a y h k ■ a n s ı k I o p e d ı k d e r gı
. v1 0 0 . DOCUIVL-YILDÖIMÜIVIÜIMDE
HASARI Â L İ Y Ü C E L
A D A L A R ' D A
SOM U S K U M R U
\ İ L E T İ Ş İ M Y A Y I N L A R I ^EKİ M 1 9 9 7 • Cİ LT 28 • SAYI
«LOO
K D V D A H İ L 3 5 0 . 0 0 0 . - T L
SELÇU K LU
C İH A D 'I
VE SÜMMİ
DİR İLİŞİ
H A R Ş İT V A D İS İ'M E B İR G E Z İ
İ l e t i ş i m ’ d e n
ELIZABETH WURTZEL
Prozac Toplum u
Çeviren: Mefkure Bayatlı
P
rozac, milyonlarca "m odern" insanın yeni alışkanlığı, yeni sığınağı; bir anti-depresan... Eli zabeth Wurtzei ise Prozac'ın ilk kullanıcılarından, deneyimli bir "depresif". Wurzel, Prozac Top- lumu'nda kendi hayat hikâyesini anlatıyor. New York'lu, orta sınıf bir Yahudi ailesi, düşmanlaşarak boşanan anne-baba, parça lanmışlık hissiyle büyüyen bir "harika çocuk", ergenlik, ilk 'aşklar... Giderek uzayan, sıklaşan ve zamanla Elizabethan tüm hayatını kaplayan depresyon dönemleri; ilaçlar, terapi seansları ve ardından Prozac'lı günler... Wurtzel'in sansürsüz hikayesi, modernliği depresyon eşliğinde yaşayan insanların iç dünyalarından günümüz Amerikan hayatının ilginç kesitle rine ve bir ilacın "popülarite" serüvenine uzanıyor.ZİYAD EBÜZZİYA
Şinasi
Yayına hazırlayan: Hüseyin Çelik
Ş
inasi, çok yönlü bir 19. yüz yıl yenilikçisidir. Şiiri halkla ve yeni kavramlarla buluşturma ya çaba göstermiş, Şair Evlen mesi'ni yazarak ilk yerli tiyatro oyununa imza atmış, Tasvir-i Ef karı yayımlayarak bağımsız ga zeteciliğin öncüsü olmuştur. Zi- yad Ebüzziya'nın büyük emekle hazırladığı çalışmanın, ölü münden sonra Hüseyin Çelik tarafından değerlendirilmesiy le ortaya çıkan Şinasi, bu "yenilikçi"yi tanıtırken eleştiriyi de ihmal etmeyen bir araştırma. Üyesi olduğu toplumla ters düşmeyi göze alarak birçok ilk'e imza atan, "ters"liğini kişi liğine de yansıtan, bir öm ür boyu ketum kalıp ölüm döşe ğinde susmamacasına konuşan Şinasi'nin özgün kişiliğini yüz yıl sonra yeniden tescil ettirecek bir kitap...“ K i t a p İ h t i y a ç t ı r
”ALBERT HOURANİ
Arap Halkları
Tarihi
Çeviren: Yavuz Alogan Yayına hazırlayan: Tanıl Bora
M
odern Ara p tarihi ve düşüncesi üzerine bir kaynak eser: A ra p ha lkla rının ça ğ la r üzerinden bugüne akan hikâye siyle, Ortadoğu tarihi... Yalnızca Fırat-Dicle'nin güneyini değil. Kuzey Afrika'yı da kapsayan bir düşünsel, toplumsal, kültürel coğrafya... Islâm dünyası nın kritik dönemeçleri... Emevi halifelerinden Bağdat’ın "şe hir hatıralarfna, din savaşlarından sınıf oluşumlarına, Na- sır'ın Arap milliyetçiliğinden Ümmü Gülsüm'ün şarkılarına, resmî kalıpları ve dar siyasî perspektifleri aşmış bir tarihçilik örneği... Yakınımızda yaşanmış, hem fizikî hem beşerî an lamdaki "iç içe" geçişlerle kayda geçirilmiş bir tarihin Türki ye'de neredeyse özel bir kayıtsızlıkla bakılagelmiş akışı...HAN N AH ARENDT
Şiddet Üzerine
Çeviren: Bülent Peker
H
erkes şiddete karşı, herkes savaşa karşı. Söz'e gelince, böyle. Ancak savaşların bitmedi ği, şiddetin olağanüstü derecede olağanlaştığı bir dönemde yaşı yoruz. Söz'le hayat pratiği ara sındaki çelişki, ürkütücü. Han- nah Arendt, Şiddet Üzerine'de, tam da bu çelişkiden yola çıkıyor işte. Şiddetle söz'ün bir araya gelemezliğine, şiddetin söz'ü etkisiz kılma yönündeki ağırlığına işaret ediyor. Ve birçok soruya cevap arıyor: Politik hedefler şiddeti meşrulaştırabilir mi? Bir iktidara ulaşma ara cı ve iktidarı sürdürme aracı olarak şiddet ne ifade eder; şid detle değişen bir dünya nereye gider?.. "Devrimin değil, re formun silahı" şiddet üzerine, çarpıcı, kısa ama uzun uzun tartışılmaya değer bir söz zenginliği...İ l e t i ş i m
Y a y ı n l a r ı
Ş İ D D E T
ÜZERİNE
¡zz
6 f ¿a
HAHNRH&ı
DAĞITIM: PİA. İstanbul Klodfarer Caddesi, Blnblrdirek Sokak, İletişim Han 7/B-1,34400 Caljaloğlu Tel. (212) 638 55 45 - 638 55 71 - 638 55 75 • Faks: (212) 517 71 5 7 -5 8 PİA. Ankara Selanik Caddesi 72,06640 Yenişehir Tel. (312) 417 78 35 • Faks: (312) 425 06 82 PİA. İzmir 859 Sokak, Sa ray Işhanı 1/8,35250 Konak Tel. (2321483 10 40
• Faks: (232) 484 46 65 İLETİŞİM KİTABEVLERİ: İstanbul Sakız Gülü Sokak 33, 81300 Bahariye - Kadıköy Tel. (216) 418 39 82 - 83 Ankara Selanik Caddesi 72, 06640 Yenişehir Tel. (3121418 59 32 • Faks: (312) 425 06 82 İzmir 859 Soka k 33/B, 35250 Konak Tel. (232) 48310 40 • Faks: (232) 484 46 65 İzmir Kıbrıs Şehitleri Caddesi 1443 Sokak 48/A,
EKİM 1997 • CİLT 28 • SAYI 166
4
Zeki Ankarı
H aşan-A li Yücel ve
Tarih Bilinci
13
Kurtuluş Kayalı
Bir Türk Aydınının
Trajik Portresi
19
KRONOLOJİMurat Koraltürk
H aşan  li Yücel
(1897-1961)
Cemil Koçak
Öner-Yücel Davası
31
ALBÜM“H er Öm rün
Hikâyesi
Bir M asaldır...”
35
Aslan Kayrıardağ
Felsefeci Yücel’in
Ü niversite Yılları
41
Antonio Jurado*Aceituno
Sünnî Dirilişi Üzerine
Bir Gözlem
45
Nejat Gülen
A dalarda
Balıkçılık
Son Uskumru
51
Feridun
M.
Emecen
Harşıt V âdisi’ne
Bir Seyahat
56
Mehmet Başaran
Bağcılık ve Bağ H astalıkları
62
KOLEKSİYONCUNUN DAĞARCIĞINDANSelâhattin Adil Paşa’nın
Çay Ziyafeti
63
KİTABİYATZ
elci Arıkan
Yücel ve Kültür Reformu
ÖN KAPAK: Haşan Âli Yücel
A RK A KAPAK: Ramlz’ln çizgileriyle Haşan Âli Yücel (İletişim Yayınları Arşivi)
H
aşan Ali Yücel, Meşruti- yet’in ilam ile ilgili ço cukluk anılarını anlattığı bir yazısında, evin emektarı, Ha beş bacı Gülşen hanıma sorar: “Hürriyet nedir, Bacı?” Bacının cevabı ise hayli ilginç. “Amanoğlum sus, herhalde bu âhirzaman alâmetlerinden biri ola cak. Herkes istediğini yapacakmış. Böyle şey olur mu? Kim- bilir, başımıza neler gelecek ?..” Doğrusu bacının dediği gibi başımıza gelmeyen kalmadı bu hürriyet belâsından, “kimi miz öldük, kimimiz nutuk söyledik”... Peki, kavuştuk mu, bu hülyalı güzele ? O da tartışılır ya, her neyse bu sayımızı hürriyet üzerine en çok yazan birine, doğumunun 100.yılın da Haşan Ali Yücel’e ayırdık. Elbette ki, onun hürriyet üze rine söylediklerini eleştirmeniz mümkün, hele Yücel’in hür riyeti toplumdan soyutlayarak kişi vicdanına
indirgemesini yadırgayabilirsiniz. Ama bu toplumda Osmanlı’dan gelen kültür mira sını geleceğe yönelik sentezlerle birleştire bilen, henüz çocukken tanıdığı tekke ha yatında dostluğu, hoşgörüyü, musikiyi ya şayan, Mevlâna ile Goethe’yi birlikte bü yük bir aşkla seven, Ibn Haldun’un tarih metodunu tâhkiyec' tarihçilerin karşısın^ çıkartan, klasiklerin çevrilmesinden köy enstitülerine kadar uzanan hayat serüve ninde tahmin edemeyeceği yerlerden okla ra hedef olan, bu sayımızdaki yazısında be lirttiği gibi Kurtuluş Kayalı’nın tanımıyla “yüreği sürekli bunık olarak hayata dair genel
mahiyette düşünceler telaffuz eden” ve bütün bu olan bite ne dervişçe bakarak, bu dünyadan bir yıldız gibi kayıp, gi den insana bir aydın olarak kayıtsız kalamayız. Kişinin ihti raslarının, hınçlarının ve maddi arzularının esiri oldukc' “hür” olamayacağını yazan, “hürriyetin devamı için hürriye ti gerçekleştirmek isteyenlerin hürriyetin ana kurallarına tâbi olmaları” gerektiğini söyleyen ama bir yandan da 27 Mayıs’tan sonra Gürsele “Günaydın...” diyerek övgüler di zen Yücel’i, Cumhuriyet tarihimizin bu önemi adını yete rince anabildik mi, bilmiyorum. Ama yine de Tarih ve Top- ¡umun görevini yeril e getirdiği inancındayım.
