• Sonuç bulunamadı

Açılış Konuşması, Davut Kavranoğlu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Açılış Konuşması, Davut Kavranoğlu"

Copied!
56
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

SONUÇ

BİLDİRGESİ

(3)

Sevgili genel başkan yardımcım, çok değerli misafirler Yeni Dijital Dünya toplantımıza hepiniz hoş geldiniz. Geçmişin tecrübesiyle bugünün dünyasını daha iyi anlamak ve geleceğin dünyasını daha iyi görebilmek amacıyla düzenlediğimiz bu toplantımıza katılımınız için teşekkür ederim. Sözlerime başlarken bu toplantının ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum. Hepimizin cebinde bir veya birden fazla akıllı telefon var, hepimizin bir veya birden fazla elektronik mail adresi var, hepimizin dijital dünyada bir veya birden fazla kimliği temsili var, hepimiz internetten alışveriş yapıyoruz;

bankacılık işlemi yapıyoruz, gazete okuyoruz, müzik dinliyoruz, öykülerimizi resimlerimizi paylaşıyoruz.

Bu değişim sadece son on senede gerçekleşti ve yediden yetmiş yediye hepimizi etkiledi.

Ömrünü dijital dünyada zevkle harcamış bir dostunuz bir mesai arkadaşınız olarak buradayım.

1970lerin sonundan beri bir şekilde parçası olduğum elektronik bilgisayar ve telekomünikasyon ve onun çevresinde oluşmuş olan dünya son otuz senede çok değişti, çok ilerledi ama gidişe baktığımızda anlıyorum ki daha hiçbir şey görmedik. Önümüzdeki süreç geçmişe göre artan bir hızla daha güzel daha parlak olacak; buna hiç şüphem yok. Bu sözün doğruluğuna benim kişisel hayat hikâyemle şahitlik edebilirim. 1970’lerin sonunda ve 1980’lerde PC öncesi dönemdeydik. Bilgisayar sadece üniversitelerde ve çok az sayıda büyük kuruluşun sahip olduğu olağanüstü bir imkândı. Programlarımızı portal4 dilinde yazar kartlara dener ve böylece bilgisayara sunar ve yazdığımız programın çalışıp çalışmadığını

öğrenirdik. Birçok denemeden sonra eğer çalışırsa problemleri çözmek için kullanırdık. Bu problemde genellikle bir şeyin daha hızlı hesaplanmasına dair bir iş olurdu.

Sadece yüksek makamlardan imza alarak gerçekten ihtiyacımız olduğunu ve faydalı bir iş yapacağımızı yüksek mevkilerde onaylanınca bir şekilde bu işi yapabiliyorduk. Daha sonra 80lerin ortasında

Amerika’ya master ve doktora için gittiğimde bilgisayar birçok kabinete müteşekkil bir sistemdi. Ayrı soğutmalı gürültülü bir odada idi. 80lerin başlarında APPLE ve IBM exict ve bunla başlayan PC’ler 80ler ortasına kadar IBM AT’nin ortaya çıkmasıyla yavaş yavaş hocalarımızın odasında görülmeye başlamıştır.

Biz bu IBM AT’lere imrenerek bakardık ve 80lerin sonlarına doğru Sun Workstation dediğimiz yüksek kapasiteli kuvvete sahip kocaman bir ekranı olan müthiş bilgisayarlar çıktı. O zamanki görüşümüze göre müthiş tabi ki. Bu şekilde başlayan gelişmelerle PC 90larda ve 2000lerde herkesin ve her evin sahip olmayı hayal ettiği bir şey oldu. Artık herkes özgürdü. Maddi durumu müsait olan herkes bir PC alıyordu. 90ların başında ben ilk 386 PCmi ben 5500 dolara almıştım ve üniversitede herkes benim bu müthiş PCmi görmek için beni ziyarete gelirdi. İlk elektronik mailimi 1980lerin ortasında Mehmet Karaca, şu an İstanbul Teknik Üniversitesi’nin rektörü ona göndermiştim. Daha sonra bu internet çıktı.

Ve bilgisayar üzerinden haberleşme imkânı sadece üniversitedeki az sayıdaki şanslı insan evladı olarak bütün dünya insanlarına açıldı. Ve böylece gerçek bir devrim başlamış oldu.

Açılış Konuşması, Davut Kavranoğlu

(4)

İnterneti bu kadar önemli ve vazgeçilmez yapan şey bedava olması ve tüm dünyayı ayrımsız olarak her yere bağlamasıdır. Bilgisayarın icadı kadar internetin ortaya çıkması ve herkese açık hale getirilmesi dünya ve belki bilim tarihinin en önemli ve etkili hadiselerinden birisidir. 1980lerden itibaren internet etrafında yeni bir sektör oluşmaya başlamış, bu oluşmaya başladığı zaman acaba 1990larda hiç kimse internetin bugün dünyada sahip olacağı önemi bilir miydi? Dünyayı tamamıyla değiştiren bir hal aldı.

Adeta bütün dünya ekonomisini sırtlayan bir omurga halini aldı internet. Zaman içinde PC üretimi komunite haline geldi ve PC üreten şirketler başlangıçta sahip oldukları birçok fiyakayı kaybettiler. IBM ismi bizim için 19080lerde 90larda çok başka şeyler ifade ederken bugünün gençleri için IBM ismini hiç duymayanlar var. Ben 16 yaşındaki oğluma IBM nedir diye sorduğumda o da nedir baba diye sordu.

Ama herkes Microsoft, Facebook, Google, Twitter, Apple, Samsung isimlerini biliyor. Hatta okuma yazma öğrenmeden önce bile çocuklar bunları öğreniyorlar. Geçenlerde dört yaşındaki yeğenim Emir benim yanımda babasına “Baba, telefonunu ver internete gireceğim dedi.” Daha okula bile gitmeyen bir çocuk. Dolayısıyla artık yediden yetmişe bütün hayatımız ve herkes dijital hale gelmeye başladı. Son 4-5 yıldır başka bir mucize ortaya çıktı. Iphone, Ipad , Apple Steve Jobs ile donanım yönetmeliğinde hala çok ünlü ve kazançlı bir iş olabileceğini hepimize gösterdi.

Apple hikâyenin başlarında, 1980lerin başlarında da vardı, daha sonra zor dönemlerden geçti ama ısrar etti ve sonunda tekrar geri geldi ve tekrar en büyük olma noktasına vardı. Herhalde IBM dekiler biz kolay mı vazgeçtik diyor olabilirler. Aynı şekilde Güney Kore’nin hayranlıkla izlediğimiz Samsung’u, Apple’ın meydan okuyan müthiş büyümesi ve mobil cihazlar konusundaki atağını ilgiyle izliyoruz.

Ve ondan ders almaya çalışıyoruz Türkiye olarak. Birkaç yıl önce Iphone bizim evde rakipsiz iken bugün artık Samsung ve Android olan mobil cihazlar ezici bir çoğunlukla öne geçtiler.

Değerli dostlar 90ların başlarında internet devrimi başlarken 90ların ortasında mobil iletişim çağı başladı. Başlangıçta sadece ses için kullanılan mobil cihazlar 90ların sonlarından itibaren smsin

endüstriyel hale gelmesi ve gittikçe artan şekilde data uygulamaları için de kullanılmaya başlanması ile şekil değiştirmeye başlandı. 2000lerin ortalarından itibaren ise Gprs ve 3G mobil alt cihazlarının ortaya çıkması ile mobil data daha fazla önem kazanmaya ve öne çıkmaya başlamıştır. Ve bu gidiş gittikçe hızlanmaktadır. 90ların sonuna doğru başlayan mobil and friend uygulamaları artık çok yaygın hale geldi ve gittikçe yaygınlıkları artmaktadır. Bugün hepimizin cebinde taşıdığı mobil cihazlarımız 15-20 sene önce biz üniversitedeyken mail friendlerin gücünden daha üstün bir bilgisayar kurma

yeteneğine sahip.

Bu değişim hayatımızı temelden etkiliyor. 20-30 sene önce bilimkurgu filmlerinde ancak görülebilecek uygulamalar günlük hayatımızın bir parçası haline geldi. Bu değişim sadece vatandaşın davranışını değiştirmedi, ekonomiye etkisi oldu, bazı sektörleri ortadan kaldırdı, bazı yeni sektörler ortaya çıkarttı;

basın, müzik, film, perakende, kitapçılık, fotoğrafçılık gibi sektörleri düşünecek olursak tümüyle dijital hale geldiler. Bu dönüşümlere ayak uyduramayanlar oyun dışı kaldı. Bu esnada sahneye yepyeni oyuncular çıktı. Dijital dünya toplumların, ülkelerin ve yönetimlerin gündemine de girdi, bilgilendirme, paylaşım ve katılım sağladı. Aynı zamanda protestoların organize edilmesi için sosyal medya yoğun bir şekilde kullanıldı. Yalnızca Arap Baharı veya ülkemizde yaşanan bir zirve ile değil G8, G20 gibi benzeri zirvelerin protestoları için haberleşme aracı olarak sosyal medya kullanıldı ve son derece etkili oldu.

Sosyal medya eğer doğru kullanılmazsa ve biz ne yaptığımızı bilmezsek başımıza nasıl belalar açabileceğini de yakın geçtiğimiz aylarda gördük. Diğer yandan ekonomi zaten uzunca bir süredir dijital olgu üzerinde kurulmuştur. Bazı sektörler tümüyle dijital alt yapılar üzerinde işlemektedir.

Sermaye piyasaları online çalışmakta işlemler saniyeden daha kısa sürede dünyanın bir ucundan bir ucuna gece gündüz uçmaktadır. Para ve para piyasaları tümüyle dijital ve online hale gelmiştir. Daha klasik görünen endüstriyel dahi dijital dünyanın nimetlerinden istifade etmektedir. Sürücüsüz araçlar, durma hakkında bilgi veren lastikler, rulmanlar, türbinler, tarlalar ve daha niceleri. Sensörlerle

kameralarla navigasyonlarla vb. dijital ekipmanlarla her türlü fiziki eşya dijitalleşmekte ve online hale gelmektedir. Şu an itibariyle yeryüzünde yaklaşık 7 milyar insan bulunmaktadır. Ama aynı zamanda şu an 10 milyar üzerinde eşya internete bağlıdır. Bu rakama tabletler, bilgisayarlar ve cep telefonları dahil değildir. 2020 yılına kadar bu rakamın yüz miyarı geçmesi beklenmektedir.

(5)

Hareketli olan ve belli bir değeri olan tüm eşyalar dijital hale gelecek ve internete bağlanacaktır. Bu yeni endüstrinin oluşmasını sağlayacak hizmet kalitesini artıracak ve yaşam koşullarını iyileştirecektir.

