• Sonuç bulunamadı

Hiperprolaktineminin Klinik Özellikleri

2.1. Endokrin Bozucu Kimyasallar

2.2.5. Hiperprolaktinemi

2.2.5.4. Hiperprolaktineminin Klinik Özellikleri

Galaktore ve üreme fonksiyon bozukluğu patolojik hiperprolaktineminin ayırt edici özellikleridir. Kadınlar infertilite, oligomenore ve amenore dahil bir dizi menstrüel rahatsızlıkla ilişkili galaktore ile başvururlar ve erkekler seyrek olarak ortaya çıkan galaktore ile hipogonadizm ve tümör kitle etkileri belirtileriyle başvururlar. Galaktore ve amenore 19. yüzyılda Chiari ve Frommel tarafından bildirilmiştir (139). Chiari-Frommel sendromu, emzirmeyen hastalarda doğum sonrası galaktore, amenorea ve “utero-ovaryan atrofi” içermektedir. Bu hastalık genellikle kendi kendini sınırlar ve fertilite sonunda bazen bir adet dönemi olmadan prolaktin seviyelerinin normalleşmesinden sonra geri döner. Postpartum amenore, hiperprolaktinemi ve galaktore olan hastaların bazılarında daha sonra prolaktinoma varlığı saptanmıştır. 1950'lerde Argonz ve del Castillo ve Forbes ve meslektaşları galaktore ve amenore ile hipofiz tümörleri arasında ilişki kurdular (140). Bu tür 18 hastanın raporunda, doğumdan sonra ortalama 45 μg / L PRL düzeyi ile 11 yıla kadar süren galaktore ve amenore bildirilmiştir (132).

Meme başından uygunsuz süt benzeri maddelerin salgılanması, doğumdan veya emzirmenin kesilmesinden sonra 6 ay kadar devam edebilir (141). Daha sonra, devam eden süt üretimi anormal kabul edilir ve galaktore için diğer nedenler araştırılmalıdır. Galaktore, kadınlarda veya erkeklerde ortaya çıkabilir ve tek taraflı veya iki taraflı olabilir, bol veya seyrek olabilir ve rengi ve kalınlığı değişebilir.

Galaktore sıvısında kan varsa, duktal papilloma veya karsinom gibi altta yatan patolojik bir sürecin habercisi olabilir ve mamografi veya ultrasonografi ile belirlenmelidir. Amenore ile idiyopatik galaktore olan hastaların çoğunda

27

mikroprolaktinomalar vardır. Akromegali hastalarının yüzde ellisinde, hiperprolaktinemi olmasa bile galaktore vardır, çünkü insan GH'si güçlü bir laktojendir ve yüksekliği galaktore gelişimine neden olabilir (142).

Normoprolaktinemik galaktore, düzenli menstüel sikluslarla en sık görülen tek nedeni temsil eder. Bu hastaların üçte ikisinde galaktore, adetlerin yeniden başlamasına rağmen doğumdan sonra da devam eder ve muhtemelen patolojik bir varlığı temsil etmez. Normal prolaktin seviyelerinde hala süt üretimi devam edebilir, dopamin agonistleri ile tedavi sonucu bu tür hastalarda galaktore hafifler. Göğüs duvarına yapılan cerrahi prosedürlerden sonra, interkostal sinir stimülasyonuna bağlı olarak geçici olarak galaktore gelişebilir (143). Galaktorenin optimal yönetimi altta yatan nedenin tanımlanması ve tedavi edilmesidir. Nedeni ne olursa olsun, hiperprolaktinemi ile ilişkili galaktore hiperprolaktinemi tedavisine yanıt verir.

Konjenital prolaktin eksikliği, POU1F1, PROP1, LHX3, LHX4 ve HESX1 dahil laktotropların gelişiminde yer alan transkripsiyon faktörlerindeki mutasyonlarla ilişkili olarak ortaya çıkabilir. Bu vakalarda, etkilenen gene bağlı olarak diğer ön hipofiz hormonlarından çeşitli hormonlarda eksiklikler ile birlikte prolaktin eksikliği ile ortaya çıkar. İmmünoglobulin süper aile üyesi 1 (IGSF1) eksikliği sendromu olan bir hasta grubunda prolaktin eksikliği santral hipotiroidizm ile birlikte bildirilmiştir (144).

