• Sonuç bulunamadı

Felsefeci Yücel’in Üniversite Yılları

A R

B

u yazıda hir felsefeci olan Haşan Âli Yücel’in üniversite yılların­ dan söz etmek istiyorum. Bunu ya­ parken İstanbul’un o yıllardaki kül­ tür ortamına ve bu ortamın sorunla­ rına da değineceğim.

Birinci Dünya Savaşı, Haşan Âli Yücel lise son sınıftayken çıkmıştı. Birçok genç gibi onu da askere çağır­ dılar ve talimgaha gönderdiler. Ora­ da onbaşılığa yükseldi. Cepheye git­ me sırası gelmeden savaş sona erdi. Evine döndüğünde ailenin güçlükle geçindiğini gördü. Annesi, babası el­ lerindekini satıp geçinmeye çalışı­ yorlardı. Vefa Lisesi’ni bitiren Haşan Âli durumun olumsuzluğuna karşın yüksek öğrenim yapmak istiyor, bir yandan da iş arıyordu. îfham gazete­ sinde iş buldu ve Hukuk Fakültesi'ne yazıldı.

tfham, politika yazıları yanında

edebiyat yazılarına da yer veren bir gazete idi, aynı zamanda edebiyat eki yayınlıyordu. Haşan Âli, öğleden ön­ ce dersleri izlemeye çalıştı, öğleden sonra işe gitti.

Meraklı bir öğrenciydi, not tut­ makla yetinmedi, anlamadığı yerleri hocalarına sormak istedi. Bir gün dersde soru sorduğu hocası bu davra-

l a n

K

a y n a r

nişi küstahlık sayarak onu idareye şi­ kâyet etti.1 Genç Haşan Âli soru sor­ makta direndi. Bunun üzerine okul­ dan atılması sözkonusu oldu. O daha önce davranarak kendisi ayrıldı ve Edebiyat Fakiıltesi’nin Felsefe Bölü- mü’ne yazıldı. Amacı öğretmen ol­ maktı. Geceleri Yüksek Öğretmen Okulu’nda kalmak için işlemlerini yaptırdı.1 2 Bu yatılı okulda “kırk garip öğrenci” idiler.3 *

Savaş bitmişti ama İstanbul, İngiliz ve Fransız askerleri tarafından işgal edilmişti. Onların sömürgelerden ge­ tirdiği askerler de İstanbul’daydı. Gençlik, özellikle üniversite ve lise öğrencileri, bir yandan da halk, işgal­ ci düşmandan nefret ettiği kadar hü­ kümetten de nefret ediyordu. Çok acı, çok zor günler yaşanmaktaydı. “Marmara’nın mavi suları üstünde yedi başlı ejderha gibi yürüyen düş­

1 Bu hoca, Teşkilâtı Esasiye (anayasa) Huku­ ku Profesörü Celaleddln Arif bey'dir. 2 0 zamanki adıyla Yüksek Muallim Mektebi.

Geceleri burada kalan öğrenciler öğretmen olmakla yükümlüydü. Gündüzleri yatısız öğ­ rencilerle birlikte ders görürlerdi.

3 Bu deyim Ahmed Hamdi Tanpınar’ındır (Yeni Ufuklar, Haziran 1961)'deki Haşan Âli Yücel başlıklı yazısı. Deyimi Yücel de kullanmıştır.

D A G

man donanması zehrini sanki İstan­ bul Limam’na değilde, halkın yüreği­ ne boşaltmış ve gelip Dolmabahçe önünde demir atmıştı.”

Haşan Âli ve Yüksek Öğretmen Okıılu’ndaki arkadaşları yatılı olma­ yan öğrencileri de aralarına alarak toplantılar yapmaya başladılar, arala­ rında üzerlerinden henüz yedek su­ bay elbisesini çıkarmayanlar vardı. Yurdun gittikçe kötüleşen durumunu konuşuyorlardı.

O yıllarda üniversitede kızlar ve erkekler ayrı bölümlerde ders gör­ mekteydi, üniversiteye ayrı kapılar­ dan girer çıkarlardı. Ders programla­ rı bile ayrıydı.

İşgal kuvvetleri ve onlara dalka­ vukluk eden hükümet, üniversite hocalarından ve üniversite öğrenci­ lerinden korkuyorlardı. Savaşın biti­ minden sonra bir yıl içinde hocalar arasında epeyce tutuklamalar olmuş, öğrencilere gözdağı verilmiş, hükü­ metten yana kimseler öğretim üyesi olarak atanmaya çalışılmıştı.

Bütün bunlara karşın yüksek öğre­ timde bir direnç ve Sivas Kongre- si’nden sonra da Mustafa Kemal’e ve onun kuvvetlerine bağlılık oluştuğu görüldü. Anadolu’dan yana olan ho-

Hasan Ali Yücel’in Üniversite Yılları

çaların sayısı az değildi. Kız ve erkek öğrenciler arasında ise ulusal direnç ve dayanışma bilinci her an artıyordu.

İstanbul’da mitingler yapılmaya başladı. Öğrenciler, kız ve erkek bir araya gelerek, İstanbul halkını Sulta- nahmed’de ve Fatih’de yapılacak protesto mitinglerine çağırdılar. Ulu­ sal yasın simgesi olan kara bayrakla­ rı kızlar dikti, erkekler bunları kentin her yerine astı. Yücel, “Bu bayrakla­ rı tramvay direklerine asan kız arka­ daşlarımız bile vardı” diyor. Binlerce beyanname dağıtıldı.

Anadolu’dan iyi haberler yavaş da olsa gelmeye başlamıştı. Haşan Ali gazetedeki işini aksatmıyor, bir yan­ dan orada çalışırken, bir yandan da birçok genç gibi derslere devam edi­ yordu. Geceleri Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki arkadaşlarıyla birlikte olur, onlarla ders çalışır, onlara gaze­ tede öğrendiği haberleri verirdi. Pa­ zar akşamları toplantı akşamlarıydı. Bu toplantılardan birini işgal kuv­ vetlerinin subayları gördü. Okul yö­ neticilerinin bu subaylara dalkavuk­ luk ederek “m illîciler” aleyhine atıp tutmaları öğrencileri isyan ettirdi.

Haşan Ali, “Türk Ocağı’ndan ta­ nıdığım Hamdullah Suphi’yi (Tanrı- över) alıp bu toplantılardan birine getirdim” diyor. “Hamdullah Suphi Türklük” hakkında konuştukça salon alkıştan, coşkun bağırmalardan yıkı­ lacak hale gelmişti.”

Gençler bu hareketleri yüzünden okul yönetimince sorguya çekildiler, kovulacaklardı ama korkmuyorlardı. Mustafa Kemal’den, onun ordusun­ dan yana olduklarını haykırmayı sür­ dürüyorlardı.

Evler basılıyordu İstanbul’da, in­ sanlar sürülüyordu. “Millicilere” yurtseverlere Arapyan hanı’nda iş­ kence yapılıyordu. Haşan A li’nin, Anadolu’ya cephane kaçırmak için kurulan “mim, mim” grubunda arka­ daşları vardı. Gençler her an binbir acı ve tehlikeyle karşı karşıya idiler.

Asıl korkuncu, Mustafa Kemal’i eşkiya belliyenle- rin, onların arasına girme­ ye çalışmasıydı. “Kuvayı Milliye’ye bağlı olanlar o kadar kuvvetli bir çoğun­ luk oluşturmuştu ki onlara karşı çıkanlar sinmek zo­ runda kaldılar.” Akşam,

İkdam, İfham gibi millici

gazeteler umut ve coşkun­ luk kaynağı oldu.” Bunları ve bunlara benzeyen gaze­ teleri kurup çıkaranlar Türklüğe cephedeki asker kadar hizmet ediyorlardı.

Yukarıda da söylediğim gibi dersler sürüyordu. Fel­ sefe Bölümü Beyazıt’daki Zeynep Hanım Kona- ğı’ndaydı.4 Bölümde Nec- meddin Sadık (Sadak), İs­ mail Hakkı (Baltacıoğlu), Mustafa Şekip (Tunç), Rı­

za Tevfik (Bölükbaşı), Babanzade Ahmet Naim, Mehmet Emin (Erişir- gil) gibi hocalar ders veriyordu.

Kısa bir süre önce Malta’ya sürülen Ziya Gökalp’in sosyoloji kürsüsünde ders veren Necmeddin Sadık nazik tavırları, temiz ve güzel giyinişi, yü­ zünün ifadesi, efendiliği ve hareket­ leriyle öğrencilerin pek sevdiği bir hoca idi. Bir bilgin için gerekli bütün özelliklere sahipdi. Derse çalışarak, hazırlanarak gelen sayısı az hocalar­ dan biri idi. Sakin görünüşünün al­ tında hareketli bir duygu akımı oldu­ ğu anlaşılıyordu. Zamanı gelince “tehlikeli kararlar” alabilecek bir kimseydi. O günlerde üniversite gençliği birkaç profesöre karşı ayak­ lanmıştı, grev halindeydiler, derslere girmiyorlardı. Ayaklanmanın nede­ ni, sözkonusu hocaların “milli hare-

4 Edebiyat ve Fen Fakülteleri 1942'ye kadar bu konakta idi. Tarihi konak o yıl bir elektrik kon- tağı yüzünden yandı. Daha sonra aynı yere bu­ günkü Edebiyat ve Fen Fakülteleri yapıldı.

kete karşı olmaları, bunu çokça belli etmeleriydi. Fakülte meclisi, öğren­ cilerin istemediği hocalar hakkında karar vermek zorunda kaldı. Meclis- de bunların hocalıktan çıkarılmasını isteyen küçük azınlık içinde N ec­ meddin Sadık da yeraldı, oyunu çe­ kinmeden kullandı. Hasan Âli hoca­ sının bu hareketini görünce ona bir kez daha hayran oldu.

Necmeddin Sadık da Ziya Gökalp gibi Dürkheim sosyolojisine bağlıydı. Ancak sosyal ekonomide daha da “cür’etli” düşünceleri vardı. Öyle ki, onun Almanya’da Sosyalizm ve Kari

Marx konusunu ele aldığı derslerin

notları Darülfünun M atbaasında ba­ sılmıştı.5 *

5 Kitabın tam adı şöyledir: Siyaset Nazarlyele- rlnden. Almanya’da Sosyalizm ve Kari Marks. Kapağında şu bilgiler veriliyor: İçtima­ iyat Müderrisi Necmeddin Sadık Beyefen­ dimin Felsefe Şubesi'nde takrir ettiği dersler­ den. İstanbul Darülfünun Matbaası’nda basıl­ mıştır. 0 zaman Üniversite'de bir taşbaskısı matbaası bulunduğu anlaşılıyor. Bu matba­ ada basılan başka ders kitapları da gördüm.

Hasan Ali Yücel’in Üniversite Yılları

Haşan  li’nin hayran olduğu, çok sevdiği hocalardan biri de psikoloji profesörü Mustafa Şekip idi. Onun için şöyle diyor:

“Hocalarımızın çoğu geleneğe uya­ rak öğrencilere sokulmazlardı, tepe­ den bakarlardı. Mustafa Şekip öyle değildi. Diyebilirim ki, arkadaş oldu­ ğum ilk hoca odur. Onu memleketin en karanlık günlerinde bile umutlu buldum, hiçbir zaman kaygı içinde görmedim. Hocalık ve öğrencilik, ba­ balık ve evlatlık gibi, çoğu kez kade­ rin tâyin ettiği ilişkilerdendir. Beni, Mustafa Şekip gibi bir hocanın öğ­ rencisi yapan kadere müteşekkirim.”

Haşan  li’nin hocalarıyla iyi bir öğrenci olarak ilişkisi böyle sürerken, fakülte dışında yazarlık hayatı başla­ mıştı. Çeşitli dergilerde yazıları ve şi­ irleri görülüyordu. İstanbul’da 1921’- de yayınlanmaya başlayan Dergâh dergisinde Haşan Âli imzası, Mustafa Şekip (Tunç), İsmail Hakkı (Baltacı- oğlu), Mehmet Emin (Erişirgil) gibi felsefecilerle, Yahya Kemal, Yakup Kadri, Halide Edip gibi yazarların ya­ nında yeralmaya başlamıştı.

Yakup Kadri ile tanışmaları o yıl­

lardadır. Haşan  li’nin Dergâh’daki bir felsefe yazısını okuyup beğenen Yakup Kadri kendisiyle tanışmak is­ temişti. İlk tanışmalarından başlaya­ rak aralarında bir sevgi kaynaşması oluştu. İçtenlik dolu bu sevgi ve dostluk ömürleri boyunca sürdü.

Haşan Âli Dergah’da felsefe konu­ sunda yazı yazıyor, kitap eleştirileri yapıyordu. Liselerdeki felsefe öğreti­ mi konusundaki yazısı özellikle ilgi çekici idi. Bu öğretimin eğitici yönü­ ne önem verilmesini istiyordu.

O yıllarda Düşünce adında bir der­ gi daha vardı İstanbul’da. O da Der­

gâh gibi edebiyat yazılarının yanında

felsefe yazılarına da yer vermekteydi. Haşan  li’nin orada da yazıları çık­ maya başladı. Aydınlanma felsefesini inceleyen "Tenevvür Devri” başlıklı yazısı bu dergide yayınlandı. Sözünü ettiğim yazı bizde aydınlanma felse­ fesi konusunda yayınlanmış ilk yazı­ dır.6 Derginin ikinci sayısında başla-

6 Haşan Âli Yücel'in bu dönemdeki dergilerde yayınlanmış yazı ve şiirleri az değildir. Kendi­ si o yıllardaki şiirlerinin bir kısmını Dönen Ses adındaki kitabında topladı. Bu şiirlerdeki içerik ayrı bir incleme konusu olabilir.

mış ve birkaç sayı sürmüştür.7 Haşan Âli üniversiteyi 1921’- de bitirdi. Bitirirken hazırladığı lisans tezinin konusu Ruh ve Be-

den’dir. Bu konuyu mustafa Şe­

kip Tunç’dan aldığı anlaşılı­ yor. Adı geçen çalışma Felsefe Şubesi’nde yapılan ilk tezdir ve kitaplıklarda “ 1 Numaralı Tez” olarak kayıtladın

Üniversiteyi çok başarılı bir sınav ile bitiren Haşan Âli için rektörlüğün M illî Eğitim Bakanlığı’na şu yazıyı yazdığı­ nı görüyoruz:

“Bu sene, Edebiyat Medre­ sesi Felsefe Şubesi’ndeki lisans imtihanını aliyülâlâ (pekiyi) derece ile ikmal ve bahusus şimdiye kadar Felsefe Şube- si’nden mezun olanlardan hiç­ birinin gösteremediği şâyan-ı takdir muvaffakiyetler ibraz eylemiş olması hasebiyle, medresenin güzide (seç­ kin) mezunu olmasına ve esasen Dâ- rülmuallim-i Âliye (Yüksek Öğret­ men Okulu) talebesinden bulunma­ sına nazaran nezaret-i celilece (yük­ sek bakanlıkça) istihdamı (işe alın­ ması) tabiî bulunan 40 numaralı Ha­ şan Âli Efendi’nin iktidar ve mükte- sabat-ı İlmiyesi (elde ettiği bilgiler) ile mütesanip (uygun) bir memuriye­ te ve muallimliğe (öğretmenliğe) tâ­ yini ile taltifi (ödüllendirilmesi) hu­ susunda musaade-i âliyeleri bâbında emir ve ferman... 19 Temmuz 1337, imza: Darülfünun emini Dr. Besim Ömer”

Bu yazının ne derecede etkili ol­ duğunu bilemiyoruz. Haşan  li’ye Edebiyat Fakültesi’nde inzibat me­ murluğu görevi verildi. Felsefeci Hil­ mi Ziya ile tanışması bu sırada ol­ muştur. 11 ay bu görevde kaldı. İz­ mir’in geri alınması üzerine, bu ilimi-

7 Bu yazı Düşünce dergisinin 1338 (1922) tarihli ikinci sayısında başlamış ve birkaç sayı sürmüştür.

Hasan Ali Yücel'in Üniversite Yılları

Hasarı Âli, (önden ikinci sırada eli yeleğinde) Darülfünûn’da öğretmenleri ve arkadaşlarıyla. Öğretmenleri (oturanlar soldan): Mustafa Şekip (Tunç), Behçet Bey, Necip Âsim (Yazıksız), Ismayıl Hakkı (Baltacıoğlu), M. Emin Erişirgil ve Şerif Bey.

zin lisesine edebiyat öğretmeni ola­ rak ataması yapıldı. Ondan sonraki öğretmenliği İstanbul Lisesi’ndedir ve burada felsefe öğretmenidir.

* * *

Haşan A li’nin çevirdiği Ruhiyat

Elifbası 1923’de yayınlandı. Bu kita­

bın önsözünü yazan Mustafa Şekip şöyle demektedir:

“Psikolojinin en yeni düşünce ve nazariyelerine yer veren bu eseri ay­ dınlarımız severek okuyacaktır. Kitap- da psikolojinin bütün konulan açıklık ve başarı ile anlatılmaktadır. Çevrilen metin iyi bir metindir ve böylece oku­ yucunun güvenini daba baştan kazan­ maktadır. Haşan Âli Bey’in başarıları­ nın sürmesini diliyorum.”

Kitap tamamiyle çeviri değildi. Haşan Âli önsözünde, “kitabı alıp tümceleri çevirmekle yetinmediğini, ona ekler yaptığını, Ruhiyat Elifba- sı’nın terim sözlüğünden öteye geç­ meyen psikoloji kitaplarına benze­ mediğini belirtmekte, yılların eskitti­ ği kitaplarla genç dimağları yormak zararlı bir eğitim yoludur, yeni eğitim

yolları uygulanmalıdır” demektedir. Böyle düşünerek tanınmış Fransız felsefeci Armand Cuvillier’nin ABC

de Psychologie adıyla hazırladığı yapı­

tı temel almış, ona ekler yapmış ve kitabını yayınlamıştır. Bu yöntemi iz­ leyerek, estetik ve metafizik konula­ rında da birer kitap hazırlayacağını yine önsözde haber vermektedir. An­ cak bu niyetini gerçekleştirememiştir. Burada parantez açarak bir anımı anlatmak istiyorum: Mustafa Şekip, Felsefe Bölümü ’nde yıllar sonra be­ nim de hocam oldu. Resmî öğrenci­ lik günlerim bittikten sonra dostluk günlerim başladı. Evine giderdim. Ne var ki, yaşlanmıştı ve yorgundu. Kitapçılığa başladığımı biliyor ve bu alanda beni özendiriyordu. Kitap merakıma birkaç kez tanık olmuştu. Bir gün kitaplığını göstererek, istedi­ ğim kitap varsa seçmemde ısrar etti. Bu ısrar karşısında utanarak gelişigü­ zel birkaç kitap seçtim. Bunların ara­ sında bir tesadüf eseri yukarıda sözü­ nü ettiğim Ruhiyat Elifbası da vardı. Merakla açtım, imzalı olduğunu gör­ düm. Haşan Âli; “Talebesi olmak ha­

yatımın en büyük medarı if­ tiharı olan aziz hocam Şe­ kip Beyefendiye” diyerek imzalamıştı. Kendisine gös­ terdiğimde şöyle dedi: “Ha­ şan  li’yi sevdiğini biliyo­ rum, kitap sende kalsın, sen benden iyi saklarsın."

Bu anlamlı armağan şim­ di benim kitaplığımdadır. Onu ne zaman açsam, çok değerli bir öğrencinin, çok değerli bir hocasına imzala­ dığı sunuş yazısını içim tit­ reyerek okurum.

Birkaç gün önce bir şey daha öğrendim: Yücel, adı geçen kitabını, Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölü- mü’nde ders veren Prof. H. Reichenbach’a da imzala­ yarak göndemiş.

Adı geçen profesör Türkiye’den ayrılırken kitaplarının çoğunu İstan­ bul Üniversitesi’ne bağışladığı için imzaladığı kitap bugün Felsefe Bölü- mü’nün kitaplığındadır.

* * *

Haşan  li’nin 1918 ile 1923 yılla­ rı arasındaki arkadaşlarından da söz etmek isterim:

Yukarıda değindiğim gibi onlar Yüksek Öğretmen Okulu’nda “kırk garip arkadaştılar. Ahmed Hamdi Tanpınar’ı bu okulda tanıdığını bili­ yorum. Üniversite arkadaşları olarak saptayabildiklerim şunlardır: Ahmed Hamdi (Tanpınar), Mustafa Nihat (Özön), Necmeddin Halil (Onan), Hilmi Ziya (Ülken), Halit (Bayrı), Ragıp Hulusi (Özden).

Bunlar daha sonra edebiyat, dü­ şünce ve eğitim alanındaki önemli kimseler olmuşlar, değerli hizmetler­ de bulunmuşlardır.

Haşan  li’nin arkadaşları arasın­ da, çeşitli vesilelerle onun hakkında- ki düşünce ve anılarını yazanlar ol­ du. Bu bakımdan, özellikle Ahmed

Hasan Ali Yücel’in Üniversite Yılları

Hamdi Tanpınar’ın yazdık­ ları önemlidir. Tanpınar, Haşan A li’nin karakterine ve hareket yöntemine iliş­ kin yorumlarda da bulun­ maktadır. Onun yazısını8 özetleyerek aktarıyorum:

“O yılların Yüksek Öğ­ retmen Okulu’nda gerçek­ ten garip bir topluluktuk. Fen ve Edebiyat Fakültele­ rinin her dalından kırk genç bizim için ayrılmış ya­ takhane ile mütalâa salo­ nunda, hürriyetten başka hiçbir konforu olmayan toplu bir hayat geçiriyor­ duk. Kaldığımız binanın ar­ ka tarafında Tanın matbaası vardı. Daha sonra çıkardı­ ğımız Dergâh mecmuası bu matbaanın bir odasında ba-

rmmıştı. Haşan  li’nin ilk şiirleri, benim ve Necmeddin Halil’in ilk şi­ irleri gibi bu mecmuada yayınlandı.

İstiklâl Savaşı’nın sıkışık günlerin­ de, gazetecilik yapan arkadaşlarımızı geceleri İkbal Kıraathanesi’nde bek­ lerdik. Âli, beklediğimiz arkadaşların başında geliyordu. Şu anda onu, boz yeşil paltosuna bürünmüş olarak bu kahvenin kapısından girerken görür gibi oluyorum. İkinci İnönü Muhare­ belerinin bizi o kadar heyecanlandı­ ran cephe havadislerini hep ondan alırdık.

Yatakhanede Haşan  li’nin yattığı taraf her zaman şenlikli olurdu. H a­ yat neşesiyle doluydu. Neşesi hayatı­ nın uslubuydu ve bu uslup tümüyle doğduğu şehirden, yani İstanbul’dan geliyordu.

Terbiyesinde bütün şehir, ailesi, dolayısıyla bağlı olduğu mevlevili- ğin, belki de uzaktan temas ettiği bektaşiliğin büyük payı vardı. Biri­ nin ağırbaşlılığı ile ötekinin tatlı lâ­

8 A. Hamdi Tanpınar: Haşan Âli Yücel. Yeni Ufuklar (dergi), Haziran 1961, sayı 109.

ubaliliğini birleştirmiş gibiydi. Â li’­ nin en büyük başarısı bu zeminden çıkıp bugünkü çehresine ulaşabilme­ sidir.