Ülkemizin büyük hedefleri var. Sayın Başbakanımız bizim devlet vizyonumuzu vizyon 2023 adı altında özetlediğimiz bir program altında ortaya koydu. 2023 yılına kadar dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olma vizyonu; yeni, kalkınmış, demokratik, ilerde yeni Türkiye vizyonumuz var. Bunları başarmak ve sonrasında sürdürülebilir kalkınma ve refah için dünyada yerimizi almamız gerekmektedir. Bu dünyaya katkıda bulunmak şekil vermek icat çıkarmak liderlik yapmak gerekmektedir. Bunun için yetkinlikler- imizi geliştirmemiz bu dünyadaki rekabet gücümüzü artırmamız gerekmektedir. Vizyon 2023 ve sonrası için bu son derece önemli ve gereklidir. Ancak madalyonunun bir de diğer yüzü var. Sahtekârlık, siber terör, hırsızlık, istismar, zararlı içerik, yanlış bilgiler ve kötü niyetli insanlar dijital dünyada da yerini almıştır. Fiziki sınırla olmadığı için dijital dünyada karanlık taraf çok daha tehlikelidir. Nerede, ne zaman ve nasıl saldıracağı hiç belli değildir. Bunun için çok sağlam tedbirlerin alınması gerekmektedir.

İnsanlığa arzu etmesi, arzu edilen dijital dünyanın sekteye uğramaması gerekmektedir. Bir de işin hukuki boyutu var. Sürücüsüz aracı düşününüz. Şu an yasalarda bunun için yer yoktur, kime aittir, kazadan kim sorumludur. Kameralı ve ekranlı gözlükleri düşünelim. Görüntü kaydetmesi yasal mıdır?

Kaydedilen görüntü nerede saklanır? Görüntüler kime aittir? Paylaşılması, etiketlenmesi, analiz edilmesi mümkün müdür? Buna kim karar verecek? Buna benzer daha pek çok soru sorulabilir. Toplum, yönetim ve hukuk bu sorulara cevap bulmak zorundadır.

21.yüzyılda sermayeye dayalı ekonominin yanı sıra bilgiye dayalı ekonominin gelişmesi süreci yaşanacaktır. Buna kısaca bilgi ekonomisi diyoruz. Dijital nimetlerden yararlanan internet üzerinden hizmet sunan sanal ve fiziki boyutları olan, yeni sektörler ve yeni iş modelleri karşımıza çıktı ve çıkmaya devam edecektir. Belki bir eşyayı üretemeyeceğiz ama onun tasarımını yapacağız. Ürünü satın alan kişi belki evinde ya da mahallesinde üç boyutlu yazıcıdan bu eşyasını alacak. Bu hediyelik bir eşya da olabilir tıbbi bir cihazın yedek parçası da olabilir. Çok nadir bulunan ve artık üretilmeyen bir eşyanın replikası da olabilir.

Bilgi ekonomisi reel sektörde olduğu gibi kamu sektörünü de etkileyecektir. Toplumsal meselelere de el atacaktır. Çocukların okuması, şiddetin azaltılması, gelir makasının kapatılması ve toplumsal barışın gelişmesi dijital dünyanın ve bilgi ekonomisinin nimetleriyle desteklenecektir. İşte bu yüzden Bilgi Ekonomisi Derneği’ni kurduk. Derneğimiz kalkınmış, gelişmiş, üstün, yeni Türkiye hedefine

ulaşabilmemiz için yapılması gereken yapısal değişikliklere bir sivil toplum kuruluşu olarak katkıda bulunacaktır. Ülkemizde bilgi ekonomisi konusunda bilinç oluşturmak, bilgi ekonomisi üzerine çalışmalar yapmak, raporlar yayınlamak, eğitim seminer ve konferanslar düzenleyerek ve kamuoyunu bilgilendirerek derneğimizin asıl faaliyetlerine devam edeceğiz. Bu etkinlik bu anlamda derneğimizin ilk büyük çaptaki faaliyetidir. Bundan sonra devamı gelecektir. Umut ederim ki ülkemize ve toplumumuza fayda sağlayan bir sivil toplum kuruluşu olur. Hepinizin bu konuda katkılarınızı bekliyoruz. İlginç bir zamanda yaşıyoruz. Toplumsal değişimlerin tam ortasındayız. Güzel ve faydalı yönlerini hemen b enimsiyoruz. Ama her zaman ters yönleri ve tehlikeli boyutları da olacaktır. Bunları da kurala bağlamak, insanlara ve haklarını korumak, insanlığa hizmet edecek hale getirmek gerekir. Bugün Yeni Dijital Dünya Zirvesi’ni gerçekleştiriyoruz. Bu zirvenin tüm katılımcılara hayırlı olmasını memleketimize milletimize faydalı sağlamasını temenni ediyorum. Katılımınız için tekrar teşekkür ediyorum.

(6)

Çok kıymetli bakanım, kıymetli konuklar, değerli hanımefendiler, saygıdeğer beyefendiler, kıymetli genç arkadaşlarımız ve bu anlamlı günün yani Yeni Dijital Dünya Zirvesi 2013’ün çok değerli katılımcıları öncelikle bu güzel zirvenin hem öğreti açısından hem sonuçları açısından hem değerlendirmesi açısından ülkemize, insanımıza, dünyamıza ve aslına tüm evrene tüm insanlığa hayırlı ve uğurlu

olmasını diliyor. Hepinizi en derin sevgilerimle, saygılarımla ve en derin muhabbetlerimle selamlıyorum.

1865 yılında Lincoln yani Amerika’nın 16. Başkanı bir tiyatroda bir suikastla karşı karşıya kaldığında ve öldüğünde Londra’da bu ancak 7 yıl sonra duyulabilmişti. Oysa 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’da İkiz Kulelere yapılan saldırıdan tam 20 dakika sonra dünyada 2 milyara yakın insan bu saldırıyı eş zamanlı olarak izlemişti. Usame Bin Ladin bizim bir yakınımız değil, dünyada milyarlarca insanın tanıdığı ve yakından tanıdığı biri değil ama fotoğrafını dünyadaki bütün insanlar gördü. Birçok insan yüzünü yüz hatlarını rengini şeklini ve yüz ifadesini belki 19.yüzyılda ve 18.yüzyılda belki 17.yüzyılda hatta

20.yüzyılda göremeyeceği bir şekilde hafızalarına kazımıştır. Bu yeni dünya. Şunu belirtmek istiyorum.

Atın ehlileştirilmesinden tekerleğin icadına kadar insanlık dediğimiz uygarlığın zihni mesaisi bir tek şeyin peşinde koşar. O da bilgidir.

Varlıklı ünlü Profesör Hamberg bu çağın adamı bu 20. yüzyılın temel ismini bilgi çağı, bilgi toplumu olarak adlandırdığında belki 21. yüzyılda bilgi teknolojilerinin 21. yüzyılı yönlendirecek bir unsur olduğunu zihninde bu kadar tasavvur etmiyordu. Ve 21.yüzyıl bizi 20. yüzyıldan 19.yüzyıldan ve 18.yüzyıldan çok ciddi bir şekilde ayırmaktadır. Sadece mikro ölçeklerde değil makro ölçeklerde de.

Özellikle küresel güç eksenlerinin değiştiğini gördüğümüzde yani 1000li yıllardan itibaren bütün dünyada var olan ve özellikle keşiflerden sonra Rönesans’tan sonraki şimdi yeni bir Rönesans dönemi yaşadığımızı herkes söylüyor. Buna da Mobil Rönesans deniyor ama esas Rönesans tan sonra dünyada dünyanın temel merkezi Avrupa’dan bugün yeniden bir dünya kadim medeniyeti öngörülüyor.

Ortadoğu’ya, Güneydoğu’ya, Asya’ya hatta Kafkaslara doğru Yeni İpek Yolu üzerinden bir yolculuk gerçekleştirmektedir ve küresel güç ekseni değişmektedir. Uluslararası sistem de değişmektedir. Yani uluslararası sistem bir şekilde çok açıktır ve nettir ki artık 20.yüzyılda soğuk savaş döneminde kurulan ve dünyanın o günkü kodlarına göre kurulan sistem bugün ne dünya barışını taşımaktadır ne dünya ekonomisini taşımaktadır ne de insanlığın geldiği çizgiyi taşımaktadır. Uluslararası sistem bugün dünyanın taleplerine ihtiyaçlarına ve insanlığın ihtiyaçlarına hatta problemleri çözme yöntemlerine yönelik bir karşılık ortaya koymaktadır. Üçüncüsü biraz önce çok değerli bakanımız bahsetti. Dünyadaki ekonomik paradigma değişmektedir. Yani şunu çok net bir şekilde paylaşmak isterim ki sizinle 21.yüzyıl evet bir sanayi devrimi oldu.

Açılış Konuşması, Süleyman Soylu

(7)

Bir taraftan buhar makineleri vasıtasıyla diğer taraftan motorlar vasıtasıyla bambaşka bir sanayi devriminin olduğu çağdan bugün belki de 3. Sanayi devrimi olarak nitelendirilecek bir devrime

ulaştığımız ama o 20.yüzyıldaki şiddetlerin bugün çağcıllarıyla beraber rekabet edemediği bir anlayışa vardığımız dönemi yaşıyoruz. Bugün sanayi şirketleri dünyanın en kapasiteli sermayesi açısından dünya ölçeğinde en çok paha eden şirketlerinden birisiyken bugün hepimiz biliyoruz ki 500 milyar dolarla Apple, 260-280 milyar dolarla Microsoft veya 380 milyar dolarlar civarındaki piyasa değerleriyle Samsung dünyanın en güçlü ve en önemli şirketleri olarak günümüzde yerini almaktadır. Dünyadaki değişimler sadece ekonomide değildir. Bugün 2500 yıldır tanınan ticarette sanayiden güvenliğe savunmadan silaha kadar her türlü sınır geçişi, güvenliği ve navigasyonlarla beraber araçların nereden ve nasıl bir yerden bir yere ulaşacağını ölçmeye çalışırken yaklaşık tam tamına günde 50.000 uçuşla bir İstanbul nüfusu kadar insan havada yaşamaktadır. Bambaşka bir dünyadayız. 21.yüzyılı kendinden önceki yüzyıllardan ayıran en önemli unsurlardan bir tanesinin tarifini Daniel Bell kendisi yapmıştır:

bilgi toplumu, bilgi çağı.

Ve bugün bütün bunları gerçekleştirip ve bütün bunları yaşarken elbette şunu çok açık bir şekilde söylemek isterim. Eski dünyanın değişiminde de teknolojiler önemli ölçüde yer almıştır. Örneğin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılmasının en temel sebeplerinden bir tanesi batıdan doğuya doğru akan ideolojik metinler olduğu söyleniyor. Bunu da sağlayan bir tek cihaz var. Onun adı da faxtır. Ve aslında fax bir eski imparatorluğun çöküşünü en önemli ölçüde ortaya koyan cihazlardan birisi olarak nitelendiriliyordu. Evet, bütün bunlarla birlikte şöyle söyleyebiliriz ki dünyada geldiğimiz çizgide sadece ve sadece bilinmesini isterim ki dijital teknolojilerin kısıtlı bir alanda etkisi yoktur, e-ticaretten e-devlete kadar; e-siyasetten aslında e-insana kadar. Bugün dijital teknolojiler hayatımızın her noktasında

etkindir ve hayatımızın her noktasını yönlendirebilir ölçülerdedir. Şunu söyleyeyim elbette ki şöyle bir değerlendirme yapabiliriz. Bilgisayarın buluşu yani 1940larda önemlidir. Ama ondan sonra başka bir şey daha önemli olmuştur ki: kişisel bilgisayarlara geçiş. Ve yine ondan sonra bir şey daha önemli olmuştur:

internetin bulunuşu. Yani 1969’da bir askeri keşif olarak bulunan internetin hayatımızı bu kadar etkileyeceği bu kadar yönlendireceği hayatımızın her basamağında çok yoğun bir etkisi olabileceğini gayet uygun bulanlar da ciddi bir şekilde tasavvur etmemiş hayal bile etmemişlerdir.

