa gerektir ki önceki âlimlerimiz nüzul sebeplerinin hususi oluşuna bakıp ayetlerin hükmünü de hususi kılmanın yanlışlığını ısrarla dile getirmişlerdir. Örneğin, Zerkeşî der ki; bazen nüzul sebebi özel olur fakat siğası genel olur ki bu da buradaki lafzın umumiliğine işaret etmek içindir.282 Keza Suyutî de birçok kişiden aktarmada bulunarak, nüzul sebebinin hususi oluşu, ayetin hükmünün umumi olmasına engel olmadığını dile getirir.283 Dehlevî de der ki; umum müfessirler, ahkâm ve karşılıklı tartışmalar ile ilgili gelen ayetleri, nüzul sebebi olarak rivayet edilen kıssalara bağladılar ve bu kıssayı asıl nüzul sebebi zannettiler. Fakat işin aslı ise Kur’ân-ı Kerim’in, insanların nefislerini kirlerden arındırmak, batıl akidelerden ve bozuk amellerden uzaklaştırmak için indiğidir.284 Aynı düşünceyi

Zerkânî de dile getirip bu fikrin cumhurun görüşü olduğunu söyler.285 Dolayısıyla rivayetler Kur’an’ın evrenselliğine halel getirmeyecek şekilde dikkatli kullanılmaları gerektiği inancını taşıyoruz. Şimdi yazarımızın mealine rivayetler ışığında bir göz atalım.

2/BAKARA SÛRESİ

Yazar, Bakara Suresi’nin ٣﴿

َنﻮُﻘِﻔﻨُﻳ ْﻢُﻫﺎَﻨْـﻗَزَر ﺎﱠﻤِﻣَو َةٰﻮﻠﱠﺼﻟا َنﻮُﻤﻴِﻘُﻳَو ِﺐْﻴَﻐْﻟﺎِﺑ َنﻮُﻨِﻣْﺆُـﻳ َﻦﻳِﺬﱠﻟَا

ayetini: “Onlar ki, Allah katından indirilenlere görmeksizin iman eder ve gözlerden ırak iken imanlarını sürdürürler. …”286şeklinde tercüme etmiştir. Fakat görüldüğü üzere, ayette “Allah katından kendilerine indirilen” diye bir şey yoktur. Mütercim

ِﺐْﻴَﻏ

kelimesini “Kur’an” anlamında tercüme etmiştir. Fakat baktığımız birçok tefsir bu manadan ziyade

ِﺐْﻴَﻏ

kelimesinin “cennet, cehennem, Allah, melekler, …” anlamına geldiğini eder. Mesela; Taberî, bu kelimenini “cennet, diriliş ”vb. anlamlara geldiğine

282 Zerkeşî, Muhammed İbn Behadır İbn Abdullah(v. 794/1392), el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân(thk: Ebu’l-

Fadl Dimyâtî), Dâru’l-Hadîs, Kahire/Mısır, 2006, s. 33-34.

283 Suyutî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, I, s. 42-44.

284 Dehlevî, Veliyullah Ahmed b. Abdurrahim( v. 1176/1763 ), Fevzu’l-Kebîr fî Usûli’t-Tefsîr, 3. Baskı,

Dâru’l-Beşâiri’l-İslamiyye, Beyrut/Lübnan, 2005, s. 20.

285 Zerkânî, Menâhilu’l-İrfân, s. 94-96. 286 Işıcık, Meâl, Bakara, 2/3, s. 11.

dair İbn Mes’ud, Katade, İbn Abbas, vb.lerinden rivayetlerde bulunur. Fakat bununla beraber İbn Abbas’tan bu kelimeden “Kur’an” kastedildiği ve Ebu Zerr’den de bu kelimeden “Allah’tan gelen” manasının kastedildiğine dair rivayette bulunur.287 Keza İbn Kesir de bu kelimeden maksadın ne olduğuna dair selefin ihtilaf ettiğini ve fakat söylediklerinin hepsinin de doğru olduğunu söyleyip bu kelimenin “cennet, cehennem, Allah’a kavuşmak, diriliş, Kur’an” vb. anlamlara geldiğini söylediklerini nakleder.288 Ayrıca hocamızın bu ibareye verdiği ikinci alternatif meal (ki bunun bir alternatif meal olduğuna dair bir işaret yok maalesef) ise

