• Sonuç bulunamadı

B. Allah’ın Rahmetine Ulaşma Yolu

III. HESAP GÜNÜ

Allah’ın birliğine inanan ve inanmayan insanların öldükten sonra durumlarının ne olacağı, nasıl bir hesap geçirecekleri ile ilgili incelemeye esas aldığımız sûrelerden Zilzâl ve Kâria Sûrelerinde bilgiler verilmektedir. Bu bağlamda ilk olarak Yüce Divân’a insanlar getirilmeden önce dünyanın nasıl yok olacağı ve dünya hayatının ne şekilde son bulacağı ile ilgili bilgilerin aktarıldığı, ardından hesap zamanı ilahi adalet terazisinin nasıl işletileceğinin bildirildiği görülmektedir.

485 Ateş, a.g.e., c. XI, s. 129.

486 Bursevî, a.g.e., vr. 88b–90a

487 Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, ts., c. IX, s. 6212-6213.

488 Nisâ, 4/58.

489 Ateş, a.g.e., c. XI, s. 129.

177 A. Kıyamet

Kıyâmet kelimesi sözlükte “kalkmak, dikilip ayakta durmak” mânasındaki kıyâm kökünden isim veya masdar olup, terim olarak “dirilip mezarından kalkma, Allah’ın huzurunda durma” yahut “bu olayın başlangıcını teşkil eden kozmik değişikliğin vuku bulması” anlamına gelir. Kur’an’da kıyamet kelimesine çok yakın bir muhtevada kullanılan âhiret -beş yerdeki farklı kullanılışı hariç- 110 yerde geçmekte, yirmi altı âyette “el-yevmü’l-âhir” terkibiyle yer almaktadır. İslâm inancının üç temel esasından birini oluşturan kıyamet veya âhiret konusu sayısı yüzleri aşan, çok değişik ve etkileyici üslûplar taşıyan âyetlerde ve müstakil sûrelerde ele alınmıştır.490

Zilzâl ve Kâria sûrelerinde kıyamet gününün dehşet verici özelliği anlatılmakta, insanların ve yeryüzünün o gün ne halde olacakları çeşitli tasvirlerle anlatılmaktadır. Yer sarsıntısı anlamındaki kelimeden ismini alan Zilzâl Sûresi’nin birinci ayetinde kıyamet günü yerin şiddetle sarsılmasından bahsedilmektedir. Bu sarsılmanın sûra ilk üfürülüşte mi yoksa ikinci üfürülüşte mi olacağı, ya da sûrdan bağımsız genel anlamda bir sarsıntı mı olacağı net değildir.491 Süleyman Ateş, sûrdan tamamen ayrı bir zelzele olacağı kanaatini benimsemekte ve sûra üflemenin bu ayette bahsedilen kıyamet günü yerin sarsılması ile bir alakasının olmadığı kanaatini taşımaktadır.492 Sûrla birlikte olup olmayacağı tartışmalı olsa da, insanlık tarihinde daha önce eşi benzeri görülmemiş bir sarsıntı olacağı konusunda ittifak vardır. Bu sarsıntı ise bir defa değil tekrar tekrar olacaktır, çünkü ayette harflerin tekrar etmesi buna delâlet etmektedir.493 İkinci ayet ise yerin sarsılması ile birlikte içerisinde bulunan ağırlıkların dışarı atılacağından bahsetmektedir. Yerin içinde bulunup dışarı atılacak olan ağırlıklar ise hazineler ve ölüler olarak tefsir edilir.494 Bursevî, yerin ağırlıklarından biri olan hazinelerin ilk sûra üfürüldüğü zaman dışarı atılacağını, ölülerin ise ikinci sûr ile dışarı atılacağını vurgulamaktadır.495 Süleyman Ateş ise depremin sûrla bir ilgisinin bulunmadığını, birinci ve ikinci sûrun sadece insanları hesap verme yerine toplamak için çalınacağını ve aralarında çok fazla zaman farkı olmayacağını söylemektedir.496 Üçüncü ayet bu sarsıntıyı gören insanın “Bu yere ne oluyor da sarsılıyor böyle?” diyerek hayret ve korku içerisinde soru sormasından