PRL eksikliğinin bilinen tek klinik belirtisi doğumdan sonra laktasyon yetersizliğidir. İzole prolaktin eksikliği nadirdir, ancak özellikle prolaktin salgılayan hipofiz hücrelerine karşı otoantikorlarla ilişkili olarak bildirilmiştir (145). Edinilmiş prolaktin eksikliği olan çoğu hastada hipofiz hasarı ile ilişkili olarak diğer hipofiz hormonu eksiklikleri de mevcuttur (146). Sheehan sendromu olarak bilinen doğum sonu kanamadan sonra hipofiz bezi enfarktüsü, uzun süreli hipopituitarizmin bir nedeni olarak bilinmektedir. Gelişmiş ülkelerde, obstetrik bakımdaki iyileşmeler nedeniyle doğum sonrası kanama nedeniyle daha az ölçüde Sheehan sendromu görülmektedir. Rekombinant insan prolaktin uygulaması ile yapılan çalışmaların prolaktin eksikliği veya emzirme yetmezliği olan kadınlarda süt hacmini arttırdığı gösterilmiştir, ancak bu hastalar için ticari olarak mevcut prolaktin preparatı yoktur (147).

28 2.2.6.Prolaktinoma

Prolaktinoma hipofizin laktotrop hücrelerinden kaynaklanan ve aşırı PRL sekresyonuna neden olan bir adenomdur. Prolaktinomlar, en sık (%40) karşılaşılan sekretuar hipofiz tümörleridir. İnsidansı yaklaşık olarak 100.000 de 30 kişidir (9). Bu insidans eğer otopsilerdeki prolaktin için immün pozitif boyanan mikroadenomlar da eklenirse daha da fazla tespit edilmektedir. Kadın erkek oranı mikroprolaktinomalar için 20/1 oranındayken, makroprolaktinomalar için birbirine yakındır.

Hem prolaktin düzeyleri hem de tümör boyutu genel olarak sabit kalsa da, bazı hastalarda prolaktin seviyeleri zamanla düşer ve dopamin agonist tedavisi kesildikten sonra mikroadenomlar kaybolabilir, ancak mikroadenomların % 7 ila % 14'ü büyümeye devam eder (148). Ek olarak, daha küçük prolaktinomlar bazen hamilelik ve emzirme sonrasında gerileyebilir (149).

Makroprolaktinomların büyüme eğilimi daha yüksektir ve tümör boyutu serum prolaktin seviyeleri ile ilişkilidir. Bu nedenle 200 ng/mL'den yüksek bir prolaktin seviyesi prolaktin salgılayan hipofiz tümörünün güçlü bir göstergesidir.

Prolaktinomalar tüm kadın hipofiz adenomlarının %75'inden fazlasını oluştursa da, erkekler daha büyük tümörler barındırır. Prolaktinomalar erkeklerde kadınlardan daha büyüktür (26 ± 2 mm'ye karşı 10 ± 1 mm), daha invazivdir ve daha hızlı büyümenin histolojik kanıtlarını gösterir (150). Dev prolaktinomaların çapı 4 cm'den büyük, serum prolaktin düzeyi 1000 ng/mL'den yüksek olarak karakterize edilir ve erkeklerde daha sık görülür.

200 ng/mL'den yüksek prolaktin seviyeleri her zaman bir prolaktinomayı işaret etmez ve risperidol gibi bir ilacın kullanımını yansıtabilir, ancak prolaktinomaları olan hastalarda 500 ng/mL'den daha yüksek seviyeler gözlenir (6).