Dosyamızın ilk yazın Zeki Arıkan dostumuzun. Arıkan, Yücel’in bugüne kadar fazla ele alınmayan yanını, çok yönlü bir aydın olarak tarihe bakış açısını, tarihi nasıl tanımladığı nı, tarih bilincinin hümanizma ile olan ilişkilerini inceliyor.
Dostumuz Kurtuluş Kayalı ise “Bir Türk Aydınının Tra jik Portresi” başlığı altında bugüne kadar yapılan değer lendirmelerin dışında Yü- cel’in entelektüel dünyası nın biçimlendiği ortamı, Yücel’i değerlendiren Türk aydınlarının ona bakışlarının hangi temele dayandığını açıklıyor. Cemil Koçak dostumuz ise ünlü Kenan Öner- Haşan Âli Yücel davasını incelerken, bu davanın ’44’deki Irkçılık-Turancılık davasının siyasi bir rövanşı olduğunu belirtiyor ve bunun da kamuoyunda başla tılan üniversite öğretim üyelerine ve köy enstitülerine karşı yürütülen tezviratla bağlantılarını ortaya koyuyor. Altmış lı yıllardan bu güne kapısını aşındırdığımız Elif Kitabevi’nin sahibi sayın Arslan Kaynardağ ise kendisi gibi felsefeci olan Haşan Ali Yücel’in üniversite yıllarını, onun felsefeyi bilinçli olarak nasıl seçtiğini yazı yor. Yine bu sayımızda “Her ömrün hikâye si bir masaldır...” diyerek, Haşan Âli Yücel’i yaşamından fotoğraflarla hatırlıyoruz. Mu rat Koraltürk ise ilginizi çekecek bir Yücel kronolojisi hazırladı. Kitabiyat sayfamızda ise yine Zeki Arıkan dostumuz, Mustafa Çı- kar’m İş Bankası yayınlarında yeni çıkan
Hasari'Âli Yücel ve Kültür Reformu adlı kita
bını tanıtıyor. Bu vesile ile dosyamızı hazır larken yakın ilgisini esirgemeyen, Haşan Ali Yücel’in en güzel fotoğraflarını derginin kullanın ına veren, başımız sıkıştığında bil gisine başvurduğumuz sayın Canan Eronat’a ve Can Yücel ağabeyimize teşekkürü bir borç biliriz.
Bu sayımızda başka yazılar da var. Tarih ve Toplum'un İs panyol dostlarından, bundan sonra başka yazılarını da oku yacağınız Antonio Jurado-Aceituno, Selçukluların Sünnili ği üzerine bir anlamda tartışmaya açık gözlemler getiriyor. Aydın’dan Mehmet Başaran’ın yazısını okuyunca sakın der gimizin bundan sonra zirai konulara da el atacağını sanma yın. Ancak Başaran’ın yazısı gerçekten ilgi çekici, bunun yanısıra bağ hastalıklarının yarattığı sosyal ortama da açık lık getiriyor. Feridun M. Emecen ise “Harşıt vadisine bir se yahat” başlığı altında Doğu Karadeniz’i anlamıyor. Bu sayı dan başlayarak dosnımuz Nejat Gülen, “Adala dan Kalan” başlığı altında ve son bir Heybelili olarak sizlere kaybolan ları anlatacak. îlk yazısı ise Adalardaki “Son Usk mru”.
Önümüzdeki sayıda buluşmak üzere.
O
KURLARA
MEKTUP
F
a h r î
A
r a l
Missak Efendi’den Kürt
Şerif Paşa’ya
B
u mektubu Haziran 1997’de çı kan 162. sayıdaki bir makale münasebetiyle yazıyorum. “Kürt Şerif Paşa'nm ölüm tarihi” başlıklı bu makalede uzun yıllar İs veç’te Osmanlı Devletini temsil eden Şerif Paşa’nm son yılla rını İtalya’da geçirdiği ve orada öldüğü üzerinde durulmakta dır. Hatta bazılarına göre Şerif Paşa, Mısır’da ölmüştür.
İstanbul’da, Beyoğlu’nda İsveç konsolosluğunun caddeye açılan bahçe kapısının yanında evvelce dükkânlar vardı, bunlardan biri de iki musevi kadına ait “Kohen Hemşireler Kitapevi” idi. Bu kadınlardan birinin Rafael adındaki koası, her yıl Nisan-Mayıs aylarında 1948’den itibaren Fransa ve İngiltere’ye giderek, Türkiye’yi ilgilendiren ve burada alıcısı olan kitapları toplayarak, yurda getirir ve burada satardı. İş te bunlar arasında, Fransa’dan bir Şerif Paşa’nm kütüphane sinden çıkma kitaplar da bulunuyordu. Hepsi aynı tipte, kır mızı renkte, sırtları deri, yanları kâğıt olan bu ciltler arasında oldukça nadir rastlanır eski tarihler ve seyahatnameler de bulunuyordu. Bu kitaplar oldukça çok sayıda idi.
Kısa süre içinde hepsi satıldı gitti. Bu kitaplardan biri, Osmanlı Devle tinin elçiliklerinde görevli Hovsep missakian Efendi tarafından yazılmış ve bir. Fransız dergisinde yayınlan mış bir makalesinin ayrıbasımı olup, yukarıda tarif ettiğim gi bi, kırmızı renkte ciltlenmiştir. Missak Efendi ayrıbasımı, 1903 yılında, bir sunuş yazısı ile bir Şerif Paşa’ya takdim etmiştir (3 Ağustos 1903). Rafael bu kitapları 1950 yılında Paris’te bula rak hepsini İstanbul’a yolladı. Burada da bunlar dağıldı.
Bu kırmızı ciltli kitapların eski sahibi Şerif Paşa ise, bun lar ya Fransa’da yaşadığı yıllarda, maddi sıkıntılar yüzünden bizzat kendisi tarafından satılmıştır; veya ölümünden sonra verese tarafından elden çıkarılmıştır. Fakat her halükârda, gi dip İtalya’ya yerleşmiş bile olsa, Şerif Paşa bu hayli zengin kütüphaneyi Fransa’da bırakmıştır.
Bu makaleyi bir katkı olur düşüncesiyle şu satırları size yaz mayı uygun buldum.
En iyi dileklerimle Semavi EYICE / İSTANBUL
Düzeltme ve Bir Not
Derginizin geçen sayısında “İstanbul Katolik Rum Cemaati nin Sonu” başlığı altında yayımlanan yazının 45. sayfasında y- er alan çerçevede Fener Patriğinin adı Vartholomeos olarak be lirtilmiştir; doğrusu Vartholomeos değil, Dimitrios’tur.
Katolik Rumlarının Başpiskoposu Anargiros’un 13 Eylül 1997’de Yenice’de yaptığımız görüşmede, artık cemaate yeni bir dinadamı gönderilmeyeceğini, cemaatin de İstanbul Latin Piskoposu Louis Pelatre’ye bağlandığını söylediğini ayrıca ilave etmek isterim. Saygılarımla.
Elçin MACAR / İSTANBUL
KURLARDAN
M
e k tu p
C İL T 28 • SAYI 166
I S S N 1 0 1 9 - 4 6 8 1
İLETİŞİM YAYINLARI A.Ş. KURUCUSU
Murat Belge
SAHİBİ
Tuğrul Paşaoğlu
YAYIN YÖNETMENİ & SORUMLU YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜ
Fahri Aral
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Feza Kürkçüoğlu
YAYIN KURULU
Nuri Akbayar, Emre Dölen, Ekrem Işın, E. Nedret İşli, M. Sabri Koz, Necdet Sakaoğlu, Baha Tanman,
Turgut Kut, Ortıan Koloğlu,
DANIŞMA KURULU
Fikret Adanır, Feroz Ahmad, Turgut Akpınar, Robert Anhegger, Masam! Arai, Cem Behar, M artin van Bruinessen,Selim Deringil, Ahm et Demirel, Paul Dumont,
Cornell Fleischer, Barbara Flemming, François Georgeon,
Colin Imber, Kurtuluş Kayalı, Gündağ Kayaoğlu, Celia Kerslake,
Klaus Kreiser, Uygur Kocabaşoğlu, Gün Kut, Jacop Landau, llber Ortaylı,
Şevket Pamuk, Donald Q uataert, I. Lütfü Seymen, Şinasl Tekin, Michael Ursinus,
Stefanos Yerasimos, Erik Jan Zürcher
TASARIM Ümit Kıvanç
UYGULAMA çiğdem Dilbaz
DÜZELTİ Salt Kızılırmak
FOTOĞRAF Mehmet Özcan
OFSET HAZIRLIK Ebru Grafik
Tel. 526 O l 13 - 520 85 21
BASKI Sena Ofset
DAĞITIM BİRYAY Birleşik Dağıtım A.Ş. İLETİŞİM YAYINCILIK A.Ş.
GENEL MÜDÜR Nihat Tuna
OKUR İLİŞKİLERİ Ayten Torun
SATIŞ-DAĞITIM Ercan Meriç
İSTANBUL Klodfarer Caddesi İletişim Han Cağaloğlu ¿4400 Tel. (0.212) 516 22 60 Fax; 51612 58 EMAIL tarihtoplum@iletisim.coni.tr. ANKARA Selanik Cad. No: 64/11
Yenişehir 06640Tel.(0.312) 4253600- 4252071
İZMİR 857 Sokak Izmiroğlu Işhanı No. 306 35250 Konak Tel: (0.232) 484 90 42 ABONE KOŞULLARI Yurtiçi Yıllık: 3.750.000.-TL 6 aylık: 1.875.000.- TL Avrupa-Ortadoğu 70 $/yıl Amerika 80 $/ytl Avustralya 85 $/yıl
Uçak posta ücreti abone bedelinin içindedir
Yurtiçi abonelik için abone bedelinin
İLETİŞİM A.Ş. 25S661 POSTA ÇEKİ
HESABi’na yatırılması ve posta çekinin üzerine “Tarih ve Toplum abonesi“ iba resi yazılarak fotokopisinin, açık talebi nizi içeren bir mektupla birlikte yayınevi- mize gönderilmesi yetenidir.
Yurtdışı abonelik İçin bedelin İLETİŞİM A.Ş .’nin PAMUKBANK TÜRBE ŞUBESİ 865277 no’lu DTH'na havale edilmesi ve dekont fotokopisinin, açık talebinizi içeren bir mektupla yayınevimize gönderilmesi yetenidir.