Bir yandan Mevlana’nın rubaileri­ ni çevirirken, öbür yandan Goet- he’nin hayatını yazan bir insan, el­ bette ne yaptığının farkındaydı. Bu iş için Weimar ilahı ile Mesnevi ve Di- van-ı Kebir şairini seçmesi, iki âlemi hangi uçlarda birleştirmek istediğini göstermekteydi.

Kendisinden önce gelenlerin işle­ rine hız vermek suretiyle de olsa, Ba­ tı musikisinin ülkede yayılması için o kadar çalışan Âli bir şarkı bile beste­ lemişti. Hemen yanıbaşımızda beste­ lenen bu şarkıyı o günlerde bir saz heyetinden dinlediğim zaman, bir­ kaç ay içinde böylesine yayılmış ol­ masına hakikaten şaşmıştım.

Bir geçiş döneminde yaşıyorduk. Bu dönem, toplumumuzun en çok konuştuğu bir dönemdi. Kurtuluş'Sa- vaşı, İstanbul’da yaşayanların hayatı­ nı ruhlarındaki bir savaş haline getir­ mişti. Bu iç savaşı, yalnız milli dâva­ ya ihanet edenlerle, onu benimse­

yenler arasında olmuyordu. Olmak ve

olmamak dâvasını yaşayan her top­

lumda görüldüğü gibi bizde de insan kendi içinde bölünmüştü. Sistemin yeni merkezler etrafında toplanması gerekiyordu. Bunun için de birtakım prensiplere, birtakım ufuklara veda etmek gerekiyordu. Ziya Gökalp’in aramızda peydahlanması ve özellikle Birinci Dünya Savaşı içinde tam kadro teşekkülüyle hızlanan felsefe tecessüsü, bu iç âlem mücadelesini daha da keskinleştiriyordu.

Başta Durkheimcı filozof, yani Zi­ ya Gökalp olmak üzere birkaç cezbe- li üniversite hocası yani Mustafa Şe- kip Tunç, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mehmet Emin Erişirgil, bitmez tü­ kenmez bir bilgi hâzinesini her ağzını açışta etrafına saçan o zikzaklı fakat alabildiğine sevimli ve hoşsohbet Rı­ za Tevfik, bu tecessüsü durmadan besliyorlardı.

Ben Yüksek Öğretmen’e girdiğim­ de eski arkadaşlarımızı, Durkheim ve Ziya Gökalp adına yemin eder halde bulmuştum. Sonra Rıza Tevfik’in ve özellikle Dergâh’da Mustafa Şekip’in

Hasan Ali Yücel’in Üniversite Yılları

manın evrensel değerlerine önem veren Haşan  li Yücel eğitimci olarak yaratılmıştı. Memlekete olan büyük hiz­ metinde ve aydınlanma yo­ lundaki eyleminde, felsefecili- ğini yerini özellikle belirtmek gerekiyor.

Mütareke yılları, Türki­ ye’de felsefenin temel harcı­ nın karıktığı bir dönemdir. Haşan Âli bu yıllarda felsefeyi bilinçli olarak seçmişti. Onun formasyonundaki bir kimse­ nin devlet adamlığına yüksel­ mesi, eğitim bakanlığı yapma­ sı, Türk toplumu için büyük şans olmuştur. Yaptıkları, söy­ ledikleri ve yazdıkları, erdem örnekleriyle doludur.

çalışmalarıyla Durkheim, Bergson’un karşısında geriledi.

Öyle bir ortam oluşmaya başlamış­ tı ki, Durkheim ve Bergson da yalnız başlarına değildiler. T. Ribot, H. Spencer, V. James, Stuart Mili, Kant ve Schopenhauer’in adları yaşadığı­ mız havada birbiriyle çarpışıyordu.

 li bu çarpışmalardan kaynakla­ nan tartışmalara katılır, fakat soyut­ tan garip bir şekilde kaçardı. Onun bu hareketini sağduyuya uymak iste­ yişine yorardım. Nitekim gittikçe mantığa ve ahlâka yöneldi. Demek ki, Cumhuriyet’in eylem adamı o yıl­

Benzer Belgeler