• Sonuç bulunamadı

4- Bugünkü durumla kıyaslarsak, söz konusu kurumları kamu hukuku tüzel kişilerinin kamu idareleri ve kamu kurumları kısımlarına benzetebiliriz. Çünkü bu

2.2.4.5. Hilfü’l-Mutayyibin:

Mekke’de kabilelerin çeşitli meseleler dolayısıyla birkaçı birleşip hasımlarına karşı bir güç oluştururlardı. Oluşum şekli, toplanıp yeminleşme ile gerçekleşirdi. Bunlardan biri de “Hilfü’l-Mutayyibin” oluşumudur. Kusay’ın Kâbe ve Mekke idaresiyle ilgili bazı vazifeleri kendi kabilelerine bıraktığı iddiasıyla Abdi Menaf ve Abdu’d-Dar arasında niza çıkmış, her iki tarafa bağlı kabileler arasında bir birlik ve güç oluşturma gayesiyle yeminleşerek yeni bir oluşum meydana getirmişlerdir. Bu birliklerin oluşum yöntemi ilginçtir. Bir kadın, kab içinde bir koku getirmiş ve oluşuma katılmak isteyenler o kokuya ellerini batırıp gayelerini zikrederek yemin etmek suretiyle birlikteliklerini ilan etmişlerdir. İşte ellerini batırdıkları kokudan dolayı kurulan oluşumların adına “Hilfü’l-Mutayyibin” denmiştir. (Süheylî, a.g.e. I/153; Mesûdî, a.g.e. II/59; Âlûsî, a.g.e. II/248).

2.2.4.6. Kabileler Arasında Kurulan Diğer İttifaklar:

Arabistan’da kabileler birbirleriyle çeşitli gayeler üzerine ittifak kuruyorlardı. Bu ittifakların durumu da tüzel kişilik kavramını çağrıştırmaktadır.

Bu ittifakların kuruluşu, ittifak yapacak kimselerin bir mecliste toplanıp sözleşmeleriyle meydana gelirdi. Bu ittifaklar belirli gayeler üzerine olurdu. Bu gayeler, başkalarına karşı güç birliği yapma veya işlerde yardımlaşma gibi hususlardı. İttifak yapanlar diğer insanlara karşı bir el gibi olurlardı (Cevat Ali, 1993:3/167).

Bu tür ittifak oluşumları bir kabileyle diğer kabile arasında olabildiği gibi, bir kabileyle bir veya birkaç şahıs arasında da meydana gelebiliyordu. Mesela, Mahzum oğulları kabilesiyle Huzaa kabilesi müttefik idi. Ayni şekilde Amir b. Rebi, Hattab ailesiyle ittifak kurmuştu.

Bunlara benzer ittifaklar çoktur. Herkes bu ittifakların varlığını tanıyor, hukuka konu olan durumlarda ittifak topyekün mesul oluyordu (İbni Hişam,a.g.e. a.g.e. II/70,71,72,73). İttifak, ayni zamanda âkile kurumu anlamını taşıyordu (Süheylî, a.g.e. I/160).

Bu ittifak oluşumlarının hukuk tarafından tanındığı, Medîne sözleşmesinde açıkca görülecektir (Bk. Medîne Sözleşmesi, Md.25-c).

2.2.4.7. Cemiyetlerin Tüzel kişiliklerinin Değerlendirilmesi:

Yapı Bakımından:

Mekke’de kurulan bu cemiyetlerin, toplumun ihtiyaçlarına göre kuruldukları görülmektedir. Gerçekten de o zaman güvenlik yönünden merkezî bir otorite olmadığından çeşitli haksızlıklar oluyordu. Bu olumsuzluklar,Mekke’nin etrafta kazanmış olduğu itibarını zedeleyebilirdi. Bu gidişattan rahatsız olan insanlar, haksızlıklara mani olmak için bir araya gelip, güç birliği yapma ihtiyacını duymuşlardır. Bunu tek kişinin yapamayacağı bellidir. Zaten tüzel kişilerin oluşumlarında da insanların, tek kişinin altından kalkamayacağı ve başaramayacağı bazı işler için birlikte hareket etme arzusu vardır. İşte Mekke’de bu ihtiyaç nedeniyle böyle cemiyetler kurulmuştur. Belli bir gayeyi gerçekleştirmek için kurulmuş olmaları tüzel kişiliğin GAYE unsurunun varlığını göstermektedir. Bu gayeyi gerçekleştirmek için bir takım yeminli kişilerin varlığı ÖRGÜTLENME unsurunu toplumun kabûlü de HUKUKUN TANIMASI unsurunun varlığını göstermektedir. Böylece cemiyetler, yapı bakımından tüzel kişi görünümü arz etmektedirler.

