• Sonuç bulunamadı

Gök Gürültüsü, Zifiri Karanlıkta Sağanak Yağmur

D. KUR’AN’DA İNANÇLA İLGİLİ KAVRAMLAR VE İNANÇ GRUPLARI

5. Kur’an’da Münafıklarla İlgili Temsiller

5.2. Gök Gürültüsü, Zifiri Karanlıkta Sağanak Yağmur

ُﻪّﻠﻟاو ِتْوَﻣْﻟا َرَذَﺣ ِقِﻋاَوﱠﺻﻟا َنﱢﻣ مِﻬِﻧاَذآ ﻲِﻓ ْمُﻬَﻌِﺑﺎْﺻَأ َنوُﻠَﻌْﺟَﻳ ٌقْرَﺑَو ٌدْﻋَرَو ٌتﺎَﻣُﻠُظ ِﻪﻳِﻓ ِءﺎَﻣﱠﺳﻟا َنﱢﻣ ٍبﱢﻳَﺻَﻛ ْوَأ َنﻳِرِﻓﺎﻛْﻟﺎِﺑ ٌطﻳِﺣُﻣ

“Yahut (bu münafıkların hali), gökten sağanak halinde boşanan, içinde zifiri karanlıklar, gök gürültüsü ve yıldırımlar bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımdan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kafirleri çepeçevre kuşatmıştır.

(O esnada) sanki şimşek gözlerini çıkaracakmış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler, karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz her şeye kadirdir”299.

Bu ayet ile önceki ayetteki temsil, münafıkların içinde bulundukları haleti ruhiyeyi, korku, ızdırap, hayret ve endişeli hallerini resmeden bir temsildir.

Her iki örnekte de “temsilî teşbih” sanatı vardır. Allah münafıkların hallerini misallerle tasvir eder300.

Bu temsilde bir çok belagat yönü bulunmaktadır. Bu örnekte yağmur, Kur’an’ı Kerim veya İslâm dinine benzetilmektedir. Yağmurun ölü toprağı diriltmesi gibi, dinin kitabı olan Kur’an da ölü kalpleri diriltir. Zulümat (karanlıklar), kafirlerin şüphelerine... Râ’d, kuvvet ve şiddet bakımından yıldırımlar gibi olan bazı vaadlerle tehditlere veya müslümanlardan münafıklara gelen korku, bela ve musibetlere.. Berk, Kur’an’ın şimşek gibi parlak hüccetleri niteliğindeki ayetlere işaret eder301.

299 el-Bakara, 2/19,20. 300 Es-Sâbunî, a.g.e., 1/39.

301 Zemahşeri, a.g.e., 1/208-209; Razi, a.g.e., 11/78-79; Yazır, a.g.e, I/261-262; es-Sekkaki, Miftahu’l- Ulûm, s., 347-348; Hicazi, Muhammed Mahmud, Furkan Tefsiri, İlim Yay, İst., ts.

Şimşeğin çakmasıyla hemen yürümeleri, İslâm’dan istifade ettikleri azıcık miktara, karanlık olunca dikilip kalmaları ise kendilerine bir şüphe geldiği zaman duraklamalarına işaret eder302.

Münafıklarla ilgili olan yukarıdaki iki temsilden ilki katıksız münafıklara; ikinci temsil ise, bazen kendilerine iman nuru görünen, bazen de gizlenen, şüphe ve tereddüt içinde bocalayan cahil, taklitçi basit kimseleri tasvir eder. İki temsilin de aynı sınıf insanlar için olduğunu söyleyenler de vardır303.

Hamdi Yazır temsilin muhtevasını şöyle ifade eder: “Semanın her tarafından bir bardaktan dökülür gibi boşanmış kuvvetli bir yağmur. Onda türlü karanlıklar var. Gece karanlığı, kara yağmur bulutu dünyayı kaplamış, yağmurun kesafeti de bunlara munzam olmuş, insanın içini sıkıyor mu sıkıyor. Göz, gönül kararıyor mu kararıyor. Binaenaleyh, zulmetler katlanmış, iç dış zifiri karanlık. Bundan başka dehşetli bir gök gürültüsü, titretici bir patlayışı, gürleyişi var ki, beyinde çatlıyor, afakta gürlüyor. Bir de şimşek çakışı çakıp şakıdıkça parlayıp yıldıradıkça bir ümit parıltısı gibi karanlıkları yarıyor, yürekleri ağza getiren bir korku oluşturuyor. Bunlara tutulanlar, o ateşli ve dehşetli yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar. Bunu da ölüm korkusuyla, ölümden sakınmak için yapıyorlar. Lakin kulak tıkamaları kendilerine bir fayda sağlayamamaktadır. Çünkü Allah bütün kafirleri her taraflarından, içlerinden, dışlarından, dünyalarından, ahıretlerinden kuşatmıştır304.

Ayette “Semadan bir yağmur” denilmesinde bir nükte vardır. Zira, yağmurun semadan yağması aşikardır. Bununla, yağmurun semanın her tarafından geldiği anlatılmıştır305.

“Parmaklarını kulaklarına tıkarlar” ifadesinde mecaz-ı mürsel vardır. Yani parmaklarının ucunu kulaklarına koyarlar demektir. “Bütün”ün ifade edilip cüz’ün kastedilmesi söz konusudur306.

302 Râzi, a.g.e., II/78. 303 İbn Kesîr, a.g.e., I/38. 304 Yazır, a.g.e., I/248-249. 305 Zemahşeri, a.g.e I/214.

Bediüzzaman Said Nursi de yukarıdaki temsili şöyle ifade eder: “Karanlık bir gecede çölde yol alırken sağanak halinde yağmura tutulan bir grup. Yağmurun taneleri sanki birer mermi gibi kendilerine isabet etmekte. Sema bunlarla dolu, sanki sema, onları helâka azmetmiş. Gök gürültüsüyle onlara bağırıyor. Bunlar dehşetlerinden parmak uçları yerine parmaklarını kulaklarına koyuyorlar. Arada şimşek çakıyor, fakat bu şimşek neredeyse onları gözünü kapıverecek. Onun ışığında birkaç adım atıyorlar. Fakat hemen peşinde her tarafa karanlık çöküyor. Bunlar, mecalsiz bir vaziyette oldukları yerde dikilip kalıyorlar307.

Münafıklar da varlık sahrasında yol alırken, durumları temsilde anlatılan kimselerin halini andırmaktadır. Münafık inançsız olduğundan alemin bütün parçalarını kendisine düşman telakki eder. Her şeyin bela ve musibetleriyle kendisini tehdit ettiğini, olaylarıyla kendisine bağırdığını zanneder. Sanki bütün neviler ona düşmanlıkta ittifak etmiştir. Onun bu hali istinad ve istimdat noktalarının olmayışından kaynaklanmaktadır308.

Seyyid Kutup da bu temsille ilgili şunları ifade eder: “Bu ayetlerle çizilen tablo, gözlerimizin önünde hareket ve kargaşa ile dolu, yolunu şaşırmışlık içeren, dehşet ve panik içeren, korku ve şaşkınlık içeren, ışıklar ve gürültüler içeren müthiş bir manzara canlandırır. Gökten inen iri taneli ve sürekli bir dolu ile karşılaşıyoruz. Sürekli yağan doludan koyu bulutlara, gök gürültülerine ve şimşeklere, bu manzara içinde paniğe kapılan şaşkınlara, karanlık çökünce oldukları yerde çakılıp kalan, yılgın ve ürkek adımlara varıncaya kadar bu tabloya baştan başa hareket unsuru egemendir. Tabloya egemen olan bu hareket unsuru münafıkların müminlerle buluşmaları “şeytan” sıfatlı elebaşlarının yanlarına gidişleri, hemen şimdi söyledikleri bir sözden ansızın caymaları, bir süre önce aldıkları hidayetten ve ışıktan; karanlığın ve sapıklığın kucağına düşmeleri arasında geçen zikzaklı hayatlarının içerdiği çölü, kargaşayı, endişeyi ve titreşimleri son derece canlı bir biçimde ve sezgiye dayalı bir ifade tarzı ile gözlerimizin önüne sermektedir. Bu

307 Nursi, İşarâtü’l-İ’câz, s., 133. 308 Nursi, a.g.e., s., 134.

manzara, belirli bir psikolojik durumu semboller aracılığı ile yansıtan belirli bir düşünce biçimini somutlaştıran elle tutulur, gözle görülür bir manzaradır”309.

Allah (c.c) farklı insan tiplerini anlatırken kullandığı tabiattan örnekler verme usulünü münafıkların halini tasvir ederken de kullanıyor. Bu yöntem ele alınan konulan hakikatleri daha iyi anlamamızı sağlamaktadır. Çünkü insanın duyu organlarına hitap eden gerçekleri anlaması daha kolaydır. Bunun için yukarıdaki temsiller insanın münafıklarla ilgili hem duyularını hem de duygularını harekete geçirmektedir.

“Allah düşeydi onların işitme ve görmelerini giderirdi” ayetinden tevbe kapısının münafıklar için kapanmadığını göstermektedir. Kalplerinde şüphe olan münafıkların şüphelerinden kurtulmaları, Allah ve Resulü’ne kalpten inanmalarıyla onların da mümin olacaklarını bize göstermektedir310.

Aydınlığın hemen arkasından gelen karanlığın şiddeti normal karanlıktan daha fazla olur. Çünkü göz tam aydınlığa alışmışken nuru gidiyor ve yerini zifiri karanlığa bırakıyor. Münafığın hali de böyledir. Müslümanların aydınlığından biraz yararlanır, şeytanlarına dönünce de onların içinde bulunduğu karanlıktan zifiri bir karanlığa düşmüş olur.

5.3. Takva veya Uçurumun Kenarına Kurulan Bina

َنِﻣ ىَوْﻘَﺗ ﻰَﻠَﻋ ُﻪَﻧﺎَﻳْﻧُﺑ َسﱠﺳَأ ْنَﻣَﻓَأ ِﻪّﻠﻟا ِرﺎَﻧ ﻲِﻓ ِﻪِﺑ َرﺎَﻬْﻧﺎَﻓ ٍرﺎَﻫ ٍفُرُﺟ ﺎَﻔَﺷ َﻰَﻠَﻋ ُﻪَﻧﺎَﻳْﻧُﺑ َسﱠﺳَأ ْنﱠﻣ مَأ ٌرْﻳَﺧ ٍناَوْﺿِرَو َو َمﱠﻧَﻬَﺟ ُﻪّﻠﻟا َنﻳِﻣِﻟﺎﱠظﻟا َمْوَﻘْﻟا يِدْﻬَﻳ َﻻ

“Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez”311.

309 Kutub, Seyyid, fi Zilâli’l-Kur’an, 1/46. 310 Bayraklı, Bayraktar, a.g.e., 1/225. 311 et-Tevbe, 9/109.

“Binasını takva üzerine kuran”. Bu sözde istiare-i mekniyye vardır. Müşebbehün bih hazfedilmiş, onun levazımından olan “te’sis” kelimesi ile ona işaret edilmiştir. Zira takva ve rıza, üzerine bina yapılan sağlam ve sert bir yere benzetilmiştir.

Bu ayeti kerime teşbih ve temsil yoluyla, ihlaslı ve imanlı kimselerin ameli ile münafık ve sapık kimselerin amelini karşılaştırmaktadır. Yani dininin binasını takva ve ihlas üzerine kuran kimse, dinini dağın veya vadi’nin yıkılmak üzere olan kenarına, yani nifak ve batıl üzerine bina eden kimse gibi olur mu?”312.

Bu teşbihin anlamını bütünüyle kavrayabilmek için önce, Arapça “cüruf” kelimesinin anlamı üzerinde bir düşünmemiz gerekir. Bu kelime dere kenarında suyun, yanlarının dibini aşındırıp altını oyarak üst yüzünü desteksiz bırakması olayıdır. Öyle ki bu toprak parçası her an çöküp yıkılmaya hazır vaziyettedir. Bu çok manalı teşbihte, müşrikçe bir temele oturtulan hayat tarzı da işte böyle dibi oyulmuş, her türlü dayanaktan yoksun bir toprak parçası üzerine inşa edilen binaya benzetilmiştir. “Normal, sıradan bir toprak parçası işte” diyerek böyle bir yere bina yapmaya kalkan cahil kimsenin, binasını kaybetmekle kalmayıp, canını da kaybedeceği açıktır. Zira, üzerine ev inşa ettiği arazi her türlü sağlam temel ve destekten mahrum olduğu için bina kaçınılmaz olarak dereye çökecektir. Tıpkı bunun gibi, hayat sisteminin binasını, insan hayatının yegane sağlam temeli olan Allah korkusu ve rızası göz önünde bulundurmaksızın geçici dünyalıklar üstüne oturtan kimse, dibini suyun oyduğu, her an yıkılmaya hazır toprak parçası üzerinde evini yapan adama benzer. Zira böyle bir insan, işlediği yanlış yoldaki fiilleriyle hayat binasının temelini bizzat kendisi oymaktadır. Allah korkusu ve rızası gibi sağlam granit bir zeminden yoksun olacağı için, bina kaçınılmaz olarak yıkılacaktır. Böylece, hayatını inşa ettiği zemin günün birinde, hayatı boyunca kazandıklarıyle birlikte Cehennem çukuruna kayıp yuvarlanacaktır313.

Burada hareketli ve çok etkileyici bir sahne vardır. Amaç; komplocu, küfür ve nifak davaları karşısında; hak davaya bağlı olanların kendilerinden ve davalarının

akıbetinden emin olmalarını sağlamaktır. Bir an durup, köklü, sağlam ve güvenli takva binasına bir göz atalım, sonra öbür tarafa bakıp, zarar binasını kurmak için alelacele başlatılan hareketi gözleyelim: Bu bina, kaymak üzere olan bir yarın kenarı üzerinde kurulmuştur... kaymaya yüz tutmuş bir uçurumun kenarında yıkılmaya müsait kaygan bir zemin üzerinde kurulmuştur. Bir an bakıyoruz ki bu bina sarsılıyor, kayıyor ve yıkılıyor. Uçuruma yuvarlanıp gidiyor. Bu uçurum cehennem ateşidir314.

5.4. Ahirette Müminlerle Münafıkların Temsili Diyalogları

ُرﺎَﻬْﻧَْﻷا ﺎَﻬِﺗْﺣَﺗ نِﻣ يِرْﺟَﺗ ٌتﺎﱠﻧَﺟ َمْوَﻳْﻟا ُمُﻛاَرْﺷُﺑ مِﻬِﻧﺎَﻣْﻳَﺄِﺑَو ْمِﻬﻳِدْﻳَأ َنْﻳَﺑ مُﻫُروُﻧ ﻰَﻌْﺳَﻳ ِتﺎَﻧِﻣْؤُﻣْﻟاَو َنﻳِﻧِﻣْؤُﻣْﻟا ىَرَﺗ َمْوَﻳ َﺧ ُمﻳِظَﻌْﻟا ُزْوَﻔْﻟا َوُﻫ َكِﻟَذ ﺎَﻬﻳِﻓ َنﻳِدِﻟﺎ } 12 { ْمُﻛِروﱡﻧ نِﻣ ْسِﺑَﺗْﻘَﻧ ﺎَﻧوُرُظﻧا اوُﻧَﻣآ َنﻳِذﱠﻠِﻟ ُتﺎَﻘِﻓﺎَﻧُﻣْﻟاَو َنوُﻘِﻓﺎَﻧُﻣْﻟا ُﻝوُﻘَﻳ َمْوَﻳ ُﻪُﻧِطﺎَﺑ ٌبﺎَﺑ ُﻪﱠﻟ ٍروُﺳِﺑ مُﻬَﻧْﻳَﺑ َبِرُﺿَﻓ ًاروُﻧ اوُﺳِﻣَﺗْﻟﺎَﻓ ْمُﻛءاَرَو اوُﻌِﺟْرا َﻝﻳِﻗ ُباَذَﻌْﻟا ِﻪِﻠَﺑِﻗ نِﻣ ُﻩُرِﻫﺎَظَو ُﺔَﻣْﺣﱠرﻟا ِﻪﻳِﻓ } 13 { ُرْﻣَأ ءﺎَﺟ ﻰﱠﺗَﺣ ﱡﻲِﻧﺎَﻣَْﻷا ُمُﻛْﺗﱠرَﻏَو ْمُﺗْﺑَﺗْراَو ْمُﺗْﺻﱠﺑَرَﺗَو ْمُﻛَﺳُﻔﻧَأ ْمُﺗﻧَﺗَﻓ ْمُﻛﱠﻧِﻛَﻟَو ﻰَﻠَﺑ اوُﻟﺎَﻗ ْمُﻛَﻌﱠﻣ نُﻛَﻧ ْمَﻟَأ ْمُﻬَﻧوُدﺎَﻧُﻳ ِﻪﱠﻠﻟا مُﻛﱠرَﻏَو ِﺑ ِﻪﱠﻠﻟﺎ ْﻟا ُروُرَﻐ } 14 { ُرﻳ ِﺻَﻣْﻟا َسْﺋِﺑَو ْمُﻛ َﻻْوَﻣ َﻲِﻫ ُرﺎﱠﻧﻟا ُمُﻛاَوْﺄَﻣ اوُرَﻔَﻛ َنﻳِذﱠﻟا َنِﻣ َﻻَو ٌﺔَﻳْدِﻓ ْمُﻛﻧِﻣ ُذَﺧْؤُﻳ َﻻ َمْوَﻳْﻟﺎَﻓ Allah (c.c) Hadid suresinde münafıklarla müminlerin diyaloglarıyla ilgili şöyle buyurmaktadır: “Mümin erkekle, mümin kadınları, önlerinden ve sağlarından (amellerinden) nurları aydınlatıp giderken gördüğün günde, (onlara): Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir”, denilir. İşte büyük kurtuluş budur.

