• Sonuç bulunamadı

GAZETENİN MİLLİ MÜCADELE YÖNÜ

I. GAZETEYİ TANITMA VE DEĞERLENDİRME

I. 4. GAZETENİN MİLLİ MÜCADELE YÖNÜ

Öğüt bir taraftan Kuva-yı Milliye harekâtının

teşkilatlanması için çalışırken bir taraftan da düşmanlara karşı halkı mücadeleye çağırıyordu. 4 Mart 1920 tarihli sayısında (Konyalım Yürü!) başlıklı yazısında Konyalılara şöyle sesleniyordu:

(Ey Konyalı! Milyonlarca şehidin medfeni, mukaddes bayrağının ezeli kâbesi olan güzel vatanın çiğneniyor! Mavi canavarlar o güzel yurdunu kanlı çizmeleri altında parçalamak isteniyor. Ey Konyalı! Sağır mısın? İzmir de, daha birçok yerlerde doğranan masum evlatlar senin kardeşin, namusları payimal edilen kızlar, senin hemşiren değil mi? Bunu inkâr edebilir misin? Hâşâ! Sen bu kadar zilleti kabul edemezsin.

… Namus için Hilal’in şerefi, Vatan’ın hayatı için her gün gözün önünde yüzlerce kurban veren bu vahşetin Konya ya kadar, senin evine kadar uzanmaması yani senin hayatın için, kalplerindeki

iman kuvvetiyle sinelerinden setler yapan kahraman kardeşlerini görmüyor musun?

Senin gibi gençliğin en mesut devre-i inkişafından bulunan o genç kardeşlerin de senin kadar duymaya muktedir oldukları bütün ezvakı, kazanç hırslarını yalnız o büyük kalplerdeki iman uğruna feda ediyorlar.

… Eğer bu gün İzmir in mukaddes mücahitleri kapısındaki mukaddes nöbetini azcık ihmal-ü terk ederlerse, canavar sürülerinin tahripkâr vahşetini senin yeşil ovalarına mesut evine doğru serbest bırakırlarsa o zaman ey Konyalı yine kolların bağlı olarak namusunu çiğnetecek, hırs ile topladığın paralarla beraber zebilane boğazlanmayı kabul edecek misin?)

Gazete ayrıca Millî Mücadeleye katılanlar ve şehit aileleri için bir iane kampanyası açtı, bağış yapanların tek tek adlarını ve bağış miktarlarını sütunlarında yayınlayarak toplanan paraları müdafaa-i hukuk merkez heyetinde bu iş için kurulan komisyona teslim etmeye başladı.

Öğüt İstanbul’un işgalini, İngilizlerin nüfuzunu

takviye etmek’ gibi bir aldatmaya bağlanamayacağını, onların süngülerine dayandıklarını, birlik içinde olursak büyük bir güç kaynağı olacağımızı, Türk ve İslam birliğini gevşetmek için hainlerin, İstanbul da korkunç planlar hazırladıklarını yazıyordu.

Öğüt bugünlerde Ankara da TBMM ye

seçilecek Konya milletvekillerini halka tanıtıyor, ayrıca Heyet-i Temsiliye’den alınan haberleri, telgrafları yayınlıyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını 23 Nisan 1920 tarihli sayısında, manşet olarak, (Milletin Kudretli Varlığını İspat Eden Büyük Millet Meclisi Bugün Kuruluyor) başlığı ile verirken (Büyük Gün) başlıklı başyazısında da şöyle diyordu.

(…Anadolu’nun göbeğinden bu birlik ve beraberlik abidesi, Türk ve İslam’ın kudret ve azametini, namus ve şerefi için katlanacağı fedakârlıkların büyüklüğünü, milletin azim ve kararını

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı ve Meclis Başkanlığına Mustafa Kemal’in seçilişini heyecanlı cümlelerle okuyucularına ulaştıran Öğüt, 5 Mayıs 1920 tarihli sayısında (Mustafa Kemal) imzasıyla Büyük Millet Meclisi’nin Millete Hitabesini iri puntolarla yayınladı. Bundan sonra, hemen her gün telgrafla aldığım Meclis haberlerini sayfalarında vermeye başladı.