Ama şimdi başka bir şey var. Sevgili dostlar 2020’de 50 milyar cihaz sadece ve sadece bulut

teknolojileriyle beraber çalışacak. Yani sadece internet değil, mobil teknolojilerin de hayatımıza girdiği ve çok değişik bir şekilde etkilediği süreci önümüzdeki dönemde hep birlikte yaşayacağız. 3D yazıcılar yani Almanya’daki bir otomobil firmasında bir banda her türlü teknolojisini bir taraftan direksiyonunu bir taraftan vitesini bir taraftan camlarını bir taraftan teybini bir taraftan dijital tüm unsurlarını sokan ve bir banttan bir Audi çıkarabilen ve maliyetleriyle beraber dünyadaki rakipleri ile rekabet etme kabiliyeti sağlayan teknolojiler de aslında 21.yüzyılın bize sağladığı unsurlardandır. Veya Campridge’deki bir ilaç laboratuvarında, eczacılık laboratuvarında veya bir fabrikada 10 kişinin 58 araç ürettiği bir maliyeti bir de 10 kişinin 80-85 araç ürettiği bir maliyeti ve rekabet gücünü düşünmek isterim. 3D yazıcılarla birlikte dünyada yepyeni bir süreç yepyeni bir devrim başlamıştır artık. Ve bütün dünya bunu bir şekilde

kavrıyor ve önemli ölçüde kavramaya devam etmektedir. Sadece bu kadar da değil çok açık bir şekilde zile paylaşmak istediğim başka bir süreç daha var. Türkiye bunların gerisinde kalmıyor. Bilmenizi isterim.

Eğitimden sağlığa hayatımızın her noktasını ciddi bir şekilde yönlendirmektedir. Güzel bir espri var.

İnsanlar evlilik yüzüğünü kaybetmek istiyorlar yapılan araştırmalarda ama cep telefonlarını

kaybetmekten korkuyorlar. Çünkü yerine ikame edilmesi yerine o bilgilerin ikame edilmesinin olup olmayacağı konusundaki endişeleri kaybetme korkularını ciddi bir şekilde artırmaktadır. Ve yine şunu söylemek istiyorum elbette ki sadece eğitimde ve sağlıkta değil Türkiye’de çok ciddi ve değişik

gelişmeler olmuştur.

Muyap dediğimiz yani adalet sistemini kendi içerisinde internet üzerinden neredeyse bütün bilgileriyle birlikte donatan çok önemli bir sistemle Türkiye karşı karşıya kalmıştır. Bütün tapu kayıtlarının oluştuğu coğrafi izleme sisteminden tutunuz da insanın hayatının her noktasına değer veren ve o alt yapıyı ülkemizin insanıyla beraber oluşturan ve 21.yüzyılın tüm gelişmelerinden kendi insanını en yüksek standartta yararlandırmaya çalışan bir yaklaşımı da Türkiye ortaya koymaya çalışmıştır ve yetmemiştir ki biraz önce söyledim Mobil Rönesans çağı diye biz de bundan istifade etmeliyiz.

(8)

Ve biz de bu Rönesans çağını bütün dünya il rekabet edilebilir bir noktaya taşımalıyız. Yetmemiştir ki bütün bunlarla birlikte Türkiye e-devlet denilen kendi devle uygulamalarıyla bireyini, toplumunu, insanını bir araya getirmeye çalışan çok önemli adımlar atmıştır, atmaya a ciddi bir şekilde devam etmektedir. Elbette ki yeni trendler var dünyada . dünyadaki yeni trendler de çok önemli. Yani bir taraftan bilgisayarın belki de bir oda büyüklüğündeki bilgisayarın insanları hayranlıkla seyrettiği bir dünyadan bugün elbette ki 7-7.5 milyar insanın yaklaşık yarısının 3.5- 3.6 milyarının 2014 yılı içerisinde internetle ve internette işlem yapmak için karşı karşıya kaldığı bir yılı kucaklayacağız önümüzdeki haftadan itibaren.

Ve yine bir taraftan sesli aramadan görüntülü aramaya doğru giden bir yılı karşılayacağız. Yeni trendler, videolar ve bütün bunların yanı sıra özellikle sosyal medyadaki içerik, e-ticaret veya Windows shopping dediğimiz yani neredeyse perakende ticareti bile ortadan kaldırabilecek bambaşka bir ticaret

yapılanmasını ortaya getirecektir. E-ticaret dediğimiz internet siteleri üzerinden gerçekleşen ve bütün bunlarla birlikte yeni bir ticaret akımına doğru akan bir yapıya belki de hep beraber tanık olacağız.

Yetmiyor ki yine bütün bunlarla birlikte hepiniz biliyorsunuz hepiniz takip ediyorsunuz önümüzdeki dönemin en önemli trendlerinden bir tanesi de mobil teknolojilerle oynanan oyunlar. Hiç yaş farkı gözetmeksizin en küçüğünden en yaşlısına kadar herkesin belki de hayatının vazgeçilmez

unsurlarından birisi olarak önümüze çıkacaktır. Bu trendlerden bizim kurtulmamız bu trendlere bizim sırtımızı dönebilmemiz elbette ki mümkün değildir. Bilmenizi istiyorum ki sadece ticarette ekonomide sağlıkta sermaye piyasalarında hayatımızın her alanında değil siyasette de çok önemlidir bu dijital teknolojiler. Ve bu biraz da bizim konumuz olduğu için biraz daha içeriğine farklı analizler yapmak üzere girmek istiyorum.

Çok belirleyici bir şey söylemek isterim. Dünyada iki görüş vardır bu konuda özellikle dijital

teknolojilerin ve sosyal medyanın siyasete etkisi konusunda iki görüş vardır. Teknoloji mahallesinin içerisinde olanlar siyasetin bütün unsurlarıyla birlikte değişeceğine inanmaktadırlar. Yani aslında dijital teknolojilerin ve sosyal medyanın bütün siyaseti değiştireceğini, siyasi yapılanmayı değiştireceğini iddia etmektedirler. Ama biraz daha muhafazakâr görüş bütün dünyada özellikle dijital teknolojilerin ve bu sosyal medya dediğimiz unsurun ancak formasyonel medya kadar etkili olabileceğini ve siyasetin kendi bildiği araçlar üzerinden kendisinin yönetebileceği yönündeki iddialarını temellendirmeye

çalışmaktadır. Şunu söyleyebiliriz ki temelde siyaset özellikle dijital teknolojilerde ve sosyal medyada üç unsurdan etkilenmektedir. Bu çok açıktır. 1.si dijital teknolojiler ve sosyal medya bilginin paylaşımını, bilginin hızını ve bilginin maliyetini ciddi oranda etkilediği için siyaset de bilgiyi çok önemli bir ölçüde ortaya getirmektedir. Yani bilgi siyasetin yapılabilmesindeki en önemli unsurlardan bir tanesidir. Ve bunu sosyal medya ve dijital teknolojiden çok net bir şekilde ortaya koymaktadırlar. 2.si bazı marjinal gruplar ve kendi arasında iletişim kurmaya çalışan gruplar ve katılım sağlamaya çalışanlar bilmenizi istiyorum ki bu dijital teknolojiler ve sosyal medya sayesinde çok rahat aynı mahallede buluşabiliyorlar.

Ve bu bütün dünyanın belki de bugün bazen tehlike olarak gördüğü siyasetin sağ solla bloklaşmasını sağlayabilecek en temel enstrümanlardan bir tanesidir. Şöyle bir araştırma var Amerika’da. Facebook kullanıcılarının normal insanların iki buçuk katı kadar oy kullanma eğilimlerinin ve bir mitinge katılma eğilimlerinin yüksek olduğu ortadır. Yine bir araştırma daha var. Sosyal medya kullanan gençlerin %45i bir siyasal aktivite de bulunmuşlardır. Buradan şunu anlıyoruz: sosyal medya veya dijital teknolojiler çok açık bir şekilde veya hızlı bir şekilde insanları siyaset alanına kanalize etmektedir. Burada bir tehlike var, siyaset açısından da bir tehlike var. Tehlike şudur: bazı düşünce ve görüşler sosyal medya ağında ciddi şekilde kamplaşmaktadır. Birbirinden ayrı, birbirini duymayan, birbirini hissetmeyen, birbirini

anlamayan yapıların sosyal medya üzerinden sanki kamplaşıyormuş, bloklaşıyormuş ölçüsü belki bizim 21.yüzyılı tanımladığımız empati medeniyeti tanımını belki de en çok etkileyecek, en çok teyit edecek unsurlardan birisi olarak ortaya çıkmaktadır. 3.sü ise siyaset açısından dijital teknolojilerin ve sosyal medyanın ortaya koyduğu temel bağlamlardan bir tanesi de özgür bir ortamdır, rahat bir ortamdır, demokratik bir ortamdır. Tam da 21.yüzyılda bizim aradığımız açık toplumu kendi içerisinde organize eden koordine eden ortamdır. Bu da en temel faydalarından bir tanesidir. Ve elbette ki ülkemiz

genelinde baktığımızda bütün dünyada da bunu açık bir şekilde hep birlikte gördük. 33 milyar dolardır 2012de bilgi teknolojilerine Türkiye’nin harcadığı para. Dikkat ederseniz bizim yaklaşık 60-60.5 milyar dolarlık enerji ithalatımız var.

(9)

Yani ülkemizdeki üretimin önemli bir şekilde kaynağını teşkil eden onun büyümesini sağlayan enerji ithalatımızla bilgi teknolojileri arasında harcadığımız para arasındaki bağı kurduğumuzda bugün bilgi teknolojileri konusunda çok önemli noktaya geldiğimizi gayrisafi hasıla üzerinden bilgi teknolojilerinin toplam payının %1 olduğunu ama bizim temel hedefimizin bunu özellikle gelişmiş ülkeler seviyesine ve standardına çıkarma konusunda %2.5a çıkarmak lazım geldiğini e bir kez daha buradan size belirtmek isterim. Türkiye’de sosyal medya kullanımında bir gezi olayları öncesi var bir de gezi olayları sonrası var.

Gezi olaylarında bizim yaşadıklarımız ülkemizin gördükleri aslında sosyal medyanın biraz önce

bahsettiğim olumlu tarafları kadar olumsuz tarafları da var. Son yapılan Davos’ta dünyayı tehdit eden üç tehlikeden birisi olarak nitelendirilen sosyal medyanın kişileri itibarsızlaştırması konusundaki tehdidine tedbir almak aslında dünyanın en temel bugün karşı karşıya kaldığı sorunlardan bir tanesidir. Yani bizim karakter suikastı dediğimiz itibar suikastı dediğimiz meselelerle karşı karşıya kalınmasında sosyal

medya en önemli araç olarak ortada durmaktadır. Bunun için elbette ki bütün bunları yaşadığımız süreç içerisinde bir taraftan dünyanın ekonomik devlerini değiştirdiği bir taraftan hayata dokunma

kapasitemizi artırdığı bir taraftan katılımımızı ve demokrasiyi çık toplum ülkelerini geliştirdiği bir anda zevallerini de veyahut insanoğluna olan birtakım negatif etkilerini de hep beraber

görmezden gelemeyiz.

