• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: BİR OLAY BEŞ KAVRAM

1.2. Foucault’dan Biyopolitika Dersleri

Hayatın politikanın ne temeli ne de nesnesi olarak ele alındığı okuma biçimi Foucault’nun biyopolitika kavrayışında görülür. Foucault’ya (2015a) göre hayat, politikanın sınırını gösterir. Verili ve doğal görünen bu sınır, diğer tüm sınırlar gibi, yapay ve dönüştürülebilirdir.

Foucault (2015a:96), Cinselliğin Tarihi adlı çalışmasında iktidarın ayrıcalıklarından birinin yaşam ve ölüm üzerindeki hak olduğunu söyler. Bu hakkı biçimsel olarak patria potestas ile özdeşleştirir. Patria potestas, Romalı aile reisinin çocuklarının ve kölelerinin yaşamını “kullanabilme” hakkıdır. Burada baba, onlara yaşamlarını “vermiştir”, geri alabilir. Üstelik baba, öldürebilme yetkisini herhangi bir cezalandırmaya uğramaksızın kullanabilir. Cezalandırılmaya gerek duyulmayan bu yetki aslında egemen iktidarın kuruluşuyla ilgili çok fazla şey söyler. Hükümdarların yaşam ve ölüm üzerindeki hakkı bunun çok daha yumuşatılmış biçimidir. Burada hükümdarın yaşam ve ölüm üzerindeki hakkı mutlak ve koşulsuz değil; kendi varlığının tehlikede olduğu durumlara bağlıdır. Varlığının tehlikede olduğu durumda hükümdar, “doğrudan ölmelerini talep” etmeden uyruklarından “yaşamlarını tehlikeye sokmasını” isteyebilir.

Örneğin zorunlu askerlik, bu talebin doğrudan dile getirilmediği ama devlet için ölmenin çeşitli kahramanlık mitleriyle yüceleştirildiği yaşam üzerinde hakkın uygulandığı alanlardan biridir. Peki, hükümdar ya da devlet varlığına dönük tehlikenin kaynağının kendi uyruklarından biri olduğunu düşündüğünde ne olur? Burada Foucault, hükümdarın yaşam üzerinde doğrudan iktidar sahibi olduğunu ve uyruğunu ölümle cezalandıracağını söyler. Dolayısıyla burada uyrukların yaşamı üzerinde doğrudan sahip olunan ve uygulanan bir iktidar biçimi söz konusudur. Hükümdarlığın klasik teorisi dediği yaşam

17 ve ölüm üzerindeki doğrudan ya da dolaylı hak iktidarın ayırt edici özelliği olsa da bu hak üzerinde gerçek bir simetri yoktur:

Yaşam ya da ölüm hakkı yalnızca dengesiz bir biçimde ve her zaman ölümden yana kullanılır. Hükümran iktidarın yaşam üzerinde etkisi yalnızca hükümdar öldürebildiği andan itibaren kullanılır. Sonuç olarak gerçekten de, bu yaşam ve ölüm hakkının özünü kendi içinde barındıran öldürme hakkıdır: hükümdar öldürebildiği anda yaşam üzerindeki hakkını kullanır. Bu esas olarak bir ölüm yargısı verme hakkıdır. Demek ki bu yaşam ve ölüm hakkında, gerçek bir simetri yoktur. Öldürme ya da yaşatma hakkı değildir bu. Hayatta bırakma ve ölüme bırakma hakkı da değildir. Öldürme ya da hayatta bırakma hakkıdır. Ki bu da tabii çarpıcı bir simetrisizlik yaratır (Foucault, 2002:246).

Yaşam ve ölüm hakkındaki asimetri, iktidarın doğrudan ya da dolaylı biçimde sahip olduğu öldürme hakkının devreye sokulmadığı durumu gösterir. Dolayısıyla yaşatma hakkı sadece öldürme hakkının iktidarca kullanılmadığı durumda kendini gösterir. Bu da en basit anlamıyla “öldürme ya da yaşamasına izin verme hakkıdır”.

İktidar bu anlamda aslında bir el koyma hakkıdır. El koyma ya da alma hakkı; iktidarın mallara, hizmete, emeğe ve bedene el koyma biçiminde işlediği tarihsel döneme içkin olup iktidarın el koyma hakkının doruk noktasıdır (Foucault, 2015a: 97). El koyma hakkına dayalı iktidarın Batı tarihinde karşılık bulduğu biçim monarşidir (Ecevitoğlu, 2009:205). Foucault’ya göre “On yedinci yüzyıl toplumu gibi bir toplumda kralın bedeni bir metafor değil, siyasi bir gerçeklikti: Kralın fiziksel varlığı monarşinin işleyişi için gerekliydi”(2015b:38). Bu işleyiş konusunda Foucault, ders notlarında kritik önemi olduğunu düşündüğüm bir soru sorar: “toplumsal sözleşme düzeyinde bir anlaşma yapıldığında, yani bireyler bir hükümdar oluşturmak için, bir hükümdara kendileri üzerindeki bir mutlak iktidarı devretmek için bir araya geldiklerinde, bunu niçin yaparlar?”(2002:247). Bireylerin bu konudaki tavrının tehlikeden kaçınmaktan ve ihtiyaçtan kaynaklandığını söylemek malumun ilanı olsa da bu cevap daha çelişkili bir durumu ortaya çıkarır. Yaşam üzerinde erkini kuran hükümdar, tehlikenin kendisi haline gelmez mi? Hükümdar yaşam ve ölüm üzerindeki ayırıcı hakkını yurttaşları üzerinde kullanabilir mi gerçekten? Hükümdar hakkının kurucusu hâlihazırda yaşamken,

