• Sonuç bulunamadı

F E R İ D U N M .

E M E C E N

D

oğu Karadeniz’in kıyıya paralel uzanan yüksek dağları kıyı ile iç kesim arasında büyük bir engel oluş­ turur. Bu engel ancak denize ulaşmak için hızla akan birçok irili-ufaklı akarsuların teşkil ettiği vadiler vası­ tasıyla aşılabilir. Bugünün teknoloji­ sini bile zaman zaman zorlayan tabi­ atın bu zor, engebeli yapısının, tarih boyunca bu bölgelere gelen kavimler için ne gibi sıkıntılara yolaçtığını tahmin etmek hiç de zor olmasa ge­ rektir. Kadim devirlerde olduğu gibi bugün de sürekli münakale, ancak sözkonusu akarsuların açtığı bazıları dar, bazıları geniş vâdilerle sağlan­ mıştır. Bunlardan bir kısmı daha ge­ niş bir düzlük açarak iç kesimle kıyı­ yı birbirine bağlamış ve nakliye yol­ ları olarak daima kullanılagelmiştir. Doğu Karadeniz’in diğer kesimlerin­ de olduğu gibi Giresun ili sınırları içinde de bu kabil büyük vâdiler mevcuttur. Batıdan itibaren Pazarsu- yu, Batlama, Aksu, Yağlıdere, Gele- vera ve Harşıt bahsedilen özelliklere sahip vâdiler cümlesindendir.

Giresun tarihi üzerinde uzun süre­ dir devam ettirmekte olduğumuz ça­ lışmalar çerçevesinde son iki senedir, mütevazi bir ekiple zikri geçen vâdi

boylarında incelemelerde bulunmak­ taydık. Bölgeye ikinci esaslı seyaha- atımızı 1997 Ağustos ayı başlarında gerçekleştirdik. Küçük ekibimiz böl­ geyi çok iyi tanıyan ve her birini yar­ dım ve desteği için şükranla anmak istediğim memleketlerinin usanmaz âşıkları Ayhan Yüksel, Haşan Yıldız (Mıcık), Şükür Dikmen’den oluşu­ yordu. Araştırma planımızın son saf­ hasını ise Harşıt vadisi teşkil etmek­ teydi. Bu ana kadar, yukarıda sözü edilen vâdiler dolaşılmış, kıyı kasaba­ ları ve yerleşim yerleri de incelenmiş­ ti. En sona bıraktığımız Harşıt vâdisi, tarihî açıdan büyük önemi haizdi; hususiyle vâdinin yukarı kesiminde inşa edilmekte olan barajın havzası henüz su toplamadan önce, vâdinin orijinal, tabiî yapısını görmek arzusu da buna eklenmişti. Vâdi boyunca ta­ rihî yerler, eski iskân mahalleri, kale­ ler ilgimizin ana hedefleriydi.

Sabahın erken saatlerinde tarihî bir kıyı kasabası olan eski evleri ve kalesiyle dikkati çeken TirebolıYdan hareket ettik. Buradan 5-6 km. me­ safede Harşıt vâdisine girip içeri doğ­ ru sol cenahı takible ilk hedefimiz olan tarihî Bedreme kalesine ulaştık. Burası bölgeye Osmanlılar’dan çok

önce gelmiş ve yurt tutmuş Türkmen boylarının Karadeniz kıyısına ulaş­ malarını engelleyen son savunma mahalli özelliğini taşımaktaydı. Har- şıt deresinin ağzına yakın bir tepenin üzerindeki kale, vâdinin giriş ve çıkı­ şını kontrol altında tutma, gözetleme ve muhafaza gibi amaçlara hizmet et­ mek üzere inşa edilmişti. N e zaman yapıldığı kesin biçimde bilinmemek­ le beraber burası, hemen hemen yu­ karıda adlarını verdiğimi bütün vâdi­ ler ağzında kurulmuş kalelerin, bir başka deyişle savunma sisteminin bir parçası olarak Bizans veya Trabzon Rum İmparatorluğu döneminde, içe­ rilerden gelmesi muhtemel tehlikele­ re ve denizden müteveccih saldırıla­ ra karşı teşkil edilmiş olmalıdır. Bu sistem denizden yönelmiş korsanla­ rın, ticarette pay sahibi olmak arzu­ sundaki İtalyan şehir devletlerinin donanmalarının tehdidinden ziyade, bilhassa XIII. yüzyıllardan itibaren Karadeniz uçlarını zorlamaya başla­ yan Türkmenler’in akınlarını önle­ mek maksadıyla daha da berkitilmiş ve genişletilmişti. Ancak bu müda­ faa hattı, kitleler halinde Giresun’un güneyinden ve batısından akan Türkmen-Çepni kitlelerini engelle-