Aksine, bir makroadenomu taşıyan bir hastada 200 ng/mL'den düşük bir prolaktin konsantrasyonu, tümörün muhtemelen prolaktin üretmediğini gösterir, ancak hipofiz sapı veya portal dolaşım üzerindeki kütle baskısı sonucu hiperprolaktinemi oluşabilir (151). Mikroprolaktinomalar, mililitre başına minimum yüksekliklerden yüzlerce nanograma kadar değişen prolaktin seviyeleri ile ilişkilendirilebilir. Bununla birlikte, küçük makroadenomlu ve prolaktin seviyesi

29

yaklaşık 200 ng/mL olan bir hastaya ilk rastlandığında, ilk olarak tıbbi tedavi gerekir.

Tümör gerçekten bir prolaktinoma ise, dopamin agonist tedavisi prolaktin seviyelerini düşürmeli ve tümörü küçültmelidir. Tümör küçülmezse, kitle salgılama yapmıyordur ve hiperprolaktinoma, hipofiz sapına basıdan kaynaklanır.

2.2.6.1.Patoloji

Prolaktinomların %99'undan fazlası iyi huylu olmasına ve sıklıkla invazyon kanıtı olmadan keskin bir şekilde sınırlanmış olmasına rağmen, yaklaşık yarısı lokal invazyon yapar (152).

İnvaziv tümörler daha yüksek mitotik aktiviteye sahip olabilir ve daha hücresel ve pleomorfiktir. Metastaz yapmayan invaziv tümörler iyi huylu kabul edilir. Bu tümörler, sıkıştırılmış adenohipofiz hücreleri ve bir retikülin lif ağından oluşan bir “psödokapsüle” sahiptir. Makroprolaktinomların yaklaşık %20'si genellikle apopleksinin özellikleriyle ilişkili olmayan kanama alanları içerir (153).

Prolaktinomalar çoğunlukla yavaş büyür, sporadik olarak ortaya çıkar, genellikle tek başına oluşur ve MEN1 ile ilişkili en yaygın hipofiz tümörleridir (154).

2.2.6.2.Prolaktinomanın Klinik Özellikleri

Prolaktinomalı hastalar genellikle hiperprolaktinemi veya tümör boyutu veya çevre yapılara invazyonu ile ilişkili semptom veya bulgular nedeniyle kliniğe başvurmaktadırlar.

Bunlar; menstrüel düzensizlikler, cinsel işlev bozukluğu, galaktore, osteopeni, bozulmuş yaşam kalitesi olarak sayılabilir (155-157).

Yüksek prolaktin, gonadotropin pulsatilitesi üzerine etkisi ile cinsel işlev bozukluğuna neden olur (158). Yüksek prolaktin ayrıca yumurtalık ve testis fonksiyonunu doğrudan inhibe eder. Prolaktinomlu kadınlar primer veya sekonder amenore, oligomenore, menoraji, gecikmiş menarş veya infertiliteye neden olabilecek kısa luteal fazlı düzenli adetler ile başvurabilir. Erkeklerde ise genellikle libido azalması, iktidarsızlık, erken boşalma, oligospermi olarak kendini gösterir (159).

Prolaktinomlu kadınların %50'sinde ve erkeklerin %35'inde galaktore vardır.

Bu durum erkek meme dokusunun hiperprolaktineminin laktojenik etkilerine karşı daha az hassas olması nedeniyle ortaya çıkabilir. Aktif olarak ortaya çıkmadıkça galaktore göz ardı edilebilir.

30

Hiperprolaktinemiye bağlı androjen eksikliği nedeniyle hem erkeklerde hem de kadınlarda kemik yoğunluğu azalabilir ve kadınlarda radyolojik olarak tespit edilen vertebral kırıklarda bir artış bildirilmiştir (160).

2.2.6.3.Tümör Kitle Etkisi

Prolaktinomalar tümör boyutu veya çevre yapılara invazyonun bir sonucu olarak ortaya çıkabilir. Mikroadenomalar, 1cm e kadar olan küçük boyutlarına rağmen invaziv olabilir. Buna karşılık makroadenomların boyutu, yaklaşık 1 cm çapında noninvaziv veya diffüz tümörlerden parasellar yapılara etki edebilecek büyük tümörlere kadar değişir.