490 Topaloğlu, Bekir, “Kıyamet”, DİA, Ankara, 2002, c. XXV, s. 517.

491 Beyzâvî, a.g.e., c. V, s. 330.

492 Ateş, a.g.e., c. XI, s. 50.

493 Bursevî, a.g.e., vr. 14a – 15b.

494 Beydâvi, a.g.e., c. V, s. 330; Ateş, a.g.e, c. XI, s. 50.

495 Bursevî, a.g.e., vr. 16a.

496 Ateş, a.g.e., c. XI, s. 50-51.

178 bahsetmekte ve Beyzâvî bu soruyu soracak olanların kâfirler olacağını, çünkü müminlerin o gün yerin neden sarsıldığını bileceklerini söylemektedir.497

Söz konusu sarsıntı ile birlikte yer içindekileri dışarı attıktan sonra, Rabbi’nin yere vahyetmesi ile üzerinde olup biten her şeyi yerin anlatacağı bildirilmektedir. Bu anlatımın nasıl olacağı konusu müfessirler tarafından tartışılmakta Beydâvi, yerin kendi lisân-ı hâliyle bildiklerini anlatacağını söylerken498, Bursevî cumhurun görüşü olarak gerçek dille bu anlatımın gerçekleşeceğini söylemektedir.499 Süleyman Ateş Tirmizî’de geçen Ebû Hureyre hadisini naklederek500, yerin haberlerinin insanlardan her biri için “Bu filan gün şunu yaptı”

demesi olduğunu söylemektedir.501

Bu sarsıntıların olduğu ve yerin üzerinde olan bitenleri anlatmasından sonra insanlar, yaptıklarının kendilerine gösterilmesi ve hesap vermeleri için gruplar halinde kabirlerinden çıkarılacaklardır. Amellerin gösterilmesinden maksadın karşılığının gösterilmesi olduğu Beyzâvî ve Bursevî tarafından vurgulanmaktadır. Çünkü amelin Allah tarafından nuranî ya da zulmânî bir cisme bürünmedikçe kendisinin gösterilmesi mümkün değildir, ancak yapılan işlerden dolayı hak edilen şeyler gözle görülebilecek niteliktedir.502 Süleyman Ateş ise ayette geçen “sudûr” kelimesinin “vürûd”un tersi olduğunu ve dönmek manasında kullanıldığını söylemektedir. Bu bağlamda Beyzâvî ve Bursevî’nin kabirden çıkmak olarak algıladığı fiili, arzdan hesap alanına dönmeleri ya da hesap alanından sevap ve ceza yerine dönmeleri olarak açıklamaktadır.503

Kıyamet gününün tasvir edildiği diğer sûre olan Kâria Sûresi’nde ise kıyamet günü olacak bazı olaylar anlatılmaktadır. Sûre sözlükte kuvvetli ses çıkaracak şekilde şiddetle vurmak anlamındaki Kâria’dan ismini almaktadır ve genel olarak kıyamet saatinin korkunçluğundan ve dehşet vericiliğinden bahsetmektedir. Ayrıca büyük tabiat olaylarına da kâria adı verilmektedir.504 Kıyamet gününün dehşet verici özelliğine vurgu yapılmak üzere bu kelime kullanılmıştır.505 “Karia nedir?” ve “Karia’nın ne olduğunu sen nereden bileceksin?”

ayetlerinde kıyametin dehşet verici özelliğinin te’kidli şekilde anlatılabilmesi için zamir yerine Kâria kelimeleri tekrar tekrar zikredilmektedir.506 Bu vurgu yapıldıktan sonra ise

