• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM TASAVVUF

H. Hırka, Destâr, Âyîn:

5. Hayret, Hâl, Cezbe:

Hayret: “Şaşmak, şaşırmak anlamına gelir. Tasavvufta, kalbe giden bir tecellî

sebebiyle sâlikin düşünemez ve muhakeme edemez hâle gelmesi”1 demektir.

Kadı Burhaneddin ve Şeyhî, şu beyitlerde “hayret” kavramına yer verirler:

“Hayret” (KBD. 663-5/ŞD. 56-4, 106-5, 106-6, 184-8).

Kadı Burhaneddin, Şeyhî’den farklı olarak “muhayyer” (KBD. 790-1, 979-3,

1146-1), “hayrân” (KBD. 110-7, 995-1, 1196-1) kelimelerini de zikreder.

Her iki şairin de gazellerinde âşığın, Allah’ın tecellilerini izlerken hayrete düştüğüne işaret edilir. Kadı Burhaneddin’ e göre; âşık, Allah’ın delillerini izlerken, gönül denizi dalgalanır çünkü bu güzelliğe hayran kalan âşığın gözlerinden nisan bulutu gibi yaşlar dökülür. Bazen de âşığın canının muhabbet çölünde hayran kaldığı görülür (KBD. 110-7). Bir beyitte de şair, âşıklar arasında sevgilinin güzelliğine benim kadar hayran olan yoktur; benim gibisini bu dünyada bulmak için devirler gerekir, der.

Mevc urur göñlüm denizi yine hayrândur neden Gözlerim çün ebr-i nîsân oldı rîzândur neden

KBD. 1196-1

‘Uşşâk arasında binüm gibi muhayyer Bulmahlığa bu dünyâda edvâr gerekdür

KBD. 979-3

Şeyhî de bir beytinde; sevgilinin yüzündeki tecelli nurunu görünce hayretle

Mûsâ peygamber gibi kendimden geçsem ne olur, der. Bir başka beyitte de hayret denizinin, âlemi gark ettiğini zikrederek hikmet gemisinin bu denizden kurtuluşunun zor olacağını dile getirir.

N’ola gayş oldum hayret ile Mûsî-vâr

Yâr dîdârı bu dem nûr-ı tecellî mi degül

ŞD. 106-6 Hayret deñizi ‘âlemi gark itdi Şeyhîyâ Kanı necât bulmağa hikmet sefînesi

ŞD. 184-8

Hâl: “Düşünme, çalışma ve gayret olmaksızın kalbe gelen sevinç, hüzün, gam,

rahatlık, açılma, şevk, zevk, daralma, heybet veya üns gibi şeylerdir.”1

Kadı Burhaneddin ve Şeyhî’nin gazellerinde “hâl” şu beyitlerde geçer: (KBD.

9-2, 48-3, 168-5, 175-1, 194-1, 340-1, 419-3, 466-3, 825-1, 1167-1/ŞD. 90-1) Ayrıca bazı beyitlerde “hevâ, heves” kelimeleriyle âşığın içinde bulunduğu hâli anlatırlar. Bu beyitler şunlardır: (KBD. 2-5, 14-3, 22-4, 24-5, 57-4, 67-3, 91-1, 100-2, 119-2, 123-5, 143-4, 150-1, 187-2, 200-3, 222-8, 239-4, 267-4, 364-2, 463-2, 927-4, 1196-6, 1218- 1/ŞD. 71-3, 97-2, 103-4, 105-4, 110-4, 118-5, 120-6, 124-7, 125-4, 131-2, 185-2)

Kadı Burhaneddin, Şeyhî’den farklı bir biçimde “hâlât/hâlet” (KBD. 172-1,

275-1, 384-2, 464-2), “ahvâl” (KBD. 11-2, 84-4, 1093-5), “hâl-i muhâl” (KBD. 509-7) sözlerini zikreder.

Kadı Burhaneddin’e göre; âşık, kendi hâlinin ne olduğunu bilemez, bu hâlini

ancak kendi hâlini bilenlere sormak gerekir (KBD. 825-1). Bir diğer beyitte dilin gönlü olmadığı için âşığın hâlini söylemeyeceğini, ancak gönlü olanların bu hâlden anlayacaklarını ifade eder. Bir başka beyitte de; sevgilinin belinin, âşığın hâlini; dudağının da sırrını bildiğini söyler.

