• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM III: AMPİRİK ANALİZ

3.1. Hollanda ve Popülist Radikal Sağ

3.1.3. Hollanda Bağlamında Sonuç ve Tartışma

Bu bölümde PVV’nin söylemi Eleştirel Söylem Analizi ile irdelenmiş ve partinin hangi adlandırma/yükleme/uslama/yoğunlaştırma stratejilerini kullandığı ayrıntılı biçimde analiz edilmiştir. Bu bağlamda, tezin teorik çerçevesini sunarken konulan nativist/radikal/popülist ideolojik planın, söylemlerde gözlemlendiği yerler saptanmıştır. Tezin hipotezlerini doğrular biçimde, PVV’nin söylemsel stratejileri İslam ve göç karşıtlığı üzerine kurulmuştur. PVV, söylemsel stratejiler yoluyla, özellikle Müslümanları olmak üzere göçmenleri sorunların kaynağı ve kendi toplumlarının ötekisi olarak inşa etmiştir. Göç karşıtlığının daha çok İslam karşıtlığı şeklinde tezahür ettiği ortaya konmuştur.

Özetlemek gerekirse; Hollanda Arabistan’ı (Netrarabia) ve AvroArabistan (Euroabia) adlandırma stratejileri, bir söylemsel strateji örüntüsü olarak sürekli göze çarpmakta ve PVV’nin söylemlerinin en önemli adlandırma stratejisini oluşturmaktadır. Eşitsiz muamele ve ötekileştirme/dışlama sürecini kolaylaştırmaktadır. Bu söylemde nativist bir temelde iç (Avrupa) ve dış (Arabistan) grupların inşası, ima yollu/adlandırma stratejisiyle kurulmaktadır. Bu adlandırma stratejisinde, tezin hipotezlerinden olan PRS’nin izledikleri söylemsel stratejiler yoluyla; Müslümanları, göçmenleri ve yabancıları kendi toplumlarının ötekileri olarak inşa ettikleri hususu doğrulanma eğilimindedir.

Bununla birlikte nativist bir ideolojinin varlığını doğrulayan, “sömürgeci” adlandırma stratejisi kullanılmaktadır. “Müslüman sömürgeciler” adlandırma stratejisiyle bu kavram berraklaştırılmakta ve İslam karşıtlığı çok açık biçimde ortaya çıkmaktadır. Burada da nativist ideolojinin, İslam ve yabancı karşıtlığı ile harmanlandığı açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Wilders, Hollanda’nın bir İslamlaştırma tsunamisinin kurbanı olduğunu iddia etmektedir. Hollanda’nın bu felaketin “kurbanı” olarak adlandırılma stratejisi ise bir mağduriyet (victimization) söylemi yaratmayı amaçlamaktadır. Burada kullanılan “tsunami” metaforu da özellikle korku duygusunu uyandırmaya çabalayan bir yükleme stratejisidir. PVV’nin söylemlerinde kullanılan “işgal” ve “istila” gibi adlandırma stratejileri, İslam’ın bir düşman olarak ötekileştirildiğini kanıtlamakta ve bu savaş terimleri kullanılarak halk popülist/nativist/radikal bir çerçeve temelinde, korkutulmaya çalışılmaktadır. Tezin

hipotezlerinde dile getirilen İslam ve göç karşıtı söylemin merkezi hale geldiği, bu örnekte de doğrulanmaktadır.

Wilders, 2004 yılından itibaren, İslam’ı komünizm ve faşizm ile aynı düzeye yerleştirmiş ve Batı’ya yönelik bir tehdit teşkil eden, totaliter bir ideoloji olarak nitelendirmiştir. Dolayısıyla, Wilders’ın İslam’ı totaliter bir ideoloji olarak yüklemesi söz konusudur. Bu yükleme stratejisinin temel dayanağı olan ima yollu/ adlandırma stratejisi olarak, “İslamofaşizm” terimini kullanmıştır (Vossen, 2010-2011). İslamofaşizm kavramı da tezin birinci hipotezini doğrular biçimde popülist bir temelde, İslam karşıtlığını onaylar bir söylemsel stratejiyi temsil etmektedir. En öne çıkan söylemsel stratejilerinden birinde Wilders; yine daha önceki ele alınan İslamofaşizm kavramını destekler biçimde, İslam’ı “hasta” ve “faşist” olarak nitelendirmektedir. Onun görüşüne göre İslam bir dünya dini değil, politik bir ideolojidir. Wilders, İslam’ın “kötü niyetli” ve “totaliter bir ideoloji” olduğunu ifade etmiştir. İslam’ı sıklıklıkla “alçak” ve “kötü niyetli” olarak nitelendirerek, negatif yükleme stratejileri uygulamaktadır. İslam’ı totaliter bir ideoloji olarak nitelendiren Wilders, kullandığı “İslamofaşizm” adlandırma stratejisini süreklilik içerecek bir örüntüyle desteklemektedir.