Münafık erkeklerle kadınların müminlere: “Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine, arkanıza dönün de bir ışık arayın” denilir. Nihayet onların arasına,içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur çekilir.

Münafıklar onlara: “Biz sizinle beraber değil miydik” diye seslenirler. (Müminler de) derler ki: Evet ama, söz kendi başınızı belaya soktunuz, fırsat beklediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı o çok aldatan (şeytan) sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı.

313 Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an, 11/235; Ayr. Bkz, Yazır, Hak Dini, 4/407 314 Kutub, Seyyid, a.g.e., III/171.

Bugün artık ne sizden ne de inkar edenlerden fidye kabul edilir, varacağınız yer ateştir, size yaraşan odur. Ne kötü bir dönüş yeridir”315.

Allahu Teâla, kıyamet gününde müminlerin yaptıkları karşısında onlara mükafat olarak önlerinden ve sağlarından yolunu aydınlatan bir nur verir. Bu nur ile sıratta yolunu bulurlar. Kafir ve münafıklar müminlerin nurlarından faydalanmak isterler ama faydalanamazlar. Tıpkı, körlerin görenlerin ışığından faydalanamadıkları gibi. O zaman münafıklar, iman etmiş olanlara diyecekler ki: “Bekleyin bizi, ışığınızdan faydalanalım. Onlara: Dönün arkanıza da bir ışık arayın, denilir. İşte bu münafıkların dünyada iken Allah’ı istemedikleri gibi Allah’ın kendilerini aldatmasıdır. Nitekim Allah Teâla “Doğrusu münafıklar, Allah’a oyun oynamak isterler oysa o oyunlarını başlarına geçirir” (Nisa, 4/142) buyurmuştur. Onlar nurların dağıtıldığı yere tekrar dönüp vardıklarında orada hiçbir şey bulamazlar. Yeniden müminlerin yanına geldiklerinde müminlerle onlar arasına bir sur çekilir, surun bir kapısı vardır “içinde rahmet, dışında azap bulunan” bir sur. Mümin ki o sura gelince kapıdan içeri girerler. Tamamen girdiklerinde kapılar kapanır. Münafıklar ise o kapının ötesinde, hayret, karanlık ve azab içerisinde kalırlar. Tıpkı dünya diyarında iken küfür, cehalet, şüphe ve hayret içinde kaldıkları gibi...

Münafıklar müminlere seslenerek dünyada sizinle birlikte değil miydik, beraber namaz kılmıyor muyduk, sizinle beraber savaşmıyor muyduk derler, dini vecibeleri yerine getirmiyor muyduk derler, müminler “evet” derler, ama siz kendinizi aldattınız, pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı316.

Surun, müminler tarafındaki dış yüzü insanlar için bir rahmettir. Zira orası cennet olacaktır. Münafıkların tarafındaki içyüzü ise onlar için bir azaptır. Zira, orası cehennem olacaktır.