Ehliyet Bakımından:

Toplum bunları tanımakla, gayelerini gerçekleştirme hakkını da tanımış demektir. Böyle bir işi üzerine alan örgütün toplum nezdinde güvenilirliğini koruma hakkına sahip olması gerekir. Toplum bu örgüte mazlumların hakkını korumada onay vermiştir. Bu demektir ki, birisi zulmetmeğe kalkışırsa veya elemanlarından biri zulmederse, sorgulanması gereken bir konuma düşecektir Bu durumda kendisini savunmak için taraf olma hakkına sahip olması düşünülür. Toplum, zımnen bu gibi hakları tanımış durumdadır. Yani bu cemiyetler hak ehliyetine sahiptirler.

Örgüt, gayesini gerçekleştirecek organlara (gerçek kişilere) sahip olduğundan fiil ehliyeti de var demektir. Organ durumunda olan gerçek kişiler, zulme uğrayanların haklarını fiilî olarak tazmin ettirmektedirler. Toplum, böyle bir ehliyeti bu örgütlere tanımıştır. Tüzel kişiler, fiil ehliyetlerini organlarıyla kullanırlar. Çünkü kendilerinin gerçek kişiler gibi iradeleri yoktur. Onların akıl ve iradeleri, kendilerini kuran gerçek kişilerdir (Bk. 1,9,2). Söz konusu edilen örgütlerin de böyle oldukları görülmektedir.

Ayrıca Mekke’de zulme uğrayanlar, haklarını arayacakları bir merci sorduklarında halk, her hangi bir kişiye değil, Hilfu’l-Fudûl’e muracaat etmesini söylerlerdi.

Mesela, Mekke’ye gelen ve kızı kaçırılan Hasamlı birinin “bana kim yardım edebilir” çağrısına karşılık “Hilfü’l-Fudûl’e git” denildi. O da Kâbe’nin yanında durarak: “ey Hilfü’l-Fudûl”! diye bağırdı. Bu sesi duyan cemiyet üyeleri, her yandan kılıçlarını kuşanmış olarak ortaya çıktılar ve “sana yardım geldi, neyin var” dediler. Kızının kaçırıldığını söyleyince hep birden o kapıya gidildi ve kız kurtarıldı (Süheylî, a.g.e. I/157). Bu hâdise Hilfü’l-Fudûl’ün bir hükmî şahıs gibi algılandığını, dolayısıyla kamu oyunun bu cemiyeti bir varlık olarak kabul ettiğini ortaya koymaktadır.

İslâmî devirde Hilfü’l-Fudûl oluşumuna bir hususiyet ve hükmî şahsiyet tanınmıştır. Çünkü bütün Müslümanlar kardeş olduğu için ayırım yapılmadan birlik olarak mütalaa olunmaktadır. Mesela imdat istenmesi gerektiği zaman “ey müslümanlar”! diye çağrılması esastır. Bir cemaati ayrı bir isimle imdada çağırmak hoş karşılanmamaktadır. Ancak Fudûl ehli istisnadır. Yani, “ey Hilfü’l-Fudûl” diye onu yardıma çağırmak caizdir. Bunun delili, Peygamberimiz (s.a.v.)’in “bugün çağrılsam derhal icabet ederim” buyurmasıdır.

Dolayısıyla Bu cemiyete bir husûsîlik tanınmıştır (Süheyli, a.g.e. I/160). Bu tanıma, ona bir mânevî kişilik verildiğinin işaretidir.

2.2.5. Mekke Kent Devletinde Mali Müesseseler: