İKİNCİ BÖLÜM TASAVVUF
H. Hırka, Destâr, Âyîn:
6. Halvet, ‘Uzlet, Tecrîd:
Halvet: “Yalnızlık demektir. Tasavvufi anlamda; ne bir meleğin ne de diğer
herhangi bir kimsenin bulunmadığı bir halde ve yerde Hak ile sırren (mânen) konuşmak, rûhen sohbet etmektir.”1
Kadı Burhaneddin ve Şeyhî, gazellerinde “halvet”, “vuslat”, “vasl”, “visâl”
sözlerine sıkça yer verirler. Bu kelimelerin geçtiği bazı beyitler şunlardır: Halvet (KBD. 147-4, 330-1, 383-1, 383-5, 721-3, 779-5, 884-4, 1033-7, 1059-6, 1097-9, 1127-5, 1236-2, 1239-3/ŞD. 65-6), halvet-serâ(y) (KBD. 1131-4/ŞD. 178-5), vasl (KBD. 8-9, 28-4, 54-5, 79-6, 128-5, 132-2, 175-2, 240-8, 245-4, 275-3, 329-9, 341-1, 345-4, 359-4, 457-3, 579-1, 674-7, 699-5, 703-5, 875-6, 1002-6, 1006-4, 1126-4, 1280-7, 1287-6, 1303-5/ŞD. 32-8, 85-2, 90-5, 94-5, 116-7, 118-2, 120-1, 129-4, 139-4), visâl (KBD. 5-6, 136-2, 160-5, 172-2, 221-4, 255-5, 253-5, 263-4, 313-9, 319-4, 434-3, 441-3, 442-1, 518-5, 524-2, 544-1, 560-3, 746-4, 865-1, 922-5, 970-4, 1088-2, 1150-5, 1175-6/ŞD. 23-6, 104-1, 113-6, 150-6, 168-2, 190-2), vuslât (KBD. 338-1, 419-4, 611-5, 1134-3, 1206-4, 1274-2/ŞD. 67-2, 86-1, 116-1, 148-5, 177-1).
Kadı Burhaneddin, Şeyhî’den farklı olarak “va‘de-i vasl” (KBD. 144-1, 261-1,
1151-6), “mî‘âd-ı visâl” (KBD. 556-3), “zülâl-i visâl” (KBD. 263-1), “âb-ı visâl” (KBD. 1291-11), “ümîd-i vasl” (KBD. 324-5), “şerbet-i vasl” (KBD. 446-2), “halvet-i vasl” (KBD. 772-3), “halvet-i nâzük” (KBD. 539-1), “vasl/visâl gecesi” (KBD. 124-7, 136-5) sözlerini zikrederken; Şeyhî, halvet kavramı için “halvet-nişîn” (ŞD. 157-5, 196-6), “visâl-i halvet” (ŞD. 4-7) ve “erba‘în” (ŞD. 160-2), “dâne-i vasl” (ŞD. 1-4) ifadelerini tercih eder.
Kadı Burhaneddin ve Şeyhî’nin gazellerinde genellikle âşığın, sevgiliye
(Tasavvufi anlamda Allah’a) kavuşmak, onunla yalnız kalmak, sohbet etmek istediği görülür. Sevgiliye kavuşmak için canı, başı ve bütün dünya nimetlerini feda etmek gerekir.
Ben bu dünyâ hoşlığından turayım ‘ışkuñ içün İllâ vasluñ lezzetinden öleyim turmayayum
KBD. 419-4
Cânı vü başı vasluñ içün kılmışam fidâ Yâ irişem ya bagrumı yaram kandasın
Kadı Burhaneddin’e göre; âşık, sevgiliyle yalnız kalınca gönlü devlet olur.
Sevgilinin vaslına erenleri şereflendirmeye hacet yoktur.
Bir lahza eger sinüñ ile halvet olaydı Dîvâne göñülüme zihî devlet olaydı
KBD. 330-1
Vasluña irenlere teşrîf ne hâcetdür
‘Işk ehli mu‘ayyendür ta‘rîf ne hâcetdür
KBD. 579-1
Kadı Burhaneddin, sevgiliye kavuşmak âşık için en büyük panzehir; sevgilinin
ayrılığı ise çaresi olmayan bir zehirdir, der. Şaire göre; âşık, ayrılığı görerek kavuşmaktan ümidini kesmemelidir zira Allah derdi dermanıyla yaratmıştır.
Baña vasluñ durur tiryâk-ı ekber
Baña hecrüñ urur zehr-i helâhil
KBD. 1002-6
Hecrini göribenüñ kesme visâlinden ümîd
Derdi Hak bile yaratdı zîrâ dermânıyile
KBD. 922-5
Şeyhî ise sevgiliye kavuşmanın, aşık için imkansız bir hayal olduğunu dile
getirir. Bir beyitte ayrılık gününün sona erdiğini ve vuslat gecesinde tenin cana eriştiğini belirtir. Şeyhî’ye göre; âşık, vuslat gecesinin uzun olmasını ister (ŞD. 148-5).