497 Beyzâvî, a.g.e., c. V, s. 330.

498 Beyzâvî, a.g.e., c. V, s. 330.

499 Bursevî, a.g.e, vr. 17a.

500 Tirmizî, Tefsîr, 88.

501 Ateş, a.g.e., c. XI, s. 51.

502 Beyzâvî, c. V, s. 330; Bursevî, a.g.e., vr. 19a-b.

503 Ateş, a.g.e., c. XI, s. 50.

504 Bursevî, a.g.e., vr. 30b.

505 Ateş, a.g.e, c. XI, s. 64

506 Bursevî, a.g.e, vr. 31a.

179 Kâria’nın ne olduğu sonraki ayetlerde açıklanmaya başlamaktadır. Kâria yani kıyamet gününde insanlar yayılmış pervaneler gibi olacaktır. Pervanelere benzetilme, sayıca çok fazla olmaları, zelil vaziyette olmaları, her tarafa yayılmaları ve şiddetle ızdırap çekmeleri yönüyle olmaktadır.507 Bursevî, pervaneye benzetilme sebebinin hareketlerinin çokluğu amaçsızca farklı yönlere doğru gitmeleri olduğunu vurgulamakta ve tıpkı pervaneler gibi her bir insanın farklı yönlere koşuşturacaklarından bahsetmektedir. Başka bir ayette buradaki insanların yayılmış çekirgelere508 benzetilmesi insanların o gün çok kalabalık ve hareketli olacaklarına, pervaneye bezetilmesi ise bu hareketliliğin amaçsızca olacağına delâlet etmektedir. 509 Pervânelerin ateşin etrafında dolanırken yanıp düşmeleri ile bağlantısı ise ilk Sûr’a üflenmesi ile insanların baygınlık geçirip düşmesidir.510

Dağların atılmış renkli yünler gibi olması ise ikinci Sûr’a üfürülmesinden sonra olmaktadır. “el-menfuş” kelimesi yünü dağıtmak ve parçalara ayırmak demektir. O gün dağların tamamen parçalara ayrılarak dağılmış, havada uçuşan yünlere benzetilmesinden maksadın aşırı kalabalık olan insanların mahşer yerinde toplanabilmesi ve ufku rahatlıkla görebilmeleri olduğu vurgulanmaktadır.511 Dağların bu şekilde parçalanması mahkeme alanın görülmesi ve oraya gidilebilmesi için yeryüzü düzleştirilmiş olacak, bu da ikinci Sûr’dan sonra vukû’ bulacaktır. Çünkü ilk Sûr ile insanlar kabirlerinden çıkarılıp pervaneler gibi amaçsızca dolaşacaklardır.512

B. Ceza ve Mükâfât

Kıyamet günü tasvir edildikten sonra her iki sûrede de mahşer günü hesabın nasıl sorulacağı anlatılmakta, adaletin mutlaka tecelli edeceği vurgulanmaktadır. Zilzâl Sûresi’nin son iki ayeti amellerin karşılığının nasıl görüleceğine dair bir açıklama niteliğindedir. Kim iyi ya da kötü amellerden zerre kadar bile yapsa onun karşılığını göreceği vurgulanmaktadır.

Bursevî iyilik yapan kâfirlerin amellerinin askıda kalacağını eğer Müslüman olurlarsa karşılığını göreceklerini, Müslüman olmadan ölürlerse yaptıkları işin boş bir iş olacağını söylemekte ve bu görüşünü Hz. Peygamber’den nakillerle desteklemektedir.513 Ayrıca insanların bu ayetler inmeden önce küçük günahlardan ya da yapılan küçük iyiliklerden dolayı

507 Beyzâvî, a.g.e., c. V, s. 333.

508 Kamer, 54/7.

509 Bursevî, a.g.e., vr. 31b.

510 Ateş, a.g.e., c. XI, s. 64.

511 Bursevî, a.g.e., vr., 32a.

512 Bursevî, a.g.e., vr. 32b.

513 Bursevî, a.g.e., vr. 20b.

180 Allah’ın günah ya da sevap yazmayacağını zannettiklerini ve bu yanlış inancın bu ayetlerle düzeltildiğini vurgulamaktadır.514