Sevgili dostlar, sevgili gençler yepyeni bir dünyada olduğumuzu anlatmaya çalıştım. Ve bu yeni

dünyanın arasında bu küresel güç ekseninin bir şekilde batıdan doğuya kaydığı bir atmosfer içerisinde biz İpek Yolu’nun sahibi olan bir ülkenin temsili olarak buradayız. Ve bu belki de 21.yüzyılda Türkiye’nin önüne gelen en temel fırsatlardan bir tanesidir. Ve biz bu temel fırsatı yönetmekle mükellefiz. Bu temel fırsatın bize hem öncelikleri var ve bu temel fırsatın hem de bize çok ciddi maliyetleri var. Bu maliyetleri biz bugünlerde yaşıyoruz. Özellikle Türkiye ekonomisi büyüdükçe nerdeyse dünya teknolojisiyle

rekabet edebilir bir hale geldikçe Türkiye kendisine uluslararası alanda da yer bulmaya çalıştıkça ciddi ve amansız bir rekabetle karşı karşıya kalmaktadır. Ama yeni dünyada sadece ve sadece üç temel şey saymıştım. 1.si küresel güç eksenleri değişiyor, 2.si uluslararası sistem gelişiyor, 3.sü ise en temel meselelerden biri olarak bütün bunlarla birlikte küresel güç sistemleri değişiyor, küresel güç ekseni değişiyor, uluslararası sistem değişiyor, ekonomik paradigma değişiyor, ama Türkiye’nin belki de en temel avantajlarından bir tanesi ülkelerin güç tanımlamaları değişiyor. Eskiden 20.yüzyılda ülkeleri tanımlarken şöyle tanımlanırdı: askeri güç, ekonomik güç ve siyasi güç. Oysa yepyeni bir düzen önümüzdedir. Bunlar da yumuşak güçtür. Bu dördüncü güç aslında 21.yüzyılda bütün dünyayı

etkileyecek ve bütün dünyayı oluşturacak tüm insanlığı birbirine dokunduracak en önemli gücün adıdır.

Belki dünyanın ilk on büyük devriminden birisi olan buluşundan birisi olan fiber optik kablolarla global bir köy haline gelen dünyada artık herkes birbirini çok rahat bir şekilde anlayabiliyor. Ve bu ekonomik paradigmanın gelişmesi bile çok önemli bir süreç ortaya koyuyor. Şöyle bir hayal edin lütfen:

bu flashbelleklere bu kadar büyük bir bilgi yığını transfer edileceğini bundan 20 yıl önce kimse düşünemezdi. Dünyada ismi olmayan bir memleketin ismi olmayan bir ferdinin bir buluş yaptığını düşünün. Bir flash belleğin içerisine bir fabrikanın yaklaşık 2-2.5 yıl boyunca kullanabileceği elektrik gücünü sığdırabileceğini düşünün. Dünyanın en büyük gayrisafi hasılasına ulaşan bir ülkesi olur.

Dünyanın en çok ihracat yapan ülkesi olur. Dünyanın en büyük devrimlerini gerçekleştiren ülkesi olur.

Artık dünyada elbette ki siyasal gücün elbette ki askeri gücün elbette ki ekonomik gücün kendine ait ciddi faktör olarak ortada durduğu bir gerçektir. Ama bütün bunları değiştirebilecek bütün bunları ortadan kaldırabilecek yeni bir güç vardır. Ve bu gücün adı biraz evvel de söylediğim gibi yumuşak güçtür. Bu yumuşak gücün bütün dünyada birbirleriyle etkileşmesini sağlayan en temel unsur da dijital teknolojidir. Yani insanların birbirine dokunmasını insanların birbirini anlamasını ve bu bilginin

çok hızlı bir şekilde yayılması.

Konuşmamın en başında da söyledim atın ehlîleştirilmesinden tekerleğin icadına kadar İnsan dediğimiz zihni uygarlığın bir tek ama bir tek amacı vardır. O da şu idi: bilgiye ulaşmak. Allah peygamberleri bir tek unsur için göndermiştir dünyaya. İnsanlığa doğru bilgiyi transfer edebilmeleri için. Biz ona tebliğ

diyoruz. Onun için yeni dönem bu yeni çağı bir bilgi çağı olarak nitelendirilmesini arzu ediyoruz.

(10)

Ve Türkiye bugün laboratuvarlarından bilgi teknoloji sınıflarına kadar 8 ilinde 175 üniversitesine kadar bugün hiç olmadığı kadar bilgi çağına bilgi teknolojilerine ve bilgi dünyasına hazırdır. Fakat bu rekabeti en önemli zenginliğimiz olan insan kaynağıyla bütünleştirme ve pekiştirmek için de bir büyük

mücadele ortaya koyuyoruz. Biz 200 yıl önce bilimden bu topraklarda ayrıldık. Ancak 21.yüzyılın başından itibaren bilimle yeniden buluşmaya başladık. Bu bilimi bir taraftan bilgi teknolojileriyle bir taraftan bu medeniyetin bize sunmuş olduğu o bütün zenginliklerle beraber dünyayla buluşturmak en temel hedeflerimizden bir tanesidir. Lütfen günlük siyasetin içindeki birtakım değerlendirmeler

içerisinde kaybolmayın. Hep geniş perspektiften bakın. Hep büyük bir perspektiften bakın. Hep

dünyayla hangi noktadan rekabet edebiliriz ve biz bu dünyaya ne verebiliriz düşüncesi içerisinde olun.

Biz bunu yapabiliriz. Çünkü geçmişte biz bunu yaptık ve bizim medeniyetimiz ve bu İpek yolunun etrafındaki bu büyük zenginlik dünyaya nefes verdiği dönemler, dünyaya maddi ve manevi zenginlik verdiği dönemler oldu. İşte dünyadaki her şey, her çıkan yeni buluş, her çıkan yeni anlayışı en iyi derecede kullanabilme hakkını ve en iyi derecede kullanabilme yöntemini ortaya koymalıyız.

Bu vesileyle özellikle bu güzel toplantıyı tertip eden ve buradan elde edeceği sonuçlarla hepimize büyük katkıda bulanacak çok değerli bu toplantının düzenleyicilerinin hepinizin huzurunda tekrar tebrik ediyorum.

İnsan öğrenen bir varlıktır ve hayatımızın sonuna kadar da öğrenmeye devam edeceğiz. Buradan da bir öğretinin bizi sıcaklaştıracağını hep birlikte hem biliyor hem de umut ediyoruz. Bu vesileyle sizinle böyle bir günün sabahında tekrar birlikte olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Başta değerli hocamız değerli bakanımız Sayın Davut Kavranoğlu’na değerli dostumuz Ali Rıza Babaoğlan’a ve bu güzel etkinliği düzenleyen ve bu güzel etkinliğe katkı koyan bütün kuruluşlara teşekkürlerimi sunuyor hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

(11)

Arda Kutsal: Devlet yönetiminde sosyal medyanın etkisini konuşacağız. Belli başlı sorular hazırladım yalnız sizlerin gözünden sosyal medyaya nasıl bakıyorsunuz, bunun özellikle siyasetteki etkisini nasıl görüyorsunuz? Bu konuda önce görüşlerinizi, söylemek istediklerinizi, daha sonra da zamanımız kalırsa izleyicilerimizden sorularımızı alalım.

Faik Tunay: Buraya bizi dinleme nezaketini gösterip gelen herkese teşekkür ediyorum. İnşallah yapacağımız konuşmalardan, sorulacak sorulardan hepimiz faydalanırız. Müsaade ederseniz kısaca konuşmamı toparlayıp ardından sizden gelecek soruları yanıtlayalım. Yeni dijital dünyayı konuşuyorsak sosyal medyada devlet olmalı mı olmamalı mı? Devletin etkisini konuşuyorsak önce bilgi toplumunu konuşmalıyız. Bilgi toplumuyla beraber teknolojik gelişmeleri konuşmalıyız. Teknolojik gelişmelerle beraber dijital vatandaşlık tanımını konuşmalıyız. En sonunda da dijital vatandaşlık bilincini

konuşmalıyız. Bunlardan bahsetmeden sadece ve sadece devlet yönetiminde sosyal medyanın etkisi nedir, var mıdır yok mudur?u tartışırsak çok sığ bir tartışma olur diye düşünüyorum.

Şimdi hepinizin bildiği bir gerçeklik var. İşte eskiden tarım toplumuyduk, sonra sanayi toplumu olduk, sonra bilgi toplumu olduk. Bu zaten bilinen bir şey. Ama bilgi toplumuyla ilgili bugün internete

girdiğinizde yaptığınız araştırmalarda bu konuda yüzlerce binlerce sayfa çıkacaktır. Ama bana sorarsanız ve bilgi toplumu sizin için neyi ifade ediyor derseniz? Bence bilgi toplumu benim için, bizler için ve özellikle gençler için önce düşünceyi, akıl gücünü ve bilimselliği ön plana çıkarıyor. Dünyada her zaman dünya var olduğundan beri bireysellik ön plandaydı ama bilgi toplumu ile bireysellik biraz daha ön plana çıktı. Şimdi bilgiye ulaşmada hala adaletsizlikler, eşitsizlikler var. Herkesin evinde internet olmayabiliyor, herkesin kişisel bilgisayarı olmayabiliyor. Ama geçmişe oranla baktığımız zaman bütün dünyada özellikle Türkiye’de bilgiye ulaşmanın çok daha kolay olduğunu görüyorsunuz. Artık bilgiye ulaşmak bu kadar kolayken sorulması gereken soru şudur. Biz bilgiye ulaşmak istiyor muyuz ve hangi bilgiye ulaşmak istiyoruz. Bugün evimizde bazılarımızın kişisel bilgisayarı olamayabiliyor, interneti olamayabilir, biraz daha ileri bir rakam vereceğim ama bugün hayatımızda internet cafeler var. Adım başına sokak başında yalnız büyükşehirlerde de değil hem de Anadolu’ya gittiğimizde bile görüyoruz.

Buradaki kritik soru şu: bireysellik ön plana çıkacak ama biz bu bilgiden nasıl yararlanacağız. Keyfe keder mi bu teknolojik gelişmelere sahip olacağız, internete sahip olacağız, yoksa donanım sahibi olmak için mi? Bilgi birikim sahibi olmak için mi bunlara sahip olacağız? Bugün artık dünyanın en değerli şirketlerine bakıyorsunuz. Her sene rakamlar açıklanıyor. İlk onda teknoloji şirketlerini

görüyorsunuz. Bunu da geçtim artık internet şirketlerinin piyasa değerinin gitgide arttığını görüyoruz.

Facebookun, Twitterin veya başka şirketlerin. Dünya kaçınılmaz bir şekilde bu yönde ilerliyor.

Panel: Devlet Yönetimine Sosyal Medyanın Etkisi

Moderatör: Arda Kutsal, Faik Tunay, M. Bilal Macit

(12)

Sizin buna karşı koymanız mümkün değil. İstemezseniz, direnirseniz, karşı durursanız üç sene sonra beş sene sonra ve on sene sonra yaşanan gelişmeler karşısında buna mecbur kalacaksınız. İşte o yüzden diyorum ki Türkiye olarak yarından çok bugün bu konulara el atmamız gerekiyor, bu konuların önemini kavramamız gerekiyor. Şimdi bireysel olarak Google’nin önemini hepimiz biliyoruz, internetin

öneminden bahsediyoruz.

Hiç tanımadığım bir hanımefendi veya beyefendi beni ziyarete gelmek istediği zaman sekreterim veya danışmalarım bana bunun bilgisini verdiği zaman Faik Bey biz bununla ilgili bilgiyi araştıralım, size bilgi sunarız dedikleri zaman benim onlardan gelecek bilgiden önce yaptığım tek bir şey var. Google’a giriyorum. Gerçekten bu beyefendi, bu hanımefendi anlatıldığı kadar mı? Google’da search yapmak önemli bir kıstas. Bırakın bilgiyi birisi ile ilgili bilgi almak artık bizim için en önemli kıstas maddelerinden bir tanesidir. Zaman ve mekan sizi buna itiyor.

Devlet sosyal medyada olmalı mı, olmamalı mı? Sormamız gereken sorulardan bir tanesi de bu. Toplum içerisinde bu soruyu sorduğumuz zaman insanların ikiye ayrıldığını görüyoruz. Devletin sosyal

medyada ne işi var? Kamu kurum ve kuruluşları, bakanlıklar, resmi dairelerin olmasına ne gerek var?

Diyenler de var. Benim gibi evet kesinlikle devlet sosyal medyada olmalı ve etkin olmalı diyenler de var.

Şimdi eminim ki bu salonun içerisinde olan birçoğunuz şunu düşüneceksiniz. Bir Dış İşleri Bakanlığı’nın facebook veya bir twitter da hesabı olduğu zaman “şu büyükelçiyi görevden alıyoruz, şu ülkeye nota veriyoruz böyle bir saçmalık olur mu, devlet facebook tan bunu mu duyuracak?” diyebilirsiniz. Haklısınız da ama hepimiz özellikle bizim kuşağımız neden şikayet ediyoruz Türkiye’de. Hepimizin en şikayetçi olduğu konu nedir? Ne diyoruz? Darbeler diyoruz. Şimdi diyeceksiniz ki konumuzun darbelerle ne ilgisi var? Ama her şey birbiriyle bağlantı. Darbeler neden oluyor bu ülkede, demokrasi eksikliğinden oluyor.

Peki demokrasinin olmazsa olmaz koşulu nedir? Katılımcılık ve şeffaflık. İşte bu yüzden katılımcılık ve şeffaflık ilkesinin hakim olması açısından devlet sosyal medyada bulunmalı, devlet kurumları,

bakanlıklar sosyal medyada olmalı, bunların hesapları olmalı. En başta katılımcılık ve şeffaflıktan öte vizyonel bir bakış açısını getirir. Yani yaptığı hizmetleri sosyal medyada paylaştığı zaman,

vatandaşlardan oradan yorum aldığı zaman biraz vizyonel olan bir yönetici, biraz vizyonel olan bir siyasetçi onlardan faydalanır. Çünkü hepimiz koşuşturmaca içinde yaşıyoruz, herkesin kendi derdi sıkıntısı var, hayat içinde mücadeleleri var ve birçoğumuzun pek çok şeye vakti olmayabilir. Hepimiz internete giriyoruz, twitter mesela 140 karakter. Niye 140 karakter? Hiçbir şey tesadüf değildir. Artık öyle bir zamanda yaşıyoruz ki az zamanda çok şeyi mümkün olan en sade en yalın şekilde anlatmak.

İşte twitterin 140 karakter olması da bir tesadüf değil, düşünülmüş bir şeydir. Böyle bir dünya düzeni varken hayatımızda bireysellik bu kadar ön plandayken hepimiz buna önem verirken devletin sosyal medyada olmasının veya sosyal medyayı etkin kullanmasını veya kullanmamasını tartışmak bence boş bir tartışmadan öteye gitmez diye düşünüyorum.

Dünya o kadar hızlı değişiyor ki biz devlet sosyal medyada olmalı olmamalı? mıyı tartışırken bir de dijital vatandaşlık diye bir kavram girdi hayatımıza. Belki toplum içine birçoğumuz dijital vatandaşlık da nedir biz daha doğru düzgün vatandaşlık tanımını bilmiyoruz ki dijital vatandaşlığı bilelim diyebilir ama dijital vatandaşlık tanımını bilmeden, öğrenmeden, içselleştirmeden ve bu bilgiyi toplumda oturtmadan ne teknolojik gelişmelere değişimlere imza atabiliriz ne sosyal medyayı doğru düzgün kullanabiliriz ne de interneti doğru düzgün kullanabiliriz. Hep diyoruz eğitim şart diye ama yeni dünyada eğitim kelimesini biraz daha açmak ve biraz daha zenginleştirmek gerekiyor. Dijital vatandaşlıkla ilgili de bir sürü tanım var. Şimdi telefonlarınızdan internete girseniz bir sürü dijital vatandaşlık tanımı var ama bana sorsanız, dijital vatandaşlık nedir deseniz teknoloji kullanımına ilişkin davranış normlarıdır. Bakınız yine işin merkezinde teknoloji var. Dijital vatandaşlıkta teknoloji var, bilgi toplumunda teknoloji var, sosyal medyada teknoloji var. Siz bu teknolojik gelişmeleri ıskalarsanız teknolojik gelişmelere karşı bihaber olursanız o zaman başarılı olmanız mümkün olamayacaktır. Bir de tabi şöyle bir nokta var. Vatandaşlık bilgileri ve vatandaşlık bilinci hep ebeveynlerden gençlere geçen bir kavramdı şimdiye kadar. Yani ailemizden, büyüklerimizden gördüğümüz, okullarda okuduğumuz vatandaşlık bilgileri ve vatandaşlık bilinci vardı. Mesela iyi bir vatandaş nedir? Vergisini verendir.

(13)

Bunun gibi bir sürü örnek var. Ama artık dijital vatandaşlıkta gençler ve çocuklar ebeveynlerinden çok daha fazla bilgili ve donanımlı oluyorlar. Ben kendi hayatımdan yaşadığım bir örneği vereyim sizlere.

Babam 1957 doğumlu, İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği’nden mezun olmuş, kendi işini kurmuş ve hayatta da başarılı noktalara gelmiş. İki yıl önce bir gün ofiste otururken bana dedi ki:

“Senden bir ricam var.” “Buyur baba.” dedim. “Bana şu mail alıp göndermeyi öğretir misin?” Dedi. Dedim ki “senin mail alıp göndermeye ihtiyacın yok ki. Sonuçta ben varım, kız kardeşim var, çalışanlar var.

” Dedi ki “kart alıp verdiğim zaman adamlar bana şunu söylüyor: biz size teklifimizi maille alıp

gönderelim.” Şimdi dünya böyle gelişiyor. Buna karşı durmak sizin tercihiniz. Durabilirsiniz tabi ya da 60 yaşındaki insan mail alıp göndermeyi bilse ne olur bilmese ne olur diye düşünebilirsiniz. Ama az önce konuşmamın içerisinde de söyledim. O kadar hızlı gelişiyoruz ki ya buna isteyerek severek arzu ederek siz de katılacaksınız, değişime katkı sağlayacaksınız kendiniz değişeceksiniz ya da koşullar sizi mecburi olarak buraya itecek. Şimdi dijital vatandaşlık ve yeni yeni kavramlar ortaya çıkıyor. Bundan 15 yıl evvel bir yazar şöyle bir kavram ortaya attı: dijital yerliler ve dijital göçmenler. Şimdi bunun ne olduğunu sorguluyor olabiliriz. Dijital yerli olarak şunu diyor: özellikle 1980 sonrası doğan, teknolojik gelişmelerin odağında olan teknolojiyi kavrayan, y ve z kuşağına dijital yerli deniyor. Ama öyle bir dünyada yaşıyoruz ki y ve z kuşağına dahil olmasına rağmen teknolojiden bihaber insanlar var. İşte bu teknolojiden

bihaber olan insanlara da dijital göçmen deniyor.

Bakın hayatımıza nasıl kavramlar giriyor. Henüz Türkiye olarak bunlara yakın değiliz, belki bunları daha tartışmıyor olabiliriz. Belki bizim çok daha önemli problemlerimiz var ama dünya buraya doğru gidiyor.

Dünyada yeni yeni kavramlar ortaya çıkıyor. Bu yeni yeni kavramlara sahip olmazsak yeni yeni kavramları içselleştiremezsek başarılı olma sansımız yok. Bugün 500 milyonun üzerinde twitter kullanıcısı var. Youtube günde 2 milyar kere tıklanıyor, 1 milyarın üzerinde facebook kullanıcısı var. Ve Türkiye facebook ve twitter kullanımında dünyada gün geçtikçe üst sıralara çıkıyor. Yani vatandaş bireysel olarak aslında teknolojiye uyum sağlıyor. Biraz önce söylediğim gibi iyi anlamda mı sağlıyor kötü anlamda mı sağlıyor? Bu tartışılır. Bunu da engellemenin yolu eğitimden geçiyor. Vatandaş buna karşı mesafeli değil, ama biz devlet kurumları olarak maalesef hala bunun önemini kavrayamamış durumdayız. Bunun en baş koşulu ar-gedir.

Sosyal medyayı konuşuyorsanız interneti de konuşacaksınız. İnterneti konuşuyorsanız teknolojiyi konuşacaksınız. Teknolojiyi konuşuyorsanız bilgi toplumunu konuşacaksınız. Bunlar hepsi birbirine zincirleme bağlı. Birini diğerinden bağımsız düşünmek mümkün değil. Şimdi Türkiye’de ar-ge harcamalarına baktığınız zaman on yıl öncesine göre ciddi anlamda artış var, %8ler %9lar civarında başarı. Ama muadili olan ülkelere baktığınız zaman %2.5-%3 oranındaki ortalama. İşte bizim de teknolojik gelişmeleri ıskalamamız için topyekûn iktidarıyla muhalefetiyle devlet olarak ar-ge projelerine ar-ge sahasına çok daha önem vermemiz gerekiyor. Ar-genin önemini kavrayamazsak, ar-ge mizi %2.5-3 lere çıkaramazsak ne teknolojik gelişmelere sahip olabiliriz ne gerçek anlamda bilgi toplumu olabiliriz ne dijital vatandaşlık bilincini ortaya koyabiliriz. Hatta 500 milyar ihracat hedefini bile yakalayamazsın. O yüzden bizim yapmamız gereken ar-ge. Ama bu ülkede maalesef hep meselelere sığ bakıyoruz. Yani devlet sosyal medyada olmalı mı? Olması için de birtakım koşulların olması gerekiyor.

Koşullar sağlanmazsa devletin sosyal medyada olup olmamasının çok bir anlamı ve önemi yok. Bunları konuşurken bir de Türkiye nerden nereye gelmiş buna da bakmak lazım. 1989 yılında Rahmetli Özal kurdele ile bilgisayar açıyordu. Türkiye işte buradan buralara geldi. Biz bazı şeyleri maalesef ağır yapıyoruz, yavaş yapıyoruz çünkü toplumsal bilinç yok. Siyasetçiler olarak biz özeleştiri yapıyorum.

Kendi işimize geldiği gibi konuşuyoruz. İktidara gelmeden önce şikayet ettiğimiz konuları biz iktidara geldiğimizde bırakın yapmayı ve düzeltmeyi başka şikayet alanları oluşturuyoruz.