PVV, Kur’an’ı, başkalarını yok etmek için yola çıkan bir dinin Mein Kampf’ı olarak nitelendirmiş, baskı ve cinayete teşvik ettiğini ve bu nedenle yasaklanması gerektiğini iddia etmiştir. Bu örnekte de açıkça Eleştirel Söylem Analizi’nde önemli bir kavram olan metinlerarasılık ve söylemlerarasılık göze çarpmaktadır. Wilders, kutsal kitap Kur’an ve Hitler’in “Kavgam” adlı eseriyle özdeşlik kurmakta, bu iki metni ilişkilendirmekte ve söylemlerarasılık kavramında da belirtildiği gibi birbiriyle örtüşen ve birbiriyle etkileşime geçen söylemler içerdiklerini vurgulamaya çabalamaktadır. “Kur’an” ve Hitler”in yazdığı “Mein Kampf” arasında metinlerarasılık kurmayı amaçlamakta, metinlerin birbirine bağlılığı ve ana argümanların benzer olduğunu radikal ve kışkırtıcı biçimde dile getirmektedir. Söz konusu yükleme stratejisi, İslamofaşizm temelinde kurgulanan adlandırma stratejisini desteklemektedir. Aslında, Kur’an’ı Mein Kampf’a benzetmek, PVV’nin Müslüman karşıtı duygularını meşrulaştırmak için bir uslama stratejisi oluşturarak geçmişi kullanmanın bir yoludur.

Bununla birlikte, Wilders kışkırtıcı biçimde Hz. Muhammed’i “barbar” gibi saldırganca ifadelerle tanımlamıştır (Wilders, 2008). Wilders, 2008 yılı bahar aylarında, “Fitna”

filmini kamuoyuna sunmuştur. Teröristlerin açıklamaları, Kuran’dan ifadelerle bağlam dışına çıkarılmış ve “İslamlaşma” sürecine direnme çağrısını içeren metinlerle birlikte sunulmuştur. Teröristler ve İslam dini arasında kurulan bu bağlantı, bilinçli bir ötekileştirmeyi içermekte ve İslam’ı radikal bir ideoloji olarak yükleme stratejisinin temelini oluşturmaktadır. Aynı zamanda kullanılan; “İslam’ın Hollanda’yı fethetmesi” kavramı dikkat çekmektedir. “Fethetme” fiili, İslam’ı alt edilmesi gereken bir düşman ideoloji olarak yüklemektedir. Bu filmin, PVV’nin söylemlerini görselleştirerek, İslam karşıtı söylemin etkisini yoğunlaştırma stratejisi (intensification strategy) olarak yorumlanması mümkündür.

Ayrıca, Avrupa’nın kıyamet dönemine girmesinden kimin sorumlu olduğuna dair de yine popülist kavramsal çerçevenin ana hususu olarak gözlemlenen elit karşıtı tutum ortaya konmaktadır: Bu durumdan; “halklarına karşı bütüncül savaşa giren çokkültürlü elitler,” sorumlu tutulmaktadır (Wilders, 2011 a). Bu noktada, tezin ele aldığı kavramsal çerçevelerden en önemlisi olan popülizmin içerdiği elit karşıtı tutumun, İslam’ın ötekileştirilmesine yönelik yaptığı katkı gözlemlenmektedir. Wilders, bu elitlerin, on dört yüzyıldır Hollanda toplumunu yok etmek isteyen bir ideolojinin koruyucuları olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla bu popülist söylemsel stratejide, İslam karşıtlığı ve elit karşıtlığının iç içe geçtiği gözlemlenmektedir (Wilders, 2011 a).

