• Sonuç bulunamadı

Halil Aksu, Davut Kavranoğlu

Halil Aksu: Geçmişten buna örnek verebilir misiniz acaba? Son yüzyıllarda bilginin önemi ve oralarda da bunun yansıması var mıydı?

Davut Kavranoğlu: Bilgi sahibi olan devletler her zaman güç sahibi oldu. Bakarsak 1400’lerde Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiği çağda dünyadaki, batı dünyasındaki en büyük güç Osmanlı İmparatorluğu idi. Bunu nasıl sağlamıştı? Bilime Fatih’in ve o zamanki Osmanlı idaresinin verdiği önemle. Yani insanların diline, dinine, ırkına hiçbir şeyine bakmadan eğer bilgisi varsa ilmi varsa ona kapılarını açtılar. Tabiri caizse Osmanlıyı bilim insanları için bir çekim merkezi cazibe merkezi haine getirdiler ve bilimde ileri gittik o şekilde İstanbul’u fethettik ve dünyada en güçlü ülke haline geldik.

Bizim dinimizde de mesela Peygamber efendimiz dedi ki ilim Çin’de de olsa gidin onu alın. Çin’de o zaman biliyorsunuz Budistler var. Müslümanlara gidin Budistlere gidin dinlerini alın demiyor ilimlerini alın diyor. Yani bilgi kimde varsa onun hangi dilden hangi ırktan olduğuna bakmadan ona değer veren bir kültür var. Ama ne oldu şimdi? Ona bir bakalım. Biz İstanbul’u fethederken Batı’da okuma yazma oranı %1’in altında idi. 1451 senesinde Gutenberg Almanya’da matbaayı icat etti. Matbaa icat edikten sonra biz o zaman en güçlü zamanımızdayız. Ve maalesef gücün insana verdiği bir kibir var. Güçlü olanlar zannediyor ki bu güç hep bende kalacak. Halbuki gücün nerden ileri geldiğini anlasa insan onun gereğini yapsa o gücü kaybetmez. Matbaanın Osmanlı’ya girişi 1726 senesinde galiba. İlk defa o sene matbaa kurudu Osmanlı’da. 1450den 1726’ya kadar 300 seneye yakın bir süre biz ülkemize

matbaayı sokmadık. Ne oldu? Bilimin gelişmesi, bilginin yayılması Batıda olana göre çok daha yavaş bir şekilde gerçekleşti. Ve bunun neticesinde de Batı’da endüstriyel devrim oldu. Bilgi tabana yayıldı, okuma-yazma oranı arttı. Ve onlar çok daha ileriye gittiler biz yelkenli gemilerimizle onların buharlı gemileri ile savaşamadık. Her açıdan geri düştük. Zamanında lütuf olarak verdiğimiz kapitülasyonlar onların endüstriyel devrimi gerçekleştirmesiyle bizim aleyhimize çalışan kendimizi onlara

sömürttüğümüz bir hal aldı.

Halil Aksu: Bugün bilginin önemi ve bilgi ekonomisinin geldiği noktayı değerlendirebilir misiniz?

Davut Kavranoğlu: Geçenlerde bir TV programında konuşulurken de şöyle denmişi. Biz sanki interneti 300 yıl Türkiye’ye girmesini yasaklarsak ne olurdu? Onun gibi bir şey değil mi matbaanın Osmanlı’ya girmesini geciktirmek? Aslında şimdi artık o 300 yıl bugün 3 yıla indi. Bir şeyde 3 yıl gecikmenin bedeli 1400lerdeki 300 yıla bedel hale geldi. Yani işler çok hızlandı. Artık bilgiye ulaşmak bilime verilen önem 1400lere 1500lere göre çok daha arttı ve çok daha stratejik hale geldi. Biraz önce siz burada gen sekanslamasından söz ettiniz. Şimdi bu gen teknolojileri öyle bir hale geliyor ki bildiğimiz tıp teknoloji ilaç teknolojileri manasını kaybediyor. Kişiye özel ilaç geliştiriliyor. Bir çocuk daha doğmadan önce anne karnındayken ondan alınacak bir sıvıyla o çocuğun bütün gen sekanslaması yapılıp o çocuğun hangi yaşta hangi hastalığa kapılma riskinin ne olduğu beklenen yaşının ne olacağı zekasının ne olacağı zayıfının ne olacağı hatta yüz şekli bile belirlenebilecek. Ve böyle bir teknolojiye siz sahip olmazsanız ben hıyar, domates satıp maden hammaddesi satıp bu teknolojileri yapanlardan alırım diye bir düşünce saflıktan öte bir durumdur. Dolayısıyla bilgi ekonomisi bilgiye sahip olmak teknoloji geliştirmekte hayati bir öneme sahip, her zaman olduğundan daha fazla.