ِﺐْﻴَﻏ

kelimesinin inandıkları şeylerin özelliği değil de iman edenlerin durumlarını ifade eder niteliktedir. Yani “gözlerden ırak” oldukları bir durumda iman ederler şeklindedir ki bu da birçok tefsirde289 beyan edilen alternatif manalardan biridir. Hocamızın verdiği bu alternatif anlamlar doğru olmakla beraber kanaatimizce bu tercümede iki yanlış yol takip edilmiştir. İlki, bu tercümede

ِﺐْﻴَﻏ

kelimesi tercüme değil tefsir edilmiştir; İkincisi bu kelimenin en mütebadir anlamı olan “cennet, cehennem, …” vb. anlamları değil de ikinci ve üçüncü derecede anlamları olan “kendilerine indirilen” -ki bizce bu kastedilmiş olamaz, çünkü bu anlam hemen devamındaki ayette açık bir şekilde geldiğine göre art arda bir tekrar olur- ve “gözlerden ırak” anlamlarının tercih edilmesidir. Zira batkımız hiçbir meal de bu ibareyi mütercim gibi tercüme etmediğini gördük.290 Bizce bu ibareye en uygun tercüme

ِﺐْﻴَﻏ

kelimesini birçok mealin yaptığı gibi olduğu gibi, mutlak anlamı üzere tercüme etmektir. Çünkü bu kelime zaten çok eskiden beri Türkçe’ye geçmiş ve Türkçe’de de Arapça’daki anlamı ile aynı manada kullanılmaktadır.

Yazar, Bakara Suresi’nin

َنﻮﱡﻨُﻈَﻳ ﱠﻻ ِإ ْﻢُﻫ ْنِإَو ﱠﻲِﻧﺎَﻣَأ ۤﱠﻻِإ َبﺎَﺘِﻜْﻟا َنﻮُﻤَﻠْﻌَـﻳ َﻻ َنﻮﱡﻴﱢﻣُأ ْﻢُﻬْـﻨِﻣَو

﴿ ٧٨

ayetini: “onların okuma-yazma bilmeyen cahilleri vardır ki, Kitab’ı bilmezler, bütün bildikleri Kitabı dilden(kuru kuruya) okumaktır. Ve onlar ancak kuruntuları ile

287 Taberî, Câmiu’l-Beyân, Bakara, 2/3, I, s. 138-140

288 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Bakara, 2/3, I, s. 63-64.

289 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Bakara, 2/3, I, s. 63-64; Zemahşerî, Keşşâf, Bakara, 2/3, I, s. 38-

40; Beyzavî, Tefsiru’l- Beyzavî, Bakara, 2/3, I, s. 23-24; Nursî, İşârâtu’ı-İ’caz, Bakara, 2/3, s. 44.

290 Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, Bakara, 2/3, I, s. 151; İzmirli, Meâl, Bakara, 2/3, s. 3; Gölpınarlı,

Meâl, Bakara, 2/3, s. 3; Çantay, Meâl, Bakara, 2/3, s. 2; Asad, The Qur’an, Bakara, 2/3, s. 3-4; Ateş, Meâl, Bakara, 2/3, s. 12; Mevdûdî, Meâl, Bakara, 2/3, s. 2; Bulaç, Meâl, Bakara, 2/3, s. 15; ALTUNTAŞ,

hareket ederler.”291 şeklinde tercüme etmiştir. Fakat ayetin orijinalinde “kitabı dilden okumak” diye bir şey yoktur. Burada

ﱠﻲِﻧﺎَﻣَأ

kelimesinin asıl itibariyle “yalan, uydurma, kuruntu” anlamına gelir.292 Zira Taberî, bu kelimenin “yalan, uydurma, asılsız temenniler” anlamına geldiğine dair İbn Abbas, Mücahit, Katade, İbn Atiye, İbn Zeyd, vb.lerinden rivayette bulunup kendisi de bu görüşü tercih eder.293 Keza İbn Kesir de bu kelimenin “yalan, uydurma, boş sözler, iftiralar” anlamlarına geldiğine dair birçok rivayette bulunur. Fakat İbn Kesir isim vermeden bunu “kuru tilavet” anlamında da tevil edildiğini söyleyip kendisi açıkça bir tercihte bulunmamakla beraber ilk anlam üzerinde daha çok durur.294 Ayrıca baktığımız meallerin hepsi bu kelimeyi “kuruntu, asılsız şeyler”295 manasını vererek tercüme ettiklerini gördük. Keza Ebu Hayyân ve İbn Aşur da bu kelimenin “yalan, uydurma, kuruntular” anlamı ile beraber “kuru tilavet” anlamına da geldiğini dile getirirler.296 Dolayısı ile kanaatimizce bunun asıl tercüme edilmesi gereken mana; birçok rivayetin ve müfessirin de üzerinde ittifak ettiği “yalan, uydurma, kuruntular” manalarıdır. “kuru tilavet” manası de parantez içerisinde verilebilir.