Büyük veya invaziv tümörlerin neden olduğu belirti ve semptomlar genellikle görme fonksiyonunu etkileyebilecek kompresif etkilerle ilişkilidir. En sık görülen oftalmik şikayet görme kaybıdır (161).

Objektif bulgular; süperior bitemporal defektler, bitemporal hemianopi ve azalmış görme keskinliğidir. Baş ağrısı yaygındır, ancak nöbetler (temporal loba yayılımın bir sonucu) ve hidrosefali, tek taraflı ekzoftalmuslar gibi nadiren görülür (162).

Birçok tümör kavernöz sinüsleri invaze eder, ancak kraniyal sinir paralizisi nadirdir. Hipofiz apopleksi, bu tür felçlerin daha yaygın nedenidir. Prolaktinomalar ayrıca başka bir amaçla yapılan bir MRG veya BT taramasında insidental olarak saptanabilir.

2.2.6.4.Prolaktinomaya Yaklaşım

Hiperprolaktinemi ile ilişkili olabilecek diğer nedenler (gebelik, ilaç kullanımı, hipotiroidi, kronik karaciğer ve böbrek hastalıkları vb.) dışlandıktan sonra yüksek serum PRL seviyelerine sahip olan hastalar hipofiz tümörleri açısından değerlendirilmelidirler. Prolaktinomalar ayrıca nöroleptik ilaç uygulaması gibi hiperprolaktineminin başka bir nedeni ile birlikte bulunabilir.

Minimal ila orta seviyede prolaktin yükselmelerinin bile araştırılması, prolaktin salgılamayan büyük bir hipofiz tümörünün varlığını gösterebileceğinden önemlidir. Prolaktin düzeyleri tümör boyutu ile ilişkilidir ve erkek hastalarda genellikle daha yüksektir. Bazen, serum prolaktin düzeyi çok yüksek olan bir

31

hastada, serum dilüsyon ile test edilmezse, “yüksek doz kanca etkisi” adı verilen bir fenomene bağlı olarak “normal” bir sonuç verebilir (163).

Prolaktinin, monomerik (23.5 kDa,) big (45-60 kDa) ve big-big (>100 kDa) olmak üzere 3 farklı formu vardır. Makroprolaktineminin polietilenglikol çökeltmesi ile değerlendirilmesi, yüksek prolaktin seviyeleri ve hiperprolaktineminin klinik özelliği olmayan hastalarda yapılmalıdır (164).

Dikkatli bir anamnez; görme alanı anormallikleri, görme keskinliği, bulanık veya çift görme, rinore, baş ağrısı, diyabet insipidus ve hipopituitarizm gibi semptom ve belirtileri tespit ederek genellikle kitlenin saptanmasını sağlar.

Hastalar ayrıca menarşın başlangıcı, adetlerin düzenliliği, doğurganlık, libido, potens ve ereksiyonu sürdürme yeteneği dahil cinsel geçmiş hakkında dikkatle sorgulanmalıdır. Galaktore öyküsü de tespit edilmelidir. Galaktore ve amenore birlikteliği, aksi ispatlanana kadar hipofiz adenomu tanısını düşündürmektedir.

Akromegali hastalarının %50'sinde de prolaktin yükselir (165). İnsan GH molekülü, prolaktine benzer laktojenik özelliklere sahip olduğundan, bir prolaktinoma ait belirti ve semptomlar tamamen GH salgılayan bir tümör tarafından taklit edilebilir ve serum IGF-1 ölçülmelidir (166).

TSH salgılayan tümörleri olan hastalarda bazen yüksek prolaktin seviyelerine rastlanır. Hipopituitarizmin varlığını belirlemek için diğer hipofiz hormonu fonksiyonları tespit edilmelidir. Prolaktinoma kesin tanısı koymak için bir MRG gereklidir.