Bugün hamdolsun bu ülkede 7 milyonun üzerinde internet kullanıcısı var. Türkiye’de internetin ilk kullanılmaya başlandığı yıl 1993 yılıdır. 1994 yılında ilk defa hesaplar açıldı ve kurumlara firmalara e-mail hesapları verildi. Bakın dünya buna ne zaman geçmiş biz ne zaman geçmişiz. Bazı şeylere çok ağır ve zor bir şekilde rezistansla geçiyoruz. Eğer bir ülkede 89 yılında iki tane bilgisayar kurdele ile açılıyorsa ve bugünlere geldiysek iki tane genç milletvekili Yeni Dijital Dünya Zirvesi’nde devletin sosyal medyada olup olmamasını konuşabiliyorsak bizi ilerlemiş arkadaşlar.

(14)

Pozitif tarafından bakalım, biz iyi yoldayız kötü yolda değil. Tabi bu yeterli mi yeterli değil. Daha önce de söyledim ar-genin binde birden binde 8lere çıkması başarı mı? Tabi ki başarı. Ama ben kendimi AB ülkeleri ile karşılaştırıyorsam, OECD ülkeleri ile karşılaştırıyorsam dünyanın en büyük ekonomileri arasına girmek istiyorum diyorsam o zaman binde 8 yeterli değil. Bizim kendimizi kıyasladığımız ülkelerdeki rakamları da baz almak gerekiyor. Biz yasalarda birinciyiz. Yasa çıkarmada Avrupa’da ikinciyiz, en hızlı yasayı çıkarmada. Ama uygulamada hep son sıradayız. İşte bu bilinçten kurtulmamız gerekiyor. Bu bilinçten kurtulmak için de bazı şeylerin oluşması gerekiyor. Tabi çok önemli bir bilgi daha var. Bunlar da önemli istatistikler.

Bireysel olarak toplum olarak sosyal medyayı kullanıyoruz. 20 milyona yakın internet abonemiz var.

Her iki evden birinde internet var ama Türkiye güvenli internet kullanımında yayınlanan raporlarda en alt sıralarda. Ve kişisel siber saldırıların olduğu ülkeler arasında da en üst sıralarda. Kişisel bilgisayarlara giren virüslerde de Türkiye 8. sırada. Demek ki biz interneti de sosyal medyayı da bilinçli kullanmıyoruz.

İşte kurdeleli açılışlardan bugünlere geliyorsak bir ilerleme vardır. Bundan sonra bizim bu günden itibaren bu bilinci oluşturmamız gerekiyor. Örneğin twitteri düzgün bir şekilde kullanan, duygularını ifade eden, yaptıklarını ifade etmek için bir ortam olarak değerlendirenler var; ama sırf karşıt görüşteki insanlara saldırmak için hakaret etmek için kullananlar da var. Eğer Türkiye 20 milyon abonesine rağmen dünyadaki kişisel bilgisayarlara giren virüslerde 8. sırada ise bunda da sorgulanması gereken şeyler var.

Cümlenin özü şu: devlet sosyal medyayı kullanmalı, devlet sosyal medyada etkin olmalı, korkmamalıdır.

Neden korkmamalıdır? Biraz önce de söylediğim gibi katılımcı olmak istiyorsanız, şeffaf olmak istiyorsanız vizyonel bir bakış açısına sahip olmak istiyorsanız kullanacaksınız. Elbette ki her kurum sosyal medyayı kullanmak zorunda değil. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın sosyal medyayı kullanmasını kimse beklememeli, biz de zaten beklemiyoruz. Ama bir sürü bakanlığımızın bırakın facebook ya da twitter da olmasını hepsinin sahte hesapları var. Gerçek olmayan yalan hesaplar üzerine bir de bilgi kirliliği var.

Bence devlet sosyal medyada olmalı ve bizler de genç milletvekilleri olarak devletin sosyal medyada olması için önemli görevler yüklenmeliyiz. Twitteri etkin kullanırsak, facebooku etkin kullanırsak, bunları doğru bir mecra olarak kullanırsak, doğru örnekleri verirsek eminim ki bizden yaşça büyük olanlar da bizi takip edecektir. Biraz önce söylediğim örnek aslında her şeyi özetliyor. 60 yaşında olan babam bile hiç ihtiyacı olmamasına rağmen bugün bana mail alıp göndermeyi öğretir misin diyorsa dünyanın geldiği nokta bu. Siz buna karşı çıkamazsınız ya severek isteyerek bu değişime katılırsınız ya da sistem dünya sizi mecburen bu değişimlere katılmaya iter. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

Bilal Macit: Öncelikle bu programda emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Asıl teşekkürü de sizlere etmem gerekiyor çünkü burayı anlamlandıran protokol değil siz konuklarsınız bence. Artık farklı bir dünyada yaşıyoruz siyah beyaz dünyanın olmadığı, kalın duvarların yıkıldığı, değişmez denen ideolojilerin birer birer sosyal medya aracılığıyla yıkıldığı bir dünyadan bahsediyoruz. Bizim dünyamız daha renkli, daha çeşitli ve siyah beyazdan çok daha öte bir dünyada yaşıyoruz. O yüzden belki ön yargılarımız çok daha az bizden öncekilere göre. Düşünsenize bugün 50-60 yaşında olan herkes sosyal medya kullanıyor ve zihin dünyası siyah beyaz kutuplu bir dünya var, soğuk savaş dönemi var, daha farklı bir dünya var. Biraz daha somutlaştırırsak Türkiye üzerinde ben İstanbul milletvekiliyim ama anayasaya göre bütün Türkiye’nin milletvekili oluyorum. Yazın Erzincan Sivas İç Anadolu bölgelerinde gezdim. Bir kasabaya gittiğimizde yaşlı bir teyzenin fotoğrafını çektim ve teyze bak fotoğrafın deyince bana bunu akşam internetten gönder dedi.

Şimdi artık farklı bir dünyada yaşıyoruz. İnsanların bakanlardan yol değil hızlı internet istediği bir dünyadayız. Köydeki bir teyze diyor ki bizim bu köye hızlı internet getirin. Meğer Almanya’da bir

akrabası varmış, Skype’dan görüşüyorlarmış ve ara ara bağlantı kopuyormuş. Bağlantı kopsun istemiyor.

Bu dijital dünya bizim yakınlık uzaklık kavramlarımızı da değiştirdi. Çok değil 10-15 sene önce yılda bir defa gördüğümüz yılda iki defa telefonda konuştuğumuz Almanya’daki İsviçre’deki akrabamız bizim için yakın akrabaydı. Şimdi her gün her saat istediğimiz gibi görüşebiliyoruz ve konuşabiliyoruz. Çok daha farklı bir dünyadan bahsediyoruz. Bir örnek daha vereyim.

(15)

Arkadaşımın babaannesi Rizeli. İnternete girmiş ve bel rahatsızlığı için bir doktor bulmuş. Aramış arkadaşımı ve demiş ki oğlum beni bu doktoru götür. İstanbul’a geliyorlar doktora gidiyorlar. Doktor diyor ki yok mu yanında senin röntgenlerin, filmlerin, bilgilerin deyince sen nasıl doktorsun gir internetten bak hepsine artık sisteme giriliyor devlette demiş. Elinde tek bir bilgiye sahip olduğu inanılan devlet inancı artık çöktü. Tek bir bilgi vererek o insanları tek bir yöne yönlendiremezsiniz artık.

Dünyanın neresinde ne olduğunu nerde ne yetiştiğini çok iyi biliyor insanlar. Şunu söyleyeyim ve bunu asla kınamak sataşmak için söylemiyorum. Seçimlerden sonra ben şunu söylemiştim. İnsanlar

püskevite değil elektronik kitaba oy verdi demiştim. Çünkü insanların artık beklentileri daha farklı.

Artık onlar eyvah bitti kaybolduk çok kötü bir dünyada yaşıyoruz algılarına inanmıyorlar istediğiniz kadar anlatsanız da. Onlar çocuğuna elektronik kitap verebilecek olan, internet verebilecek olan, dünyayı verebilecek olan siyasi partilerden yana tercihlerini kullanıyorlar diye düşünüyorum. Artık coğrafi sınırların ortadan kalktığı dijital sınırların zihnimize geldiği bir dünyadan bahsediyoruz.

Coğrafi sınırlar yavaş yavaş önemini kaybediyor ama dijital dünyayla beraber nerdeyse aklımızdan çıkmış durumda.

Geçenlerde bir makalede okudum. Dünyadaki bütün telefon görüşmelerinin yalnızca %2.5’u uluslararası telefon görüşmesi imiş. Acaba hakikaten çok iç içe mi gecik yoksa biz hala ayrı ayrı yaşıyoruz sadece birbirimizden bilgi sahibi mi oluyoruz bunu da akılda tutmak gerekir herhalde.

İletişime dair bence dört tane durma noktası oldu. 1.si matbaanın bulunması 2.si telefon telgraf 3.sü video ve fotoğraf 4.sü ise televizyon. Bunların ana amaçlarına baktığımızda uzakları yakın etmesi gibi bir durum var. Bunların hepsi duruyor ama şimdi geldiğimiz dijital dünyada hepsinin merkezinde internet var ve hepsi bu merkezde toplanmış oldu. Ancak bu dijital dünyadan önce baktığımızda bütün bu iletişim kanalları mevcut iken iletişim yönü çok daha farklı idi. İletişim kuruyorduk ama grup

olamıyorduk telefon baktığımızda. Ya da televizyona baktığımızda tek yönlü bir iletişim içerisindeydik.

Birileri bize bir mesaj veriyordu ve biz de o mesajı alabiliyorduk. Tekrar oraya dair geri bildirimlerde bulunamıyorduk. Şimdi internetin olmasıyla beraber her şey değişmeye başladı. Anlık müdahaleler yapabiliyoruz artık televizyon kanallarına. Mesela hiç unutmuyorum 27 Nisan süreçleriydi. Bir TV kanalına çıkan konuklar muhtıranın ne kadar gerekli olduğunu, askeri planların meşru olabileceğinden bahsediyorlardı. 10-15 arkadaşımla beraber hemen mesajlaştık. Şu kanalın twitter hesabına veya kanala mesaj gönderelim, bunlara şikayetimizi dile getirelim deyince 15 dakika sonra programı sunan sunucu dedi ki “Biz kesinlikle darbeyi savunmuyoruz, böyle bir durum söz konusu değildir” dedi ve araya gitti.

Aradan sonra program bambaşka bir seyir halinde devam etmeye başladı. Artık biz de onun içindeyiz, müdahil olabiliyoruz, o salonda bulunmamıza hiç gerek yok. Ve bu görseller değiştikçe siyasi

propaganda mesajları da değişiyor. Osmanlının son dönemine dair İttihat ve Terakki’nin en iyi propaganda metotlarını yaptığını, ses kayıtlarının olduğunu, görüntülerin olduğunu, reklamların afişlerin dağıtıldığından bahsederler. Şimdi biz siyaset olarak bütün bu metotları internet ortamına aktarıyoruz ve hiçbirimiz kayıtsız kalamıyoruz.

Özetleyelim bütün bunları ortada bir devlet vardı. Devletin muhatap olduğu basın vardı. Basının arkasında insanlar vardı. Tek bir merkezden bilgiler gidiyordu. Şimdi bilgi akışı iki yönlü olmaya başladı.

Ve devletin bilgi aktardığı bütün aktörler, bütün networkler o kadar genişledi ki hepsi birbirleriyle iletişim halinde olmaya başladı. Düşünsenize TRT Haber’in verdiği bir bilginin bizim tarafımızdan mutlak doğru olarak kabul edilip edilmeyeceğini. Kesinlikle hepimiz gidip farklı kaynaklardan bakarız, eğer İngilizce bir kaynak ise çevirir ve o kaynağın orijinaline kadar gidebiliriz. Yani doktrinlerini, totaliter rejimlerin ve sistemlerin iflas ettiği bir dünyadan bahsediyoruz aslında. Bence en önemli değişiklik şurada oldu. Biz önceden tüketiciydik. Artık aynı zamanda yapımcı da olduk. Aynı cihazlarla önceden bir film yapmak, bir filmi yayınlamak için profesyonellik, para, maddiyat gerektirirdi. Şimdi ise elimizdeki telefonlarla biz hem yapıyoruz hem de yaptığımızı internete vererek aynı zamanda tüketmeye de başlıyoruz. Daha hızlı, daha global ve çok daha ucuza yapıyoruz bunu. Bence en önemli değişikliklerden bir tanesi de bu. Ve yine çok enteresan. Sivil toplumun da eylem yapma tarzı değişti aslına bakarsanız.

Sokaklara binlerce insanı dökmek yerine yotube a koyacağınız bir video çok daha fazla izlenebiliyor.

(16)

Ben anayasa sürecinde evet çalışmalarında yer almıştım. Sokaklarda yürüyüş yaptık atıyorum en fazla 10.000 kişi gelmişti. Ama bir video hazırladık 1 milyondan fazla hit aldı. Sokağa döktüğümüz 10 bin mi yoksa o 1 milyon mu? Yine sivil toplum kuruluşlarındayken cumhurbaşkanlığı tartışmaları yapılıyordu.

Kim cumhurbaşkanı olabilir olmayabilir diye. Biz Ali Öztürk diye bir çizgi karakter yaptık. Buna da web sitesi yaptık. Her bir tıkla web sitesini güncelledik. Ali Öztürk biraz Kürt, biraz Ermeni, biraz Alevi, başörtülü yani o sistemin istemediği kabul edilen kimlikleri onda biriktirdik. Ama her daim siteyi

güncelliyorduk. Şu anda Beyoğlu’nda Taksim’de hayvan severlerle beraber. Daha sonra basın açıklaması yapacağımızı duyurduk. Basın açıklamasına bütün gazeteciler geldi. Ali Öztürk nerde diye sordular.

Çünkü o ana kadar Ali Öztürk’ün gerçek bir karakter olduğunu sanıyorlardı. Ama Ali Öztürk sahte bir karakterdi. Nerde sorusuna şu anda 110 milletvekilinin imzasını almaya çalışıyor falan demiştik. Artık eylem yapma şekilleri de değişti. Biz bunun üstünden aslında bütün mesajlarımızı vermiştik ve ilgi çekici de olmuştu. Beyinsiz Adam diye biri var ve 400bin takipçisi var twitterda benim ise 40bin takipçim var.

O benden daha büyük bir siyasi aktör aslına bakarsanız. Radikal gazetesi 30bin satıyor. Taraf 50bin satıyor, Türkiye 150bian satıyor burası için milyonlarca dolar para harcanıyor. Binlerce çalışanı var tirajları belli. Beyinsiz Adam bir tweet atıyor ve bu adam topçu değil futbolcu değil popçu değil popüler olabi- lecek hiçbir şey değil. Sahte bir kimlik ve 400 bin kişiye gidiyor aynı anda o mesaj. Ve müthiş sistem eleştirileri yapıyor. Şimdi o mu siyasal aktör yoksa diğerleri mi? Belki bugünün dünyasında akıllı telefonu olan twitteri olan facebook hesabı olan bir derdi olan ve bu derdini söyleyecek farklı bir sözü olan herkes siyasal bir aktördür. Yumurta atmaya gerek yok tweet atarak da siyasal eylem yapılır bence. Artık böyle bir dünyada yaşıyoruz. Şöyle bir sıkıntıda var sosyal medyada olmak bizi sorumluluktan kurtarıyor gibi bir algının içerisinde yer alıyoruz. Mesela çok görüyorum ben acil kan ihtiyacı! Lütfen paylaşalım. 2000 retweet almış giden kimse yok. Aynısı farklı olaylarda da oluyor. Yani binlerce retweet alıyor, herkes o retweet ile bir sorumluluğunu yerine getirdiğine inanıyor ama asıl sorumluluk gidip fiilen bir şeyler yapmak, kan bağışını yapmaktı. Ama çıkmıyor. Yine sosyal ortamda çok başka insanlar olabiliyoruz.

Bence ilerde trol vekiller olabilir. İnanılmaz siyasal anlamda etkililer ama bir şey eksik orda. Sorumluluk almaktan, risk almaktan çekinen insanlar aslında oradakiler. Ama devlete ortak olanlar siyaset üzerinden bireyler bence sorumluluk alabilen ve risk alabilen insanlar. Şimdi oradaki sıkıntı o sahte hesap üzerinden ya da sosyal medya üzerinden başka karakterlere dönüşüyor olabilmemiz. Bir örnek vereyim. Üniversite öğrenci birliği başkanlığı yapıyorum. Dağlıca Baskınları oldu. İnanılmaz mail gruplarında tartışmalar dönüyor. Herkes can veriyor, kan veriyor bu ülke için gözlerimizi yaşartacak bir tablo. Bana da yükleniyorlar sosyal medya üzerinden. Sen nasıl bizi temsil ediyorsun. Gazetelere, internet sitelerine reklamlar ver bizim kan ve can vereceğimize dair şeklinde. Ben de Kızılay’ı aradım. Dedim ki bizim üniversitemizde kan vermeye meraklı bu ülke için canını verecek çok insan var buyurun gelin dedim.

Kızılay geldi ve yalnızca 50 ünite kan toplayabildi. Ve o dijital dünyada herkes vardı. Fiiliyata geldiğimizde bu ülke için en anlamlı kan vermeye geldiğimiz de hayat kurtarmak için 50yi geçmedi sayımız maalesef.

Çünkü herkes onun sorumluluğunu atmıştı üstünden. Böyle bir sıkıntı vardı.

Sosyal medyaya hiçbirimiz kayıtsız kalamıyoruz. Sosyal medya ve dijital dünya üzerinden artık totaliter devletler iflas ediyor. Çin’de bir deprem oluyor, devlet yok diyor. Ama bütün dünya Çin’de deprem olduğunu biliyor çünkü twitter var, facebook var, youtube var, videolar var. Üç ay sonra devlet kabul ediyor evet Çin’de bir deprem olmuştu diye. Şimdi artık rasathaneye bakmıyoruz twitter a bakıyoruz.

Artık bizim için bilgi veren insanlar rahmetli o tonton deprem dede değil; twitter daki hesaplar olmaya başladı. Bilgi alıyoruz ama şunu da unutmayalım bilgilerin gerçekliğinden hiçbirimiz emin değiliz.

Sınırsız, vizesiz bir ortamdan bahsediyoruz, yalan yanlış fotoğraflardan bahsediyoruz. Aynısını gezi süreçlerinde gördük. Dünyanın çok farkı ülkelerinde farklı olaylarında gerçekleşen fotoğrafları

buradaymış gibi fotoğraflarmış gibi paylaşıldı. Ama yine şöyle bir artımız var. Hemen giriyoruz Google a.

Bu fotoğrafın nerde kullanıldığını, ilk nerde çıktığını pekala yakalayabiliyoruz. O yüzden bilgi alıyoruz aynı zamanda ancak o bilginin doğruluğundan emin olmadığımız bir ortamdayız. Dakikada 30bin bilgi yenileyen bir dünyadayız. Son olarak oraya atılan tweetler üzerinden bizim için toplumsal mesajları yakalayabilme noktasında daha sağlıklı mecralardan bir tanesidir. Sahaya inip binlerce insana temas etmek zorken oradan temas edebiliyoruz. Oradan bize ulaşamayan insanlar ulaşabiliyor. Belki çok fazla sıradanlaşıyoruz belki bu yüzden de çok fazla hakarete uğrayabiliyoruz. Birebir olsa belki bunların hiçbiri olmayacak. Son olarak beni dinlediğiniz için ve buraya geldiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.

Ve program düzenleyen herkese de emeklerinden dolayı tekrar teşekkür ediyorum.

(17)

Arda Kutsal: Sizlerden soru alalım istiyoruz eğer sorusu olan varsa hemen alabiliriz.

Seyirci: Faik Bey dedi ki devlet bir kontrol sağlamalı internet üzerinden. Siz internet sansürleri ve internet üzerinden fişlemeler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Faik Tunay: Devlet kontrol sağlamalı derken devletin bu bilinci oluşturmalı dedim. Hiçbir zaman bir ülkede ister Türkiye olsun ister başka bir yerde olsun yasaklarla hiçbir yere varılmaz. Hem internetten bahsedeceğiz hem bilgiye ulaşmak bu kadar kolay diyeceğiz tek tıkla bırakın kişisel bilgisayarınızı şurada konuşurken bile telefonunuza girip bilgiye ulaşacaksınız. Ondan sonra devlet de bir şeyleri yasaklayacak. Devlet kendince yasaklar. Amerika bile bununla baş edemiyorken Türkiye’nin bunlarla baş etmesi mümkün değil. Ben yasaklardan kontrolden ziyade şunu vurgulamak istedim. Bir bilincin oluşturulması gerekiyor. Bu bilinç de anca eğitimle olur. Yani twitter a giriyor kişi. Karşı taraftaki insanı eleştiriyor. Tabi ki eleştirecek benim sayfama da girdiğiniz zaman bir sürü eleştiri hakaret var ve ben birçoğunu da retweet ediyorum. Bazen de diyorlar ya sen ne yüzsüz bir adamsın sen bir de gidip nu eleştirileri retweet ediyorsun. Övgüyü retweet etmektense hakareti retweet etmek bana daha mantıklı geliyor ama. Şimdi adam yumurta kafayla bir hesap açmış. Sahte bir hesap. Orda ülkeyi kurtarıyor.

Oradan bırakın size siyasete yön vermeye çalışıyor. Madem bu kadar açık sözlüsün madem bu kadar değerli fikirlerin var madem bu kadar cesaretlisin o zaman resmini koy ismini soyadını koy o zaman fikrini o şekilde belirt. Benim söylemek istediğim bu. Bunu ama yasakla çözmek olmaz bu bilinçle olur.

Hani hep konuşuyoruz ya eğitim eğitim. Bizim bence daha ilkokullardan başlayarak dijital vatandaşlık kavramını okullarda okutmamız lazım. Ben okurken bir rehberlik saati vardı. Hala da okullarda var. Cuma günü son saate denk gelirdi. Bir saatlik rehberlik dersi olurdu. Sorun o rehberlik dersinde ne yapardınız diye hiçbir şey yapmazdık. Onu boş bir zaman olarak yatılacak bir zaman olarak değerlendirirdik.