14/İBRAHİM SÛRESİ

Müellif, İbrahim Suresi’nin 48. Ayetinin

اﻮُﺤَﺘْﻔَـﺘْﺳاَو

ibaresini: “Böylece elçiler (beraberlerindeki iman edenlerle birlikte uluslarına karşı Allah’tan) zafer kazandılar.”297şeklinde tercüme etmiştir. Fakat bilindiği üzere

لﺎﻌﻔﺘﺳإ

babına giren

fiiller ekseriyeti mutlaka ile “taleb” ifade ederler.298 Dolayısı ile buradaki

اﻮُﺤَﺘْﻔَـﺘْﺳاَو

fiili de “fetih duasında/talebinde bulundular” anlamına gelir. Zira Taberî ve İbn Kesir; İbn Abbas, Mücahit, Katade ve ibn Zeyd’den bu ibarenin “fetih talebinde bulunmak”

291 Işıcık, Meâl, Bakara, 2/78, s. 18.

292 Râğıb, MNY Mad.; Cevherî, MNY Mad.; İbn Manzur, MNY Mad. 293 Taberî, Câmiu’l-Beyân, Bakara, 2/78, I, s. 481-485.

294 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Bakara, 2/78, I, s. 161-162.

295 Çantay, Meâl, , Bakara, 2/78, s. 12; Gölpınarlı, Meâl, Bakara, 2/78, s. 15; İzmirli, Meâl, , Bakara, 2/78,

s. 13; İslâmoğlu, Meal-Tefsir, Bakara, 2/78, s. 30; Asad, The Qur’an, Bakara, 2/78, s. 17; Ateş, Meâl, Bakara, 2/78, s. 19; Elmalılı, Bakara, 2/78, I, s. 390-391; ALTUNTAŞ, ŞAHİN, Meâl, Bakara, 2/78, s. 14; Bulaç, Meâl, Bakara, 2/78, s. 21.

296 Ebu Hayyân, Bakara, 2/78, I, s. 435; İbn Aşur, Bakara, 2/78, I, s. 573-7-575. 297 Işıcık, Meâl, İbrahim, 14/15, s. 195.

298 Sekkâkî, Ebu Ya’kûb Yûsuf İbn Muhammed ibn Alî (v. 626/1229 ), Miftâhu’l-Ulûm, 1. Baskı, Dâru’l-

Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut/Lübnan, 2000, s. 93; Maksudoğlu, Mehmet, Arapça Dilbilgisi, 10. Baskı, M. Ü. İ. F. V. Yayınları, İstanbul, 2003, s. 64.

anlamına geldiğine dair rivayetlerde bulunurlar.299 Keza baktığımız tüm tefsir300 ve mealler301, ve dil bilimcileri302 de bu ibareyi tercih ettiğimiz şekilde yorumlamışlardır. Fakat mütercim herhalde bu ibarenin sonucunu düşünerek, ibareyi tercüme etmiştir. Zira devamındaki ibarede cebbarların başarısızlığa uğradıklarını söylediğine göre, demek ki peygamberler ve beraberlerinde iman edenler zafer kazanmıştır. Evet, böyle bir manayı ayetin mefhumundan çıkarmak mümkündür. Fakat bu Kur’an’ın îcazı gereği ihtiyaç olmayan ve mananın sözün akışından, bağlamından anlaşıldığı yerlerde hazıfta bulunmasından kaynaklanır. Dolayısı ile Kur’an’ın hazfettiği şeyi zikrettiği ibarenin yerine ikame etmek kanaatimizce doğru olmayan bir tercüme yöntemidir. Zaten okuyucu bu hazfedilen manayı anlar. Dolayısı ile bizim bir daha gereksiz yere bu ibareyi söylememize ihtiyaç yoktur. Herhalde okuyucu da bu kadar basit bir beyin jimnastiğini fazla görmez. Kanaatimizce okuyucu fazla basite alıp ayetten anlaşılan her şeyi ona verneye çalışmak doğru değildir.