2.2.6.5.Tedavi

Prolaktinoma tedavisinin amacı hormon hipersekresyonuna bağlı semptomları geri döndürmek, tümör bası etkisine bağlı nörolojik ve görsel manifestasyonları azaltmaktır. İdeal tedavi diğer hipofizer disfonksiyonları da düzeltmelidir. Hasta toleransı ve düşük nüks oranları da terapötik hedeflerdir. Sekonder hiperprolaktineminin tedavisi, bozukluğun nedenini ortadan kaldırmak için planlanır.

Levotiroksin genellikle primer hipotiroidizm ile ilişkili hiperprolaktinemiyi düzeltir.

Kitle etkisi olan non-fonksiyone bir hipofiz adenomunun cerrahi olarak çıkarılması ve sülpirid ve haloperidol gibi ilaçların kesilmesi, serum PRL'yi normal seviyelere indirir (167).

Prolaktinoma tedavisinde, 1970'lerde neredeyse eşzamanlı olarak iki güçlü terapötik ilerleme kaydedilmiştir. Bunlar, hipofiz mikrocerrahisinin iyileştirilmesi ve

32

güçlü dopaminerjik agonistik aktiviteye sahip ergot türevlerinin geliştirilmesidir (168,169).

Ek olarak, daha yeni stereotaktik teknikler de dahil olmak üzere radyoterapi, kısıtlı da olsa prolaktinoma tedavisinde bir yere sahiptir (Tablo 3).

Terapötik strateji belirlenirken; hastanın klinik prezentasyonu, mikro ve makroadenomların farklılıkları, hastanın hamilelik arzusu ve varsa hastanın tedavi tercihi arasındaki farklılıklar göz önünde bulundurmalıdır.

Tablo 4. Prolaktinoma tedavisi (167).

Medikal Dopamin agonisti ilaçlar

Seks steroid replasman tedavisi(seçilmiş mikroplaktinomlarda)

Cerrahi Transsfenoidal cerrahi

- Sublabial - Endonasal

Radyoterapi Konvansiyonel

Stereotaktik

- Kobalt 60 veya lineer akselerasyon

- Radyocerrahi Proton ışın tedavisi

2.2.6.5.1.Medikal Tedavi

Prolaktinolarda ön planda tercih edilen tedavi şekli medikaldir. Bu amaçla dopamin agonisti ilaçlar kullanılmaktadır. En yaygın olarak kullanılan dopamin agonistleri kabergolin ve bromokriptindir. Dopamin agonistleri, prolaktin sentez ve salınımını azaltarak, laktotrop hücre proliferasyonunu engeller. Bu şekilde tümör boyutlarında küçülme sağlar (170).

Dopamin agonistleri bulantı, kusma, baş dönmesi, ağız kuruluğu, kabızlık, burun tıkanıklığı, ortostatik hipotansiyon ve buna bağlı sersemlik hissi, depresyon, yüksek dozlarda parmakta vazospazm, psikoz, alkol intoleransı, hiperseksüalite ve kişilik değişikliklerine neden olabilirler (171).

33

Bromokriptinlerin yan etkileri daha fazla görülmektedir. Daha çok kabergolin tedavisine yanıt alınamadığında bromokriptin tedavisi tercih edilmektedir. Ayrıca gebelik planı olan hastalarda bromokriptin daha güvenilir bulunmuştur (170).

Mikroprolaktinomalı hastalarda tedavide ilaç dozu PRL düzeylerine ve hastanın toleransına göre ayarlanır. Tedavinin birinci ayında PRL düzeyi, klinik bulguları ve ilaç yan etkileri açısından kontrol edilir. Normoprolaktinemi sağlanmış, yakınmalar azalmış/kaybolmuş ve yan etki yoksa aynı doz ile tedaviye devam edilir.