Dil niçesi söylesün dilde ne dil var durur Hâli gerek añlaya kimde ki dil var durur

KBD. 1167-1

Bilüñden hâlümi bil ki bilür ol Lebüñden sor ki niçe oldı râzum

KBD. 48-3

Kadı Burhaneddin, şu iki beyitten birincisinde; aşk vilâyetine sefer düşünce

âşığın divane başına da başını terk etme hevesinin düştüğünü; ikincisinde, âşığın aşk ateşine düştüğünden beri yüzünü topraklara sürdüğünü fakat canının sevgilinin kara saçına hevâsının olmadığını yani kesrete meyletmediğini söyler.

‘Işkuñ vilâyetine niçe ki sefer düşer

Dîvâne başuma heves-i terk-i ser düşer

KBD. 1218-1

Cânum oda düşeli toprağ iderem yüzümi Kara saçuña sinüñ çün hevâsı yoh nidelüm

KBD. 143-4

Şeyhî ise bir beytinde; sevgilinin, âşığın hâlinden hiç haber almadığını, onun

kanadını kesmese o, gönlü rahat bir şekilde, istekle uçardı, der. Bir diğer beyitte de âşığın, gönlünde heves, başında hevâ, canında bela olduğunu söyler.

Kesmese perr-i cânı dest-i heves

Ol hevâda uçardı fâri-bâl1

ŞD. 105-4 Heves göñülde hevâ başda belâ cânda

Gözüm hem2 olmasa bu hâl ile benüm nem olur

ŞD. 71-3

Kadı Burhaneddin, Şeyhî’den farklı bir ifade şekliyle sevgilinin aşkını verip

sabrını vermediğini, âşığı mümkün olmayacak tuhaf bir hâle getirdiğini söyler. Başka bir beyitte de bu gece gönlün hâlleri yazılırken benim başımdaki humarım da yazılsın, der.

‘Işkuñ cânuma virdüñ ü bir sabr virmedüñ Bizümle turfa hâl-i muhâl itdüñ eyle mi

KBD. 509-7

Gerek ki göñül hâleti yazıla bu gice Başdağı humârum dahı yazıla bu gice

KBD. 275-1

Cezbe: “Çekmek, çekim anlamına gelir. Kulu Hakk’a yaklaştıran ilâhî inayettir.

Hakkın cezbe sayesinde kulu kendisine yaklaştırması sülûk mertebelerini ve makamlarını aşarken, muhtaç olduğu her şeyi güçlük ve uğraşma olmaksızın, kendisine ihsan etmesiyle gerçekleşir.”3

Kadı Burhaneddin ve Şeyhî’nin ortak olarak yer verdikleri kavramlardan biri de

“cezbe” dir.

1 Biltekin, 2003: 186 (CXI/ 4): “fâri-bâl” yerine “fârig-bâl” şeklindedir. 2 Biltekin, 2003: 122 (XXII/ 3): “hem” yerine “nem” şeklindedir. 3 Kâşânî, 2004: “el-Cezbe” maddesi, s. 185

Kadı Burhaneddin’in gazellerinde “cezbe” daha çok “ihtiyârını kaybetmek”,

“kendinden gitmek” şeklinde ifade edilir. Bir beyitte iradeye kavuşmak için iradesinin olmadığına, en iyi yolun iradeyi terk etmek olduğuna işaret eder. Bir diğer beyitte Ey dilber! Ben kendimden gitmişim, sen içimde yanan ateşleri sözümden anla, der.

İhtiyârum çünki yoh şol ihtiyâra irmege İhtiyâr oldur ki kılam bunda terk-i ihtiyâr

KBD. 1190-2

Gel iy dilber gel iy dilber ki ben gitmişem özümden İçümde yanan odları tapuñ añlaya sözümden

KBD. 998-1

Kadı Burhaneddin, başka bir beyitte de âşığın atını eğerleyip ona bağlandığını

yani yola çıkma hazırlıklarını tamamladığını, artık sevgiliye yönelmesinin ani bir cezbeye bağlı olduğunu söylerken; Şeyhî, âşığın, bulutun çöllere saldığı bir damla olduğunu ve okyanusun, gece onu kendine çekerek gün ışığına erdirdiğini dile getirir.

Eyerlemişem atumı bağlanmışam temâm Yöñelmek aña cezbe-i nâgâha bağludur

KBD. 831-3

Benem ol katre ki sahrâlara salmışdı sehâb İrdi gün pertevi cezb eyledi deryâ bu gice

ŞD. 148-4

Benzer Belgeler