• Sonuç bulunamadı

Gerçeklik Yitimine Uğrayan Birey: Baudrillard

2.4. Bireye Yönelik Yeni Tanımlamalar

2.4.1. Gerçeklik Yitimine Uğrayan Birey: Baudrillard

Postmodernizmin öncülerinden biri olan Baudrillard’ın modern birey tanımlamaları buraya kadar bahsettiğimiz düşünürlerden farklı olarak, özne eleştirisi gibi görülmektedir. Öznenin bireyden sonra gelen süreçte ortaya çıktığı, bireyin modern, öznenin postmodern olduğu yönünde görüşleri bulunmaktadır. Baudrillard, klasik birey anlayışını yok sayarak kendine özgü çözümlemeleriyle günümüz insanının farklı yönlerine değinmesiyle özgünlük kazanmıştır.

Baudrillard’ın çalışmalarına bakıldığında dünyada son 20-25 yıl içinde meydana gelen değişimlerin altını çizmesi önemlidir. Özellikle 20. Yüzyıl’ın son çeyreğinde ortaya çıktığı düşünülen sanayi ötesi toplumu vurgulamış, teknoloji ve kendine özgü yeni bir kültürle değişime uğrayan toplumu incelerken birtakım yeni

135

metaforlarla açıklamalar yapmıştır. Bunlar hiperrealite, simülasyon, simülarca’dır. Bu metaforların ortak noktası insanların artık gerçekle değil, kendilerine sunulan modelle gerçeğe yaklaşmaya çalışmalarıdır. Görüntü ile gerçek arasındaki farkın ortadan kalkması modernitenin ikilemidir (Şaylan, 2016: 303-304).

Baudrillard’ın düşünüşüne göre bugün dünya teknolojinin egemenliği altındadır. Her türlü gerçekliği elinde bulunduran bu erk, sanallık içinde yaşayan bireylere yaşadığı topraklardan silindikten sonra tek çare olarak yitip gitmeyi bırakmıştır. Birey gücünü yitirdikçe gerçek dünyadan daha da soyutlanır ve gerçeklik ilkesini yitirir. Günümüzde dünyanın efendileri değil, sadece şeffaflığın efendileri vardır (2001: 69). Sanal gerçekliğin, gerçeklik üzerinde yaptığı değişim, gerçekliğin üzerini örtmektir. Gerçeklik yapaylaştıkça, birey için bu yapaylığın karşısında durmak zorlaşmıştır. Sanal gerçeklik, simülasyon girişiminin son evresi olarak her türlü oluşumu zedelemiştir. Teknoloji merkezli bu yeni yapay dünya o kadar hiper- gerçektir ki artık insanlar bundan başka bir dünyanın olabileceği fikrinden uzaklaşmıştır (Baudrillard, 2004: 31-32). Çünkü postmodern öznenin kendini var etmesi, televizyon ve bilgisayar gibi teknolojik araçlarla sağlanmaktadır.

Gerçeğin alanıyla işaretin alanı takas edildikçe ilişkilerin keyfi kararlara bağlı olarak ayarlanmaya başlaması önemli bir sorundur. Nihayetinde gerçek ve sanal gerçeklik birbirinden ayrılmaz bir bütün ve belirsizliğin kol gezdiği alanlar olarak biçimlenmiştir (Baudrillard, 2005: 11). Gerçekle sanalın bu denli bütünleştiği ortamda, öznenin bu durumdan kaçması mümkün gibi gözükmemektedir.

Postmodern dönemde birey öylesine çok meta, medya gösterileri ve temsillerle karşılaşmaktadır ki, bir kod düzeni içine hapsedilen gerçeğe ulaşması zor görünmektedir. Dünya üzerinde her şey taklitten oluşmaktadır; bu bağlamda gerçeğe ulaşmak doğruyla yanlışı ayırt etmek kadar zordur. Birey, simularca -gerçeklerin ya da olayların yeniden üretilmesi- evreni içinde gerçeklikten izole edilmiş ve dış evrenden kopmuş bir şekilde yaşamaktadır (Şaylan, 2016: 309-311). Öyle ki modernlik nasıl endüstri burjuvazisinin denetim sağladığı üretim merkezli çağsa, postmodernizm model, kod ya da sibernetik tarafından yönetilen enformasyon ve

136

simülasyon çağıdır. Toplumun örgütleyici ilkesi postmodern çağlarda değişmiştir denilebilir (Best ve Kellner, 2011: 148).