Daha sonra 6 ay aralıklarla hasta takibe alınır. Hipofiz MR kontrolü tedaviden 1 yıl sonra yapılır. Bu hastalarda normoprolaktinemi sağlandıktan sonra en az 1-2 yıl tedaviye devam edilmelidir. Takipteki 2 yıl ve üzerindeki sürede PRL düzeyi normale dönmüş ve görüntülemelerde adenom kaybolmuşsa ilaç kesilebilir. İlaç dozu azaltılarak ilaç kesilmesine gidilmeli ve bu işlem süresinde PRL düzeylerinde yükselme olduğunda ilaç kesilmesi düşünülmemelidir. Menopoz dönemine gelenlerde dopamin agonist tedavisi kesilebilir. Remisyon oranı kabergolin ile daha yüksek iken, bromokriptin kesilmesi sonrası nüksler daha sıktır (171).

Makroprolaktinomalarda ise en az 2 yıl süre ile dopamin agonisti tedavisi alan ve normoprolaktinemi sağlanan, tümör volümünde %50’den fazla azalma izlenen, kavernöz sinüs invazyonu göstermeyen, tümörü optik kiazmaya 5 mm’den daha uzak olanlarda tedavinin kesilmesi denenebilir. Ancak bu kesilme ilaç dozu yavaş yavaş azaltılarak yapılmalıdır. Özellikle 1-1,5 cm adenomu olanlarda tedavi altında PRL seviyesi normale dönmüş ve adenom kaybolmuşsa ilaç kesilmesi düşünülebilir. Ancak tümör boyutu >2 cm olan, tedavi sırasında tümörde küçülme izlenmeyen ve PRL düzeyi normale gelmeyenlerde ilaç kesilmemelidir (171).

Tedavi kesildikten sonra nüks riski %26-69’dur. Nüksler sıklıkla ilacın kesildiği ilk 1 yıl içinde ortaya çıkar. Nüksü belirleyen en önemli parametreler başlangıç PRL düzeyi ve tümör boyutudur (171).

2.2.6.5.2.Cerrahi Tedavi

Cerrahi tedavi, PRL düzeylerini hızlı azaltmada hatta normale getirmede etkin bir yöntemidir. Ancak prolaktinomalarda ilk tedavi seçeneği değildir (171).

Medikal tedaviye rağmen prolaktin seviyesi ve tümör boyutlarında istenen başarı sağlanamazsa ve bası bulgusu varlığında, ayrıca gebelik planlayan ve gebelik sırasında kitle büyümesinden endişe edilen makroprolaktinomalı hastalarda transsfenoidal cerrahi tercih edilebilir (170).

34

Deneyimli cerrahlar tarafından yapılan operasyonlarda uzun dönem kür oranları mikroprolaktinomalarda %61, makroprolaktinomalarda %26’dir. Cerrahi sonrası nüks oranı %7-50 arasında değişmektedir. Hipopituitarizm, diabetes insipitus, kraniyal sinir hasarı, BOS kaçağı, lokal enfeksiyon, görme alanı defekti gibi postoperatuvar komplikasyonlar görülebilmektedir (171).

2.2.6.5.3.Radyoterapi

Radyoterapi, medikal tedavinin başarısız olduğu veya agresif ya da malign prolaktinomalarda tercih edilmektedir. Radyoterapinin amacı; medikal tedaviye dirençli büyük invaziv makroadenomların veya cerrahi sonrası rezidüel tümörün tekrar büyümesini engellemektir. Tek doz veya multipl doz RT’nin birçok hipofiz makroadenomunda büyümeyi kontrol ettiği bilinse de agresif prolaktinomalarda etkisi kesin olarak bilinmemektedir. Radyoterapinin komplikasyonları; geçici bulantı, yorgunluk, tat ve koku duyusu kaybı, saç dökülmesi, optik sinir hasarı, nörolojik disfonksiyon, sekonder maligniteler ve panhipopituitarizmdir (171).

35 3. GEREÇ VE YÖNTEM 3.1 Çalışma Grubunun Seçimi ve Veri Toplama

Çalışmaya 21 Ekim 2019-1 Ocak 2020 tarihleri arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları polikliniğinde prolaktinoma tanısıyla takip edilen 35 hasta ile Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları polikliniği ve İç Hastalıkları polikliniğine başvuran ek hastalığı olmayan 35 sağlıklı kontrol grubu dahil edildi. Hastaların çalışmada kullanılacak serum serbest BPA düzeyleri harici ek tetkikleri hastane bilgi kayıt sisteminden kaydedildi.