Halil Aksu: Gelecekte çok daha önemli olacak, 2123lere giderken genel olarak sermaye tabanlı değil bilgi tabanlı bir rekabete gireceğiz diyebilir miyiz?

Davut Kavranoğlu: Evet, artık petrolün bir önemi yok. Ben size şöyle söyleyeyim. Burada görüyorum twitter de uzun şarj istiyorum diye bir tweet atmış birisi. Diyelim ki bir pil teknolojisi geliştirdik. Artık bir ay sürüyor. Bir defa şarj ediyoruz ve bir ay boyunca telefonumuzun şarjı bitmiyor. Bu acaba dünyayı nasıl etkiler? O pil teknolojisini elektrikli araçta da kullanacağız doğal olarak. Ve bir elektrikli araç

geliştiriyoruz bu pile dayalı olarak. Bir defa şarj ediyoruz bir ay boyunca dolaşıyoruz bir ay şarj etmeden.

Şimdi hayal gibi geliyor değil mi? Ama ben size şöyle söyleyeyim: şu anda bildiğim bazı şeyler var ve böyle bir teknoloji hayata geçmek üzere. Bu hayata geçtiğinde ne olacak düşünün. Artık benzinli, mazotlu araç kullanan kalır mı? Petrol üreten ülkeler ne hale gelirler? Bunları bir düşünelim, dünyayı kökünden değiştirecek şeyler.

Süleyman Bey bir fabrikanın bir aylık enerjisini bir flash diske yüklemek istiyordu. O beni de aşmış.

Mesela Amerika’da Shellgas bir teknoloji geliştirdi. Kaya gazı deniyor Türkiye’de. Daha önce bilinmeyen bir enerji kaynağıydı bu. Kayaların için de sıkışmış olan bir şeyi özel bir teknoloji ile çatlatarak ortaya çıkarmak ve buradan doğal gaz üretmek. Bu daha çok yakın geçmişte yapıldı ve bu teknoloji sayesinde ABD doğalgaz ve petrolde kendine yeterli bir hale geldi ve hatta ihracat yapacak hale geldi. Ama Amerika bu ihracatı yasaklıyor, neden yasaklıyor? Dünyadaki petrol şirketleri Amerikan petrol şirketlerinin elindedir. Eğer onlar ihracata başlasa Suudi Arabistan ve diğer petrol üreten ülkelerdeki petrol fiyatları düşecek ve o petrol şirketlerinin de geliri düşecek. Dolayısıyla şimdiden bilimdeki bu ilk kritik gelişmeler bile dünyadaki çok büyük sosyo-ekonomik olarak çok büyük etkilere neden olacak.

Halil Aksu: Sayın Davut Kavranoğlu’nun enerjinin önümüzdeki yıllarda maliyetsiz ve sınırsız ve nerdeyse ücretsiz hale geleceği ile ilgili öngörüleri var. Bunun üzerine biraz daha görüşlerinizi açabilir misiniz?

D. Kavranoğlu: Şimdi düşünelim. Enerji neredeyse bedavaya yakın bir maliyete düşse teknolojik gelişmeler yüzünden. Bilimde öyle gelişmeleri ben umuyorum ki bunlar olduğu zaman mesela sudan kolayca hidrojen elde edilse ve o hidrojenden de istediğiniz enerjiyi elde edebilseniz. Bu acaba nasıl bir dünyaya yol açar? Yani dünyadaki bildiğimiz yaşama şeklini nasıl dönüştürür? Bina teknolojisini, seyahat etmeyi vs. ne hal alır acaba? Temiz ve çok bol enerji üretmek. Biraz önce dediğim aslında pil teknolojisi de bunun bir parçasıdır. Böyle bir teknolojiye geçtiğimizde bunun etkileri çok müthiş olacaktır. Ve tabi bunu bir de bilgi teknolojileri ve diğer teknolojilerdeki gelişmelerle birlikte düşündüğümüzde tabi insanın tekrardan 15 yaşına gidesi geliyor. Biz 51 yaşına geldik. Biraz önce sayın vekillerimiz 50-60 yaşına gelince diye devamlı benim burada kötü hissetmeme sebep oldular. Ben 51 yaşındayım ama daha 20 yaşında gibi hissediyorum.

H. Aksu: Evet sabah biraz Süleyman Bey de bahsetti. Nihayetinde sanayi devrimi, buhar makinesi ve içten yanmalı motorun icatlarına dayanıyor bugünkü refah seviyemiz ve hayat standartlarımızın çoğu.

Bunlar eski teknolojiler oysa. Şu an yenilerini icat etmenin zamanı çoktan geldi ve geçti. İçten yanmalı motor icat edilmeden önce öyle bir şeyin olabileceğini kimse hayal edemezdi. Buhar makinesi icat edilmeden önce böyle bir şeyin icat edilip suyun gücünün rüzgârın gücünün kas gücünün yerine geçebileceğini kimse hayal edemezdi. Ve hatta bugün bir önceki seansta konuşulan toplantıda facebook gibi bir şey icat edilmeden önce facebook gibi bir şeyin olabileceğini kimse düşünemezdi.

Bizim yaşımıza yaşları yakın olan kişiler Google ve öncesi arama motorlarını da hatırlarlar. O kadar doymuş bir pazardı ki yeni bir arama motoruna hiç yer yoktu ama Google geldi ve bütün paradigmaları değiştirdi. Demek ki enerji üretiminde böyle çarpıcı bir örnek olabilir mi? Bizim ufkumuzu biraz daha açacak 21. yüzyılın ikinci yarısında 22. yüzyılın başlarında insanlık olarak nerelere gelebiliriz?

D. Kavranoğlu: Atomu parçalamak değil birleşmesinden ileri gelebilecek çok yüksek miktarda enerjinin ortaya çıkmasını amaçlayan bir şey. Bunun yanında mini nükleer konusunda çalışmalar var. Yani sizin mahallenizde bir jeneratör gibi bir toryum veya uranyum tabanlı jeneratör olacak ve 30-40 sene süreyle size devamlı elektrik enerjisi verecek. Bu teknolojiler üzerine çalışıyor. Bakarsanız biz enerji

teknolojilerinde çok fazla yol kat etmemişiz. Bizim ilk atalarımız odun yakarak ısınırlarmış, yemek pişirirlermiş. Daha sonra biz kömür yakarak, şimdi de petrol yakarak işimizi görüyoruz. Yani yaptığımız şey tabiattaki enerji kaynağını basit bir şekilde yakmaktan ibaret. Oradan ortaya çıkan enerjiyi

kullanmaktan ibaret. Onun ilerisine pek fazla geçemedik. İşte şimdi yapılan çalışmalar gerçekten bilimsel metotlarla nasıl enerji üretiriz?

H. Aksu: Bilgi ekonomisine örnek olarak ve dijital dünyanın önemli bir altyapısı olarak enerjiden bahsettik. Bir de tabi bir bakan yardımcısı olarak Türkiye’deki gündemi nasıl görüyorsunuz? Siz bilimin içinden gelen profesör ve Amerika’da ve farklı yerlerde görev yapmış bir kişisiniz. Türkiye’deki bilgi ekonomisine olan hazırlık konusunda ve şu an içinde bulunduğumuz durumda gördüğünüz temel sıkıntılar zorluklar neler biraz ondan bahsedelim mi?

D. Kavranoğlu: Türkiye’de bilgi ekonomisine geçişin önünde büyük problemler var. Türkiye’nin

ekonomik paradigması eski ekonomiye göre, Eski Türkiye’ye göre ayarlanmış, kurulmuş bir sistem. Yani şunu demek istiyorum devlet tekstilde, turizmde, inşaatta doğrudan oyuncu değil kuralları koyan ve işveren konumunda. Bakıyoruz mesela bizim Sümerbank diye bir kurumumuz vardı. 1970-1980lere kadar Türkiye’de tekstil ondan sorulurdu. İşte devletin otelleri vs. vardı ama Türkiye’ye yılda gelen turist sayısı 1milyondan azdı. Devlet bu Sümerbank ı özelleştirdi. Şimdi bizim yılda 25 küsur milyar dolar ihracat yapan tekstil sektörümüz var. Devletin otelleri yok ama geçen yıl 36 milyon turist çeken 32 milyar dolar turizm geliri elde ettiğimiz bir turizm sektörümüz var. Çok güzel bir Türk Hava Yollarımız var. 11 yılda 16bin-17 bin km bölünmüş yol inşa eden Türkiye’yi inşa eden dünyanın bütün ülkelerinde büyük inşaat projelerini başaran inşaat sektörümüz var. Ama bilim ve teknolojiye dair olan altyapıda devlet ve devletin kurumları hakim oyuncu konumunda. Bu yüzden bu konularda özel sektör

gelişemiyor. Çünkü devlet kendisine ait olan şirketlere öncelikli olarak teknoloji işlerini veriyor ve onları besliyor. İşte böyle genç girişimcilerin kurduğu şirketlerin de kalkınma ve gelişme imkânı olmuyor. Bu yüzden bizim diğer sektörlerde yaptığımız gibi stratejik bir adım atıp Türkiye’nin bilgi ekonomisi ne geçişi için devletin bu bilim ve teknolojiye dair olan oyuncularını devletin oyuncu olmaktan çıkarıp artık orda da Türk girişimcisine güvenen bir hale geçmemiz gerekiyor.

H. Aksu: Bunu yapmamız gerekiyor tamam ama nasıl yapacağız bunu? Hangi adımları atmamız lazım?

D. Kavranoğlu: Devletin rolü her konuda olduğu gibi politika belirlemek ve bu politikaların

uygulanmasını takip etmek ve denetlemek olması lazım. Mesela bakarsak bizim eskiden miras kalma bir Tübitak’ımız var bakanlığımıza bağlı. Bu Tübitak 1963’te kuruldu. 1963’te Tübitak kurulduğunda

Türkiye’de bilim adamı da yoktu herhangi bir araştırma yapacak insan da yoktu. Çok doğru olarak kuruldu ve doğru olarak gelişti ama o zamanki zihniyetle bizim 2023 yılı vizyonu dediğimiz vizyonu taşımamız mümkün değil. Tübitak birçok rolü aynı anda taşıyor. Yani politika belirliyor, politika uyguluyor, başka araştırma geliştirme yapan şirketlere fon dağıtıyor. Kendisinin enstitü adı altında şirketleri var. Bu şirketlerde devletle iş yapıyor. Yani piyasadaki diğer şirketlerle rekabet ediyor. Bütün bu rollerin halkın vergisiyle beslenen bir kuruluşta olması ona rakip olan sizler gibi genç girişimcilerin şirketlerinin büyümesine gelişmesine herhangi bir şekilde imkan bırakmıyor. Sizin Tübitakla Tübitak’ın yaptığı bir işle rekabet etmeniz mümkün değil. Neden? Çünkü siz ar-ge desteği için o Tübitak’a

gidiyorsunuz. Ama bir ihalede de Tübitak ile rakip oluyorsunuz daha doğrusu devlet çoğu zaman hiçbir işe çıkmadan Tübitak’a o işi veriyor. Düşünün ki bir insan futbol maçında hem hakem hem oyuncu hem kaleci. Bu olacak bir şey değil. Bu mantıklı bir oyun değil. Tabi sadece Tübitak değil eski sistemden eski Türkiye’den kalan ama yeni Türkiye için arıza konumuna düşmüş olan geçmişte doğru olan ama geleceğin Türkiye’sinde olmaması gereken dönüştürülmesi gereken yapılar var. Tabi ben bunu derken Tübitak’ı yok edelim, imha edelim demiyorum, dönüştürüp daha da büyütelim. Bu rolleri ayıralım her bir rol daha büyük bir organizasyonun olsun. Bunlar birisi politika belirlerken diğeri onu denetlesin, diğeri uygulasın. Bu şekilde diyorum yani. Birçok rol aynı oyuncuya oynatılmaz, oynatılmaması lazım.

Yani bilgi ekonomisine geçişten de kastımız budur. Derneği kuruşumuzun sebebi Türkiye’yi nasıl bilgi ekonomisine geçiririz? Bu konudaki arızalar nelerdir? Bunları tespit etmek ve bunlar nasıl düzeltilir altını çizmek. Tabi ki bunları yapmak da siyasete düşüyor.

H. Aksu: Daha önceki konuşmalarda da geçti pek çok yurt dışında yaşayan vatandaşımız da var. Ve kendi ülkelerinde yaşadıkları ülkelerde çalıştıkları ülkelerde başarılılar. Bunları Türkiye’ye nasıl kazanabileceğiz?