18 tartışmanın dışında kalması gerekmez mi? Tüm bu sorular yaşamın artık tartışma konusu haline geldiği bir siyaset felsefesinin sorularıdır. Yani, Aristoteles’in insan tanımı binlerce yıl geçerliliğini korusa da bu sorularla birlikte “modern insan, bir canlı varlık olarak, yaşamını kendi siyaseti dâhilinde söz konusu eden hayvan”(2015a:102) olagelir.

Foucault, 17. ve 18. yüzyıllara denk düşen iktidar biçiminin disiplinci olduğunu söyler. Bu iktidar biçimi beden üzerine odaklanmış iktidar tekniklerinden oluşur. Bu iktidar teknikleri bedenin terbiyesi üzerine kurulu olup ordu, eğitim kuruluşları aracılığıyla sağlanır ve insanın yetenek ve güçlerinin, dolayısıyla üretkenliğinin artırılmasını amaçlar (Ecevitoğlu, 2009). Foucault (2012: 248), “bedenin anatomik siyasal disiplini” olarak nitelendirdiği bu iktidar kuruluşuna anatomo-siyaset adını verir.

On sekizinci yüzyılın ikinci yarısı ve on dokuzuncu yüzyıla gelindiğindeyse yeni ilke toplumun bedenidir: “cumhuriyetin bedeni yoktur” (2015b: 38). 17 Mart 1976 tarihli dersinde, daha sonra Toplumu Savunmak Gerekir ismiyle kitaplaştırılmıştır, 19.yy’ın temel olaylarından birinin yaşamın iktidarın odağına girmesi olduğunu söyler. Disiplinci iktidar ölüm üzerinde baskıcı bir iktidarken 19.yy’da canlı varlıklarla uğraşan hayat üzerindeki iktidarı görürüz. Bu iktidar biçimi disiplinci iktidar biçiminden farklı ama onu dışlamayan, onu içine alan, kısmen değiştiren ve içine yerleşen bir iktidar biçimidir. Bu yeni biçim disiplinci biçimi ortadan kaldırmaz ama başka bir düzeye taşır. Bu iktidarın odağı “bedenle ilgilenen disiplinden farklı olarak insanların yaşamlarıdır ya da dahası, şöyle diyelim, beden-insanla değil de, yaşayan insanla, canlı varlık insanla; hatta bir anlamda, tür-insanla ilgilenir” (Foucault, 2002: 248). Yaşamla ilgilenen, hayatı odağına alan bu iktidar, biyo-iktidar olarak adlandırılır. Bu biyo-iktidarın özelliği yaşamı teşvik etmek ya da ölüm noktasında engelleyiciliktir. Öldürme tehdidinden ziyade yurttaşın yaşam sorumluluğunu üstlenmesi, iktidara onların yaşamlarına sokulma hakkını verir.

19 Dolayısıyla, yaşam sorumluluğunu üstlenmiş bir iktidar, sürekli olarak düzene sokucu ve denetleyici mekanizmalara ihtiyaç duyar:

Artık söz konusu olan egemenlik alanında ölümü öne sürmek değil, değer ve yararlılık alanında yaşam dağıtmaktır. Böylesi bir iktidar, nitelemek, ölçmek, değerlendirmek, hiyerarşiye sokmak durumundadır, öldürücü canlılığıyla ortaya çıkmak değil; onun işi itaatkâr uyruklarla hükümdarın düşmanlarını birbirinden ayıran çizgiyi çizmek değil, normlar çerçevesinde dağıtımlar yapmaktır (Foucault, 2015a: 103).