Öğüt, Ankara’da yeni kurulan (Anadolu

Ajansı) ile (Postane Araçlığı) telgraf bağlantısı kurduğu gibi Büyük Millet Meclisinin yayınlanmasını istediği haber ve (beyannameleri)de sayfalarına aktarıyor, Ankara’da yayınlanmakta olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi ile fikir birliği içinde yayın yapıyordu. Hatta çoğu zaman Türkiye Büyük Meclisi Hükümeti’nin resmî yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye’de yayınlanması sakıncalı bazı fikir ve görüşler Öğüt’e ulaştırılıyor, Öğüt’de yayınlanıyordu. Mustafa Kemal’in yaveri Hayati Bey’in Paşa’nın emriyle sık sık Öğüt’e talimat verdiği de oluyordu. Ferit Paşa Hükümeti’ne derse desin, ne düşünürse

düşünsün Türk Milletinin Sevr Anlaşması hükümlerine asla “Evet” demeyeceğini bu bölüm kararına boyun eğmeyeceğine kesin bir dille okuyucularına bir kere daha duyuran Öğüt “Yeter ki birlik olalım, Ankara’nın sesine kulak verelim.” diyordu.

Bu arada İstanbul Hükümeti de boş durmuyor, İngiliz ajanlarının kışkırtması ile de Kuva-yı Milliye’ye karşı Anadolu’da yer yer ayaklanmalar oluyordu. İkinci Bozkır Hadisesi ile asiler 6 Mayıs 1920 günü Konya’ya kadar uzanmış ve şehri basmak istemişlerse de alınan tedbirlerle geri püskürtülmüş, Milli Kuvvetler tarafından dağıtılmış, elebaşları yakalanmıştı. Bununla birlikte Konya, için için kaynıyor, İstanbul taraflı bazı kişiler, faaliyetlerini gizliden gizliye yürütüyorlardı. Bütün bunlar olurken

Öğüt, halkı aydınlatma yolunda pervasız yayınını

sürdürüyor, iç ve dış düşmanlara karşı mücadeleye çağırıyordu. Bursa’nın yunanlılar tarafından işgali üzerine 10 Temmuz 1920 tarihli sayısında (Koşalım)

“Yüz binlerce İslam’ın ve birçok büyüklerimizin merkad-i mübareklerini nurlu sinesinde saklayan Bursamız, o sevgili zümrüt ile 2 gündür hunhar Yunanlıların müverres ayakları, kanlı çizmeleri altında kaldı. O güzelim Türk yurdundaki Müslüman asarı da yıkıldı ve yakılıyordu. İslam’ın bekçisi Osmanlı Devletinin temelini kuran büyük Türk hakanlarına payitahtlık etmiş ve bu gün adını taşıdığı büyük halkı hakanın mübarek mezarını nurlu sinesinde taşıyan Hüdavendigar şehrinin günahsız halkı, zavallı Müslümanları, bu gün kim bilir ne korkunç cinayetler, ne çirkin şenaatlar görüyor.

Kaçıp kurtulamayan nice masum insanlar doğranıyor. Ne kadar ırzlar parçalanıyor, ne gibi mukaddesat telvis ediliyor. Bursa muhabirimiz bugün ki nüshamızda münderiç telgrafında Bursa’yı istila eden kuvvetlerin Yunan zabitlerinin kumandasında ekseriyetini yerli Rumlar ve Ermeniler den mürekkep olduğunu bildiriyor.

in bu harekâtta faydaları nedir ve ne için kan döküyorlar?

Bursa Yunanlılar a mı verilecek? Ermenistan mı olacak?

Hayır, hayır!