Harşıt Vadisi’ne Bir Seyahat

yemedi. Mücadelede, geniş vâdiyi, Harşıt çıkışındaki, aynı zamanda de­ nizi de gören ve son derece stratejik ehemmiyeti haiz bir tepenin üzerin­ de bulunan Bedreme dikkat çekici bir rol oynamıştı. Bu önem, Osman­

lI fethi sonrası hâlâ buranın kullanıl­

mış olmasından da anlaşılmaktadır. Bunun da ötesinde efsaneleri ve hi­ kâyeleri hâlen yöre halkının ağzında söylenegelen XIX. yüzyılın namlı âyân ailelerinin de barınağı ve aynı zamanda mücadele mahalli olmuştu. Nitekim bugün de yörede çok iyi bi­ linen bir hikâye de, Bedreme kalesi mekân olarak kullanılmıştır. Rivaye­ te göre, birbirlerinin amansız düşma­ nı olan Kethudazâde Emin Ağa ile Kel Alioğlu arasındaki mücadele sı­ rasında oğlunu öldüren Kel Alioğ- lu’nun konağını basan Emin Ağa, onu öldürdükten sonra ailesinin sak­ landığı Bedreme kalesine gidip Kel Alioğlu’nun adamlarını ve yakınları­ nı katleder, bu katliamdan bir tek kaleden aşağıya atılan bir beşik için­ de bulunan küçük bir çocuk kurtulur. Bu inanılmaz hikâyeyi aynı şüpheler içinde bulunan Behçet Kemal Çağlar da bir yazısında bahis mevzu etmişti.

Osmanlılar’ın bir gözetleme kulesi olarak kullandıkları bu kale, onlar­ dan çok önce Harşıt ağzına doğru hücum eden Çepniler tarafından zaptedilmişti. Trabzon ili tahrir def­ terindeki bilgilerden anlaşıldığına göre, Kürtün Çepni

beylerinden Melik Ahmed Bey buranın fâtihiydi. Bilahere Osmanlılar bölgeyi topraklarına katar­ ken burası savaşıl- maksızın teslim ol­ muştu. Kale kayalığın düzlüğünde kurulmuş olup içinde eskiden kalma düzlükler var­ dı. Yazar sözlerine de­ vamla, buranın etra­ fında çiftçilik yapan Rumlar Türkler’i çok uğraştırdığı için bura­ ya kötü Rum anlamı­ na gelen Bed-Rum dendiğini, kalenin adının da bundan geldiğini belirtir ve Evliya Çelebivâri bir yakıştırma yapar.

Kaleye doğru yöneldiği­ mizde toprak bir yolun açıl­ mış ve düzeltilmiş olduğunu gördük, kısa bir düzlükten sonra hemen karşımızda du­ ran kayalığın tepesindeki ka­ lenin eteklerine geldik. Bu­ rada köyün eski mezarlığı vardı ve yol açılması dolayı­ sıyla temizlenmişti. Fakat burada kitabeli herhangi bir taşa rastlamadık. Mezarlığın ortasından geçen kısa yol ka­ lenin bulunduğu kayalıkla nihayet buldu. Kaleye çıkan son derece tehlikeli, taşlar­ dan oyulma dar merdivenle­ rin iki yanına henüz yeni ya­ pılan korkuluk, rahatça tır­ manma ve inme imkânı tanı­ maktaydı. Daha önceleri buraya çık­ manın büyük bir mesele olduğunu her tarafın çıtırlık ve dikenliklerle kaplı bulunduğunu, merdivenlerin son derece kaygan olduğunu refaka­ timdeki arkadaşlar söylediler. Onlara