18/KEHF SÛRESİ

Yazar, Kehf Suresi’nin ٩﴿

ﺎًﺒَﺠَﻋ ﺎَﻨِﺗﺎَﻳآ ْﻦِﻣ اﻮُﻧﺎَﻛ ِﻢﻴِﻗﱠﺮﻟاَو ِﻒْﻬَﻜْﻟا َبﺎَﺤْﺻَأ ﱠنَأ َﺖْﺒِﺴَﺣ ْمَأ

ayetini: “Sen kapılarında yazı/kitâbe bulunan Mağaradaki Erler’in (Ashab-ı Kehf’in), bizim şaşılacak bir mücizemiz olduğunu mu sandın?”303 şeklinde tercüme etmiştir. Fakat ayeti kerimede “kapıları” diye bir şey olmadığı gibi

ِﻢﻴِﻗﱠﺮﻟا

kelimesinin tam olarak ne anlama geldiği hakkında ihtilaf vardır. Dolayısıyla bu kelime sadece “yazıt” ya da “kitâbe” anlamına gelmez. Ekser müfessirin304 de belirttiği gibi Taberî; İbn Abbas,

299 Taberî, Câmiu’l-Beyân, İbrahim, 14/15, VIII, s. 5079-5081; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm,

İbrahim, 14/15, II, s. 690.

300 Râzî, Tefsîru’l-Kebîr, İbrahim, 14/15, VII, s. 2952; Hatîb, Es-Sirâcu’l-Münîr, İbrahim, 14/15, II, s.

196; Sâbûnî, Safvetu’t-Tefâsîr, İbrahim, 14/15, II, s. 586; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâmi’l-Kur’ân, İbrahim, 14/15, IX, s. 229; Ebû’s-Suud, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, İbrahim, 14/15, V, s. 18; Beyzavî, Tefsiru’l-

Beyzavî, İbrahim, 14/15, I, s. 517; Mâturîdî, Tevilâtu Ehli’s-Sünne, İbrahim, 14/15, VI, s. 376-377;

Zemahşerî, Keşşâf, İbrahim, 14/15, II, s. 531.

301 Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, İbrahim, 14/15, V, S. 3021; İzmirli, Meâl, İbrahim, 14/15, s. 258;

Gölpınarlı, Meâl, İbrahim, 14/15, s. 294; Çantay, Meâl, İbrahim, 14/15, s. 257; Asad, The Qur’an, İbrahim, 14/15, s. 373; Ateş, Meâl, İbrahim, 14/15, s. 164; İslâmoğlu, Meal-Tefsir, İbrahim, 14/15, s. 474.

302 Râğıb, Mufredat, FTH Mad.; Cevherî, Sihah, FTH Mad.; İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, FTH Mad. 303 Işıcık, Meâl, Kehf, 18/9, s. 223.

304 Râzî, Tefsîru’l-Kebîr, Kehf, 18/9, VII, s. 4349-4350; Hatîb, Es-Sirâcu’l-Münîr, Kehf, 18/9, II, s. 389;

Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâmi’l-Kur’ân, Kehf, 18/9, IX, s. 232; Ebû’s-Suud, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, Kehf, 18/9, V, s. 269; Mâturîdî, Tevilâtu Ehli’s-Sünne, Kehf, 18/9, VII, s. 139; Zemahşerî, Keşşâf, Kehf, 18/9, III, s. 51; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Kehf, 18/9, XV, s. 285; Kasımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, Kehf, 18/9, VII, s. 9; Nesefî, Medârik, Kehf, 18/9, s. 642; Şınkıtî, Edvâu’l-Beyân, Kehf, 18/9, II, s. 341; Suyutî, İtkân, I, s.