Süleyman Ateş ise bu ayetlerin gereği olarak bir üzüm tanesi ya da bir tebessüm ile bile olsa iyiliğin karşılığının görüleceğini Hz. Peygamber’in bu doğrultudaki hadislerini aktararak anlatmaktadır.515

Ayrıca Hz. Peygamber’in Zilzal Sûresi’nin Kur’ân-ı Kerîm’in dörtte birini oluşturduğunu söylediği rivayet edilmiş ve bu sûreyi dört kez okuyanın hatim sevabı alacağı vurgulanmıştır.516

Kâria Sûresi’nin altıncı ayetinden itibaren mahşer gününün tasviri ile birlikte insanların nasıl hesap vereceği, Allah’ın adalet terazisinin nasıl işleyeceği anlatılmaktadır.

Buna göre, O gün insanların karşısına adalet terazisi getirilir ve ameller tartılmaya başlanır.

Tartısı ağır gelen insanlar hoşnut olacağı bir hayat içerisine girer. Ağırlıktan maksadın üstün olmak olduğu söylenmiş, hakkın ağır bâtılın ise hafif olduğu vurgulanmıştır.

Mîzân kelimesinin “Mevâzîn” şeklinde çoğul olarak kullanılması her bir ferdin ayrı terazisi olduğu için ya da tartılan şeylerin çeşitli ve farklı ağırlıklarda olduğu içindir.517 Mîzân kelimesinin mecazen denge ve adalet manasında kullanılmasını değerlendiren Süleyman Ateş ise, mevâzin kelimesinin gerçek ya da mecâzi manada kullanılma ihtimâlinin mevcut olduğunu söylemektedir. Gerçek manasında ele alındığı takdirde hesap yerinde amellerin tartıldığı ilâhi bir terazi olduğu sonucuna, mecâzi manada kullanıldığı takdirde ise ilâhi adaletin bir şekilde gerçekleştirileceğini, bunun bir terâzi ile olmasının gereği olmayacağını vurgulamaktadır. Kendi kanaatini ise mecâzi anlamın daha uygun olacağı şeklinde belirtir.518

Bu durumda terazi ister gerçek olsun ister mecâz olsun, amellerin karşılaştırılması ile iyi amelleri ağır basanların mutlak refah ve huzura kavuşacakları, iyi amelleri terazide hafif gelenlerin ise yerlerinin “Hâviye” olacağı belirtilmektedir. Hâviye’yi Beyzâvî, cehennemin isimlerinden birisi olarak tanımlamakta ve yakıcı ateş demek olduğunu söylemektedir.519 Bursevî ise çok derin ve dibi çok uzak olduğu için bu adın verildiğini ifade etmektedir.

Derinliğin büyüklüğünü ise cehenneme atılan kişilerin her birinin oraya düşmesinin yetmiş yılı bulacağı şeklindeki rivayetle açıklamaktadır.520

514 Bursevî, a.g.e, vr. 21b.

515 Ateş, a.g.e, c. XI, s. 51.

516 Beyzâvî, a.g.e., c. V, s. 330.

517 Bursevî, a.g.e., vr. 32b-33a.

518 Ateş, a.g.e., c. XI, s. 65-66.

519 Beyzâvî, a.g.e., c. V, s. 333.

520 Bursevî, a.g.e., vr. 34b.

181 Süleyman Ateş, bu ayetin üç anlama gelebileceğini söylemektedir. Birincisi annelerin sığınak olmasından dolayı tartısı hafif gelenlerin de sığınağının cehennem olacağı anlamındadır. İkinci olarak, Hâviye’nin düşen şey anlamından hareketle Araplar arasındaki deyime hamledilebilir. Araplar, bir kişinin ölmesini ya da helâk olmasını istediklerinde “anası düşşün!” deyimini kullanmaktadırlar. Ayette de o kişilerin helak olduklarını anlatmak için