Yine de yasa hep kılıçtan söz eder. Foucault’nun disiplinci iktidarın biyopolitkleştiği düşüncesi “ölüm üzerinde iktidarın” sahneden çekildiği anlamına gelmez. Ölüm hakkı eski, unutulmuş ya da tedavülden kalkmış bir iktidar biçimi haline gelmez, aksine hayatı sürdürmek, geliştirmek ve denetlemek isteyen bir iktidarın tâbiyetine girer. Ölüm üzerinde iktidar, hayatın çıkarlarına hizmet ettiği varsayımından dolayı var olan sınırlardan azadedir. Artık söz konusu olan, kralın fiziksel varlığı değil;

nüfusun yaşamını sürdürmesidir. Yine de burada biyopolitikanın paradoksundan bahsetmem gerekir. Bu paradoks, egemen için güvenliğin ve hayatın iyileşmesinin aynı derecede önemli olmasıdır. Hayat, yıkımın teknik ve politik araçları tarafından her zamankinden çok daha fazla tehdit edilmektedir. Hayat üzerindeki denetimin artması ise hayatı toplumsal mücadelenin hedefi haline getirir (Lemke, 2014: 60-73).

Peki, iktidar biçimindeki bu dönüşüm nasıl gerçekleşti? Nasıl oldu da “Tez vurula kellesi!” diyen hükümdar hayata önem vermeyi ve yurttaşı ıslah edip onarıcı ceza vermeyi önemsemeye başladı? Muhtemel cevaplardan biri kapitalizm. Foucault, College de France’da verdiği derslerde “toprak temelli devletten” “nüfus devletine” geçilmesiyle egemen iktidarın ulusun sağlığı ve biyolojik hayatın önemine odaklandığını söyler.

Böylece aynı anda hem hayatı korumak hem de soykırım yapmak mümkün olur.

Bedenlerin yönetimi ve “yaşamların hesapçı bir biçimde işletilmesi” kapitalizmin gelişmesine de olanak sağlar. Kapitalizmin güvencesi, bedenlerin denetlenmesinin yanı

20 sıra üretim ilişkilerine sokulması ve nüfusun ekonomik koşullara göre düzenlenmesidir (2015a: 98-103).

Devlet ve uyrukların yaşamlarının iç içe geçmişliği ve birinin bekasının diğerinin ölümüne bağlı olduğuna dair bu anlatım Leviathan (Hobbes, T.,1651) ile bağdaştırılan ünlü imgeyi düşündürür.6 Bu imgede bir kent ve kentin arkasında bir tepe bulunur. Tepenin ardındansa bir erkek figürü yükselir: Kudretli Leviathan:

7

Figür 1: Thomas Hobbes’un aynı isimli eserine adını veren mitik Leviathan figürü.

Leviathan, tepenin ve kentin çok yukarısında ve dışında göründüğü gibi aslında ikisinin de üstündedir. Neredeyse ilahi bir tasarım! Taşıdığı kılıç ve asa ile tacı onun iktidarını meşrulaştıran araçlar olarak yorumluyorum. Bunlar, onun adaletinin ve egemenliğinin sağlayıcıları gibi görünüyor. Üstelik asa ve kılıcın hem kenti hem de tepeyi tamamen kapsaması mutlak denetimin bir yorumu olabilir. Kılıç iktidarın vahşi kudretiyken asa

6 Kudretli Leviathan imgesini bu çalışma bağlamında yorumlama fikrini Mark Neocleous’un Devleti Tahayyül Etmek (2015) çalışmasından aldım.

7 Görsel: https://en.wikipedia.org/wiki/Leviathan_(book) [erişim Tarihi: 07.10.2017]

21 onun bilgeliğinden getirdiği gücü temsil eder. Ancak bu figürü, bu çalışma bağlamında yorumlamak için önemli gördüğüm kısım, tüm bu imgelerin yanı sıra, resmin üst kısmında yer alan Eyüp Kitabı’ndan alıntı ve Kudretli Leviathan’ın zırhıdır. Bu alıntıda

“non est potestas süper terram quae comparetur ei – Yeryüzünde onun kudretiyle kıyaslanacak hiçbir şey yoktur.” yazar (Neocleous, 2015: 9). İlk bakışta zincirden örülmüşe benzeyen zırh ise aslında insan figürlerinden oluşur:

8

Figür 2: Kudretli Leviathan’ın ayrıntılı görseli

İnsan figürlerinden oluşan bu zırh, Leviathan’ın bedenini meydana getirdiği gibi figürler, yüzlerini ona dönmüş durumdalar. Dolayısıyla gördüğümüz tek yüz Leviathan’ın, bir başka deyişle iktidarın, yüzüdür. Zırh görünümü verilmiş bir bedenler topluluğunun kudret ve iktidarın temsili olan bir bedeni oluşturmuş olması bütün insanları birleştiren bir iktidar imgelemi ortaya çıkarır. Bu aynı zamanda devletin koruyucu gölgesi altındaki bedenler yorumunu da beraberinde getirir. Öteki taraftan zincir gibi örülmüş bu bedenler

8 Görsel: http://darwinianconservatism.blogspot.com.tr/2014/01/hobbess-pictures-of-leviathan-and.html [erişim tarihi: 07.10.2017]

22 topluluğundan verilecek bir kayıp tüm zırhın dağılmasına, parçalanmasına ve gücünü yitirmesine neden olur.