Ka’b, Atiyye, Katade, Mücahit, Dahhak, Said b. Cübeyr, ibn Cüreyc vb.lerinden rivayetlerde bulunup der ki; kimisi buna “Ashab-ı Kehf’in köyünün adıdır.” demiş, kimisi “vadinin adıdır.” demiş, kimisi “dağın adıdır.”demiş, kimisi “isimlerinin ve tariflerinin anlatıldığı levhadır” demiştir.305 Keza İbn Kesir de Taberî ile benzer rivayetlerde bulunur.306 Her iki müfessirin Said b. Cübeyr’den yaptıkları nakle göre bu kelime “Ashab-ı Kehf’in kıssasının yazılıp mağara kapılarının üstüne konulan kitâbenin adıdır.” Şeklindeki rivayet hocamızın tercümesine yansımış. Çünkü “kapı” kelimesi sadece bu rivayette geçer fakat o da

ِﻢﻴِﻗﱠﺮﻟا

kelimesinin anlamı ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Sadece

ِﻢﻴِﻗﱠﺮﻟا

’in konulduğu yerin adıdır ki kanaatimizce böyle bir detay bu ayetin geniş bir tefsirinde yer alır. Çünkü bu, ayetin mantukunda da mefhumunda da olmayan bir şeydir. Ayrıca baktığımız hiçbir meal307 böyle bir eklentide bulunmamıştır. Bunlar bu kelimeyi ya “Rakîm” diye veya “yazıt” diye tercüme etmişlerdir. Dolayısıyla bu ayet: “Kehf ve Rakıym ashabının ahvalini, delillerimiz içinde şaşılacak bir delil mi sandın?”308 şeklinde tercüme edilseydi kanaatimizce daha doğru olurdu.

32/SECDE SÛRESİ

Yazar, bu surenin

َﻞﻴِﺋۤاَﺮْﺳِإ ﻲِﻨَﺒِﻟ ىًﺪُﻫ ُﻩﺎَﻨْﻠَﻌَﺟَو ِﻪِﺋۤﺎَﻘِﻟ ْﻦِﻣ ٍﺔَﻳْﺮِﻣ ﻲِﻓ ْﻦُﻜَﺗ َﻼَﻓ َبﺎَﺘِﻜْﻟا ﻰَﺳﻮُﻣ ﺎَﻨْـﻴَـﺗآ ْﺪَﻘَﻟَو

﴿

٢٣

ayetini “Andolsun ki biz, Musa’ya da Kitap verdik. Sen O’nun (Sina Dağı’nda Allah’la) buluşmasından (ve kendisine Allah’ın Tevrat’ı vermesinden) asla kuşku duyma. Biz onu İsrail Oğulları’na, bir doğru yolu gösteren bir kılavuz kıldık.”309 şeklinde tercüme etmiştir. Fakat tefsirlere baktığımızda müfessirlerin ekseriyetinin

ِﻪِﺋۤﺎَﻘِﻟ

lafzındaki zamiri ya Kur’ân’a, ya Hz. Musa (AS)’a veya bir mahzufa götürdüklerini görüyoruz. Mahzuf olan şey ise: “Hz. Musa nasıl cefalar ve yalanlanmalar ile karşılaşmışsa sen de onlarla karşılaşacaksın” anlamında şeylerdir.310 Taberî ve İbn

305 Taberî, Câmiu’l-Beyân, Kehf, 18/9, IX, s. 5620-5622.

306 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Kehf, 18/9, III, s. 101-102.

307 Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, Kehf, 18/9, V, S. 3222; İzmirli, Meâl, Kehf, 18/9, s. 295; Çantay,

Meâl, Kehf, 18/9, s. 294; Asad, The Qur’an, Kehf, 18/9, s.438; Ateş, Meâl, Kehf, 18/9, s. 190;

İslâmoğlu, Meal-Tefsir, Kehf, 18/9, s. 555.

308 Gölpınarlı, Meâl, Kehf, 18/9, s. 337. 309 Işıcık, Meâl, Secde, 32/23, s. 317.

310 Kasımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, Secde, 32/23, VII, s. 628; Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, Secde, 32/23,

VI, s. 3864; Sâbûnî, Safvetu’t-Tefâsîr, Secde, 32/23, II, s. 938; Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît, Secde, 32/23, VIII, s. 441; Mâturîdî, Tevilâtu Ehli’s-Sünne, Secde, 32/23, VIII, s. 342; İbn Aşur, et-Tenvîru ve’t-Tahrîr, Secde, 32/23, XXI, 235-236; Râzî, Tefsîru’l-Kebîr, Secde, 32/23, IX, s. 5381; Beyzavî, Tefsiru’l-

