• Sonuç bulunamadı

5. BÖLÜM: HAKAN GÜNDAY’IN “DAHA” ADLI

5.1. Hakan Günday’ın Roman Evreni

Günümüz Türk edebiyatının en popüler yazarlarından biri olan Hakan Günday, 2000’li yılların başından itibaren yayımlanan romanlarıyla edebiyatımıza farklı izlekler girmesini sağlamıştır. Günümüz edebiyatında yeraltı edebiyatı olarak adlandırılan türün önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Yeraltı edebiyatı, alışılmışın dışında, aykırı olarak kabul edilen eserleri kapsamaktadır. Ayrıca egemen olana başkaldırış, baskıya direniş, yasal olarak kabul görmüşün ötesine geçme, yabancılaşma, ve çeşitliliği benimseme gibi özelliklere sahiptir.

Hakan Günday da bu etkilerle, normalin aksine edebiyatta kötülüğün ahlâk yoksunluğundan değil, yüksek ahlâktan beslendiği anlayışını benimsemiştir. Romanlarında kötülük iyiliğin zıddı değil, bir yaşam felsefesi olarak işlenmektedir.

“Türk avangard edebiyatının korkunç çocuğu” olarak adlandırılan Hakan Günday, bu tabire uygun olarak romanlarında toplum ahlakını reddedip, evlilik ve aile kurumlarının sarsıcı yönlerini ele almış; medeniyeti ve batılılaşmayı reddetmiştir. Romanlarında ön plana çıkardığı asıl konuların cinsellik ve şiddet olmasının yanında, küfür ve argo içerikli bir dil kullanması, onun yeraltı edebiyatının kapsamına girebilecek eserler kaleme aldığını gösterir. .

Tüm bu özelliklerinin yanında Hakan Günday, romanlarında göç olgusunu, mülteci olan veya insan kaçakçılığı yapan kişileri ele alarak işlemiş; romanlarında göçmen ruhunu hissettirmiştir. Hemen hemen her romanında kahramanlarını bir yerden bir yere göç ettirip anti-kahraman ruhuyla bütünleştirmiştir.

İlk romanı Kinyas ve Kayra’da, toplumun kuralları dışında bir yaşam tarzını benimseyen, iyiyi ve kötüyü kendi anlayışlarına göre yorumlayan iki çocukluk

arkadaşı Kinyas ve Kayra’nın, bedensel ölümden önce zihinsel ölümü gerçekleştirmeyi hedefleyen hayatları ele alınmıştır.

Romanda, otuz yaşlarına yaklaşmış Kinyas ve Kayra’nın, özyaşamlarına, duydukları kin ve nefretten dolayı inançlarını kaybedip ölüm arzusunu saplantı haline getirerek, doğup büyüdükleri şehir olan Ankara’dan, Afrika’da bulunan Abidjan şehrine yaptıkları uzun yolculuk anlatılmıştır. Öyküde sekiz yıl kaldıkları Afrika’da son aylarda yaşanılanlar anlatılmıştır. Bu zaman diliminde yasa dışı işlerle uğraşmayı yaşam biçimi haline getirmişlerdir. Romanın ilk bölümünde Kinyas ve Kayra’nın hayatları, ikinci bölümde Kinyas’ın Kayra’yı terk edip Kayra’ nın beyin ölümü gerçekleştirmesi için yaşadığı süreçler, son bölümünde ise Kinyas’ın gerçek kimliğinin ortaya çıkması ile normal hayatına dönüş serüveni ve yeni bir hayat kurmasına ilişkin süreç anlatılmaktadır.

On iki yaşındayken Berlin’de dört kişi tarafından tecavüze uğrayan

Zargana’da, kahraman yaşanan bu kötü olayla birlikte insan olma statüsünden

çıkmaya karar verir. Anne ve babası konuşurken evlatlık olduğunu duyan Zargana, evden kaçar. Fakat kısa sürede polisin yakalaması sonucu yetimhaneye verilir. Kimseyle konuşmayan Zargana, yetimhaneden de kaçar ve dört Cezayir’linin tecavüzüne uğrar. Bu olaydan sonra kendisini insan sınıfından ayırır ve insandışılaştırılmış bir şekilde yaşamaya karar verir. Fakat bunu başaramaz, “hiç” e yaklaştıkça kendisine döner ve aşık olur. Belli bir canlı türüne ait olarak değil de Zargana olarak dünyaya geldiğini sorgulamaya başladığı anda aşk ona her şeyi, eski kimliğini unutturur.

Günday’ın üçüncü romanı Piç’te, Barbaros, Hakan, Cenk ve Afgan adlı yirmili yaşların sonlarında olan dört gencin hikayesi anlatılmaktadır. Varlıklı ailelerin çocukları olan bu gençler nihilist duruşlarıyla dikkat çekmektedirler. Hayattan ne alacakları ne de verecekleri olan bu gençlerin hayata karşı beklentisiz tutumları vardır. Hikaye, Hakan’ın teyzesinin evinde kalmasıyla başlar, ancak teyzesi evi satmaya karar verdikten sonra Cenk’in sevgilisi Nilay’ın evine taşınan karakterlerin, boş vermiş, bencil ve duyarsz yaşamları sonucu oradan da kovularak sokağa atılmaları ile devam eder. Bundan sonrası her birisi için trajik sondur.