Kıbrıs satış fiyatı: 350.000.- TL
Hasan-Ali Yücel ve
Tarih Bilinci
H
asan-Âli Yücel’in kimliği ve yaşamı bize, imparatorluğun son yıllarında yetişmiş, cumhuriyet döne minde ağır sorumluluklar yüklenmiş bir aydınımızın kusursuz bir profilini vermektedir. Yücel, bürokrat bir aile nin çocuğu olarak 16-17 Aralık1897’de dünyaya gözlerini açtı.1 Ba ba tarafından Posta Nazırı Göreleli Hasan-Âli Efendi’nin, ana tarafın dan ise 1889 yılında Japonya kıyıla rında batan Ertuğrul gemisi süvarisi Kaymakam Ali Bey’in torunudur.2 Babası Posta ve Telgraf Nezareti Mü fettişlerinden Ali Rıza Bey, annesi Neyire Hanım’dtr. Kendisine dedesi Posta ve Telgraf Nazırı Hasan-Âli Efendi’nin adı verilmiştir. Hasan-Âli, mutlu sayılabilecek bir çocukluk ça ğı yaşamıştır. Ailenin ekonomik du rumu, zaman zaman bunalımlar gö rülmekle birlikte iyidir. İmparatorluk bürokrasisinde yer alan memurların maaş ödemelerinde görülen düzensiz lik, Posta ve Telgraf Nezareti’ndeki görevliler için sözkonusu değildir. Yücel uzun süre ailede tek çocuk ol manın olanaklarından yararlanmış, ailesi kendisinin iyi yetişmesi için büyük bir çaba göstermiştir. Oaha ço cukluğunda tekke yaşamını tanıması,
Z
e k î
A
r i k a n
onda müzik yeteneğinin erkenden gelişmesine önemli bir rol oynamış ve bugün bile tutulan besteler yap masına ortam hazırlamıştır. Mekteb-i Osmani’nin başarılı öğrencileri ara sında yeralmıştır. 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanı Yücel’in ruhunda derin sarsıntılar, sorunlar yaratmıştır. Nitekim sokaktan geçen, tepeden tırnağa silahlı insanların serpuşların da yazan “Ya hürriyet, ya ölüm” sözle ri belleğine o kadar derin bir biçimde kazılmıştır ki onun bütün yaşamı bo yunca hürriyetin ne olduğunu ve ne olması gerektiğini kavramaya, anla maya ve anlatmaya çalışmasında her halde 1908 yılı önemli bir çıkış nok tası olmuştur.3 Arkasından 31 Mart - 13 Nisan (1909) gerici ayaklanması nın kâbusunu yaşadı. “İstanbul’un Sarı Güzel semtindeki evimizde dam daki kiremitlere vuran kurşunların sesini hâlâ hafızamda duyuyorum... Hocamız rahmetli Hafız Hakkı Efen di’nin beni elimden tutup telaşla, hattâ koşarak eve getirişini hiç unu tamam. Ne vardı, ne oluyordu.”4 Ve fa İdad ¡’sinde okurken Balkan bozgu nunun bütün sıkıntılarına tanık ol du. Bozgunu izleyen günlerde İstan bul’a yığılan, yerinden yurdundan
edilmiş, aç, açık, sefil insanların dra mını paylaştı.5 Yücel, bu bozgunun, bu felaketin arkasında yatan gerçe ğin, çağdaş anlamda bir eğitim düze ni kurup halkı aydınlatmamış olma mızda yattığına inanmıştı. İşte bu yüzdendir ki ileride eline fırsat geçti ği anda halkı eğitmek, aydınlatmak, çağdaş bir düzeye getirmek için bü tün gücüyle çalışacağına daha o za man karar vermişti.6 Çocukluğunda alınan böyle bir kararın Cumhuriyet döneminde, özellikle bakanlığı sıra sında nasıl bilinçli bir biçimde uygu lanmaya konduğunu biliyoruz. Fela ketlerin sonu gelmiyordu. Nitekim çok geçmeden I. Dünya Savaşı patlak verdi ve Vefa İdadisi’nde okuyan Ha san-Âli, savaşın sonuna doğru yedek- subay talimgâhma çağrıldı. Terhis ol duktan sonra Hukuk Fakültesi’ne de vam etmiş, arkasından Edebiyat Fa kültesi’ne girmiş, yatılı olarak da Yüksek Öğretmen Okulu’na kaydını yaptırmıştı. Yücel, bir yandan öğreni mini sürdürürken diğer yandan da Milli Mücadeleyi destekleyen gazete lerde çalışıyor ve akşamları Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki arkadaşlarını Anadolu’daki gelişmelerden haberli kıltyordu.7
Hasan-Âli Yücel ve Tarih Bilinci
Darülfünun Edebiyat Fakültesi Fel sefe Şubesi’nden mezun olan Hasan- Âli kısa bir süre önce işgalden kurtul muş olan İzmir’deki Erkek Muallim Mektebi’ne öğretmen olarak atandı. İzmir tam bir yangın yeri idi. Sokak larda kesilmiş kol, bacak ve insan gövdeleri yatıyordu. Burada çevreyle yakın dostluklar kurdu. Kesintiye uğ ramış olan İzmir’de milli eğitime yeni bir ruh, yeni bir canlılık vermek için uğraştı. Türk Sesi gazetesinin kurulu şunda önemli bir rol oynadı.8 Gazi’yi ilk kez burada gördü. Sekiz saat süren, İzmir halkının katıldığı toplantıda Yücel de, Mustafa Kemal’e “Mektep yanında fosil haline gelmiş Medre- se’lerin daha yaşatılıp yaşatılamaya- cağını” sormuştu.9 Onun yaşamının bu ana çizgilerini belirtmekteki ama cım, Yücel’in yetişmesinde, kişiliği nin oluşmasında rol oynayan geliş meleri kısaca belirtmektir.
Yücel, cumhuriyetin yönetim ve eğitim kadrolarında seçkin yerini aldı ğı zaman yeterli bir birikime sahip bu lunuyordu. İmparatorluğun çöküşü sı rasındaki çalkantılar, yeni devletin kuruluşu aşamasındaki sarsıntılar, bir çok aydınımız gibi Yücel’i de olgunlaş tırmış, sağlam kişiliğinin, tutarlı ka rakterinin oluşmasına önemli bir kat kıda bulunmuştu. Geniş çevresiyle kurduğu yakın iletişim, bu iletişimin yarattığı tartışma ortamı, Yücel’in ina nılması güç bilgi dağarcığını alabildi ğine genişletmiştir. Bu konuda çarpıcı bir örnek vermekle yetiniyoruz:
“Birinci Cihan Harbi’nin ateşli dal gaları, mütarekenin çamurları, İstik lal Savaşı’nın istikbale ufuk açan sa vaşları dindikten sonra kavuştuğumuz emniyet devrinde biz de böyle can dan sohbetler, ilmi ve milli meseleler üzerinde konuşmalara imkân bulur duk. Topkapı dışarısındaki köşkün anaç ceviz ağacının altında, her ikisi de rahmetli Şeyh Baki ve Hoca Şera- fettin Efendilerle Mevlânâ’nın ruba ilerini böyle okuduk, böyle tercüme
ettikti. İstanbul Lisesi’nde öğretmen ken rahmetli Seyid Salih Efendi’nin, Çarşamba’daki evinde toplanırdık. Fuzuli divanını böyle hatmetmiştik. Bu fâzıl insanların bilgilerinden, zevklerinden ettiğim istifadeyi onları rahmetle yâd ederek minnetle hatır larım. Aziz arkadaşım felsefeci Servet, hikâyeci Memduh Şevket, Taninci Muhittin’le münakaşalarımızın sa bahlara kadar sürdüğü olurdu. Bunla rı da hiç unutmam.”10
Çok Yönlü Bir Aydın
İşte bu yüzdendir ki Hasan-Âli Yü cel karşımıza, felsefeci, edebiyatçı, edebiyat tarihçisi, şair, musikişinas, gazeteci, deneme yazarı, eğitimci, devlet adamı vb., sözün kısası el attı ğı her alanın hakkını veren büyük ve nadir bir aydın olarak çıkmaktadır. Biz burada bu büyük adamın yalnızca bir yönü, tarihçilik yönü üzerinde duracak ve onun ülkemizde bir tarih bilincinin yaratılması, ulusal bilincin kökleşmesi konusundaki çabalarını incelemeye çalışacağız.
Yücel’i bir tarihçi, titiz bir tarih araştırıcısı olarak kabul etmek hiç de yanlış değildir. Nitekim ülkemizde henüz tarih yönteminin tartışıldığı, bu konuyla ilgili makale ve kitapla rın dilimize çevrilmeye başlandığı bir sırada sorunu liseler için yazmış oldu ğu Mantık kitabında ele almış ve “Ta rihte M etot” sorununa özel bir yer vermişti.11 Bu bölümde tarihin doğu şu ve gelişmesi üzerinde durmuş, ilk çağdan zamanımıza kadar tarih bili minin belli başlı aşamalarını gözden geçirmiştir. Burada İbn Haldun’a özel bir yer verdiğini vurgulamak ge rekir:
“Müslüman âleminde ilk olarak hikâyeci tarihten olgucu tarihe yük selip olayları nedensellik yönünden gören Arap tarihçisi İbn Haldun ol muştur. XIV. yüzyılda yaşayan İbn Haldun’un meşhur tarih mukaddi mesi Yunanlılardan ayrı hattâ onlara
üstün bir sistem göstermektedir. O l gucu Yunan tarihçilerinin çok kere ler esas belledikleri hükümet şekille ri yerine İbn Haldun, insanlar ara sındaki münasebetleri ve danışma duygusunun zayıf veya şiddetli oluşu nu prensip olmak üzere almıştı. G ö çebe hayatından medeni hayata, köy yaşayışından şehir yaşayışına geçme yi ve medeni topluluklar teşekkül et tikten sonra bunların göçebe fatihler tarafından zaptedilmesi gibi olayları hep bu prensibe göre izah ediyordu (s.275)...”
Burada İbn Haldun’u özellikle vur gulamamız nedensiz değildir. Çünkü diyebiliriz ki İbn Haldun’un Türkler tarafından “keşf” edilmesinden beri bu büyük insanın tarih felsefesi dili mizde ilk kez bu denli yalın ve duru bir biçimde Hasan-Âli Yücel tarafın dan açıklanmıştır. Yücel, bu bağlam da tarihin konusu, amacını da belirt tikten sonra geçmişin nasıl bir yön temle incelenmesi gerektiği üzerinde durmakta, belgeleri nasıl değerlendi rebileceğimizi açıklamakta, aynı za manda tarihin kurulması sorununu da ele almaktadır. Yücel bu çerçeve de tarih felsefesi ve tarihi maddecili ğe, tarihin değerine ve görevine de yer vermiştir. Bilimler Felsefesi Mam tık’ın tarih yöntemiyle ilgili bu bölü münün rahat ve kolay anlaşılabilir olması, Yücel’in bakanlığı dönemin de felsefe terimlerinin Türkçeleştiril- mesinin bir sonucudur demek hiç de yanlış değildir.