3.2 Çalışmaya Alınması Planlanan Hastaların Dahil Edilme Kriterleri a) 18 yaş üstü olmak.

b) Prolaktinoma tanısı almak.

c) Çalışmaya katılmayı kabul etmek

3.3 Çalışmaya Alınması Planlanan Hastaların Dışlanma Kriterleri a) 18 yaşından küçük olmak.

b) Çalışmaya katılmayı kabul etmemek.

3.4 Çalışmaya Alınması Planlanan Kontrol Grubunun Dahil Edilme Kriterleri a) 18 yaş üstü olmak.

b) Bilinen ek hastalık ve ilaç kullanımı olmaması.

3.5 Çalışmaya Alınması Planlanan Kontrol Grubunun Dışlanma Kriterleri a) 18 yaşından küçük olmak.

b) Çalışmaya katılmayı kabul etmemek.

c) Prolaktinoma tanısı olan hastalar.

d) Gebelik.

e) Laktasyon.

36 f) Kronik böbrek hastalığı.

g) Kronik karaciğer hastalığı.

h) Tiroid hastalıkları.

ı) Hipotalamo-hipofizer hastalık.

j) Epilepsi tanılı hastalar.

k) Polikistik over sendomu olan hastalar.

l) Hiperprolaktinemiye yol açabilecek ilaç kullanımı olan hastalar.

3.6 Antropometrik Ölçümler

Hastanemizde boy ölçümü, şapka ve ayakkabı olmadan standart boy cetveliyle ölçüldü. Ölçüm esnasında hastaların üzerinde ağırlık yapabilecek aksesuarları (palto, mont, ayakkabı gibi) çıkartıldı. Vücut ağırlıkları TANİTA cihazı ile ölçüldü.

3.7 Kan ve İdrar Örneklerinin Toplanması

Çalışmaya alınan prolaktinoma tanılı hastaların verileri poliklinikte tutulan dosyalardan ve hastane kayıt sisteminden, sağlıklı kontrol grubunun verileri hastane kayıt sisteminden alındı. Prolaktin yüksekliğinin diğer nedenleri düşünülerek; TSH, serbest T4, serbest T3, üre, kreatinin, AST, ALT değerleri referans aralığında olan hastalar çalışmaya alındı. Hastane sisteminden tam kan sayımı, AST, ALT, üre, kreatinin, albümin, glukoz, insülin, trigliserit, total kolesterol, LDL kolesterol, HDL kolesterol, prolaktin, serbest T3, serbest T4, TSH, kortizol, ACTH, FSH, LH, östradiol, total testosteron, serbest testosteron, GH, IGF-1 değerleri kaydedildi.

Kontrol grubunun demografik ve antropometrik ölçümleri hastane elektronik kayıt sisteminden alındı.

Serum BPA ölçümü için hasta ve kontrol gruplarından geceden açlığı takiben sabah 08.30-10.00 arasında kanlar alındı. BPA çalışılması için alınan tüm kan

37

örnekleri 4000 devirde 10 dakika süreyle santrifüj edilip serumları ayrıldı. Serumlar çalışılıncaya dek -80 °C’ de saklandı.

3.8 Laboratuvar Analiz Yöntemleri

Hastanemiz biyokimya laboratuvarında açlık plazma glukozu, total kolesterol, trigliserid HDL kolesterol (yüksek dansiteli lipoprotein), LDL kolesterol (düşük dansiteli lipoprotein) trigliserid düzeyi (Roche cobas C 501 cihazıyla) kalorimetrik yöntemlerle çalışıldı. Kortizol (Cortisol Elecsys 100 T. kiti), insülin (Insülin Elecsys 100 T. kiti), TSH, serbestT4, serbestT3, DHEA-S, total testosteron, östradiol cobas®e601 marka cihaz ve orijinal roche diagnostik kitleri (Roche Diagnostic Gmbh, Sandhofer Strasse 116, D-68305 Mannheim) kullanılarak, elektrokemilüminesans yöntemiyle çalışıldı.