Kesir; Katade’den aktardıkları bir rivayetle bu zamirin Hz. Musa (AS)’a raci olduğunu, yani “İsra Gecesi’nde Hz. Musa (AS)’ı gördüğünden veya göreceğinden şüphe etme” anlamına geldiğini dile getirirler.311 Kurtubî de aynı görüşü İbn Abbas ve Katade’den nakleder. Ayrıca Hasan’dan buradaki zamirin bir mahzufa raci olduğunu ve o mahzufun da “Hz. Musa nasıl cefalar ve yalanlanmalar ile karşılaşmışsa sen de onlarla karşılaşacağından şüphe etme” gibi bir şey olduğunu söyler. Kurtubî; Mücahit ve Zeccac’dan aktardığı diğer bir rivayet ile de buradaki zamirin yazarın tercih ettiği gibi Tevrat’a raci olduğunu dile getirir. Yani “Hz. Musa(AS)’ın Kitabı aldığından şüphe etme.” demektir.312 Fakat müellif burada

ِﻪِﺋۤﺎَﻘِﻟ

lafzındaki zamiri iki ayrı şeye irca etmiştir. İlki Hz. Musa (AS)’nın Sina Dağı’nda Allah’la buluşmasına-ki bu görüşten pek de bahsedeni bulamadık, ikincisi Hz. Musa (AS)’ın Tevrat’ı almış olmasına, hâlbuki burada iki değil bir tek zamir vardır! Ayrıca bağlam ve nüzul ortamı düşünüldüğü zaman, aslında bu zamirin Kur’ân’a veya Hasan’ın tercih ettiği mahzufa gitmesi bizce daha kuvvetli bir ihtimaldir. Çünkü burada, sıkıntıda olan peygamberimizdir. Bunun sebebi ise peygamberimizin (SAV)’in ve getirdiği Kur’ân’ın yalanlanmasıdır. Yoksa Hz. Musa (AS)’ın Tevrat’ı alıp almaması meselesi değildir. Mütercim diyebilir ki, sonuçta ben ayette zahiren geçmeyip mukadder olan ve müfessirlerin ihtilaf ettiğini söylediğiniz şeyleri parantez içerisinde verdim ki böyle bir kullanım eleştirilemez? Bu durumda biz de deriz ki; eğer yapılan tercüme parantez içi bilgisinden tamamen bağımsız okunabiliyorsa bu durumda parantez içi bilgi bir yönü ile dahi olsa doğru olmak şartı ile söyleyecek bir sözümüz yok. Fakat eğer tercüme parantez içi bilgisinden etkilenmiş ise bu durumda eleştirilebilir olduğu kanaatindeyiz. Peygamberimiz (SAV) – ki bu surenin nüzul tarihi doğru ve İbn Aşur’un dediği gibi ekser müfessirler Mekkî olduğunda müttefik313 ise- oniki yıl boyunca müşrikleri uyarmış ve onlar da sürekli onu ve getirdiği Kur’ân’ı yalanlamış ve bunun ile yetinmeyip hem kendisine ve hem de ona tabi olanlara olmadık işkence, eza ve hicretler yaşatmıştır. Bundan dolayı peygamberimize teselli ve sebat etmesini temin etmek için buradaki zamirin Kur’ân’a

Beyzavî, Secde, 32/23, II, s. 826; Zemahşerî, Keşşâf, Secde, 32/23, III, 542; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Secde,

32/23, XXI, s. 179; Seyyid Kutup, Fîzilalil Kur'ân, Secde, 32/23, VIII, s. 161-162; Nesefî, Medârik, Secde, 32/23, s. 928; Asad, The Qur’an, Secde, 32/23, s. 636; İslâmoğlu, Meal-Tefsir, Secde, 32/23, s. 821; Fîrûzâbâdî, Mecduddin(v. 817/1415), Tenviru’l-Mikbas min Tefsirî İbn Abbas, Dâru Kütübî’l- İlmiyye/Beyrut, 2008, Secde, 32/23, s. 438; Nehhâs, İ’râbu’l-Kur’ân, Secde, 32/23, s. 760; Suyutî,

Tefsîru’l-Celâleyn, Secde, 32/23, II, s. 105; Neysâbûrî, Ğarâibu’l-Kur’ân, Secde, 32/23, V, s. 440.

311 Taberî, Câmiu’l-Beyan, Secde, 32/23, XI, s. 6967; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Secde, 32/23,

III, s. 615.