Harşıt Vadisi’ne Bir Seyahat

Tirebolu’nun sahil yolu yapımından önceki görünümü.

göre yine de çıkmak nisbe- ten mümkündü fakat asıl tehlike inişte kendisini gös­ teriyordu. 1960’lı yıllarda Karadeniz sahillerini dolaşıp kaleleri tesbite çalışan A. Brayer’in buraya nasıl olup da çıkabildiğine taaccüb ederek, merdivenleri tırman­ dık ve bir sur yıkıntısının içinden geçip kale içine ulaş­ tık. İçerisi Tirebolu kayma­ kamlığının desteği ile küçük çaplı bir bakım geçirmiş ve elden geldiğince temizlen­ mişti. Fakat bu çalışmaların yeterli olduğu söylenemez. İçeride Anadolu’nun hemen hemen birçok yerinde rastla­ nan definecilik merakının kötü bir örneğini gördük ve bu bizi çok rahatsız etti. Yapılan tahribat iç yapıyı bozmuştu. İçeride Bıjıskyan’ın belirttiği sarnıç hâlâ duruyor. Bir baş­ ka yapı temelinin de cephanelik ve­ ya ikametgâh olma ihtimali var. Bu­

ranın etraflı tasviri Brayer-Winfield tarafından yapılmış ve planları da çı­ karılmıştır. Onlar, kalenin ilk olarak 1268’de kaynaklarda zikredildiğini ve buranın içten içe genişliğinin 25 m. civarında olduğunu, girişin tünel­ lerden geçilerek ya­ pıldığını yazarlar. Bu­ gün kaymakamlıkça kaleye bir bayrak di­ reği dikilmiş, bir de kitabe konulmuş. Ancak öncelikle içe­ ride küçük çaplı bir kazı çalışmasının ya­ pılması, temellerin temizlenmesi, çevre­ nin bakımı gerek­ mekte. Yolunun da asfalt hale getirilme­ siyle burası yerli ve yabancı misafirlerin ilgisine açılabilir ve daha rahat ulaşma imkânı elde edilebi­ lir. Bunların bi? an önce gerçekleştiril­ mesi mahalli idareci­ lerden iştiyakla bek­ lenmektedir. Çok gü­

zel bir görünüşe sahip kaleden bir ta­ raftan geniş vadinin iç kesimleri, di­ ğer taraftan akarsuyun denize dökül­ düğü yer, hattâ uzaklarda denizin maviliği görülmekte, Karadeniz’e has yeşillikler, başı dumanlı dağlar eşsiz bir manzara arzetmektedir. Bu tabiat harikası mahalli ve tarihî kaleyi gör­ menin doyulmaz hazzı içerisinde, ge­ riye baka baka buradan ayrılıp Harşıt vadisinin içlerine doğru daldık.

Harşıt’ın akışının ters istikametin­ de sol kıyısını izleyen yeni asfalt yol­ dan geniş bir vadi açmış bulunan, ba­ zen durgun, bazen hırçın akan dereyi, onun üstünde yükselen yeşillikleri, dağınık evleri, fındık bahçelerini, ko­ rulukları, onlardan açılmış bir insa­ nın ayakta zor durabileceği bir meyil­ de mısır tarlaları, şennik / şenlik (kü­ çük sebze bahçesi)’leri seyrederek ya­ vaş yavaş ilerlemeye başladık. Yola sağlı sollu tepeden bakan dağınık ev­ leriyle köyleri, bunların aşağıda bulu­ nan cami, kahve, dükkân, okul gibi binalarının topluca yeraldığı merkez­ leri karşımıza çıkmaya başladı. Birbir- leriyle katı sınırlarını ayırmanın çok zor olduğu bu iskân mahallerinin bir­ çoğunun tarihî geçmişi ilk Türkmen