Yücel, çeşitli eserlerinde ve maka lelerinde tarih yazıcılığının, tarih araştırıcılığının dikkate değer örnek lerini vermiş, başka bir deyimle ko nuların açıklanması ve sorunların çözümünde geniş ölçüde tarih yönte minden yararlanmıştır. Deneme ni teliğindeki yazılarının çoğunun ana malzemesinin de tarih olduğunu unutmamak gerekir. Türk Edebiyatı- na Toplu Bir Bakış (İstanbul, 1932),12
Türkiye’de Ortaöğretim (İstanbul,
Hasan-Âli Yücel ve Tarih Bilinci
1938), Edebiyat Tarihimizden I (A n kara, 1957, İstanbul, 1989) vb. baş lıklı eserleri Yücel’in nasıl bir tarihçi titizliğiyle çalıştığını yeterince kanıt lamaktadır. Doğrudan doğruya belge yayınına dönük çalışmalarının da bulunduğunu belirtmek gerekir. Bir
Türk Hekiminin Tıbba Dair Manzum Bir Eseri (İstanbul, 1937) ile İstan
bul’un 500. Fetih Yıldönümü dolayı sıyla Topkapı Sarayı Çinili Köşk’te düzenlenen sergide yer alan Akşem- settin’in Fatih’e yazdığı bir mektubu yayınlamasını buna örnek olarak gösterebiliriz.13 İngiltere Mektupları (Ankara, 1958)’nın girişinde Tiirk- İngiliz ilişkilerinin tarihsel gelişmesi nin çerçevesini çizerken dayandığı temel kaynak ve araştırmalar, Yü- cel’in alanında uzman bir tarihçi kimliğiyle çalıştığını açıkça ortaya koymaktadır. Batı’da Türk tarihi ile ilgili olarak yapılan ve yayınlanan pek çok araştırmayı da yine kılı kırk yaran bir dikkatle gözden geçirmiş, eleştirmiş ve değerlendirmiştir.
Tarih Nedir?
Yücel tarihi nasıl tanımlıyordu? Bu sorunun karşılığını aramak bize öyle geliyor ki, onun ülkemizde oluştur maya çalıştığı tarih bilincinin içeri ğini ve sınırlarını kavramamıza yar dımcı olacaktır.
Yücel, yukarıda sözünü ettiğimiz Mantık kitabında tarihi şöyle tanım lamaktadır (s.276): “Tarih en geniş anlamda, gelip geçen ne kadar olay varsa hepsini inceleyen bir bilgi dalı dır... Dar anlamda tarih, beşer hare ket ve olgularının geçmişteki görü nüşlerini inceler. Bu görünüşler siya sette, fikirde, ahlâkta, ekonomide... olur ki bunların zaman ve mekânda ki gelişmeleriyle aralarında bulunan münasebetleri de ayrıca araştırır...”
Yücel bunun dışında tarihin başka tanımlarını da vermektedir: “Tarih, bilinenlerin yapılmaması ve yapılan ların bilinmemesi hakkında uzun bir
hikâyedir.”14 Bunun dışında tarihin diğer bir tanımı da Yücel’e göre şu dur: “Tarih, beşerin başına gelmiş fe laket ve afetleri, bela ve musibetleri bize haber verir.”15 Yine onun tanı mına göre, “Tarih mekânı zamanlaş- tırma ilmidir.. Geçmişin bilincini uyandırmak için dimağımızda yaptı ğımız büyük cehdi hatırlamayız bi le... Tarih insanlığın hafızasıdır.”16
Tarihi, olup bitmiş, işlevini ta mamlamış ve geçmişin sınırları içine hapsedilmiş bir olgu olarak kabul et memektedir:
“Tarih nerede yalnız bir kitaptan ibaretse orada ölü bir kalıptır. Fakat nerede ölmüşlerle beraber yaşıyorlar sa ancak o yerde tarih vardır. Tarih bir hayattır ve canlıya bağlıdır. Böyle olmasaydı bir masal, faydasız ve mâ nâsız bir masaldır.”17 Günümüzle uyum sağlamayan bir tarih niçin ma saldır? Çünkü “Mazi, mazi olarak ölüdür. Ona dirilik veren yaşayanla rın geçmişteki olayları ve insanları hayallerinde yeniden sahneye çık malarıdır...”18 Geçmişin varlığı, öne mi ancak günümüze göre bir anlam kazanır: “Geçmiş geçmiştir. Hakikat te mazi diye bir şey yoktur. Onun varlığı ancak hale nispetlidir.”19 Yü cel bu değerlendirmeyi yaparken geçmişle günümüz arasında bir bağ kurmak amacını güdüyor, tarihi bir mezar taşı olmaktan kurtarmak isti yordu. O, toplumun geçmişin düşleri içinde avutulmasından, insanların geçmişe çivilenip kalmalarından kaygı duymaktadır. “Eskiyi ve geçmi şi bilme başka, eskide ve geçmişte yaşama başka şeydir. Ölmüş günlere bağdaş kurarak ses hızını geçen uçak devrinde mazi afyonkeşliği etmek, uyumak değil, ölmektir. Ölemeyiz. Yaşamağa mecburuz.”20
Yücel, bu düşüncelerini bir başka yazısında daha sistemli bir biçimde açıklamaktadır: “Geçmişte mıhlanıp kalarak istikbal kaygusu duyulamaz... milletler ileriye istikbale yürüyen
kervanlardır... Milletler, idealleriyle müşterek hayalleriyle yaşar. Halbuki ideal geçmişte değil, gelecektedir. Sanat, pozitif bilim, felsefe; onu şe killendirir formülüne koyar, açıklar, sanatsız, bilimsiz, felsefesiz ideal
do-w »2 1
gamaz.
Yücel’in bu görüşleri kesinlikle ta rihin, geçmişin yadsınması anlamına gelmez. Çünkü o eski zamanların ve tarihin “bir milletin varlığında hare ket noktası” olduğunu kabul etmek tedir.22 Bunu bilmek gereklidir, hattâ zorunludur. Kaldı ki geçmiş, yalnız yazılı eserlerden ibaret değildir. Bir tapınak, bir ev, bir türbe, bir köprü, bir mangal, bir minyatür, bir türkü... Milli kültürden birer parçadır. Elbet te bunları da bilmek ve tanımak ge rekir.”23
Tarihle tarihçi arasındaki sıkı bağı görmezlikten gelemeyiz. Daha açık bir anlatımla tarih, tarihçinin kafasında biçimlenir, yazıya dökülür ve bize öy lece yansır. Konuyu biraz daha açmak için Prof. Dr. Salih Özbaran’dan bir alıntı yapmanın yerinde olacağı kanı sındayız. Özbaran diyor ki:
“Tarih iki anlam taşımaktadır. İlki, geçmişte olup bitmiş şeylere ilişkin dir, bu bilinmeyen bir geçmiştir, as lında tarih diye bir şey yoktur ortada; diğeri, bu geçmişin tarihçi çalışma sında biçimlenmiş halidir. Tarihçi formasyonu ile ortaya çıktığını sanan birilerinin ulaşabildiği ve incelediği dönemin görgü tanıklarından kalan ya da bir sonraki kuşağın taze olarak algılayıp bazı eklemelerle yansıttıkla rı kaynaklardan yararlanarak bize sundukları betimlemelerdir; tarihçi liğin -bir bakıma profesyonel anlam da- görüntüsüdür..”24
Günümüz tarihçiliğinin vurguladı ğı bu gerçeğin, yıllar önce Hasan-Ali Yücel tarafından bilinçli bir biçimde dile getirilmesi anlamlıdır, anlamlı olduğu kadar düşündürücüdür de... Nitekim, Yücel’e göre: “Tarihçiler maddeyi kuvvet, kuvveti madde
Hasan-Âli Yücel ve Tarih Bilinci
Haşan Âli Mevlevi kıyafetiyle.
