• Sonuç bulunamadı

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

ÖZELLİKLERİ VE İHTİYAÇLAR

1. Çocukların özgürce seçim yapmalarını özendirme

2.3.1. HOŞGÖRÜNÜN TANIM

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1995-2004 yıllarını Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Eğitimi On Yılı, 2000 yılını da Barış Kültürü Uluslar Arası Yılı olarak ilan etmiş ve bunu sağlamak için Unesco’yu eşgüdümle görevlendirmiştir. Bu doğrultuda 1995 yılının Unesco tarafından Hoşgörü Yılı olarak ilanı ile hoşgörü ile insan değerinin, barışın, güvenliğin ve kültürlerarası diyalogun önemi daha da artmış, bu kavramlar üzerinde daha çok düşünülmeye ve bu değerleri sağlamaya yönelik çalışmalar ortaya konulmaya başlanmıştır (Reardon, 2001)

Hoşgörü kavramı, tanımının yapılması zor ve kültürlere göre farklılık gösteren bir kavram olarak nitelendirilmektedir. Bu özelliğini vurgulayarak Reardon (2001:32), hoşgörünün farklı dillerdeki tanımlarını vermiştir. Buna göre,

Tolerancia-İspanyolca, kendi fikir veya görüşleri dışında diğer görüşleri ve

fikirleri kabul edebilmek

Kuang rong-Çince, izin vermek, kabil etmek, başkalarına karşı cömertlik

göstermek.

Tolerantnost, terpimost-Rusça, bir şeye veya bir kişiye dayanabilmek yani bir

şeyin bir kişinin varlığını kabul etmek, bir şeyle bir kişiyle uzlaşmak, bir şeye bir kişiye sevecen olmak.

Tolerance-Fransızca, başkalarının kendisinden farklı düşünebileceğini veya

davranabileceğini kabul eden bir tavır.

Tolerance-İngilizce, hoşgörü göstermeye eğilimli olmak, tahammül göstermek. Tolerate-İngilizce, dayanmak, izin vermek, eylem, davranış, bir (kişi, mezhep

veya görüşün) müdahale veya taciz edilmeden varolmasına izin vermek.

Tasamül-Arapça, bağışlamak, rahatlık göstermek, af, merhamet, başkalarını

kabul etmek ve bağışlamak.

Tolerans ve hoşgörü sözcüklerinin birbirlerinin karşılıkları olmadığı yönünde vurgulamalar söz konusudur. Toleransın hoşgörü kelimesinden daha dar olduğu belirtilmektedir. Özellikle batıda tolerans kavramının 17. asırda Avrupa’da Otuz Yıl

Savaşları (1618-1648) denilen mezhep kavgalarından sonra ve özellikle 18. asırda Voltaire ve Locke’un yazılarıyla amacı belirlenmiş ve başlarda sadece dini bir anlamı ifade ederken daha sonra daha geniş alanlarda telaffuz edilir bir kavram olduğu üzerinde durulmaktadır (Keklik, 2001:111). Bu yönüyle toleransın kişinin üstünde ve kişiyi baskı altında tutan kilise ile devletin işbirliğinin sonucunda açılan bir savaşın ödülü olarak elde edilen bir hakkı, tolerans hakkını, siyasi, hukuki zemine taşımış olmaktan doğmuş bir kavram olduğu, doğu için özellikle de Türk-İslam dünyası için böyle bir baskı ve din kavgasının mevcut olmadığı ve bu yüzden kelimelerin birbiriyle karşılaştırılamayacağı ifade edilmektedir (Tural,1996:15). Akçam (1994:31) da tolerans kavramının biri İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, diğeri de hukuki eşitlik prensibi olmak üzere iki temel dayanağı olduğunu ve hoşgörü ya da müsamahadan farklı bir kavram olduğunu dile getirmektedir.

Özetle, tolerans ve hoşgörünün tanımına ilişkin farklı değerlendirmeler bulunmaktadır. Bu farklı addedilmelere rağmen hoşgörünün yabancı dillerde kullanılan tolerans kelimesi ile aynı anlamı taşıdığı yönünde tanımlamalar günümüzde ağırlık kazanmaktadır.

Türkçe’de hoşgörü kavramı, tahammül edilebilen, sabredilebilen, göz yumulan, görmezden gelinen, taassup gösterilmeyen bazen de affedilen, müsamaha edilen durum ya da kişi anlamında kullanılmaktadır. Gözübüyük (2002:40) hoşgörüyü, bir toplumda tüm farklılıklara rağmen bir arada yaşamayı mümkün kılan karşılıklı sevgi, saygı, güven ve anlayış esasına dayalı olarak kurulan fonksiyonel bir iletişim süreci olarak, Keleş (1995:73) ise kişinin kendi düşünce ve değer yargılarına uymayan düşüncelere ve değer yargılarına sahip kişilerin haklarına saygılı olması olarak tanımlamıştır. Bunlardan başka Pembegüllü (1998:12) hoşgörüyü düşmanlık ve çekişmeyi insanlar arasından kaldırarak, kin ve nefret duyguları yerine sevgi, dostluk ve tahammül duygularının geçmesini amaçlayan barışçıl bir metod olarak görürken, Kuyurtar (2000: 14) hoşgörüyü başkalarının farklı inanç ve değerlere sahip olma, onları savunma hakkı olarak nitelemiştir. Köknel (1996:68) ise hoşgörüyü ruhbilim açısından ele almış ve hoşgörüyü insanın kendisini başkalarının yerine koyması, onun duygularını düşüncelerini davranışlarını, tutumlarını, eylemlerini anlamaya, tanımaya, yorumlamaya çalışması anlamına gelen empati kavramıyla eş görmüştür.