“anası düştü”, “anası ağladı” şeklinde söylenmiş olabilir. Üçüncü anlamın ise “ümm”

kelimesinin beyin anlamına gelmesinden hareketle cehennemliklerin beyni üzere düşeceğinin, kafa üstü cehenneme atılacağının vurgulanması olduğunu söylemektedir.521

Ayetin Süleyman Ateş’in naklettiği birinci anlamıyla anlaşılacağını Bursevî kabul etmekte ve ona göre korkan insanın kaçıp saklandığı yerin annesi olmasından dolayı, cehennemliklerin de korkup cehenneme sığınacaklarının vurgulandığını söylemektedir.

Bursevî ayetten yine annelerin rahminin çocuklar için koruyucu olmasından muratla, cehennemin de koruyucu olduğu manasının çıkarılabileceğini vurgulamaktadır.522

On ve on birinci ayetlerde ise Hâviye’nin ne olduğu açıklanmakta onun kızgın bir ateş olduğu söylenmektedir. İlk ayet Allah tarafından söylenmediği takdirde Hâviye’nin ne olacağının bilinemeyeceğine işaret eder. On birinci ayette ise ateşin zatı itibariyle kızgın bir cisim olmasına rağmen kızgın sıfatının tekrar eklenmesi ise cehennem ateşinin yanında dünyadaki ateşin soğuk kalacağının anlatılması sebebiyledir.523 Bursevî de güneşin en yakıcı olduğu zamanda arapların “hâmiyetü’ş-şems” dediklerini nakletmektedir.524

521 Ateş, a.g.e., c. XI, s. 65.

522 Bursevî, a.g.e., vr. 34b.

523 Ateş, c. XI, s. 65.

524 Bursevî, a.g.e., vr. 35a.

182 SONUÇ

İsmail Hakkı Bursevî’nin Bursa İnebey Yazma Eserler Kütüphanesi’nde müellif nüsha olarak bulunan ve Beyzâvî’nin Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl adlı eserinin 30. Cüzü üzerine yazılmış üç ciltlik şerhinin üçüncü cildi bu çalışmada önce tahkik edilmiş, ardından tahlil edilerek incelenmiştir. Bursevî eserinde ayetleri ve sûreleri Kur’an’daki tertibe göre ele almakta ve ayetleri öncelikle Arap dili ve grameri bakımından incelemektedir. Arap Dili’ndeki kullanımından dolayı farklı anlamlara gelebilecek olan kelimelerin sarf ve nahiv açısından tahlilini yaparak, kelimenin tam olarak hangi anlamı ifade ettiğini açıklamaya çalışmaktadır. Ayrıca her bir ayeti ayrı ayrı ele almakta, mana açısından birliktelik olan, birbirlerini bir cümle şeklinde tamamlayan ayetlerde ise önceki ve sonraki ayetlere atıf yaparak toplu anlamda ortaya koymaktadır. Kelimelerin manalarını da ayrı ayrı açıkladıktan sonra tefsire geçmektedir.

Tefsirde hem rivayet hem de dirayet metoduna yer verilmekle birlikte, bu eserde müellifin en önemli eseri olan Rûhu’l-Beyân’da olduğu gibi çok fazla edebi üslup, şiir, menkıbe ve işârî yoruma rastlanılmamaktadır. Ayetlerin tefsirinde konu ile alakalı diğer ayetlerden ve Hz. Peygamber’in hadislerinden yararlanılmakta, tefsirde açıklama görevinde ayet kullanılması durumunda “ﻰﻟﺎﻌﺗ ﻝﺎﻗ” ya da “ﻪﻟﻮﻗ” ile cümleye başlanmaktadır. Ayrıca o ayetle ilgili sahabeden gelen görüşler de değerlendirmeye alınmaktadır.