Ayette geçen “bize bakın” ifadesi bizi bekleyin anlamındadır. “Sur”dan maksat cennetliklerle cehennemlikler arasına çekilecek olan perdedir317.

315 el-Hadid, 57/12-15. 316 İbn Kesir, a.g.e., III/490 317 Taberi Tefsir, VIII/176.

“Kabes” kelimesi, ateşten veya kandilden alınan bir parça şule demektir. Münafıklar, tıpkı dünya ateşinden alma gibi, müminlerin nurlarından herhangi bir şey almayı ummuşlardır, ama bu, onlardan sudur eden bir cehalettir. Çünkü o nurlar, dünyadaki salih amellerin neticeleridir. Dolayısıyla dünyada, münafıklardan bu tür ameller sudur etmediğine göre, ahirette de bu nurların elde edilmesi imkansızdır318.

Nurun önlerinde ve sağlarında olmasının sebebi, müminlere amel defterinin bu iki tarafından verilecek olmasındandır. Nitekim şaki’lerin defteri de sollarından ve arkalarından verilir. Bunun için nurun bu şekilde verilmesi müminlerin şiarındandır. Çünkü, müminlerdir iyi amelleriyle sevinenler ve beyaz sayfalarıyla kurtulanlar. Sırattan geçip cennete gidince acele ederler, bu sayede nurları da kendileriyle acele eder319.

Seyyid Kutup, bu diyalogda “Nur” kelimesine dikkati çeker. Müminlerle münafıkların halini bir sahneye benzetir. “Nur” motifi son derece anlamlı ve özel amaçlıdır. Çünkü sahnenin konusu münafık erkek ve kadınlardır. Bunlar asıl niyetlerini saklarlar, dışa karşı aslında olduklarından başka türlü görünürler, sürekli olarak iki yüzlülüğün, düzenbazlığın ve kirli işlerin karanlık dehlizlerinde yaşarlar.

“Nur” ise gizliyi meydana çıkarır, saklanan sırları açığa çıkarır. Üstelik “Nur” görüntüsü münafıkların karanlık ve köreltici sayfalarının karşısındaki parlak sayfayı oluşturur. Yani sahneye karşıtlık motifi kazandırır. Buna göre görüntüsü bu büyük sahneyi ışıklandıracak en yerinde motiftir. Münafıklar, kara vicdanlarına ve gizli- kapaklı komplolarına uygun düzen karanlıklar içinde debelenip dururken müminlerin önleri ve sağ yanları sıra aydınlık saçacak en uygun kaynak ancak bu kutsal “nur” olabilir320.

5.5. Münafıklarla Yahudilerin İşbirliği İle İlgili Temsil

ﱠﻣَﻠَﻓ ْرُﻔْﻛا ِنﺎَﺳﻧِْﻺِﻟ َﻝﺎَﻗ ْذِإ ِنﺎَطْﻳﱠﺷﻟا ِﻝَﺛَﻣَﻛ ُفﺎَﺧَأ ﻲﱢﻧِإ َكﻧﱢﻣ ٌءيِرَﺑ ﻲﱢﻧِإ َﻝﺎَﻗ َرَﻔَﻛ ﺎ َﻪﱠﻠﻟا ﱠبَر َنﻳِﻣَﻟﺎَﻌْﻟا 318 Râzî, Mefâtihü’l-Ğayb, XXI/304. 319 Zemahşerî, el-Keşşâf, IV/472.

“Münafıkların misali, tıpkı şeytanın misali gibidir. Çünkü şeytan insana “inkar et” der; insan inkar edince de, ben senden uzağım, çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım der”321.

Yukarıdaki ayette benzerlik yönü birden fazla olduğu için temsilî teşbih vardır322.

Bu ayetten önceki ayetlerde münafıkların Yahudilerle yaptıkları vaadlerin üzerinde durulur. Münafıklar Yahudiler’in yanına gidip onlara “Siz çıkartılırsanız biz de sizinle çıkarız, sizin hakkınızda kimseye boyuna eğmeyeceğiz, size savaş açılırsa mutlaka size yardım ederiz” derlerdi. Halbuki Allah onların samimi olmadığını, onların yalancı olduğunu yüzlerine vuruyor. Kalplerinde müslümanların korkusunun Allah’ın korkusundan daha fazla olduğunu, toplu görüntüsü vermelerine karşın kalplerinin dağınık olduğunu bildirmektedir.