Bunun mümkün olmayacağını Rumlar da Ermeniler de, haydut Yunanlılar da pekâlâ bilirler…

Fakat Türk ve Müslüman kanına susayan bu insaniyet düşmanları, kanlı gayeleri uğrunda yılmadan, usanmadan, çalışıyorlar. İslam kanı içmek için kan döküyorlar. Türk ün canına kıymak için can veriyorlar.

Öğüt bunları yazarken İstanbul Hükümeti

taraftarları da halkı Kuva-yı Milliye’ye katılmaya çağırıyor, bu yüzden asker kaçakları giderek çoğalıyordu. 24 Ağustos 1920 tarihli Öğüt bunlar için şöyle haykırıyordu:

(… Şimdi ey kaçaklar, düşman can evimize girerken dükkânında çalışan, bir daireye yerleşen, evlerine gizlenen ey vefasız çocuklar! Size hitap ediyor ve diyoruz ki:

Girdiğiniz deliklerden çıkın! Azıklarınızı alın, erlik alanına, hak yoluna gidiniz. Yoksa daha fazla sabredemeyeceğiz. Gazetemizde sizleri teşhir edeceğiz. Âleme ilan edeceğiz. Bunu duyun, inanın ve utanın…

Öğüt, giderek İstanbul hükümetine hatta

padişaha açıktan açığa çatıyordu. 4 Eylül 1920 tarihli sayısında (hadiseler) (şahsiyetler) başlıklı baş makale de şöyle yazıyordu:

(Mustafa Kemal, İngiliz parasıyla ve İngiliz donanması himayesiyle değil, fakat her taraftan abluka edilen, on senedir harpten harbe, felaketten felakete sürüklenmiş bir milletin yokluktan var ettiği mevcudiyetle ortaya atılmış, Türklerin dilenci, esir olmayacağını fiili bir suretle ispat eylemiştir.)

1920 yılı Eylül ayında Konya pek sakin değildir. İstanbul Hükümetinin ve varıncaya kadar halkı Kuva-yı Milliye ve Ankara Hükümetine karşı ayaklandırmaktadır. Konya’da gizli gizli çalışmakta, köylere varıncaya kadar halkı Kuva-yı Milliye ve Ankara Hükümetine karşı ayaklandırmaktaydı. Konya valisi Suphi Bey’in yerine 10 Temmuz 1920 günü vali olarak Konya’ya tayin edilen Haydar Bey, her ne kadar Kuva-yı Milliyeci ise de birçok olayları görememekte, hatta Konya Hadisesinin elebaşı Delibaş Mehmet’e Kuva-yı Milliyeye asker toplaması için köylerde faaliyet göstermesine izin vermektedir. Delibaş, valinin bu gafletinden faydalanarak 3 Ekim 1920 günü sabahı Konya’yı basmış, Hükümet Konağında ve Alaaddin Tepesindeki kısa çarpışmadan sonra valiyi esir almış, hapishaneyi boşaltmış, Konya üç gün isyancıların elinde ve idaresinde kalmıştır. Olayın ilk günü Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Konya Merkez Heyeti Reisi Sivaslı Ali Kemali Hoca şehit edilmiş, Kuva-yı Milliyeci olarak tanınanlardan

Delibaş’ın Konya’yı bastığı ilk gün, isyancılar

Öğüt gazetesini de basarak matbaayı darmadağın

etmiş, mürettipleri dipçikleyerek dağıtmışlardır. Bu arada gazetenin sahibi Abdülgani Ahmed’le yazı işleri müdürü Feridun (Kandemir)i yaka-paça sürükleyerek Hükümetin alt katındaki “tevfikhane” ye atmışlar, (Siz Mustafa Kemalcisiniz siz Kuvvecisiniz ha!)diyerek sabaha kadar falakadan geçirmişlerdir. Milli Kuvvetler’in Konya’yı asilerin elinden kurtarışına kadar, yara-bere içinde aç-susuz bırakılan Abdülgani Ahmed ve Feridun (Kandemir), Konya Hadisesi’nin bastırılmasından sonra, matbaaya bir araba içinde getirildiler.