D. Kavranoğlu: Buna beyin göçü deniliyor. Neden bu insanlar Türkiye’de değil de Amerika’dalar, Finlandiya’dalar şurdalar burdalar diyoruz. Beyin neden göç eder? Göçmen kuşlar niye göç ederse o sebeple göç eder diyorum ben. Yani bir kuş nerede sıcak bir yuva bulabilirim yiyecek bulabiliyorsa sıhhatini en iyi şekilde geliştiriyorsa oraya göç eder. Dolayısıyla biz bu insanlarımız için Türkiye’de mutlu olabilecek şartları ne kadar oluşturabilirsek bizim beyinlerimiz Türkiye’ye geri gelecektir. Ve zaten geliyorlar.

Ama biz şunu amaçlıyoruz Türkiye’yi öyle bir hale getirelim ki sadece yurtdışına yaşayan Türk bilim insanları değil hangi dilden hangi ırktan olursa olsun hangi dinden olursa olsun akıllı insanlar Türkiye’ye gelmek için yarışsınlar. Amerika’yı Amerika yapan budur. Osmanlıyı da güçlü yapan buydu. Yani bizim akıllı insanlar için bilim insanları için girişimciler için bir çekim merkezi bir cazibe merkezi olmamız lazım. Yoksa biz 2023 yılında diyoruz 300bin tam zamanlı araştırmacımız olacak. Şimdi bir rivayete göre 90bin varmış. Ne kadar doğru bilmiyorum. 90bin doğru olsa bile bizim 10 yılda 300 bin e gitmemiz de zaten bunları yeniden yetiştirmemiz de olacak şey değil. Sizin ekonominiz bilim adamı potansiyeliniz var mı? O bilim adamlarının geliştirdiği teknolojileri ürüne dönüştürecek ekonomiye kazandıracak bir sisteminiz var mı? Bunlar yok. Bu dönüşüm şu açıdan önemli. Kolaycılığı düşünmememiz lazım. Daha çok para ayıralım. Zaten bizim şu anda Türkiye’de ar-geye ayırdığımız parayı harcayamıyoruz. Tübitak’ın her sen ar-geye harcamayı düşündüğü parayı verecek yeteri kadar proje bulamıyoruz. Bizim

bakanlığımız her yıl 500 tane gencimize teknoloji- bilişim sermaye desteği adı altında 100er bin lira hibe desteği var. Biz şimdiye kadar 500 kişi bulamadık. Yani böyle bir durum var. Türkiye’de para meselesi yok. Keşke yangının üstüne su döker para dökerek çözeceğimiz bir problemimiz olsa. Bizim gerçekte sistemimizi gözden geçirmemiz lazım, sistemimizi yenilememiz lazım. Para en son gereken şeydir. Para bulmakta sorun olmaz zaten para da gelir yurtdışından.

H. Aksu: Özel sektörden de aynı görüşü destekleyebilirim. Ben yatırımcılarla görüştüğümde aynı dertten mustaripler. Yeterince girişimci yok yeterince iyi fikir yok yoksa fon bulunabiliyor hem ülkemizde hem yurtdışında.

D. Kavranoğlu: Bir de şuna da dikkatinizi çekmek isterim mesela diyoruz ki biz filanca bir yere

teknopark kuracağız. Oraya filanca büyük şirketi çekeceğiz. Çekeceksin de ne olacak yani? Sana getirip bilgisini hediye mi edecek yani? Sen ona bedava arsa vereceksin, vergi avantajı bilmem ne vereceksin.

Yabancı bir şirket gelip burada sadece teknisyen işini yapacak. Tabi ki mühendisini de getirecektir ama hiç kimse kimseye değerli sırrını vermez yani. Böyle bir cambazlık yapmaya kalkışmayalım. Başkalarını da saf zannetmeyelim. Gerçekten bizim bilime önem vermekten, üniversitelerimizi ıslah etmekten ve bu işte sistem değişikliği yapmaktan başka çaremiz yok. Yani biz buraya Samsung’u getirerek IBM’i getirerek onlar gelecek Türkiye dönüşecek gibi bir şey olmaz.

H. Aksu: Dolayısıyla oldukça sistemik bir değişim yapmak lazım koordinasyon içinde. Hem uzmanlık tarafında, hem fon tarafında hem sistemin değişmesi tarafında aklınızdaki düşünceleri bizimle biraz daha paylaşabilir misiniz?