İşte münafıklar, Yahudileri müslümanlara karşı savaşa kışkırtmak konusunda “şeytan” gibidirler. Çünkü o inkara kışkırtırken, insana “inkar et” der. İnkar edince de “ben senden uzağım, ben alemlerin Rabbi’nden Allah’tan korkarım” der323.

Görüldüğü üzere münafık kendisine güvenilecek, itimad edilecek birisi değildir. Zararları sadece müslümanlara değil kendi yandaşlarına, şeytanlarına da dokunur. Çünkü karaktersizdir, hep fitne ve fesat ateşini tutuşturmak ister, havanın puslu olmasını ve bundan yararlanarak kirli komplolarını uygulamak ister. Yanlarında bulunduğu dostlarını bile kendi menfaatleri uğruna ateşe atmaktan çekinmez.

Burada ilginç bir durum söz konusudur. Bakara suresinde münafıklarla ilgili olarak “Şeytanları ile baş başa kaldıklarında” ifadesi vardır. Münafıkların şeytanları

321 el-Haşir, 59/16.

322 Zuhayli, Vehbe, Tefsiru’l-Munîr, XIV/370-372. 323 el-Haşir, 59/11-16.

Yahudilerdi, burada ise münafıklardan şeytan diye bahsedilmektedir. Demek ki duruma göre her iki grup birbirine şeytanlık yapabiliyor.

5.6. Kalplerin Gırtlaklara Ulaşması

ِﺑ َنوﱡﻧُظَﺗَو َرِﺟﺎَﻧَﺣْﻟا ُبوُﻠُﻘْﻟا ِتَﻐَﻠَﺑَو ُرﺎَﺻْﺑَْﻷا ْتَﻏاَز ْذِٕاَو ْمُﻛﻧِﻣ َﻝَﻔْﺳَأ ْنِﻣَو ْمُﻛِﻗْوَﻓ نﱢﻣ مُﻛوُؤﺎَﺟ ْذِإ

ِﻪﱠﻠﻟﺎ

ﺎَﻧوُﻧﱡظﻟا

“Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan üzerinize yürüdükleri zaman gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman...”324.

“Yürekler gırtlağa geldiğinde” ifadesindeki temsilde mübalağa vardır. Korkudan dolayı oluşan kalplerin hafakanı ve titremesi sebebiyle sanki kalpler ağızlara ulaşmış gibidir”325..

Yüreklerin gırtlağa ulaşması, sıkıntının doruk noktasına ulaştığını ifade eder. Zira kalp öfke anında, kabarır; korkudan anında büzülür ve böylece boğazı tıkar. Bazen de nefes borusunu tıkayacak bir hal alır. Böylece bizi hava teneffüs edemez de o zaman korkudan ölür. O halde bu cümlenin anlamı “can boğaza geldiğinde” şeklinde olur326.

Bu durum Hendek Savaşı’nda meydana gelmiştir. Beni Nadir Yahudileri, Kureyşlileri müslümanlara karşı kışkırtmış. Ayrıca, bu Yahudiler Gatafanoğulları’na da gitmişler ve onları müslümanlarla savaşmaya ikna etmişler. Beni Süleym kabilesi de Kureyşliler’in akrabaları olduğu için onlara katılmışlar. Böylece en önemli kabileler Müslümanların aleyhine birleşerek büyük bir ordu kurdular. Müslümanlar da üç bin kişilik bir ordu kurmuşlardı. Tam bu sırada Yahudilerden Kurayzaoğullan, Allah Resulü ile yaptıkları muahedeyi bozmuşlar ve müşriklerin kazanmasını istemeye başlamışlardı. Böylece müslümanların sıkıntısı artmış ve ayeti kerimenin de

324 el-Ahzâb, 33/10. 325 Zuhayli, Vehbe, 11/264.

beyan ettiği gibi imtihana tabi tutulmuşlar ve şiddetli bir şekilde sarsılmışlardı. İşte savaşın bu sıkıntılı zamanlarında münafıkların gözleri korkudan baygınlık geçiren kimse gibi dönmüş, kalpleri gırtlaklarına dayanmıştı327.