Yine aynı şekilde ayetleri tefsir ederken, eski müfessirlerin ve tefsiri yapılan ayetin konusu ile alakalı olan farklı ilim dallarına ait mütekaddimin ulemanın görüşlerine de yer verilmektedir. Ulemanın görüşleri, bazen isim verilerek, bazen eser adı üzerinden verilmekte, bazen ise eserden alıntı yapılarak ilgili görüş verilmektedir. Görüşlerine yer verdiği müfessirler arasında Beyzâvî, Zemahşerî, Mâturîdi, İsfehânî, Bayezid-i Bistâmî gibi müfessirler bulunmaktadır. Ayrıca bazı ayetlerin tefsirinde müellifin düşüncesine aykırı bir fikir daha önce söylenmişse “ﻢﻬﻀﻌﺑ ﻝﺎﻗ” denilerek ilk önce o fikir sahiplerinin görüşleri sunulmakta, ardından müellif kendi görüşünü “ﺮﻴﻘﻔﻟﺍ ﻝﻮﻘﻳ” diyerek ortaya koymaktadır.

Rûhu’l-Beyân’da bulunan telif geleneğinin önemli üsluplarından biri sayılan, “şöyle dersen” bende “şunu söylerim” şeklindeki diyalektik metoda bu tefsirde çok fazla yer verilmemiştir. Ahkâm ayetleri ise Hanefi Ekolü’nün görüşleri doğrultusunda yorumlanmaktadır. Ayetlerin tefsirinde kıraat farklılıklarına hemen hemen hiç değinilmemekte, önemli olarak görülebilecek yerlerde farklı okunuşlar verilmektedir.

183 Tahkiki yapılan eser, şerhi olduğu Beyzâvî’nin Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl adlı eseri ve günümüz müfessirlerinden Süleyman Ateş’in Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri adlı eseri ile karşılaştırıldığında, Bursevî’nin Beydâvi’nin yorumlarına çok fazla yerde karşı çıkmadığı görülmektedir. Beydâvi’den farklı şekilde yorumladığı az miktardaki ayetlerde ise keskin bir ayrım söz konusu değildir. Örneğin Beyzâvî, Beyyine Sûresi’nin ilk ayetindeki münfekkîn kelimesini inkârlarından ayrılmak olarak yorumlarken, Bursevî aynı kelimeyi, kelimenin sözlük anlamından hareketle Ehl-i kitabın hakka uyma konusunda vermiş oldukları vaatlerinden ayrılma olarak yorumlamaktadır.

Ayetleri yorumlamada Beyzâvî’den farklı düşündüğü bir başka ayet ise Tekâsür Sûresi’nin son ayetidir. İnsanlara verilen nimetlerden hesaba çekileceğinin vurgulandığı ayeti Beyzâvî, nimete yönelik şükrünü yerine getirmeyen insanların hesaba çekileceği şeklinde yorumlarken; Bursevî, şükrünü yerine getirsin getirmesin tüm insanların kendilerine bahşedilen nimetlerden hesaba çekileceğini söylemektedir.

Beyzâvî ve Bursevî arasında önemli bir yorum farkının bulunmayışı iki sebebe dayandırılabilir. Birincisi Bursevî’nin eseri Beyzâvî üzerine yazılmış bir şerhtir, şerhin genel amacı, farklı yorum yapmaktan ziyade, Beyzâvî tarafından yapılan yorumların kapalı kaldığı düşünülen yönlerinin açıklamasından ibarettir. İkincisi ise Beyzâvî tarafından yapılan yorumların müfessirlerin çoğunluğu tarafından ayetlerin anlaşıldığı şekle paralel olmasıdır.

Bu nedenle Bursevî de genellikle çoğunluğun görüşünün dışına çıkmadan ayetleri ve tefsiri şerh etmektedir.