312 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâmi’l-Kur’ân, Secde, 32/23, XIV, s. 72. 313 İbn Aşur, et-Tenvîru ve’t-Tahrîr, Secde, 32/23, XXI, s. 203.

ve gördüğü ve göreceği eza ve yalanlanmalara raci olması kanaatimizce daha münasiptir. Bu zamirin tercümesinde bir sıkıntının olduğu bir gerçektir. O halde bunu tercüme ederken iki yoldan birini tercih etmek gerek. İlki ve bizce en doğrusu bu zamirin olduğu gibi izafesiz bırakılmasıdır. İkincisi; bunun ile ilgili ciddi bir araştırma yapıldıktan sonra ihtimal dâhilinde olan seçenekleri ya parantez içerisinde –ki bizce doğrusu budur- veya en azından taksim işareti ile hepsini vermektir. Bizce: “Andolsun ki biz Musa’ya o kitabı verdik. Şimdi sen ona kavuşmaktan şüphede olma. Biz onu İsrailoğulları’na hidayet (rehberi) yapmıştık.”314gibi bir tercüme daha doğrudur. İzmirli’nin yaptığı gibi böyle bir tercüme yaptıktan sonra bu zamirin irca edilmesi mümkün olan her şey dipnotta verilebilir.

38/SÂD SÛRESİ

Müellif, Sâd Suresi’nin 20. Ayetinin

ِبﺎَﻄِﺨْﻟا َﻞْﺼَﻓَو

ibaresini “davaları isabetle çözme yeteneği”315 şeklinde tercüme etmiştir. Taberi bu ibarenin “davaları anlama ve

çözme” anlamına geldiğine dair İbn Abbas, Mücahit, Süddî ve İbn Zeyd’den; “davacıya delilin teklif edilmesi ve davalıya da yeminin teklifi” anlamına geldiğine dair Şureyh, Ebu Hind, Şa’bî ve Katade’den; bir sözü diğerinden ayırma işlevini gören

ﺪﻌﺑ ﺎﻣأ

sözü olduğuna dair de Şa’bî’den rivayetlerde bulunur. Fakat kendisi der ki; mademki ne bu ayette ne de peygamberimizden gelen herhangi bir rivayette bu ibareden hangi anlamın murad edildiğine dair bir delil yok, doğru olanı, Yüce Allah’ın bu ibareyi genelleştirdiği gibi, bu ibarenin genel bir anlam ifade etmesi üzere anlaşılmasıdır. Dolayısıyla bu durumda bu ibare Hz. Davud (AS)’a hem davaları çözmede, hem konuşmalarında ve hem de hitabelerinde çözüm sağlayan bir konuşma kabiliyetinin verildiğidir.316 Keza, İbn Kesir de benzer kişilerden benzer rivayetlerde bulunduktan sonra Mücahit’ten bu ibarenin “hem konuşmada ve hem de hüküm vermede ayırt edici/çözüm getiren söz” anlamına geldiğine dair rivayette bulunup bunun bütün rivayetlerde aktarılan görüşleri kapsadığını ve bu ibareden kastın bu olduğunu ifade eder.317 Keza birçok müfessir318de

314 Çantay, Meâl, Secde, 32/23, s. 417; Gölpınarlı, Meâl, Secde, 32/23, s. 487; İzmirli, Meâl, Secde,

32/23, s. 418; Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, Secde, 32/23, VI, s. 3864.

315 Işıcık, Meâl, Sâd, 38/20, s. 347.

316 Taberî, Câmiu’l-Beyân, Sâd, 38/20, XII, s. 7349-7350. 317 İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Sâd, 38/20, IV, s. 40.

318 Hatîb, Es-Sirâcu’l-Münîr Sâd, 38/20, III, s. 491; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâmi’l-Kur’ân, Sâd, 38/20, XV,

s. 107; Ebû’s-Suud, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, Sâd, 38/20, VII, s. 154-155; Zemahşerî, Keşşâf, Sâd, 38/20, IV, s. 10; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Sâd, 38/20, XXIII, s. 228-229; Nesefî, Medârik, Sâd, 38/20, s. 1017; Sâbûnî,

yukarıda bahsettiğimiz görüşleri aktarmakla beraber, Taberi ve İbn Kesir’in tercihlerini tasdik ederler. Fakat yazar bu ibareyi umumiliği üzerine bırakmayıp buradaki

Benzer Belgeler