line getiren fizikçiler gibidirler. İn sanlık hayatında bu derece mühim mevki tutuşları ölmüş hayatı dirilt- melerindendir.”25 Tarihçi aynı za manda eskiden kalmış hep mekân içinde olan belgeleri zamanlaştırır. Sözgelimi “Sultanahmet’deki Dikili taş, bir cahil için ne mana ifade eder, Hacıbayram Cam isi’nin yanındaki Augustos Tapmağı oradan geçenleri mizin çoğu için, hattâ yoktur.”26 Yü cel, tarihin temel koşulunu, vazgeçil mez kuralını tarihçiye bağlamakta dır. O, bu bağlamda “tarihçi olmasa tarih olabilir miydi?” sorusuna ilgi çekici yanıtlarla karşılık vermekte dir. Sözgelimi Herodotos gibi bir adam çıkmasaydı, eski zaman tarihi ne ait bugünkü bilgilerimizin kapsa mı ne olurdu.27 Yine bu çerçevede “Michelet’siz Fransız Ihtilali’ne nüfuz etmek mümkün müydü? Nitekim bi zim Naima’mız olmasaydı, Osmanlı tarihinin çehresi en aşağı bir uzuv eksilmiş gibi aslında daha başka gö rünecekti.28 Tarihçi yalnız olayları şekillendirmekle kalmayacak, aynı zamanda “Beşer hayatına yeni yöne lişler veren şahsiyetleri haddeden ge
çirip onlar hakkında doğru hükümle re varmak” görevini de yerine getire cektir. Tarihin efsanelerden arındırı larak geleceğe gösterişsiz bir biçimde aktarılması gerekir. Yücel bu konuda İngilizlerin tutumunu örnek olarak göstermektedir: “Tarihi efsanelerden çıkarıp istikbal hikâyesi halinde genç nesle gürültüsüz ve gösterişsiz telkin eden İngilizlerin palavrasız milliyet çiliğine hayranımdır. Tarih kitapları bu duyguyu besler, edebiyatları bu anlayışa ışık tutar.”29
Tarihte nesnellik sorununa gelin ce: Yücel, her bilimde olduğu gibi ta rihin de peşin hükümden uzak olma sı gerektiğini savunmaktadır. Ancak tam bir nesnellik herhalde olanaksız görülmektedir. O, bu konuda şu çar pıcı örnekleri vermektedir:
“Cesar’m Gallio savaşı, hususiyle iç-savaşlara ait olan yazıları, bütün objektif kalma arzularına rağmen kendinin politik ve asker dâvalarını hissettirir. Atatürk’ün büyük ''Nut
uk’u da bu bakımdan bir tarihtir. İs
tiklal Mücadelesi’nin tarihi pek tabiî olan sübjektifliğine rağmen ne kadar objektif bir vasıf taşımaktadır. Bir
sevgi, bir dâva olmaksızın tarih yazılabileceğine, daha doğrusu böyle içten gelip iten bir kuv vet olmadıkça büyük tarihçi ye tişebileceğine inanmıyorum. Mesela bizim hayat prensipleri ni değiştirme hareketimiz olan Tanzimat devrini ciddi bir te cessüs duymadan inceleyip bü yük bir eser ortaya konulamaz, kanaatindeyim. Bunda, sırf his si âmillerin tesirinde kalarak bir aşiretten “cihangirâne” bir dev let çıkaran Namık Kemal’in Osmanlılığı seven, fakat ro mantik kalan duygusunu kas- detmediğim şüphesizdir.”30 Nesnellik konusunda tarihçi, sevdikleri hasta olduğu zaman sevmedikleri için olduğu kadar tarafsız hareket eden bir hekim gibi, yapılması gerekeni yapabilmeli dir. Tarihçi bu bakımdan yargıçlara benzer.31 Ancak tarih eğitimiyle öm rünü uzatabilen insan, zekâları, geç miş günlerin içine çekebildiği oranda tarihçidir.32
Tarih, tarihçinin ürünüdür. Başka bir deyimle tarih tarihçiden doğar. Tarihçi ise bulunduğu sosyal çevre nin ve yaşadığı dönemin ve zamanın eseridir. Tarihçinin bu aydınlığa var ması için temel koşul, kendini özgür hissetmesidir.33 “Korkak, hiçbir şey olamadığı gibi müverrih de olamaz.” Bu bağlamda Yücel, tarihçinin göre vini tam anlamıyla yerine getirebil mesi için gerekli olan özgürlüğün o- nun dışında değil, içinde aranmasını savunmaktadır. Voltaire’in bu konu da dile getirdiği bir gerçeği biraz de ğiştirerek şu yargıya varmaktadır: “Voltaire’in ‘tarihi iyi yazabilmek için hür bir memlekette yaşamalıdır’ sözündeki ‘memleket’i tarihçinin ‘vicdanı’ olarak alıyorum. Tarihçi böyle hür ve cesur bir vicdanın sahi bi olunca akıp giden zamanı aklının kudretiyle durdurduğu bu anın hikâ yesi gerçek tarihtir.”34
Hasan-Ali Yücel ve Tarih Bilinci
Bakanlığı döneminde bir Köy Enstitüsü inşaatında.
da, güzel sanatlar ve bilhas sa musiki ve operada, hattâ bütün hızını onun zama nında alan tercüme işlerin de42 Yücel’in ne kadar bü-Yücel, özellikle Milli Eği tim Bakanlığı (1938-1946) görevinde bulunduğu sıra da, ülkemizde burada ay rıntılarına inemeyeceğimiz bir aydın hareketinin do ğup gelişmesine inanılma yacak kadar büyük katkı larda bulundu. Onun bü tün çabalarının yöneldiği hedef, memleketine Batı kültürünün, kendi deyi miyle garp kafasının girme si idi.41 Köy Enstitüleri işinde, Teknik Üniversi- te’de ve meslek
okulların-Yücel, tarihin bir eğitim aracı ola rak toplumsal işlevini yerine getire bilmesi için onun canlı ve günümüz le ilintili olmasının zorunluğu üze rinde de sık sık durmaktadır. Çünkü olaylar, onları yaşayanlarla, onların içinde bulunanlar gibi ölmüşlerdir. “Asıl canlı olan tarih bizde ve etrafı mızda yaşayanlardır. Gün tarihinin kitabı, gazeteler, radyolar, televizyon lar, hele kulaktan kulağa gelen dedi kodulardır. Ölü tarihi bu diri tarihe bağlamadıkça nerede, hangi devirde, kimlerle yaşamakta olduğumuzu bile meyiz.”35 Çünkü eskinin değeri yeni ye madde vermesinden kaynaklanır. “Geçmiş yok, gelecek daha meydan da değil; ruh için var olan haldir.”36 Tarihi algılamak “insanların yapaca ğı işlerin en gücü” olan “düşünme’ ye bağlıdır. Yaşadığımız olaylar üstünde bile ne kadar az durup düşünüyo ruz.37
Yücel, ulusal bilincin oluşmasında geçmişin sınırlı bir etkisinin bulun duğu inancındadır. “Sade ona daya nılarak istediğimiz aydın ruh ortaya çıkabilseydi daha yüzlerce sene önce
“milliyet” duygusu “bizde çoktan doğmuş olurdu” diyen Yücel, ulusal birliği sağlayacak olan en büyük gü cün “gelecek” olduğunu önemle vur gulamaktadır. Çünkü “Türk milleti yarın ne halde bulunmalı” sorusunun cevabında toplanacak düşüncelerdir ki, bizi birbirimize sıkı bağlarla bağla yacaktır.”38 Çünkü tarih, bir ulusun “varlığında hareket noktası” işlevini görmektedir.39 N e var ki tarihe hiç bir zaman geçmişte yaşamak, geçmişi taklit etmek gibi görev yüklenmeme lidir: “Mimaride bugün yaptığımız gi bi asırlar önce yapılmış camileri tak lit edersek, büyüklere yapılacak me zarları eskilerin tekrarı halinde ku rarsak, köprüleri günün tekniğinden geçip Selçuklular devri eserlerine uy durursak, asrımızın ileri ısınma vası talarını bırakıp mangala, çağdaş res mi bırakıp minyatüre, günlük giyim araçlarını bir yana koyup cübbeye, kavuğa, çarşafa, feraceye, şalvara dö nersek, türkü veya şarkı besteleyip modem musikiye kulaklarımızı tıkar sak bunun adına “milli mazimizi” ta nımak mı diyeceğiz.”40
yük bir rol oynadığını be lirtmeye bile gerek yoktur. Ancak Yücel, bu uygarlık savaşında doğru dan doğruya kendi partisine mensup milletvekillerinin kendisine karşı koymalarından kurtulamadı. Niçin? Bu sorunun yanıtını Tanpınar çok açık olarak vermektedir: “Bir gün namusuna ve iyi niyetine emin oldu ğum bir Halk Partisi mebusunun ‘ilahlar, ilahlar... Bıktık bu ilahlar dan...’ diyerek bizim o kadar tabiî bulduğumuz Yunan klasik tercümele rine hücum ettiğini gördüm. Hatibe göre hümanist kültürün kaynağı bi zim için başka yerdeydi. Hakikatte mesele çok basitti. İki ayrı zihniyet karşılaşmıştı. İkisinin hakikatleri ve bedahetleri çarpışıyordu.”43 İşte bu zihniyet farkının giderilmesi, orta dan kaldırılması, ülkede bir tarih bi lincinin oluşması ve kökleşmesiyle sağlanmış olacaktı. “Asıl mesele, günlük ihtiyaçlarla asırlardan beri gelmiş eski izler arasındaki, yani ma zi ile hal arasındaki ittisali temin et mektir. Güçlük buradadır”44 diyordu. Yücel, bu bilincin oluşmasında tari hin geleceğe dönük işlevini de
Hasan-Ali Yücel ve Tarih Bilinci
önemle vurgulamaktadır. Nitekim “Atatürk inkılabının insanlığa ka zandırdığı hakiki medeniyet kıymet lerini... istikbale nakledilecek tarih tir.”45
Tarih Bilinci
Tarih bilincinin, niçin ve nasıl oluşması gerektiği konusunda Yücel, 4 Kasım 1940’da Dil ve Tarih C oğ rafya Fakültesi’nin yeni binasını açarken yaptığı konuşmada yeterli açıklamalar yapmış bulunmaktadır:
“Öz kaynaklarımıza inmek suretiy le mazimizin aydınlatılması, bizimle münasebette bulunmuş milletlerin tarihine, yine kendi gözümüz ve ken di anlayışımızla bakılması... Şuradan buradan alınmış fikirlerle değil, mil li hayatımızın şuuruna dayanan bu düşünüşle elde edilmiş evrensel görü şe sahip mütefekkirlerimizin yetiş mesi. İmparatorluk adamları, nice nice devletler kurmuş ve medeniyet kaynağı olmuş büyük milletimizin asırlar boyunca uzun ve hatıralar bo yunca şerefli tarihini aydınlatmaya çalışmak şöyle dursun, onu mümkün olduğu kadar unutturmaya uğraşmış lardı... Daha sonra birkaç uyanık ve duygulu fikir adamımız istisna edilirler se, yabancı tarihçilerin Türk tarihi hakkında yaz dıkları karmakarışık fikir ler, bilerek bilmeyerek be nimsenmeye başlandı. Türk milleti sırf doğuşken ve cengaver vasfı ile iktifa olunan bir tarihe sahip zannedildi. Bu döğüşkenlik ve cengaverliği doğuran fe dakâr ruhun insanlığa ge tirdiği medeni fikirler ve eserlerden bahsolunma- dı...”46 O halde "... Milli varlığımızın tarihinin en eski kaynaklarından bugü ne doğru yürüyüşünde han gi yollardan geçtiğini, han
gi kıtalarda medeniyet durakları kur duğunu ve insanlığa neler getirip hiz met ettiğini”47 göstermek gerekir. İş te bu yolu bize Türk inkılabı göster di: “Milli tarihi görüş ve anlayışımız daki ileriliğimizi de şüphesiz inkılabı mıza borçluyuz. Türk milletinin en eski devirlerden bugüne kadarki siya sal ve medeni hayatını, o zamana ka dar olduğu gibi dünya tarihinden ko pararak değil, belki dünya tarihi içinde ve objektif bir surette bir bü tün olarak görmeyi bize büyük A ta türk ve onun kurduğu Türk Tarih Kurumu öğretti.”48
Yücel, Türk Tarih Tezinde49 ro mantik ve duygusal yönlerin bulun duğunu açıkça dile getirmekte, an cak bunu o günün koşulları içinde doğal karşılamakta, ne var ki bu te zin bize evrensel bir bakış açısı ka zandırdığını da vurgulamaktan geri kalmamaktadır: “Tarih tezinde belki romantik çok hissi cihetler bulunabi lir. Bence bunu tabiî görmeli. Os- manii İmparatorluğu’nun yıkılmasın dan sonra doğan yeni ve milli bir devre, Türk milletine ve onun başı olan insana ezici ve dondurucu bir
Haşan Âli Yücel ikinci Maarif Şurası üyeleriyle.