Harşıt Vadisi’ne Bir Seyahat

Bedreme kalesinin planlan (Bryer-Winfield, The Byzantine Monumetns)

fetihlerine kadar inmekteydi. Tahrir defterlerinde adlarına 500 yıl önce rastlanan bu köyleri karşımızda gör­ mek pek şaşırtıcı gelmedi. Esasen yer­ leşmenin zor olduğu arızalı arazide is­ kânın muayyen olması, sürekliliği de beraberinde getirmekteydi. Eski ka­ yıtlarda Zendin adıyla anılan köyün sınırlarına girerken yukarıda sarp bir dağın üzerindeki kayalık gibi görünen bir çıkıntının Çobankale denilen bir başka kale olduğu köylüler tarafından ifade edildi. Burası hakkında ilk tes- bitleri yapan Mehmet Bilgin, Çoban- kale’nin 1336’da Trabzon üzerine yü­ rüyen Çobanlı Şeyh Hasan-ı Küçük ve yanındaki Çobanlılar ile ilgisi ola­ bileceği ihtimali üzerinde durur. Ço- bankale’nin bunlarla ilgisi çok şüphe­ li görünürse de buranın 6-7 km. uza­ ğındaki Bedreme ile müşterek bir sis­ temin parçası olduğuna hükmedilebi­ lir. Köylülerden aldığımız bilgilere göre bu kale yayla yolu üzerinde bir konaklama mahalli durumundaydı ve hattâ bu civardaki köye de bu özellik sebebiyle Dokuzkonak denmişti. Ka­ lenin adının bu seyrüsefer ve yaylaya çıkarılan hayvan sürüleriyle ilgili ola­ bileceği de hatırdan uzak tutulmama­ lıdır. Her ne olursa olsun bölgeye ha­ kim olan Çepni beylerinin XIV. yüz­ yılın başlarından itibaren zaman za­ man burayı kullandıkları söylenebilir. Yolu geniş bir vâdi boyunca takip ederek bugün büyük bir belde olan Eymir’i geçip Doğankent denilen il­ çe merkezine ulaştık. Burası daha önce Harşıt adıyla anılmakta idi. Hattâ XV. ve XVI. yüzyıl tahrir def­ terlerinde Harşıt adında bir köyün varlığı tesbit edilebilmektedir. Bu adm hangi gerekçelerle değiştirildi­ ğini ve niçin böyle bir ismin tercih edildiğini anlamak güçtür. Harşıt ve­ ya yeni ismiyle Doğankent, uzun yıl­ lar önce inşa edilmiş olan ilginç bir elektrik santrali ile dikkati çekiyor. Uzun bir cadde etrafına sıralanmış dükkânlarla küçük bir kasaba hüvi­

yetinde olan Harşıt, derenin hemen sol kıyısında yeralmaktaydı. Buradan santrali temaşa ederek stabilize bir yoldan Kürtün’e doğru hareket ettik. Yol boyunca ilgimizi çeken husus, buradan itibaren vâdinin giderek da­ ralması ve Harşıt’ın da iyice hırçın­ laşması idi. Yukarıdan Kürtün’den aşağı hızla akan Harşıt buradan baş­ layarak vâdisini genişletiyor, daha yavaş akıyor, durgunlaşıyordu. Dola­ yısıyla bu vâdiyi takib ederek denize doğru akınlar yapan Türkmen grup­ ları, burada toplanarak akarsuyun durgunluğunu da kullanarak kolayca derenin ağzına denize ulaşabilmişler­ di. Gerçekten Trabzon Rum İmpara­ torluğu resmî tarihçisi Panaretos’un kısa yıllığında, bu bölgede kışlamak­ ta olan Türkmenlere karşı İmparator III. Aleksios’un giriştiği harekat taf­ silatıyla anlatılır. Çepni Türkmenle- ri muhtemelen kışlak olmak üzere bugünkü Harşıt kasabasının bulun­ duğu yere inmişlerdi. Bu durum an­ laşmalara aykırı olduğu ve yanların­ da Trabzonlu esirlerin bulunduğu be­ lirtilir. 1380 Şubatı’nda karadan ve denizden Harşıt vâdisine yürüyen imparator, burada kuvvetlerini ikiye