Okullarda haftada bir saat iki saat şu dijital dünya, internet, teknoloji ile ilgili bilinç oluşturabilsek

insanlara bunu doğru kullanmayı öğretsek bu tarz şeyler minimuma inecek. Minimuma indiği zaman da devletin yasaklarına gerek kalmayacak. Ama işte bazı olaylarda görüyoruz ki iş çığırından çıkıyor. Bir Ak Parti CHP’ye saldırmak için bir CHP, AK Partiye saldırmak için twitter hesaplarını, facebook

hesaplarını kullanıyor. Bilgi yok, birikim yok, donanım yok, objektiflik yok, sadece körü körüne bir taraftarlık körü körüne fanatizm bilgiye ulaşmak için kullanılacak mecraların bilgi kirliliği için kullanıyorlar. E şimdi buna da bir yerde dur demek gerek. Ama bu da yasaklarla olmaz bilincin

oluşturulmasıyla gerekir. Benim de vurgulamak istediğim de budur. Toplumsal bilincin oluşturulması gerekir ama biraz önce de söyledim. Türkiye değil kim ne yasak uygularsa uygulasın bugün Amerika’nın uyguladığı yasaklar bile sökmüyor. Çünkü biraz önce söylediğim gibi herkesin evine girip baskın

yapacak halimiz yok. Adamın kişisel bilgisayarı yoktur, Iphone vardı, Iphone yoktur başka cihazı vardır.

O yoktur internet cafe vardır. Yani bu çağda yasakların ben tutacağını artık çok düşünmüyorum. Hele dijital dünyada hiç tutmaz.

Bilal Macit: Youtube u kapatırsanız bile bir şekilde buna girersiniz yine. Bunun bir sınırı yok bence. Çok saçma bir sınır. Ama şunu da bilmek lazım. Eğer siz bir bakanın mail hesabına girip bütün bilgilerini alıp kamuoyu ile paylaşırsanız siz burada bir sosyal medya aktivizmi yapmazsınız siz burada bir gasp

yaparsınız. Hırsızlık bile değil yani. Bence bunu idrak edip ahlaki ayrımları sosyal medyada da dijital dünyada da aktive edebilmek gerekiyor diye düşünüyorum.

Arda Kutsal: Ben burada bir ekleme yapmak istiyorum. Şöyle bir şey var. Bu sanırım birazcık hata yapa yapa öğrenilen bir şey gibi düşünüyorum. Gelişmekte olan bir ekosistemde zaman içinde hatalar yapılır, açığa vurulur. Sonra o hatanın çözümü yaratılır ve tekrar yukarı çıkılır. Bunu sanırım deneme yanılma yoluyla bulacağız diye tahmin ediyorum. Buyurun sorunuzu alalım:

Seyirci: Ben bir itirafla başlamak istiyorum. Beni ters köşeye yatırdınız. Ben sizlerden tam tersi yorumlar bekliyordum. Aslında önyargılarım kırılıyor. Çok mutlu oldum. Faik Bey’den daha liberal bir yorum bekliyordum. Bu noktada bir şey soracağım. Kaçınılmaz bir soru aslında. Çok fazla dijital ortamda vakit geçirdik. Ben gezi sürecini değerlendirmenizi isteyeceğim. Ortalığı kızıştırmak için değil gerçekten sadece dijital bazda değerlendirmenizi isteyeceğim. Sadece farklı ülkelerden sanki Türkiye’de imiş gibi yayınlanan fotoğraflardan bahsettik. Ama benim için bununla sınırlı değil.

(18)

Ben gezi sürecine katıldım. Ve dijitalde çok fazla etkinlik vardı. O etkinliklerin başını çekenlerden biri de benim. Bu noktada dijital düzgün kullanıldı mı? Hatalar nelerdi? Devlet kontrolünü savunuyorsunuz.

Bu noktada devletin kontrolü bütün her şeyi engelleyebilirdi. Medya belli noktalarda bu süreci

yansıtmakta çuvalladı. Bu noktada bizim yangın çıkışımız sosyal medyaydı. Ben memnunum ama tabi bununla ilgili çok memnun olmayanlar da oldu. Rica etsem bu şekilde siyasi anlamda gezi süreci ve dijital dünyada ne oldu, ne olmalıydı? Ne yanlış yapıldı? Bunları değerlendirirseniz çok sevinirim.

Faik Tunay: Ben kontrol konusuna bir kere daha açıklama getireyim. Yanlış anlama olmasın. Ben devletin kontrolü derken bir bilinçten bahsettim. Tabi gezi olaylarına dönersek işin siyasi boyutuna girmiyorum.

Her parti farklı düşünebilir. Şimdi Bilal Bey’in söylediklerine katılıyorum açık ve net bir şekilde. Sosyal medya, twitter bilgi kirliliği için oluşturulan bir platform değildir. Bir davayı savunacaksak bir

haklılığımız varsa haklı olduğumuza inanıyorsak doğru bir şekilde savunacağız. Yarın mahcup

olabileceğimiz şeylerle ortaya çıkmayacağız. Türkiye’de olmayan bir görüntüyü varmış gibi kullanmak özür diliyorum ama ahlaksızlıktır bana göre. Sen orada iktidarı eleştireceksen var olanların üstünden gidersen daha doğru yaparsın. Ama sizin söylediğiniz de çok doğru. Niye insanlar gezi sürecinde sosyal medyaya çok ağırlık verdiler? Herkes kendisini göstermek için orayı bir kurtarıcı olarak gördü. Kötü niyetlileri bir tarafa bırakıyorum. Biraz önce örnekte olduğu gibi. Çünkü televizyonlar buna kayıtsız kaldılar. Belgesel gösterenler vardı, başka şeyleri gösterenler vardı. İşte zaten ülkenin temel sorunu da bu. Herkes üzerine düşeni siyasette, sosyal medyada, kültürel hayatta, iş hayatında yapsa başka

mecralara gerek kalmaz. Yani televizyondaki bir olayla ilgili objektif sadece olanları gösterse insanlar sosyal medyaya yüklenmeyecek. Biraz önce konuşmamda söylediğim gibi biz kavramları tartışırken mesela devlet sosyal medyada olmalı mi? Buna odaklanıyoruz. Bunun içinde bilgi toplumu var, dijital vatandaşlık var, teknoloji var, internet var. Hiçbir şey tek başına değil, her şey zincirin bir halkası gibi birbirine bağlı. Siz son noktayı konuşuyorsunuz ama ilk halka, ikinci halkayı, üçüncü, dördüncü, beşinci halkayı konuşmazsanız eksik bir gözlem yaparsınız. Gezi rakı olaylarında insanlar neden sosyal medyaya çok yüklendi? Çünkü medya kuruluşları buna tam anlamıyla yer vermediler. Ama kötü kullanalar da oldu. Bunu da tasvip etmek mümkün değil ki. Şimdi ben muhalefet milletvekiliyim diye şimdi buna doğru mu diyeceğim. Türkiye’de olmayan bir görüntüyü varmış gibi paylaşırsan haklılığını haksızlığa çevirirsin. Var olanı koy, yorumsuz de. Objektif olan, tarafsız olan, körü körüne fanatik olmayanlar lütfen bu yazıyı okusun diyorum. Yapsın yorumunu, katılır veya katılmaz. Kontrol derken biraz önce de

açıkladım. Kontrole kesinlikle karşıyız. Ama birtakım bilincin de oluşturulması gerekiyor. Sosyal medya bilgiyi paylaşma, kendini en net en hızlı en steril şekilde anlatma platformudur. Ama sen burada bilgiyi saptırırsan kendini anlatmaktan ziyade karşı tarafa saldırmaya başladığın zaman haklı iken haksız duruma düşüyorsun. Bunu da nasıl engelleyeceğiz derseniz. Bu yaşayarak öğrenilecek bir süreç, emekleme dönemi. Dünyada biraz daha geç kalıyoruz biz maalesef. Orda olan şeyleri biz hep 20-25 sene sonra alıyoruz. Bu da hep bilinç hep bilinç. Bu da nedir? Eğitim. Yani şimdi kaç kişi Türkiye’de dijital vatandaşlık gibi bir kavramı biliyor ki? Alalım elimize mikrofonu, Taksim Meydanı’na gidelim, Kızılay Meydanı’na gidelim. Eminim 100 kişiden 70i dijital vatandaşlık da nedir der. Ama dünya bu yöne doğru gidiyor, bunu ıskalamamak lazım. Bunu ıskaladığınız zaman bilinçli olmuyorsunuz. Bilinçli olmadığınız zaman da devlet o kötü yüzünü gösteriyor ve baskı uygularım, sansür uygularım, kontrol uygularım diyor ve uyguluyor. Vatandaşların buna müsaade etmemesi lazım. Ben kontrolü savunmuyorum.

Kesinlikle yanlış anlaşılmak istemiyorum nasıl liberal olduğu da herkes bilir. O yüzden kontrol ve sansür asla ve asla yok. Ben bir bilinçten söz ediyorum, bilincin oluşturulması gerekiyor.

Bilal Macit: Gezinin siyasal tarafına değinmeden sadece sosyal medya üzerinden bir analiz yapmak zor.

Ben gezide iki şey görüyorum. Bir küçük gezi var orada, insanlar samimi duygularla gittiler ve ağaçları korumak kurtarmak yeşile olan taleplerini dile getirmek istediler, betonlaşmaya olan hayır duruşlarını sergilediler. Oraya bina yapılmasın dediler. Oraya bina yapılmasın demek ne kadar ahlaklı ise orya bina yapılsın demek de o kadar ahlaklı bence. İnsanlar seviyor yani AVM lere gitmeyi. Yazın klimalı yerlerde geziyoruz. Bir de işin diğer tarafı var. Sosyal medya üzerinden şu fotoğrafları gördüm ben. Yağmalanmış basın araçları önünde fotoğraf çektiren gazeteciler var. Ve altında da bu ülkede basın özgürlüğü yok diye. Bu çok komik bir fotoğraf. Herhalde bu Avrupa’da Amerika’da olsa bu gazetecilerin meşrutiyeti sorgulanırdı. Ya da bazı şeyler çok mizahi idi.

Referanslar

Benzer Belgeler

Peyzaj Mimarları Odası Genel Sekreteri Redife Koçak, DSİ’nin baraj işaatına devam etmesine göz yuman Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nı göreve çağırdı.. Koçak,

Kİ-HON İPPON KUMİTE (Oi Tsuki Jodan –Oi Tsuki Chudan- Mae Geri – Yoko Geri – Mawashi Geri – Ushiro Geri JİYU İPPON KUMİTE Temel Kumite türlerinden birini komisyon

TED Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi Matematik Zümresi tarafından bilimsel bir aktivite çerçevesinde okullar arası etkileşimi artırmak, öğrencileri kaynaştırmak,

Sound of Europe Festivali, EUNIC’in değerli İstanbul ve Ankara üyeleri olan Goethe Enstitüsü İstanbul, Goethe Enstitüsü Ankara, Macaristan Büyükelçiliği Ankara,

Simedy an A kademi Konu Anlatımı ..... Simedy an A kademi Konu

Çin kaynaklı sosyal medyadan alınan video görüntülerine göre, Doğu Tür- kistan’ın Hotan vilayetine bağlı Awat Köyü'nde Çin komünist partisine ait fabrikalarda köle

Yıldönümü… Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Resim İş Eğitimi Anabilim Dalı ve Türk sanatı Topluluğu tarafından

Bugün burada, sadece bir bina açılışı yapmıyoruz değerli arkadaşlar, bugün İzmir için çok önemli bir hizmet noktası açıyoruz.. Bugün burada bir demokrasi