Medyanın toplumsal etkisi insanların aşırı bilgi yükünü kabullenmeye çalıştığı kişilikler oluşturmasıyla görünmektedir. Baudrillard, aşırı bilgi yükünün hiper- gerçekliğinin bıkkın, cansız ve atomize bireyler ürettiğini iddia eder. Bu düşünceye göre benlik, çağdaş kültürün göstergesi olan medya simülasyonunda öyle bir erir ki yaptığı en makul şey kanallar arasında ya da internette değişim yapmaktır (Elliott ve Lemert, 2011: 142). Postmodern öznenin günlük yaşantısının bir parçası olan dijitallik bireye özgürlük ve parçalanma getirmiştir. Televizyon ya da bilgisayar ortamında karşılaştığı yeni işlevler arasında kendini kaybeden birey parçalanmaya doğru gider. Bakışın, bedenin ve gerçek dünyasının körelmesiyle ağların içinde kaybolmaktan başka çaresi kalmamıştır. Modern birey ağlar, ekranlar ve yeni teknolojilerle parçalanmasının yanı sıra özgürleşmenin son evresine ulaşmıştır. Bir bakıma “mükemmel özne” olarak görülebilen son insan, hem sonsuza dek bölünme hem de sonsuz bir kimliğe sahip şekilde bölünmezlik özelliğine aynı anda sahip olmuştur. Öznenin bu durumda bireyleşmesi kitle statüsüne ters düşmemekte, azalan kitle etkisine denk düşmektedir. Bu ortamda birey tek başına kitle oluşturabilmektedir. Başka bir deyişle her birey bir kitleyi temsil etmektedir. Sanal evrende kitle-birey ilişkisi birbirlerinin elektronik alanlarını kapsamalarıyla oluşmaktadır. Böylelikle birey, sanal ortamlarda kendini sınırsızca teslim ederek diğerlerini arayan bireylere dönüşmüştür. Ne var ki, içinde bulunduğu durum umutsuzdur. Karşılaştığı öteki parçacıklar da kendisidir; yani öteki yoktur. Bireyi bekleyen son, kitle içinde bozuluma uğramaktır (Baudrillard, 2005: 54-56). Postmodern öznenin sanal dünyada kendisini tanımlamasının, elindeki sınırsız özgürlüğü kullanmasının önü kapanmıştır. Zira diğer insanların olmadığı bir ortamda anlam bulmak birey için zorlaşmıştır.

Baudrillard’ın bakışıyla her şeyin özneyi kışkırttığı bir ortamda özgürlük beklenmedik sonuçlarla karşılaşmıştır. İnsan, kendisine tanınan sınırsız özgürlük karşısında irade tuzağına yakalanarak, kendine özgü kararlar alabileceğini düşünerek yanılsamaya düşmüştür (Baudrillard, 2006: 26). Özgür olmayı istememenin yasa dışı

137

sayıldığı günümüzde, özgürlük sınırsız kullanım isteğiyle karşı karşıya kalmıştır. Özgürleşmiş insanda yeni bir kölelik ruhu türemiştir. “Efendisiz kölelik” olarak adlandırılabilecek bu durum eski çağlardaki efendi-köle ilişkisinden oldukça farklıdır. Toplumun evrilmesiyle ortaya çıkan derebeyi-serf ve kapitalist-ücretli ilişkisinden de farklıdır. Bu evrelerde efendinin ve kölenin kim olduğu bilinirken, özgürleşmeden sonra efendi ortadan kalkmıştır. Sadece serflerin ve kölelik ruhunun miras kaldığı ortamda büyük bir belirsizlik hakimdir (Baudrillard, 2005: 58-62). Baudrillard öznenin aslında kendi oluşturduğu sanallığın efendisi olduğunun altını çizmektedir.