kıştan çıkıp, yeniden hayata kavuş turan bir bahara erişildiğini hissettir di. Bu büyük zaferin ve başarının ruhlarda uyandırdığı yeniden yaşama hamlesi, milletimizin geçmişteki za ferlerini ve medeni başarılarını art tırdı. Anladığımız tarih, tarihten ön ceye kadar ve kendimizi arama ana hattının yanında bütün dünya mede niyetlerini bizimle alâkalı gören bir usule bağlandı.”50 Biz, “tarih tezi ile yalnız kendi tarihimize bakmış olsay dık bu anlayışı yakalayamazdık...” Bu tezle “geleceği kuvvetli bir dogma tizmden kurtulduk; tarih araştırmala rında tenkitçi bir ruh kazanmış ol duk.”51
Yücel, tarih bilincinin oluşmasın da maddi kültür varlıklarımızın ka lıntılarının temel bir malzeme ola rak, bilimsel yönden ve araştırmalar la değerlendirilmesi gerektiği kanı sındadır.52 Yücel, bu kültür varlıkla rını bir bütün olarak görüyor, onlar arasında herhangi bir ayrım yapmı yordu. Nitekim “Selçuk devrinden kalma ve taştan oyma bir kandilin Selimiye gibi beşer zekâsının kurucu olarak düşünmede en ileri eserlerine.
Hasan-Âli Yücel ve Tarih Bilinci
Çin tarihlerinde nihayet bir satır bü yüklüğünde Türkçe bir sözden Evliya Çelebi’nin ciltler tutan seyahatna mesine kadar, bizim diyebileceğimiz her şey bu bütünün yaratıcı unsurla rıdır.”53 İşte biz, “ ...inkılabın kurucu ruhuna yürekten bağlı kalırken, geç mişimizin her cephesine, bu cephele rin en küçük noktalarına kadar dik katimizi uzatmaktan geri kalmıyoruz ve kalmamalıyız.”54
T ürk Hümanizması
Bu tarih bilincinin mayası hüma- nizma olacaktı. Peki, dilimize yeni girmiş olan bu hümanizmamn anla mı neydi? Çok genç yaşta yitirdiği miz Orhan Burian’a göre: İnsanın dünyayı yeni baştan tanımaya ve açıklamaya çalışırken dikkatinin ay nı zamanda kendine çevirmesi hü- manizma çağını açmıştır.55 Hüma- nizmanm bir zihniyet olduğunu, bu zihniyetin de naslardan kaçınma ve araştırıp deneme gibi iki ana vasfı bulunduğunu gözden uzak tutmamak gerekir.56 Hümanizma, yüzyılların yüklediği dogmalardan silkinerek as la, köke, insana gitmek biçiminde ta nımlanırken, yeni Türk toplumunun yapısına ait bütün sorunları yeniden incelemek suretiyle bir Türk hüma nizma yaratılabileceği inancı da dile getirilmektedir.57 Bu bağlamda Bun an, yepyeni ve devrimci düşünceler ileri sürmektedir:
“Kendimizi aramaktan kastımız, daha doğrusu hümanist zihniyetin çı kar yol olduğunu söylemekten mak sadımız dünya medeniyetleri arasın da yer alabilecek surette nevi şahsına münhasır bir medeniyetimiz olmadı ğını söylemekdir.
Kendimizi arayalım derken ferdi kasd etmiyoruz. Bir tarihimiz var ki tetkik edilmemiştir. Bir içtimai bün yemiz var ki nasıl kurulmuş ve nasıl işleyegelmiş olduğu araştırılmamıştır.
N e için? Çünkü hadise ve mesele leri hümanist kafa ile görmesini bile
medik. Bu zihniyet Avrupa’ya Rena- issance ile geldi.”58
Orhan Burian, Türkiye’de hüma nist zihniyetin yerleşmesini ve kök leşmesini iki ana koşula bağlıyordu. Bunlardan birincisi zaman içinde ken
dini tanıma, diğeri de mekân içinde kendini tanıma yani insan olarak ken
dimizi algılamaktı. Bu koşulların ger çekleşmesi Türklük tarihinin başın dan beri devam edegelen sosyal, ah laki, felsefi, bilimsel, edebi bütün et kinliklerin incelenmesine bağlı bu lunmaktadır.59
Yücel, çeşitli yazı ve konuşmala rında hümanizmamn tanımına ve bi zim açımızdan önemine yer vermiş tir. Tarih Vesikaları dergisinin önsö zünde Yücel, hümanizmadan ne an ladığını şöyle açıklamaktadır (cilt I, sayı 1): “Bizim anladığımız hümaniz ma, insanlığın, en derin mazisinden bugüne kadar geçirdiği hayatın mana ve tecrübelerini tanımak, bilmek ve onu kısa ömrümüzde tekrar yaşayıp yaşatmaktır. Cumhuriyet maarifi, bu anlayış ve görüşle Türk kültürünün yayılıp genişlemesine imkân hazırla mayı vazifelerinin ilki sayar.” Biz, bir taraftan bugünkü varlığımızın gerçe ğini aramaya, bulmaya çalışırken, di ğer yandan da dünümüzün bütün iz lerini aydınlığa çıkarmak çabası için deyiz. “İdeallerimiz istikbal’de, hazır layıcı imkânlarımız htti’de fakat ana köklerimiz uçsuz, bucaksız mazi- mildedir... Tarihimizi başkalarının gözlüğü ile görmekten kurtulmayı bi ze cumhuriyet öğretti. Daima ikinci elden kendi malımızı almak itiyadını bırakış, inkılabımızın ehemmiyetli safhalarından birinin adı oldu” (göst. yer).
Yücel’in bakanlığı zamanında sis temleştirilen çeviri hareketi bir zih niyetin yakalanması, yazarın mensup olduğu toplumun kültür ruhuna nü fuz edilmesi açısından önemlidir.60 Dünya klasiklerinin çevirilerinin ba şında yçr alan Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü ve M aarif Vekili Hasan-Âli Yücel’in sunuş yazıları Batının hü manist kültürünü Türkiye’de kökleş tirmek azmini ortaya koyan değerli i- ki belgedir.61 Yücel diyor ki: “Hüma nizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en mü şahhas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu ifadenin zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir mille tin diğer milletler edebiyatını kendi dilinde daha doğrusu kendi idrakin de tekrar etmesi; zekâ ve anlama kudretini o eserler nisbetinde arttır ması canlandırması ve yeniden ya ratmasıdır. İşte tercüme faaliyetini biz, bu bakımdan ehemmiyetli ve medeniyet dâvamız için müessir bel lemekteyiz.” Ülkemizde “müsbet ilim zihniyetinin milli kültürün ve milli kültür tekevvünü içinde hümanizma ruhunu”62 aşılayacak olan kurumlan geliştirmek ve gerekli altyapıyı hazır lamak şarttı. Onun bakanlığı bu alt yapının azırlıklarıyla doludur. TB- M M ’de Devlet Konservatuarı kanu nu görüşülürken Yücel şöyle diyordu: “Biz münasebette bulunduğumuz ve icabında medeni eserlerini müdafaa etmeği vazife bildiğimiz ileri insan camisinin kıymetlerini kabul etmiş bulunuyoruz. Bunu asla Türklüğü müzden ayrılıyoruz mânasına alma malıdır. Türk olmağa medeni olmak mâni olabilir mi? Biz Türküz; yalnız musikimiz değil, her şeyimiz millidir. Çünkü milliyiz ve tepeden tırnağa kadar bu cemiyetin insanı, bu tarihin insanı ve milli istikbalin insanıyız. Amma bunu ifade etmeğe ut kifayet etmezse udu bir tarafa bırakırız, org lazım gelirse onu alırız.”63
Yücel, büyük bir coşkuyla kurduğu, cumhuriyetin kurumlan içinde seç kin bir yer almasını sağladığı Devlet Konservatuvarı’nın ilk meyvelerini verdiği 1941 yılında yaptığı konuş mada Türk hümanizmasının yeni bir
Hasan-Ali Yücel ve Tarih Bilinci
aşama kaydettiğini müjdeliyordu: “Bir gün bizim gibi bütün insanlığın idrak edeceğine inanmış bulunduğu muz Türk hümanizmasının yepyeni bir safhası, Devlet Konservatu- van’nın bağrından doğmaktadır. Türk hümanizması, beşer eserine is tisnasız kıymet veren, ona zamanda ve mekânda hudut tanımayan hür bir anlayış ve duyuştur. Hangi millet ten olursa olsun insanlığa yeni bir düşünüş, yeni bir duyuş getiren her esere bizim yüreklerimizin besleyece ği his, ancak saygı ve hayranlıktır.”64
Sorun, yukarıda da değindiğimiz gibi, Türkiye’nin Batılılaşması, Garplılaşması davasıydı. Yücel’e göre “Medeniyet bir bütündür. Şark’ı, G arb’ı yeni ve eski dünyası, şahsiyet farkları ne olursa olsun, bu bütünün birer tezahürü sayılabilir. Biz Türkler, tarihin türlü çağlarında ona yeni un surlar katmış ve ondan, bizim için yeni olan unsurları hiç taassup gös termeden bol bol almışızdır.”65
Yücel, “Garplılaşma” davasında “Osmanlı tarihinin ve umumiyetle tarihimizin en mühim merhalelerin den” birinin Tanzimat'ı Hayriye’nin
ilanı olduğunu66 bilinçli olarak algı layan devlet adamlarımızın başında gelmektedir. Devlet adamlarımızın diyorum, çünkü resmî söylemde Tan zimat’a bakıştaki yanılgının Yücel’le birlikte düzeltildiğini belirtmek ye rinde olur. Onun bakanlığına kadar Tanzimat, sadece Türkiye’nin Batı sermayesinin açık bir pazarı haline getirilmesine ortam hazırlayan bir