Parklarda yaşamaya başlayan karakterler giderek üst sınıf yaşamlarından koparak yoksul ve sıradan görünmeye başlarlar. Ailelerinden arta kalan değerli eşyaları satarak hayatta kalmaya çalışan karakterler, yavaş yavaş tüm varlıklarını kaybedip aç kalırlar. Roman sonunda Hakan, diğer arkadaşlarını terk edip ailesinin yanına dönmeye karar vermesiyle hepsi başka hayatlara savrulur. Barbaros akıl hastası olur ve babası tarafından hastaneye yatırılır, Cenk kasap dükkanında çalışmaya başlar fakat kasayı soymak için üç kişiyi satırla öldürdükten sonra polis tarafından yakalanır, Afgan ise terk edilmiş bir binada aç ve susuz kalarak ölür.

Malafa’da yazar, Kozan isminde bir kahramanın büyük bir kuyumcu

merkezinde tezgahtar olarak çalıştığını ve bu kuyumcuda tezgahtar Kozan’ın günlük rutin işlerini onun ağzından anlatır. Turistlere malı olabildiğince yüksek satmanın nasıl mümkün olabildiğine bu romanda tanık olunur. Dükkanın adı Topaz Jewellery Center olarak geçer ve evrenin en büyük kuyumcusudur. Temeli Kapalıçarşı’da, romanın geçtiği yer ise Antalya’dadır. Bu dükkâna Kozan kocaman bir dünyayı sığdırır. Eline ne geçerse satmaya çalışan, ağzı laf yapan ve ikna kabiliyeti yüksek biridir. Satmak dışında dünya olaylarını hiçbir zaman umursamaz Yazar bu dükkanı Kozan’ın hayalleri ve bir de dış dünyanın yalanlarının barındığı bir yer olarak görüp düzeni eleştirir.

Günday, Azil’de, hem düzene karşı hem de düzenle iç içe geçen bir karakter etrafında romanını şekillendirir.. Teknolojinin insan yaşamına yön verdiğini, insan ahlâkını ve sosyal ilişkilerini geri dönülemeyecek bir şekilde etkilediğini Azil karakteri etrafında anlatır. Bu değişim yüzünden yaratılan karakterler amacından sapar ve doğa dışı bir türün oluşmasına neden olur. Bunun sonucunda toplum dışına itilen birey, kendi doğrularını yaratıp onlarla yaşar. Yazar, bu romanında yaşadığı toplumsal yapıya yönelttiği eleştirileri, insanlığın hiçleşme sorunsalını, gerçek ve hayal arasındaki geçişleri, karakterlerine yansıtarak aktarır.

Ziyan, doğuda vatani görevlerini yapan Mehmetçiklerin, doğunun sert

kışlarında -31 derecede neler yaşadıklarını konu alır. Her yeni günde başladıkları nöbetlerini bitiremeyeceklerini düşünerek sürekli intiharı düşünen Mehmetçikler, halüsinasyonlar görürler ve çeşitli hakaretlere maruz kalırlar.

Derdâ ve Derda isimli iki çocuğun isim benzerliklerinin yanında kader benzerliklerinin de anlatıldığı Az romanında ise, annesi tarafından yatılı okuldan alınan on bir yaşındaki korucu kızı Derdâ ile hapisteki bir gaspçının oğlu “mezarlık çocuğu” olarak anılan Derdan’nın mezarlıkta kesişen hayatları anlatılır. Derdâ tarikat mensuplarından birinin oğlu olan Bezir ile evlendirilip Londra’ya götürülür. Derdâ, kocası tarafından gördüğü işkencelerden dolayı evden kaçıp kötü yola düşer ve uyuşturucu bağımlısı olur. Bu illetten kurtulmak için bir rehabilitasyon merkezinde tedavi olmaya karar verir ve orada ona refakatçi olan Anne sayesinde hayatı değişir. Ona gerçek bir “annelik” yapar, Derdâ da okuluna geri döner, üniversiteye gidip edebiyat profesörü olur.

Derda ise annesinin ölümünden sonra hayatının geri kalan kısmını mezarlıklarda geçirir. Her gece mezarlara not bırakan adamı takip ederek notları alır ve merakı sayesinde okumayı öğrenir. 5 yıl boyunca mezarları temizler ve mezar taşlarıyla konuşur. Bir gün konuştuğu mezar taşının Oğuz Atay’a ait olduğunu anlar. Tam bu sırada Derdâ ile sanal alemde yolları kesişir ve Derdâ’nın kamerada ona Oğuz Atay’ın cümlesi ile seslenmesinden etkilenir. Yazmayı da öğrenen Derda, Derdâ’ya mektup yazmaya başlar. 40 yaşına geldiklerinde Oğuz Atay’ın mezarı başında buluşurlar.

5.2. Anlama Aşaması > İçkin Çözümleme