Baudrillard’a göre insanlar yazıya dökülmemiş birey olma ideali peşinden gitmektedir. Her zaman ve her koşulda birey olarak kalmaya mecbur kalırken çevrelerini farklı durumlar kuşatmıştır. Özerk olarak sürdürmekten memnun oldukları yaşamlarında, bir süre sonra, aşırı sorumluluk altında ezilerek mutsuzluğa sürüklenmişlerdir. Modern toplumdan önce ne birey ne de özne olan insanlar, bireysel bir yaşantıya mecbur kalmıştır (Baudrillard, 2004: 55).

Kapitalizm sürecinde bireyler bir meta almakla yetinmeyip, nesneler sistemi almaya özendirilmektedir. Baudrillard için bireyin var olma modu ve kimlik kazanması tüketim yoluyla gerçekleşmektedir. Böylece birey tüketerek kendini diğer bireylerden ayırmakta, hem de topluma uyumlu bir birey olduğunu kanıtlayarak uyuşmaktadır. Baudrillard’ın bireyin nesneleşmesi olarak açıkladığı bu durum (Şaylan, 2016: 300), özne-nesne ayrımını gereksiz görmesi ve birbirinden ayrılmalarının imkânsız olduğunun altını çizmesiyle ilgilidir.

Baudrillard’a göre insanların tüketim yaparken odaklandığı tek şey sahip olacakları imajdır. Modern bireyin gerçekliği medyadan öğrendiği “görkemli gerçeklik”tir (Loo ve Reijen, 2014: 158-159). Öyle ki tüketim, moda, medyanın güçlü etkileri, cinsellik gibi konuları Marksist söylem üzerinden tartışmıştır. İlk kitabı Nesneler Sistemi’nde (1968) kapitalizmin insanın yaşamını metalaştırma sürecini, ikinci kitabı Tüketim Toplumu’nda (1970) kapitalizmin merkezindeki insan sorunlarını ele almıştır. Diğer insanlarla yoğun ilişki biçimine alışık insanların zengin tüketim toplumu sürecine girdiğinde metalaşmış nesneler tarafından

138

kuşatılma yolculuğunu anlatmıştır. Metalaşma sürecine giren kişinin zenginleştikçe kazandığı prestijin kendisine mutluluk getirdiğine olan inancını tartışmıştır (Şaylan, 2016: 298-299). Dahası köklerinden giderek kopan bireyin yalnızlaştıkça ve çaresizleştikçe, kendini mutlu etmenin yolunu bedenine olan ilgisini yoğunlaştırmada bulduğunu ifade etmiştir. Diğer yandan postmodern özne her şeyi bilerek yapmamaktadır. İnsan her ne kadar kendini dünyanın hakimi gibi görse de Baudrillard, dünyayı geniş bir ağ sistemine benzeterek insanı sadece evrende bir parça, bir nokta olarak görmüştür.

Baudrillard’ın birey kavramıyla ilgili görüşleri toparlanırsa, günümüz dünyasında bireyin yok olduğu yönündeki düşünceleriyle metinlerinde sık sık karşılaşılır. Bu düşüncesinin temelini, bireyin Aydınlanma dönemindeki çıkışıyla, günümüzdeki görünümünün oldukça farklı olması oluşturur. Daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak bahsedilen birey olmanın getirdiği çıkar odaklı yaşam, ben merkezci bireycilik gibi özelliklerin bireyin sonunu getirdiğini ve postmodern olmaya yönelttiğini açık biçimde sunmuştur. Bireyin son yüzyılda bedeniyle olan farklılaşan ilişkisi, dış görünüşüne aşırı derecede önem vermesi ve kendine oluşturduğu imajın yaşamının odak noktası olması, güzelliğin kişinin yaşamında merkezi öneme sahip olması, kendi bedenine odaklanarak yaşama gibi bireyin konumunu anlamaya yardımcı olan temel oluşumları bulgulamıştır. Çözümleme kısmında bu saptamalardan yararlanılacaktır.