Tahkik ettiğimiz eser ile mukayese edilen “Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri” adlı diğer eser arasında ise çoğunlukla paralellik bulunmakla beraber azımsanmayacak derecede yorum farkları da mevcuttur. Bu yorum farklılıklarının en dikkat çekenine, Beyyine Sûresi’nin altıncı ayetinin tefsirinde rastlanılmaktadır. Bursevî, “Ehl-i Kitap” ve müşriklerin cehennem azabında ebedî olarak kalacaklarını ancak aralarından azabın şiddeti konusunda bir fark olabileceğini söylerken, Süleyman Ateş, “hulûd” kelimesinin çok uzun zaman dilimi anlamına geldiğini ve bir sonu olduğunu vurgulayarak, görecekleri azabın ebedi olmayabileceği ihtimali üzerinde durmaktadır.

İki eser arasındaki bir başka yorum farkı da Zilzâl Sûresi’nin bir ve ikinci ayetlerinin tefsirinde bulunmaktadır. İlk ayetteki yer sarsıntısının kıyamet günü sûra üflenildiği zaman oluşacağını söyleyen Bursevî’ye göre ilk sûra üflenildiğinde yerin sarsılması ile yerin altındaki hazinelerin dışarı çıkacak, ikinci sûra üflenildiğinde ise yer ölüleri dışarı atacaktır.

Süleyman Ateş ise, ilk ayetteki depremin sûr ile bir alakasının olmadığını, sûrdan tamamen

184 bağımsız bir deprem olacağını söylemekte, sûrların sadece insanları kaldırarak mahşerde toplanmasını sağlayacağını vurgulamaktadır. Bu iki örnek gibi birçok farklı yorumla karşılaşılmasının ana nedeninin çağdaş müfessirlerden sayılan Süleyman Ateş’in genellikle çoğunluk müfessirlerin yorumlarına aykırı yorumlarda bulunmasından kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim Bursevî yukarıda da belirtildiği gibi cumhura yakın kanaatleri benimsemekte ve tefsirini buna göre şekillendirmektedir. Bu sebeple Süleyman Ateş’in çoğunluğun dışına çıkan görüşlerinin Bursevî ile tezat oluşturduğu sonucuna ulaşmak mümkündür.

Bu çalışma ile özellikle Osmanlı ilim dünyasında önemli bir yeri olan mutasavvıf ve müfessir İsmail Hakkı Bursevî’nin Beyzâvî Tefsiri üzerine yapmış olduğu haşiyenin bir kısmı müellif hattı nüshasından temize çekilerek ilim dünyasına tanıtılmıştır. Ayrıca Beyzâvî, Bursevî ve günümüz müfessirlerinden Süleyman Ateş’in tefsirleri, tezimizde konu edindiğimiz sûreler kapsamında karşılaştırılmış ve aralarındaki benzerlik ve farklılıklar ortaya konmaya çalışılmıştır. Böylece üç farklı dönemde yaşamış üç farklı müfessirin ayetleri yorumlama konusundaki farklı yaklaşımlarının belirlenmesi amaçlanmış ve bu doğrultuda sonuç elde edilmiştir.

185 BİBLİYOGRAFYA

ABDÜLBÂKÎ, Muhammed Fu’ad, el-Muʻcemü’l-müfehres li elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Beyrut, t.y.

ALPER, Hülya, “Münafık”, DİA, c. XXXI, İstanbul, 2006.

ATEŞ, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, t.y.

AYNÎ, Mehmed Ali, “İsmail Hakkı’ya Dair bir Tedkik Hülasası”, Darülfünûn İlahiyat Fakültesi Mecmuası, İstanbul, 1928, sayı: 2.

AYVANSARAYÎ, Hafız Hüseyin b. İsmail, Hadîkatü’l-cevâmî’, Matbaa-i Âmire, İstanbul, 1281.

BEBEK, Adil, “Mağfiret”, DİA, Ankara, 2013, c. XXVII.

BEYZÂVÎ, Nasıruddîn Ebu’l-Hayr Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirâzî, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl, Beyrut, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-arabî, t.y.

BİRIŞIK, Abdülhamit, “Rahmet”, DİA, İstanbul, 2007.

BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, thk. Muhammed Züheyr b. Nâsır, Dâru Tavki’n-Necât, 1. Baskı, I-IX.