ayırdı. 600 kişilik bir yaya kuvveti Bedreme kalesine sevkedildi, bunlar burada iken, imparator, Türkmen ça­ dırlarının bulunduğu yere saldırıp Türkmenleri dağıttı. Bu arada Bedre- me’deki 600 kişilik kuvvet Kürtün’e kadar ilerledi, Suma kale civarında yağma ve tahribatta bulundu; fakat toparlanan Çepniler, bunları takibe başlayıp peşlerinden Harşıt ağzına kadar indiler. Bu husus, Çepni grup­ larının bölgeyi kademe kademe elde etmelerinin mebde’ini oluşturdu.

Doğankent’ten sonra Törnük (Günyüzü) ve Doymuş adlı köyler var, ondan sonra Kürtün’e ulaşılmak­ ta. Buraya doğru toprak yoldan iler­ lerken büyük bir yol yapım faaliyeti­ ne şahit olduk. Karadeniz’i Harşıt boyunca Gümüşhane’ye bağlayacak olan bu yol, İran’a ulaşacak olan transit geçişi de oldukça kısaltacak bir özellikteydi. Böylece Trabzon’dan dolaşıp Zigana geçidini geçme zah­ meti ortadan kalkacaktı. Yapımına uzun bir süre önce başlanan bu yolda çok uzun tüneller yapılıyordu. Bun­ ların önemli bir kısmı da bitirilmişti, izlediğimiz yol ise dört şeride müsait bir genişlikteydi. İnşa faaliyeti, tü-

Harşıt Vadisi’ne Bir Seyahat

neller, bir taraftan yolun solundaki yükseltilere, diğer taraftan sağındaki Harşıt kenarına yapılan büyük beton destekler bizi oldukça şaşırttı. Bu zor, çok engebeli, dar vadide yapılan mu- azzam faaliyete Kürtün’e ulaşana ka­ dar şahit olduk ve yolumuz da gide­ rek dikleşti. Nihayet orman sınırları­ nı, Karadeniz’in yeşil sıra dağlarını aşıp Kürtün’e ulaştık. İlk ulaştığımız kasaba, girişindeki tabelaya göre Kürtün adını taşıyordu, fakat burası asıl Kürtün olmayıp 1515 tarihli def­ terlerde adına rastlanan Uluköy’dü. Burası 11. Bayezid tarafından Mustafa Çelebioğlu Musa, Mustafa Çele- bi’nin kardeşi Mahmud’un oğulları­ na timar olarak verilmiş ve yaylada olduğu belirtilmişti. Yapımı sürmekte olan barajın havzasında kaldığından Harşıt’ın hemen kenarında bulunan asıl Kürtün boşaltılmış, bundan önce de Uluköy’e Kürtün adı verilerek bu­ rası desteklenmiştir. Buraya ulaştığı­ mızda ana yolun iki tarafındaki Ulu- köy/Kürtün’de pazar kurulmuştu ve civar köylerin ahalisi buraya inerek haftalık alış-verişlerini yapmaktaydı­ lar. Kalabalık yüzünden ana yoldan güçlükle ilerleyerek, az ileride Özkür- tün tabelasına rastladık ve buraya