5.7. Ölüm Baygınlığı ve Sivri Dil

ُفْوَﺧْﻟا َبَﻫَذ اَذِﺈَﻓ ِتْوَﻣْﻟا َنِﻣ ِﻪْﻳَﻠَﻋ ﻰَﺷْﻐُﻳ يِذﱠﻟﺎَﻛ ْمُﻬُﻧُﻳْﻋَأ ُروُدَﺗ َكْﻳَﻟِإ َنوُرُظﻧَﻳ ْمُﻬَﺗْﻳَأَر ُفْوَﺧْﻟا ءﺎَﺟ اَذِﺈَﻓ ْمُﻛْﻳَﻠَﻋ ًﺔﱠﺣِﺷَأ ْمَﻟ َكِﺋَﻟْوُأ ِرْﻳَﺧْﻟا ﻰَﻠَﻋ ًﺔﱠﺣِﺷَأ ٍداَدِﺣ ٍﺔَﻧِﺳْﻟَﺄِﺑ مُﻛوُﻘَﻠَﺳ َطَﺑْﺣَﺄَﻓ اوُﻧِﻣْؤُﻳ ُﻪﱠﻠﻟا ﻰَﻠَﻋ َكِﻟَذ َنﺎَﻛَو ْمُﻬَﻟﺎَﻣْﻋَأ ِﻪﱠﻠﻟا ًارﻳ ِﺳَﻳ “(Münafıklar) size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleriyle incitirler”328.

“Üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Burada temsil-i teşbih vardır. Çünkü benzetme yönü birkaç yöndedir, belli somut bir unsur değildir”.

Çekilmiş kılıç nasıl ki insanı yaralıyor, aynı şekilde münafıkların sözleri de o şekilde yaralayıcıdır. Emniyet içinde iken, dilleri ile eziyet ediyorlar. Sıcak su ile kıl veya tüyleri yolma ameliyesini yapan kişiler gibi, onlar da Müslümanları yoluyorlar329.

“Sivri dilleriyle sizi incitirler” ifadesi ise kapalı (mekni) istiaredir. Dil çekilmiş kılıca benzetilmiş, kendisine benzetilen hazfedilmiştir. Buna levazımından olan bir şeyle -yani dövmeyle- istiare yoluyla işaret edilmiştir”330.

Münafıklar, müminlere sevgi ve şefkat konusunda çok cimridirler. Onların iyiliğini istemezler. Savaş başladığında görülmemiş bir korkuya kapılırlar. Hatta

327 Taberî, Tefsir, VI/475. 328 Ahzâb, 33/19.

329 Aişe Abdurrahman, a.g.e. s. 410.

onların gözleri korkudan ölüm sekerâtı anındaki kimsenin gözleri gibi, yuvalarından döndüğü görülüyordu. Bazen de korkudan bayılıyorlardı.

Savaş sona erip korkulan gittiğinde, ganimetleri taksime sıra gelince, önceki vaziyetlerini unutarak saldırgan dillerle konuşarak müminlere eziyet ederler. Müminlere: “Payımızı eksiksiz, tam verin, biz de sizinle beraber savaştık, bizim sayemizde düşmanlarınıza galip gelip zafere ulaştınız, siz bizden daha fazla haketmiş olamazsınız” derler331.

Mevdudiye göre bu ayet, iki manaya gelir: 1) “Siz bir savaştan galip döndüğünüzde, sizi yumuşaklıkla karşılarlar ve sizi kendilerinin de samimi birer mümin olduklarına, İslâm uğrunda kendilerinin de çaba sarf ettiklerine, bu nedenle ganimetten pay almayı hak ettiklerine inandırmaya çalışırlar.” 2) “Zafer kazanıldığında bu kimseler, ganimetin paylaştırılması sırasında çok iddialı konuşurlar ve İslâm’a yaptıkları hizmetleri sayarak ganimetten büyük paylar isterler332.

Onlar, mal ve ganimetlere olan aşırı düşkünlüklerinden dolayı müminlerle beraber olduklarını söylüyorlardı. Her ne kadar görünüşte müslüman gibi görünseler de kalben gerçekten inanmamışlardır. Allah, onların amellerini boşa çıkardı. Çünkü amellerin kabul edilmesi için iman şarttır333.

5.8. Gösteriş İçin Yapılan İnfakın Temsili

Benzer Belgeler