Wilders’ın ideolojik gelişiminin son aşamasına bakıldığında; en önemlisi, İslam'a yönelik eleştiri, liderin söyleminde genişlemiştir ve tartışmalı bir şekilde partinin gündeminin öncelikli hedefi olarak ortaya çıkmıştır. Dahası, Wilders tarafından benimsenen eski asimilasyonist duruşlar, yavaş yavaş daha fazla reddedici ve dışlayıcı olanlarla yer değiştirmiştir. Kur'an'ı yasaklamak ve başörtüsü vergisi verilmesi çerçevesinde gerçekleşen radikal teklifler, bu evrimin açık göstergeleridir (Vossen, 2011:185). Bu nedenle, bu yeni nativist ve anti-çokkültürlü platformun ana hedefi, Müslüman topluluğudur. Ayrıca, partinin nativist söylemsel stratejilerinde, okullarda ulusal gururu teşvik etme çağrıları ve Belçika'nın Flaman bölgesi ile birleşmenin onaylanması çağrılarıyla öne sürülen ulusun merkeziyeti daha da öne çıkmıştır (Vossen, 2011:186). Nativizm bu nedenle, PVV'nin ayırt edici bir özelliğidir. Aynı zamanda, partinin Hollanda ulusal kimliğini ve değer sistemini dış tehditlere karşı koruma ihtiyacına yaptığı vurguyla da bu durum kanıtlanmaktadır. Parti programında milliyetçilik, aslında etnoplüralist ve

dışlayıcı görüşlerle harmanlanmıştır, bu da nihayetinde nativizmin genel kabul görmüş tanımıdır.

Popülist radikal sağ nitelendirmesinin PVV'ye uygun olduğuna dair bir başka işaret, partinin gündemindeki İslam karşıtı duruşun merkezi rolüdür. Gerçekten de çoğu PVV, sosyoekonomik olanları geri plana alırken, ulusal kimlik ve etno-kültürel farklılıklar ile ilgili nativist programatik boyutları vurgulamaktadır (Rydgren, 2008:735). PVV’nin nativizm biçiminin kendine özgü doğası da burada ortaya çıkmaktadır: “Dış”ın marjinalleşmesi ve dışlanması, burada etnik bağlamdan ziyade dini bağlamda savunulmaktadır. Bununla birlikte, farklı (dini) üsluplara ve değerlere sahip halkların ayrı tutulması gerektiği temel nativist varsayımı hâlâ devam etmektedir. Bu nedenle, nativizm PVV için ilham verici bir doktrin teşkil etmektedir. Bununla beraber dini olan “öteki” temelde etnik bileşen yerine geçmektedir.

PVV’nin diğer ideolojik temellerinden popülizm, Wilders’ın 2006’dan sonraki düşüncelerinin ve bunun sonucu olarak PVV’nin kendine özgü bir özelliğidir (Vossen, 2011:6). Parti, 2010 programında elitlerin gerçeklikle olan temaslarını nasıl kaybettiğini ve “sıradan insanların” koşullarını iyileştiremediğini açıkça vurgulamaktadır. Elit karşıtı ifadeler de daha sık ve belirgin hale gelmiştir; öncelikli hedef, ülkenin gerçek sorunlarını ve özellikle de göçün yol açtığı tehlikeleri ciddiye almayan elitler24 olarak gösterilmiştir. PVV'deki sosyokültürel otoriterliğin/radikalliğin kapsamını incelemek daha karmaşık bir görev olarak ortaya çıkmaktadır. Wilder’in partisi bu açıdan oldukça kararsız bir konumdadır. Ulusal kimlik, göç ve hukuk dâhil olmak üzere sosyokültürel meselelerde parti, sosyokültürel ölçeğin otoriter/radikal tarafına doğru kararlı bir şekilde eğilirken, etik meselelerde bu durum farklılaşmaktadır. Bu tutarsızlık, PRS kategorisiyle PVV arasındaki en önemli fark olarak tanımlanabilir. PRS partilerinin çoğu, eşcinsel hakları, kürtaj ve ötenazi konusunda genellikle muhafazakâr ve otoriterdir. Tersine, PVV bu konularla ilgili özgürlükçü bir duruş sergiler (Rydrgen, 2008:6). Ne var ki parti radikal önerilerine devam ederek; kolluk kuvvetlerinde “sıfır tolerans” yaklaşımı ve suçlulara

24 Teorik bölümde sunulan popülizm kavramsallaştırılmasına göre, “elitler” medyayı ve siyaseti tekelleştiren homojen bir grup olarak çerçevelenmiştir.

karşı daha güçlü cezalar verilmesini vurgulamaktadır. Bu eğilimin örneği olarak; 2017 seçim manifestosunda, farklı uluslardan suçluları kovma önerisi verilebilir (PVV, 2017).