Serbest testosteron (Algen diametra micro elisa) düzeyleri immünometrik metodlarla ölçüldü. Plazma renin aktivitesi ve plazma aldosteron düzeyi Stratec-Gama Reader cihazıyla çalışıldı. 24 saatlik idrarda metanefrin ve vanilmandelik asit LC-MS 8030 cihazıyla çalışıldı.

Hastanemiz biyokimya laboratuvarında açlık plazma glukozu, total kolesterol, HDL-kolesterol (yüksek dansiteli lipoprotein ), trigliserid düzeyi( Roche cobas C 501 cihazıyla) kalorimetrik yöntemlerle ölçülmekte ve LDL-kolesterol düzeyi ise trigliserid düzeyi 400 mg/dl‟nin altında Friedewald formülü [LDL=Total kolestrol-(VLDL+HDL); VLDL=TG/5] ile hesaplandı. Çalışmamızda trigliserid düzeyi 400 mg/dl nin üzerinde olan hasta ve kontrol grubu yoktu.

Kortizol (Cortisol Elecsys 100 T. kiti), insülin (Insülin Elecsys 100 T. kiti), TSH, serbestT4, serbestT3, total testosteron, östradiol (cobas®e601 marka cihaz ve orijinal roche diagnostik kitleri) kitleri kullanılarak, elektrokemilüminesans yöntemiyle, serbest testosteron (Algen diametra micro elisa) düzeyleri immünometrik metodlarla hastane laboratuvarında ölçüldü.

Hemogram parametreleri otomatik tam kan sayımı cihazında (Mindray BC 6800, Shenzhen, China) akım sitometrik impedans yöntemi ile çalışıldı.

BPA mybiosource General Bisphenol A ELİSA Kit ile ölçüldü.

(MyBiosource, Inc. San Diego, USA) Örnekler ve standartlar hazırlanark 37 °C’de

38

90 dakika bekletildi. Tabakalar yıkandı, biyotinlenmiş antikorlu çalışma solüsyonu eklendi ve 37 °C’de 60 dakika bekletildi. Üç kez yıkamadan sonra enzim solüsyonu eklendi ve 37 °C’de 30 dakika bekletildi. Beş kez yıkama işlemi yapıldıktan sonra Colour Reagent solüsyonu, 37 °C ‘de 30 dakika bekletildi ve Colour Reagent C eklendi. Ölçüm algılama aralığı 0.6 ng/ml'ye kadar minimum tespit edilebilir, 200 ng/ml-3.12 ng/ml Genel BPA’dır. Test içi hassasiyet

≤ %8, testler arası hassasiyet ≤ %12.’dir. Standartlara göre grafik eğrisi çizilerek elde edilen absorbanslardan BPA değerleri hesaplandı.

3.9.Aydınlatılmış Onam

Hasta ve kontrol grubundaki kişiler bilgilendirilerek yazılı aydınlatılmış onam formu alındı.

3.10.Etik Kurul Onayı

Çalışma için Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurul Başkanlığı’ndan 17.10.2019 tarihinde 24/01 karar numarası ile yazılı onay alındı.

3.11.İstatistiksel Yöntemler

Bu çalışmanın istatistiksel analizinde “Statistical Package for the Social Science” (SPSS 20.0) programı kullanıldı.

Tanımlayıcı istatistikler, sayısal değişkenler için ortalama±standart sapma olarak, nominal değişkenler için ise sayı ve yüzdeler olarak ifade edildi. Sayısal değişkenlerde normal dağılımın araştırılması amacıyla Kolmogorov Smirnov ve

Tanımlayıcı istatistikler, sayısal değişkenler için ortalama±standart sapma olarak, nominal değişkenler için ise sayı ve yüzdeler olarak ifade edildi. Sayısal değişkenlerde normal dağılımın araştırılması amacıyla Kolmogorov Smirnov ve

Benzer Belgeler