Abdülgani Ahmed, yara-bere ve perişan durumda işçilerini toplayarak matbaasına bir düzen verdi ve 7 Kasım 1920 günü Öğüt’ü tekrar çıkarmaya başladı.

Büyük Millet Meclisinin aldığı bir karar gereğinde, Milli kuvvetler ordu kuruluşları içine alınarak disipline sokulacaklardı. Dağınık ve

ordu kurulmalıydı. Çerkes Ethem’in seyyar kuvveti ile çete reisi Demirci Mehmet Efe, bu kararı dinlemiyor, buyruk hareketlerini devam ediyorlardı. Demirci Mehmet Efe ve adamları 16 Aralık 1920 günü Miralay Refet tarafından Isparta kuzeyindeki İğdecik Köyünde sıkıştırıldı, Mehmet Efe de 30 Aralık 1920’de teslim oldu. Çerkes Ethem ve kardeşleri daha kuvvetliydi. Başıbozuk hareketleri yüzünden Garp Cephesi Komutanı Miralay İsmet (İnönü) ile araları giderek açıldı. Ethem ve kardeşlerinin kanunsuz isteklerine bir son vermek, hatta Ankara’yı basmalarını önlemek üzere tedbirler alındı. Birinci İnönü Savaşları sırasında Ethem’in kuvvetleri de sarıldı. 22 Ocak 1921 günü Çerkes Ethem ve kardeşleri bir kısım kuvvetler ile Yunanlılara sığındı. Bu hıyanet olayı memlekette büyük yankılar uyandırmıştı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. 26 Ocak 1921 Öğüt, (Büyük Muvaffakiyetler) başlığı altında şunları yazıyor, halkı aydınlatıyordu

gösterdi. Fakat ahiren gayri muntazam kuvvetlerin dağıtılması hususunda gösterilen himmet pek yüksekti.

Büyük Millet Meclisi Hükümeti teşkil edildikten ve ordu tedricen kesp-i kuvvet eyledikten sonra, bunlara lüzum kalmamış olmakla beraber hizmet-i sabıkalarına raiyetle kendileri hoş tutuluyordu. Fakat bu muamelenin ruh-ı hakikisini anlamayan bu insanlar da şımardıkça şımarıyor, hükümet içinde hükümet sürmek istiyor, gittikleri yerlerde bütün kavanin ve nizamat-ı mevzuayı hiçe sayarak diledikleri gibi hareket ediyorlardı. Bir zaman geldi ki vücutları ahenk-i millimizin sebeb-i zaafı oldu. Bunların teadilerini gören köylü, düşmanların propagandasına inanarak Yunan Kuvvetinden imdat umacak bir dereceye geldi. İşgal altına giren yerlerde, halkımız Yunandan daha fazla zulüm ve ezal görmekle beraber onun düşman olduğunu, fakat dost millettaş, dindaş olan çetelerin yaptığı en küçük bir hareketin kendilerine pek ağır geldiğini düşünerek vaziyeti mukayese edecek bir raddeye vardı.

Binaenaleyh, Hükümeti Milliyemiz bu vaziyet muvacehesinde lakayd kalamazdı. Bunlara gayri kanuni harekâtından emretti. Pek mağrur olan reislerinin temerrüdü üzerine cebren dağıtmaya başladı. Kendilerini daire-i kanuna davet eden Hükümete karşı akabinde isyan ettiler. Bununla da kalmayarak milletin verdiği silahlara, efrad-ı milletten aldıkları beygirlere düşmana iltihak ettiler. Anadolu’yu can evinden vurmak, vatanı Yunan palikaryalarına peşkeş çekmek için öne geçtiler. Din kardeşlerine kurşun sıktılar.

…Memleketin muhtaç olduğu vahdeti, ibda ve idame eylemek ve sonra Şarkta, Garpta, Şimalde, Cenupta her muvaffakiyete doğru ilerlemek ne kadar güçse bunları başaran Mustafa Kemal de o kadar büyüktür.

Benzer Belgeler