dayatma olarak yorumlandığı halde,
Yücel hareketi yeni bir tarihsel süreç içinde değerlendirerek bunun arka sındaki zihniyeti yakalayabilmiştir. İşte bu yüzdendir ki Yücel, “Tahlile bugün de muhtaç olan yürüme ve durmalarıyla milli dâvamızın mühim safhalarından biri olan tarihimizin bu hamlesini düşünerek anmak ve anarak düşünmek” için anıtsal bir eserin hazırlığına girişti. O zamana kadar elimizde Tanzimat hakkında Engelhardt’ın çevirisinden, lise ede biyat kitaplarına serpiştirilmiş bilgi kırıntılarından ve Abdurrahman Şe refin birkaç makalesinden başka bir şey yoktu. Yücel’in öncülük ettiği, bin sayfayı bulan, resim, tıpkıbasım ve levhalarla bezenmiş Tanzimat I
îs-tanbul, 1940)67 büyük bir boşluğu doldurmuş ve Tanzi mat araştırmalarına da yeni bir ivme kazandırmıştır. Ese rin “eski devrin ıslahat te şebbüsleriyle Türkiye Cum- •huriyeti’nin inkılap hareket leri arasındaki farkları mu kayese etmek” gibi ideolojik bir niteliğinin de bulundu ğunu belirtmek gerekir. Eser de yeralan incelemelerin ço ğunun “Tanzimat’ın başara madığını Cumhuriyet ger çekleştirmiştir” gibi bir gö rüşle kaleme alındığı sezil mektedir.68 Böyle bir bakış açısını doğal karşılamak ge rekir: Çünkü, “Tanzimat zih niyetine bizim milliyetçi, in kılapçı ve sosyal bir içgüdü olarak tenkidçi bakışımız, tabiî gö rülmelidir.”69 Kültür tarihimizin yeni bir dönüm noktası olan Tanzimat bi ze bugün şu olanağı vermiştir: “O dö nümledir ki tamamını doğru görme diğimiz zihniyetlerine rağmen Tanzi mat ricalinin giriştiği yenilikler, bu gün onları hiç değilse tenkid edebil me imkânlarını hazırlamıştır.”70
Sonuç olarak diyebiliriz ki, çok yönlü, geniş kültürlü bir aydın olan Hasan-Ali Yücel’in şairliği, yazarlığı, eleştirmenliği, eğitimciliği, felsefeci- liği vb. yanında tarihçi kimliğinin de önemli bir yer tuttuğuna şüphe yok tur. Çalışmaları içinde doğrudan doğruya tarihle ilgili olan ve bir tarih yöntemiyle yazılan eserlerin, maka lelerin sayısının oldukça kabarık ol duğunu da belirtmek gerekir. Yücel, tarihin tanımı, işlevi, yararı, tarihçi nin görevi vb. konularda da oldukça ilginç ve dikkate değer bulduğumuz kavramlar geliştirmekten geri kalma mıştır. Özgürlük ve hümanizma söy lemleri bu kavramların temelini oluşturmaktadır. Bunun anlamı, tari he özgürce yaklaşmak ve onu hüma nist bir anlayışla yorumlamaktır. Yü
Hasan-Âli Yücel ve Tarih Bilinci
cel, tarihi bir bilgi yığını, bir geçmiş hayranlığı olarak algılamıyordu. Onu toplumsal bilincin ortak payda- sı olarak görürken ilerlemenin de iti ci bir gücü olduğunu kabul ediyordu. Reşat N uri’nin Carlyle’dan dilimize çevirdiği Kahramanlar (İstanbul, 1943) için yazdığı önsözde şöyle
de-NOTLAR
1 Faik Reşit Unat, *Hasan-Âli Yücel', Belleten, 97 (1961), 291-306; Hasan-Âli Yücel, Geçti ğim Günlerden, İstanbul, 1990: Mustafa Çı kar. Hasan-ÂII Yücel ve Türk Kültür Refor mu, Ankara, 1997, Yücel, çeşitli yazılarında ailesi, çocukluğu, yetişmesi konusunda sık sık bilgi vermiştir.
2 Canan Yücel Eronat, Ertuğrul Süvarisi Ali Bey’den Ayşe Hanıma Mektuplar. İstanbul, 1995.
3 Hasan-Âli Yücel. Hürriyet Gene Hürriyet, An kara, 1960-1966, I, II (Bundan böyle Hürri yet kısaltması kullanılacaktır). Yücel özellikle gazetelerde yazdığı yazılarda hürriyet kavra mının çözümlemesine büyük ağırlık vermiş ve bu sözcük, yazılar kitap haline getirildiği za man değişmez bir başlık olarak kullanılmıştır. Yukarıda belirttiğim 2 ciltlik eserinden başka ayrıca bk. Hürriyete Doğru, İstanbul, 1955. 4 Hürriyet, I, 189.
5 Yücel'in ilk yazısı (17 Ekim 1913) Balkan bozgunuyla İstanbul'a sığınan bu göçmen kit lesinin dramıyla ilgilidir. Bk. Geçtiğim Günler den, 89-90.
6 "Ben kültür dâvasını vekil olduktan sonra de ğil, daha küçük yaşlarda iken, bir kurtuluş ve yüceliş imanı olarak kalbime yerleştirmişim- dir’ (Hürriyet, II, 982).
7 Ahmet Hamdi Tanpınar, "Hasan-Âli Yücel'e Dair Hatıralar ve Düşünceler", Yeni Ufuklar. 109 (1961), 1-10.
8 Zeki Arıkan, "Hasan-Âli Yücel İzmir'de", Tarih ve Toplum 84 (1990), 16-21. Türk Eğitim Derneği, Hasan-ÂII Yücel Anma Toplantısı, Ankara, 1993, 86-88.
9 Hasan-Âli Yücel, içten Dıştan, Ankara, 1938, 44-45.
10 Hürriyet, I, 360. Kızı Canan Yücel Eronat tara fından titizlikle korunan arşivi Yücel'in ne kadar geniş bir çevreyle iletişim içinde bulunduğunu yeterince kanıtlamaktadır. Bir örnek için bk. Ya- kup Kadri’den Hasan-ÂII Yücel’e Mektuplar (Haz. Canan Yücel Eronat), İstanbul, 1996. 11 Hasan-Âli Yücel, Bilimler Felsefesi Mantık.
Beşinci basım, Ankara, 1942, 271-293. 12 Almanca çevirisi Ein Gesamtüberlick über
die Türkische Literatür (Übersetz von Os man Reşat), İstanbul, 1941.
13 Hürriyet, II, 481-485.
mektedir: “Yüzü geriye dönük olan lar elbette rahatsızlık duyacaklardır. Hayvanına ters binmiş bir yolcu gibi bunların başı döner; geriden uzaklaş tıkça eşyayı küçülmeye başlar görür ler; sıkıntıdadırlar, ıstıraptadırlar ve bazen bunda samimidirler de... Yüzü istikbale dönükler, uzakta küçücük
14 Hürriyet, I, 269. 15 Hürriyet, I, 279. 16 Hürriyet, I, 293. 17 İngiltere Mektupları, 70. 18 Hürriyet, I, 245. 19 Hürriyet, I, 247. 20 Hürriyet, I - 152, 21 Hürriyet, I, 152. 22 Hürriyet, I, 523-524. 23 Hürriyet, I, 523-524.
24 Salih Özbaran, Tarih, Tarihçi ve Toplum, Tari hin Çağnşımı, Doğası, Tarihçilik ve Tarih Öğ retimi Üzerine Düşünceler, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997,179. Krş. R. G. Col- linvvood, Tarih Tasarımı (Çev. Kurtuluş Din- çer), İstanbul, Era Yayıncılık, 1990, 217-245. 25 Hürriyet, I, 294. 26 Hürriyet, I, 294. 27 Hürriyet, I, 295. 28 Hürriyet, I, 295. 29 Hürriyet, I, 231-232. 30 Hürriyet. I, 295. 31 Hürriyet, I, 296. 32 Hürriyet, I, 297. 33 Hürriyet, I, 296. 34 Hürriyet, I, 297. 35 Hürriyet, I, 384. 36 Hürriyet, I, 384. 37 Hürriyet, I, 385. 38 Hürriyet. I, 524-525. 39 Hürriyet, I, 523-524. 40 Hürriyet, I, 524.
41 Sabahattin Eyüboğlu, Yeni Ufuklar, 105-106 (1961), 398.
42 Tanpınar, "Hasan-Âli Yücel'e Dair", göst. yer, 8. 43 Tanpınar, "Hasan-Âli Yücel", göst. yer. 44 Hasan-Âli Yücel, MIHI Eğitimle İlgili Söylev
ve Demeçler. Kültür Bakanlığı Yayınları, An kara, 1993, 14 (Bundan böyle Söylev).
gördükleri ideallerini ona yaklaşmak için sarf ettikleri emekle her zaman büyümekte görürler, onu daima daha aydın, daha canlı bulurlar. Onun için iyimserdirler, bahtiyardırlar, ha yatları daima verimli olur. Yürürler ve beraberlerinde başkalarını da yü rütürler...”
45 Yücel, Söylev, 97. 46 Söylev, 68. 47 Söylev, 169. 48 Söylev, 174.
49 Bu konuda bk. Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih Türkiye’de “Resmi Tarih" Tezinin Oluşumu (1929-1937), İstanbul, Afa, 1992. Bu kitapta sözü edilen Maarif Vekili Mahmut Esat Bozkurt değil, Esat Sagay olacaktır (s. 119, 120, 129, 148).
50 Söylev, 119. 51 Söylev, 217. 52 Söylev, 24,
53 Önsöz. İstanbul Kütüphaneleri Tarih ve Coğ rafya Yazmaları Kataloğu, I, İstanbul, 1943. 54 göst. yer.
55 Orhan Burian, "Hümanizma", Yücel, 47 (1939) , 262-263.
56 Orhan Burian, "Hümanizma ve Biz", Yücel, 64 (1940), 171.
57 Orhan Burian. "Müşterek Yazımız". Yücel, 61 (1940) , 6.
58 Orhan Burian, "Müşterek Yazımız", 8. 59 Orhan Burian, "Hümanizma ve Biz", 173. 60 Tercüme. Cilt I, sayı 1 (1940).
61 Suat Sinanoğlu, Türk Hümanizmi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1980, 93. 62 Söylev, 23. 63 Söylev, 60. 64 Söylev, 99. 65 Tercüme. 1/1 (1940). önsöz. 66 Hürriyet, II, 627.