Bu tanımlamaları yaptıktan sonra hoşgörünün araştırmada kullanılan anlamını Laik’in tanımı ile vermek yerinde olacaktır. Laik (1996:43) hoşgörüyü başkalarının yanlış bulunan ya da olması gerekene aykırı olarak nitelenen inanç, duygu, düşünce, görüş, anlayış, benimseyiş, eğilim, töre, ilke, tutum, yaklaşım ve davranışlarının peşin bir karar, önyargı ve tepki ile değil serinkanlılıkla karşılanması; bunların da kendilerine göre bir doğruluklarının veya haklılıklarının bulunabileceğinin, farklılıkların bir takım noksanlıklardan ya da temel yanılgılardan kaynaklanabileceğinin ve giderilebileceklerinin herhangi bir zorlama olmaksızın sevgi ve sevecenlikle kabul edilmesi olarak tanımlamıştır.

Hoşgörü kavramı farklılıkların ortak bir zeminde bir arada varolması için önerilen ve farklılıkların çatışmaya yol açtığı yerde veya çatışmaya yol açma ihtimalinin belirdiği yerde ihtiyaç duyulan bir kavram, bir değer olarak görülmektedir (Kuyurtar, 2000: 9). Hoşgörüyü farklılık boyutundan değerlendiren bir başka kişi de Walzer’dır. Walzer (1998:10-27)’a göre, hoşgörü farklılığı mümkün, farklılık hoşgörüyü zorunlu kılmaktadır. Yan yana yaşamak siyasi bakımdan istikrarı, ahlâki bakımdan meşru bir düzenlemeye gerek duymaktadır. Tahammül kurallarının ötesinde, tüm hoşgörü rejimlerine yön veren ya da her durumda, her zaman ve her yerde, belli bir dizi siyasi veya anayasal düzenlemeden yana tavır alınmasını gerekli kılan ilkeler yoktur. Bu bakımdan da hoşgörü, hoşgörü erdeminin belli bir türüne bağlı kalma, her katılımcının çizgi boyunca bir noktada durma gibi bir zorunluluk gerektirmemektedir.

Hoşgörü kelimesinin olumlu anlamları yanında olumsuz anlamları olduğu da söylenmektedir. Örneğin, hoşgörü kelimesi genellikle birçok insan tarafından kurdun sırtına taktığı kuzu postu olarak da görülmektedir (Kaynak, 1998:45). Yani bir nevi hoşgörü, güçlünün elde etmek istedikleri için uydurduğu bir kılıf olarak da düşünülmektedir.

Hoşgörü kavramı bir yandan hoşgörüsüzlük kavramını da beraberinde sürüklemektedir. Hoşgörüyü gerekli ve anlamlı kılan hoşgörüsüzlüğün varlığı olduğu belirtilmektedir. Reardon, (2000:19) hoşgörüsüzlüğün kişinin kendi grubunun, kendi inançlarının ya da kendi yaşam biçiminin bir diğerinden daha üstün olduğu kanısından doğduğundan bahsetmektedir. Nitekim Yürüşen (1996:19) de hoşgörüsüzlükten işe

başlayarak modern toplumlarda hoşgörüsüzlüğün en çok ırk, cinsiyet ve din konularında görüldüğünü vurgulamıştır.

Bozkurt (1995:171)’a göre insanlar arasında üç temel ayrım bulunmaktadır. Buna bağlı olarak hoşgörü, aynı soydan olma, aynı yaşam biçimini paylaşma ve aynı inançtan olma gibi üç başlangıç noktasını barındırmaktadır. Ki bu noktaları farklılıklar arasında hoşgörüye uyarlandığında aynı soydan olma toplumlar veya kültürlerarası diyebileceğimiz hoşgörü kategorisine, aynı yaşam biçimini paylaşma bir devlet içinde farklı yaşam biçimlerinin birbirleriyle ilişkisini ifade eden devlet içi hoşgörü kategorisine, aynı inançtan olma ise dinler arası hoşgörü kategorisine girmektedir.

Neticede bir değer olarak hoşgörü, insanın yüksek kültür seviyesinde elde ettiği bir nitelik olarak yorumlanmaktadır (Pickthall,1985:37). Bu değer bir arada yaşamanın gereği, bir başkasına saygının temeli, huzur, barış ve insanca bir yaşam için olmazsa olmaz, üstün bir değer olarak görülmektedir.