BURSALI Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul, Matbaa-i Amire, 1333, c. I.

BURSEVÎ, İsmail Hakkı, Rûhu’l-Beyân, İstanbul, 1286.

_________, Kitâbü mir’âti’l-hakâik, A. E. Ktp. , nr. 1504 _________, Mecmua-i Hakkı, İnebey Ktp., Genel, nr. 3507.

_________, Silsilename-i Celvetî, İstanbul, Haydarpaşa Hastahanesi Matbaası, 1291.

_________, Temâmü’l-Feyz, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 244.

_________, Tuhfe-i İsmâiliyye, Basiret Matbaası, İstanbul, 1292.

_________, Tuhfe-i Recebiyye, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 1374.

ÇAĞRICI, Mustafa, “Gıybet”, DİA, c. XIV, İstanbul, 1996.

_________, “Fil Sûresi”, DİA, İstanbul, 1996.

_________, “Hak”, DİA, c. XV, İstanbul, 1997.

_________, “Sabır”, DİA, c. XXXV, İstanbul, 2008.

DEMİRCİ, Muhsin, “İstiâze”, DİA, İstanbul, 2001.

EFENDİ, İlyas, İsmail Hakkı Bursevî’nin Kitâbü’s-Silsileti’l-Celvetiye’si, M.Ü. Sosyal Bilimler Enst., (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), 1994.

HAYRİ, Ahmet, İmâmü’l-Kevserî, Halep, y.y., 1372.

186 HİLMİ, Ömer Faruk, Rûhu’l-Beyân Tefsiri: Tam Metin Tercüme, İstanbul, Osmanlı

Yayınevi, t.y.

KAPAR, Mehmet Ali, “Ebû Leheb”, DİA, İstanbul, 1994.

KARA, Mustafa, Tasavvufî Hayat, İstanbul, Dergah Yay., 1980.

KAYA, Remzi, Kur’ân’a Göre Ehli Kitap ve İslâm, Yağmur Yayınları, İstanbul, 2011.

_________, “Ehl-i Kitap”, DİA, c. X, İstanbul, 1994.

_________, “Kur’an’da İstiâze (Sığınma)”, UÜİF, c. X, sayı: 1, 2001.

MUSLU, Ramazan, İsmail Hakkı Bursevî ve Temâmü’l-Feyz Adlı Eseri, Marmara Üni.

Sosyal Bilimler Enst., (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 1994.

MÜSLİM, Ebü’l-Hasen Müslim b. Haccâc en-Nisâbûrî, Sahîhu Müslim, thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Dâru İhyâi’t-türâsi’l-arabî, Beyrut, I-V.

MÜSTAKİMZÂDE Süleyman Sadeddin Efendi, Tuhfe-i Hattâtîn, Ankara, Türk Tarih Encümeni Yay., 1928.

NAMLI, Ali, “İsmail Hakkı Bursevî”, DİA, Ankara, 2001, c. XXIII.

_________, İsmail Hakkı Bursevî ve Temâmü’l-Feyz Adlı Eseri (İkinci Kısım), M. Ü.

Sosyal Bilimler Enst., (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), 1994.

RÂZÎ, Fahreddîn b. Ziyâuddîn Ömer, Tefsîru’l-Fahri’r-Râzî: Mefâtihu’l-Gayb, Dâru’l-fikr, Beyrut, 1981, c. XXXII.

SÂBÛNÎ, Muhammed Ali, Muhtasar Rûhu’l-Beyân Tefsiri (Trc. Heyet), I-X, İstanbul, Damla Yayınevi, 1995.

SAHAFÎ, Mehmed, Ecvibetü’s-sahafî ‘an es’ileti Şeyh İsmail Hakkı, İ.Ü. Ktp., TY, nr.

SAHAFÎ, Mehmed, Ecvibetü’s-sahafî ‘an es’ileti Şeyh İsmail Hakkı, İ.Ü. Ktp., TY, nr.