67 Kitabın tanıtımı ve eleştirisi için bk. Ömer Lütfi Barkan, "Tanzimat Tetkiklerinin Ortaya Koyduğu Bazı Meseleler", İktisat Fakültesi Mecmuası, 11/2 (1941), 288-329. 68 Krş. Şükrü Hanioğlu, "Cumhuriyetin Tanzi
mat'ı Yargılaması: Tanzimat I (1940)". Argos Yeryüzü Kültürü. 15 (1989),*63-65. 69 Söylev, I, 205.
70 Söylev, I, 205.
Bir T ürk Aydınının
Trajik Portresi
K
u r t u l u ş
K
a y a l i
H
aşan Âli Yücel’in düşünsel kimliğinin 1940’lı yıllar dolayların da oluştuğu sanısı bir yanlış anlamay la beraber gelişmiştir. Zaten düşünsel doğrultusunun 1940’lı yıllarda oluş tuğu kanaati Türkiye’deki bir başka temel anlayışla birlikte mütalâa edil melidir. O da Türkiye’de genellikle düşünce alanında bir rönesansın 1960’lı yıllarda yaşandığı inancıdır. Bu durumda da 1940’lı yıllardaki dü şünsel gelişmelerin çok fazla ciddiye alınmaması gerekmektedir. Haşan Âli Yücel’in ölüm tarihi ise 1961’dir. Haşan Âli ölümüne yakın zaman ke sitinde de bir tür siyasal olaylarla kendini bağlantılı saymamış, olayla rın girdabında oluşan siyasal kimliği nin düşünceleri üzerindeki etkilerini silmeye çalışmıştır. Siyasal konular daki duyarlılıkları nedeniyle aşırı olarak telakki ettiği çevrelerin ken dinden uzak durduğunu, kendisini eleştirdiklerini açıklıkla ifade etmiş tir: “Bununla beraber particiliğin bu şeklinden iğrendiğimden şüphe yok tur. Yirmi beş yıldan artık süren idare ve siyaset hayatımda, değil parti veDoç. Dr. Kurtuluş Kayalı, A.Ü. Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğretim üyesidir.
cemiyet, herhangi bir zümrenin bile mensubu olmak taraflılığıyla hareke te meyletmedim. Birbirine zıt iki uç taki müfritlerin beraberce aleyhime yürümüş olmaları, bu tarafsızlık hali nin en canlı bir delilidir.”1 Bu mesa feli tavrının kendinin düşünsel geli şim seyriyle bir bağlantısı olduğu unutulmamalıdır.
Öncelikle bir entellektüelin dü şünsel dünyasını anlamanın yolunun nereden geçtiği düşünülmelidir. Bir insanın düşüncelerini anlamlandır mak, gerçekçi bir şekilde yorumla mak için yaşam koşullarını, çevresel koşulları bilmek gerekmektedir. H a şan Âli Yücel’in düşünsel dünyası da genel anlamda dünyadan kopuk ola rak telakki edilebilecek Türkiye ko şullarında şekillenmiştir. Bunun ya nında Haşan Âli Yücel’in birikimin de başka etkenler yanında sırf yaşı gereği olarak da Osmanlı kültürü nün, Osmanlı mirasının katkısı var dır: “Osmanlıdan sıyrılıp Cumhuri yetle çağdaşlığa çıkma çabalan gös terdiğimiz yıllarda, bizim doğu değer lerini temelli hiçlemeden batı değer
1 Haşan Âli Yücel. Geçtiğim Günlerden, İleti şim Yay., İstanbul, 1990, s. 151.
lerine sarılarak gelişebileceğimizi, adetâ bir şair duyarlılığıyla çok iyi sezmiştir. Bunun sonucu olarak örne ğin bir yandan Mevlana’yı, bir yan dan Goethe’yi aşk derecesinde sev miş; kendisi için oluşturduğu bu sen tez kişiliğin ulus için de en uygun yö nelim olduğunu görebilmiştir.”2 * * A n cak Haşan Âli Yücel üzerinde duru lurken doğulu özelliği bir kenara bı rakılmaya çalışılmıştır. Dönemin gerçeklikleri, 1940’lı yılların özellik leri Osmanlı mirasından bir ölçüde sarf-ı nazar edilmesini gerektirmiştir. Ancak yaşantıya sinmiş kimi husus ların bir kenara bırakılması o kadar kolay değildir. Bu unsura ilave olarak aynı dönemde milliyetçilik ve hüma nizmin düşünce akımı olarak bir tür birbirini dengelemesi sözkonusudur. Hattâ Haşan Âli Yücel’in yazdıkları değerlendirilirken bu iki unsurun za man zaman çelişkili konumu da he saba katılmalıdır. Evrensel kültür so runu gündeme geldiği zaman kesitin de batı klasiklerinin çevirisi örnek
2 Fakir Baykurt, “Bence Haşan Âli Yücel', Ha şan Âli Yücel’e Armağan, Yayma Hazırlayan lar: Mustafa Coşturoğlu ve Mehmet Emirali-oğlu, Birleşmiş Milletler Türk Derneği Yay.. Ankara, 1997, s. 101.
Bir Türk Aydının Trajik Portresi
olarak gösterilmekte, milliyetçilik karşıtı olarak nitelendiği zaman N a zım Hikmet’in şiirine nazire olarak yazdığı “üç telli sazınla neden güzel nağmeler dinletmiyorsun” mealinde deyişlerle, buna karşı eleştirel bir tu tum içine girdiğini bizzat kendisi, bi raz da heyecanlı bir şekilde davasın daki dilekçelerden birinde ifade et mektedir. Aslında olay salt bu an lamdaki genel yönelimiyle bağlantılı değildir. Ondan öte somut yaşantısı değişik unsurlarıyla beraber gündeme girmektedir. Türkiye’nin önemli öl çüde içine kapanık olması Yücel’in milliyetçi eğiliminin nedenlerinden biridir. Dönem aynı zamanda kültür alanında dışa açılmanın da önemli bir siyasal tercih olarak şekillendiği bir tarih kesitidir. Sözkonusu dönem de milliyetçilik de, hümanizm de de ğişik ağırlıkta olsa da entellektüelle- rin dünyaya bakış tarzını derinden etkilemektedir. Hatta sadece Haşan Ali Yücel’in değil neredeyse entel- lektüellerin tamamının düşüncesi bu çerçevede şekillenmektedir. Aslında bu iki yönelimin dönemin entellek- tüelleri tarafından algılanış biçimi nin sorgulanması gerekmektedir. Bu durumda dikkat edilmesi gereken bir husus genel atmosfer anlatılırken ki şinin özel şartlarının atlanmaması gereğidir. Özel şartları hayat hikâye siyle bağlantılı olarak düşünmek da ha doğru noktalara ulaşmanın yolla rını açabilir.
Dışlanmaya karşı tepkiyle
şekillenen bir hayat
Bu nedenle Millî Eğitim Bakanlığı yapmış olması bir başka noktanın anlaşılması bakımından önemlidir. Yazdıkları biraz da kişisel tarihinin anlaşılması amaçlanarak okunmalı dır. Davam kitabını yayımlayıp dava sını açtığı yıl 1947’dir. Millî Eğitim Bakanltğı’ndan uzaklaştırıldığı fakat İzmir milletvekili sıfatını taşıdığı yıl larda mahkeme dilekçesini “gözyaş
ları içinde” yazdığını ifade etmektedir. Dışlandığı şek linde kesin kanaati vardır. Komünist suçlamasıyla karşı karşıya kalmış olup bu sıfatın kendisine uyma dığını anlatmayı denemek tedir. Bazı gelişmelere karşı kırgınlığının en ilginç gös tergesi Ulus gazetesinde yazmasının İnönü’nün di rektifleriyle engellenmesi ve 21 Kasım 1950 tarihin de CH P’den istifa etmesi dir.3 Bakanlıktan sonra bir süre Ulus gazetesinde yaz ması düşüncelerinin telaf fuz edilmesi anlamında önemli olmuştur. Yazdıkla rının ve mahkeme safaha tının partiyi yıprattığı dü şüncesiyle makalelerinin
basılmaması kendisini rahatsız etmiş tir. Oldukça uzun bir süre sonra arka daşı Mustafa Şevki Yener’in Nadir Nadi ile arasında bir ilişki oluşturma sı sonucu olarak 1952 yılında Cum
huriyet gazetesinde yazmaya başla
mıştır.4 Bu durumu Nadir N adi’nin 1950 yılında Demokrat Parti listesin den bağımsız milletvekili seçilmesiy le bağlantılı olarak düşünmek gerek mektedir. “Askeri darbeden kısa bir süre sonra, Yücel, yazılarının yayın dan alakonulduğunu farkeder. Cum
huriyet gazetesinin basımevine gide
rek baskı örneğinin hazırlanmış ol duğunu görür. Bunun üzerine yazı iş leri sorumlusu Cevat Fehmi Başkut (1905-1971 )’u arar ve yazılarının ni çin basılmadığını sorar. Başkut bu so ruyu ondan gelen bir yazı almadığını bildirerek yanıtlar. Yücel, Başkut’la yaptığı bu görüşmeden sonra Cumhu-
riyet’te daha fazla kalamayacağını
an-3 Mustafa Çıkar, Haşan Âli Yücel ve Türk Kül tür Reformu. Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara, 1997, s. 132.
4 a.g.e., s. 135.
lar ve Nadir N adi’ye artık gazetede yazı yazmayacağını bir mektupla bil dirir.”5 Bu sefer de Bedii Faik’in yar dımıyla Dünya gazetesinde yazmaya başlar. İlk yazısı 3 Ekim 1960 tarihin de yayımlanır.6
Askeri müdahaleyi müteakip CH P kontenjanından Kurucu Mec- lis’e girmeyi ummuştur. Fakat C H P ’- nin genel başkanı İsmet İnönü böyle bir tercihte bulunmamıştır. Hatta Yücel bu konuyla ilgili olarak İnö nü’yle konuşmak istemiş fakat Kuru cu Meclis’e seçilmeme gerekçesini soramamıştır.7 * İşin trajik olan yanı Haşan A li’nin bir zamanlar İsmet İnönü’nün siyasal mahiyetteki de meçlerini bir kitapta toplamış olma sıdır. Daha sonra Kurucu Meclis’e gazeteci kontenjanından girmeyi dü şünmüş, bu sefer de kimbilir
ki-5 Canan Eronat'ın özel arşivindeki belgeden nakleden a.g.e., s. 142.
6 a.g.e., s. 145.
7 a.g.e., s. 147. Bu tür bilgilerin sadece bu ki tapta bulunması ilginçtir. Konunun başkaları tarafından irdelenmemesinin nedenleri üze rinde durmak gerekmektedir.