D. Kavranoğlu: Şu andaki sistemin arızaları neler, bilgi ekonomisine geçiş için yapılması gerekenler neler? 1.si bizim şu 1980 ihtilalinden kalma YÖK düzenini yok etmemiz lazım. Başında kim olursa olsun bu düzen altında içinde ne kadar iyi insanlar çalışırsa çalışsın şu var olan üniversite düzeniyle bizim dünya bilim ailesinde dünyadaki kaliteli üniversiteler arasında yer almamız ve üniversitelerin artık ürettikleri bilgiyle bilimle öne çıkmaları mümkün değil. Yani bunu öncelikle değiştirmemiz lazım. Ne yapmamız lazım? Tekerlek icat olunalı 10bin seneden fazla oldu. İyi olan başka üniversiteler nasıl bir sistemi yönetiyorlarsa bakacağız ki bakıyoruz onlardan ders alacağız. Türkiye’de de bizim şartlarımızı da göz önüne alan yani geçişin düzgün olacağı üniversitelerde bilginin kalitenin ödüllendirileceği

kalitesizliğin dışlanacağı bir sisteme geçmemiz lazım. Yani öncelikle bizim bu bilgi ekonomisinin en önemli faktörü olan fonksiyonel evrensel standartlarda bir üniversite sistemine geçmemiz lazım. 2.si Türkiye’de teknoloji geliştiren şirketlerin önünü açmamız lazım. Bir şirketin bir girişimcinin esas ihtiyacı olan şey ar-ge desteği değildir. Ben de bir girişimciyim yani hamamda terlemiş olan bir insanım.

Girişimcinin ihtiyacı olan şey sipariştir. Siz şimdi bütün siparişleri devlete kanalize ediyorsunuz. Bunun yanında da devletin bütün siparişlerini alan devletin kurumuna fon dağıttırıyorsunuz. Onlar da ne yapıyor? Bir şekilde bu fonlardan yararlanıyorlar, bir şeyler geliştiriyorlar. Netice sadece başarılı şekilde neticelendirilmiş bir ar-ge raporunun rafa koyulması oluyor. Halbuki ne olması gerekir? Bir girişimci bana geldiği zaman ben ona şunu demek isterim.

Senin bu dediğin şey güzel bir şeye benziyor ben bunu bir inceleteyim hakikaten yapabileceksen Türk ekonomisinde veya dünya ekonomisinde bunun bir yeri varsa ben sana bundan 100 tane sipariş vereceğim. Senin istediğin o 500 bin lirayı ben sana sipariş olarak vereceğim. Ama projenin sonunda her adımını da ben takip edeceğim. Sana hak edişlerini vere vere sonunda senin bu 100 tane numuneyi bize teslim etmeni sağlayacağım. Böylece o girişimci hem desteği alamamış olacak hem çarçur olmamış olacak. Sonunda ekonomiye katkıda bulunan bir ürüne veya hizmete dönüşmüş olacak. Yani hedefe yönelik olarak bizim şey yapmamız lazım. Al evladım ar-ge yap. Yap da ne yapsın sonra onunla. Asıl ihtiyacı olan şey sipariş. Devlet ar-ge yardımını kendi enstitülerine yapsın yani devletin şirketleri neyle çalışsın biliyor musunuz? Nükleer reaktör geliştirsin. Mars’a nasıl bir Rover gönderir geri getiririz. Devle-tin enstitüleri bunda çalışsın. Biz halkın vergisiyle bunları finanse edelim. Ama piyasada hepinizin yazabileceğini devletin şirketleri yazmasın. Onları girişimcilerimiz yazsın. Biz de devlet olarak ihtiyaçlarımızı onları yarıştırarak onlardan alalım. Bu şekilde Türkiye’de teknoloji geliştiren şirketler gerçekten ayağa kalkabilir.

H. Aksu: Keşke veya inşallah diyelim. Buraya doğru hepimizin azmetmesi hepimizin çalışması lazım.

Peki başka sektörden bahsedelim biraz. Siz de içinde kenarında bulunuyorsunuz başka bakanlığa rekabet olmasın Sağlık Bakanlığı’nın kapsamına giriyoruz biraz ama. Biyoloji dijital bir bilime, bilgi birikimine dönüştü genetik sayesinde. Oradaki öngörülerinizi ve takip ettiğiniz teknolojilerden bize

Peki başka sektörden bahsedelim biraz. Siz de içinde kenarında bulunuyorsunuz başka bakanlığa rekabet olmasın Sağlık Bakanlığı’nın kapsamına giriyoruz biraz ama. Biyoloji dijital bir bilime, bilgi birikimine dönüştü genetik sayesinde. Oradaki öngörülerinizi ve takip ettiğiniz teknolojilerden bize

Benzer Belgeler