gelmeden aşağı dönerek Harşıt kena­ rına dik bir yokuştan inip eski, terke­ dilmiş Kürtün’ü gördük. Hemen hiç­ bir şey kalmamışcasına yıkılmış, metruk bir yığıntı durumunda bulu­ nan kasabanın önceki durumu hak­ kında herhangi bir intiba edineme- den buradan ayrılıp tekrar üst yola tırmandık ve Ozkürtün adlı ikinci bir küçük kasabaya geldik. Burası aşağı­ daki eski kasabadan gelenlerce iskân edilmişti ve biraz gerideki Ulu- köy/Kürtün’e bir tepki olarak ortaya çıkmıştı. Zaten adının başındaki “Öz” sıfatı da bunu çok iyi anlatmak­ tadır ve bu iki birbirine yakın yerleş­ me yeri arasında aleni bir çekişme, rekabetin yaşandığı anlaşılmaktadır. Meseleyi fazla tahkik etmeden To­ rul’a doğru hareket ettik. Az sonra Trabzon’dan gelen yol ile buluştuk ve Torul’a girdik. Burası yine Harşıt’m sağ kenarında yolun karşısında kü­ çük, şirin bir kasabaydı. İçinde kısa bir tur atıp tarihî evlerini görerek tekrar ana yola çıktık ve Gümüşha­ ne’ye doğru yöneldik. Bu küçük şeh­ re gelmeden önce, dar vadide başı­ mızı yukarıya kaldırdığımızda tarihî Canca kalesini gördük. Buraya çık­ mak isteyip kaleyi gösteren tabelanın

yönelttiği tali yola saptıysak da bura­ sı bize bir müddet sonra geçit verme­ di ve aklımız bu yalçın kayalıklar üzerinde bulunan C anca’da kalarak, geri dönüp Gümüşhane’ye girdik. Harşıt’a doğru inen yamaçlarda te­ merküz etmiş ana caddeleri dolaştık, her taraf kazılmıştı ve toz toprak içindeydi, bu yüzden fazla oyalanma­ dan geri dönmek üzere geldiğimiz yo­ la doğru revane olduk. Bu arada daha önce dikkatimizi çekmeyen Suma köyünü gösteren tabelaya Özkürtün ile Kürtün arasında rastladık. Yukarı­ da da temas ettiğimiz gibi 1380’de sa­ vaşın vukua geldiği bu yerde tarihî bir kale mevcuttu. Fakat vakit geç olduğu için buraya gidemedik. Bu sı­ rada hava günlük güneşlik iken Ka­ radeniz’in kıyı sıra dağlarına doğru yakınlaştığımızda değişmeye, dağla­ rın başları bulutlanmaya başladı. Dağlar yağmur dolu bulutları engel­ lemişler ve bütün nemlerini kendile­ rine çekmişlerdi. Nitekim biraz daha ileride yağmurla karşılaştık ve bu puslu havada Tirebolu’ya döndük.

Bu kısa günü birlik gezi, bölge tari­ hi çalışmaları için son derece gerekli olan saha araştırmasının ehemmiye­ tini bir kez daha ortaya koydu. Çepni Türkmenleri’nin 500 yıl önceki tari­ hî güzergâhlarını takip etmek ise eki­ bimize ayrı bir haz verdi.

KAYNAKLAR

P. Minas Bıjışkyan, Karadeniz Kıyıları Tarih ve Coğrafyası,(trc. H. Andreasyan) İstanbul 1969, s.38-39; Faruk Sümer, Tirebolu Tari­ hi, İstanbul 1992; Anthony Brayer - David Winfield, The Byzantine Momuments and To­ pography of the Pontos, Washington 1985, s .138-144; B.K. Çağlar, "Ayın Sarı, Denizin Mavi, Fındığın Yeşil Selleri Arasında”, Şadır­ van, X V (8 Temmuz 1949), s.8. M. Bilgin, "Giresun Bölgesinde Türkmen Beylikleri ve İskân Hareketleri”, Giresun Tarihi Sempozyu­ mu, İstanbul 1997, s .105; A. Brayer, "Gre­ eks and Turkmens the Pontic Exception", Dumbarton Oaks Papers, XXIX (1975), 113- 151; F. M. Emecen, “XV-XVI. Asırlarda Gire­ sun ve Yöresine Dair Bazı Bilgiler”, Ondokuz- mayıs Ünlv. Eğitim Fakültesi Dergisi, IV (1989), 157-166; F. M. Emecen, "Giresun", Diyanet Islâm Ansiklopedisi, XIV, 78-84.

Benzer Belgeler