Didüm visâlüñe irmek didi hayâl-i muhâl Didüm cemâlüñi görmek didi mübârek fal
Çok şükr ki fürkat güni pâyâna irişdi Vuslat gicesinde yine ten câna irişdi
ŞD. 177-1
Her iki şair de canan ile canın halvette yalnız olması gerektiğine işaret ederler. Hatta Kadı Burhaneddin’e göre; arada ten bile olmamalıdır.
Cân sinüñ ile şöyle kılur halveti iy cân
Ki ten dahı bu ortada ağyâr ola bu gün
KBD. 892-2
Cânân ile cân ola halvetde yegâne Şeyhî gelür ise katı bîgânelig eyler
ŞD. 65-6
Şeyhî bazı beyitlerinde ise Kadı Burhaneddin’den farklı olarak âşık ile sofuyu
karşılaştırır. Şaire göre; âşık, sevgiliyle sohbet edip safa sürerken, sofu erbainle cennete gitmeyi umar. Şeyhî, bir diğer beyitte de bütün dünyada afiyet bulan ikiyüzlüler, meyhane köşesinde halvette oturur, der.
Âşık sürer safâyile dîdâr sohbetin Sûfî bucakda cennet umar erba‘în1 ile
ŞD. 160-2 Tutdı cihânı zerk ü riyâ ‘âfiyet bulan
Meyhâne gûşesindeki halvet-nişîn ola
ŞD. 157-5
Uzlet: “Halka karışmamak, onlardan ayrı yaşamak, inzivâya çekilmek anlamına
gelir. Tasavvufi manada; günaha girmemek, daha çok ve daha ihlâslı ibâdet etmek için
1 Erba‘în: “Kırk. Dervişlerin çile çıkarmak için hücreye kapandıkları kırk günlük müddet.” Bkz. Devellioğlu, 1999: “Erba‘în” maddesi s. 227
toplumdan ayrılıp ıssız ve kimsesiz yerlere çekilmek, tek başına yaşamaktır. Buna
halvet, inzivâ, vihdet adı da verilir.” 1
Kadı Burhaneddin, “uzlet” kelimesi yerine “halvet” i tercih ederek bu kavramla
ilgili beyitler yazarken; Şeyhî, bir beytinde “uzlet” adını zikreder ve uzlet evini bulup cihan mülkünü terk ederek Allah yolunda gayret sarf edeni en yüce kişi olarak gördüğünü belirtir.
‘İzzet ol gûşe-nişînüñ ki bulup ‘uzlet evin Kodı vü açdı cihân milkini himmet kapusın
ŞD. 141-5
Tecrîd: “Soyutlama demektir. Tasavvufi anlamda; Sâlikin zâhirini mal ve
mülkten, bâtınını karşılık bekleme anlayışından arındırması, yaptığı her şeyi sırf Hak rızâsı için yapması, makam ve hâl sahibi olma düşüncesini hatır ve hayâlinden dahi geçirmemesidir.”2
Kadı Burhaneddin, “tecrîd” kavramını şu beyitlerde zikrederken (KBD. 43-2,
100-3, 186-6, 209-5, 392-1, 565-6, 883-5, 892-2, 1216-7, 1263-4); Şeyhî, gazellerinde “tecrîd” kelimesini kullanmaz ama özellikle halvet, uzlet, fena ve beka kavramlarıyla âşığın, hakiki aşka ulaşması için kendini fâni olan her şeyden soyutlaması gerektiğine işaret eder.
Kadı Burhaneddin, bir beyitte kendisini ad, ün ve candan soyutlamış bir
kalendere benzetir. Bu kalender, sevgilinin arzusunun içinde gark olmuş, aşkının ateşinde de semender kuşuna benzemiştir. Tasavvufa göre; Allah’ın birliğine ulaşmanın yolu bütün nefislerden arınmaktan geçer. Bu nedenle âşık, nefsine, vücuduna kul olmayıp tecrit tacı giyene, canını kul edeceğini söyler.
1 Uludağ, 1991: “Uzlet” maddesi, s. 498 2 Uludağ, 1991: “Tecrîd” maddesi, s. 474
Mücerred nâm u neng ü cân u dilden bir Kalenderven Hevâñ içinde gark u ‘ışkuñ odına semenderven
KBD. 392-1
Hey di begüm nefsüñe olma vücûduña kul Tâc-ı tecerrüd gözet iy saña cânum gulâm
KBD. 186-6
Kadı Burhaneddin, bir diğer beytinde de âşığın, halvete girdiği zaman ne
Kârûn’un hazinelerini ne de Hz. Süleyman’ın kudretini istediğini söyler. Âşık, halvet halindeyken Allah’tan başka her şeyden kendini soyutlar. Şair’e göre; âşık, sevgilinin hayaliyle her an gözlerinden inci gibi yaşlar döker. Bu gözyaşlarına (mala) tecrit edilmişler bile meyleder.
Düşdüm bu künce gencini Kârûnuñ añmadum Dîv ü perî ne ola Süleymâna kalmadum
KBD. 1216-7
Her lahza hayâline döker gözlerüm incü
Meyl ide mücerred dahı bu mâla niçe bir
KBD. 565-6