• Sonuç bulunamadı

Feodaliteden Kapitalizme Geçişte Serbest Zaman

2.2. Serbest Zamana İlişkin Kuramsal Değerlendirmeler

2.2.2. Feodaliteden Kapitalizme Geçişte Serbest Zaman

Feodal yapının çalışmayı ayıplayan, çileci hayatı benimseyen ve bilimi kendi sınırları dışında tutan ilkeleri zamanla aşınmış, gerek entelektüel sanatçı ve bilim insanları gerek halk, gerekse kilise içerisindeki farklı ideolojistler tarafından bu yaşam tarzına karşı bir hareket gelişmiştir. Entelektüel burjuvalardan gelen tepkilerin büyümesi ile Rönesans ortaya çıkmış, kırsaldaki malikane Lordlarının uygulamalarına5 karşı çıkan

serflerin tepkileri ile kırdan kente göç hızlanmış ve dindeki yanlış uygulamaları eleştiren Lutherci Protestanlıkla da Reform hareketi baş göstermiştir.

İlk olarak Rönesans’ı ele almak gerekir. 15. Yüzyılın ortalarından itibaren kentlerin dolayısıyla burjuvanın özsel bir ürünü olan Rönesans (Marx ve Engels, 1995:244),

5 Lord açısından bakıldığında serfle demesnedeki (malikane) hayvanlar arasında pek fark yoktu (Huberman, 1982:15).

29

antikiteyi tekrar canlandırmayı, bilim ve sanatı hayatın gayesi haline getirmeyi, özgür düşünceyi geliştirmeyi hedefleyen İtalya merkezli bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Fakat özlem duydukları antik çağdaki Roma ve Yunan’ın sınıfsal uygulamalarından farklı olarak Rönesans taraftarları, bireyci ve hümanist bir tavırdan yana olmuşlardır. Fakat Rönesans’ı, salt İtalya merkezli olarak Orta Çağ’ın dini yaşam tarzına ve argümanlarına karşı çıkışın boy gösterişi olarak tanımlamak eksik bir açıklama şekli olacaktır. Çünkü Rönesans, entelektüel kaynaklar ve Doğu ticaretine katılmanın sağladığı maddi imkanlar temelinde siyasi ve iktisadi canlılık halinin olduğu kadar Orta Çağ koşulları içerisinde bir yenilenmenin ve Roma mirasını tekrar canlandırma çabasının kültürel, siyasi, bilimsel, estetik ve iktisadi ifadesidir (Coşkun, 2003:48-49). Yine de feodal Orta Çağ’ın dönüşümüne katkı sunduğu kati bir gerçektir. Çünkü Rönesans taraftarları, feodal ve dini yapının dogmatik kuralları ve yaşam tarzlarını topyekûn reddetmişlerdir. Bunun yerine gelecek sistemde daha fazla bilim, sanat, edebiyat ve felsefe ve tabii ki daha fazla hümanist ve özgür yaşam istemişlerdir. İşte bu değişimler Rönesans’la birlikte serbest zamanı, biraz daha Antik Yunan ve Roma anlayışının bireyci ve hümanist tarzına doğru götürmüştür. Ya da bu değişimin kıvılcımını yakmak için çaba sarf edilmiştir.

İkinci olarak halkın feodal beylere karşı gelişini konu edinmemizde fayda vardır. Orta Çağ’ın dönüşüm safhasında kentlerin tekrar önem kazanmasıyla birlikte hem ticaret gelişmiş hem de kentler, özgürlüğün mekanları olarak tasvir edilmiştir. Bu özgürlük fikri ve kendi mülkünü edinme hevesi, kentleri cazip hale getirmiş ve köylerden kentlere akınlar gerçekleşmiştir. Çünkü feodalizmin atmosferi tam bir hapishane, şehirdeki ticari etkinliğinki ise tam bir özgürlük atmosferiydi (Huberman, 1982:34). Bu atmosfere bir kere kapılan serfler, kendi emeklerini ve yaşamlarını özgürleştirme yolunda giderek daha fazla göç vermişlerdi. Aslında bir bakıma toplumsal hiyerarşinin düzenini de değiştirmişlerdi. Çünkü feodal dönemin başlarında, toplumsal ölçeğin bir ucunda bulunan dua edenler (rahipler) ve toprağın sahibi olan savaşçılarla bu ölçeğin diğer ucunda bulunan ve dua edenlerle savaşçıların emeklerini yiyerek sırtından geçindikleri serfler (köylüler) varken, yeni kent hayatında alarak ve satarak yaşayan yeni bir ‘orta sınıf’ türemişti (Huberman, 1982:42). İşte başta bu sebeplere binaen

30

köyden kente olan akım ve tüccar orta sınıfın büyümesi, feodal yapının zamanla güç kaybetmesine sebep olmuştur.

Son olarak Reform kısmına gelirsek; özellikle kilisenin geleneklere göre işleyen kurallarını değiştirmeyi amaçlayan mezheplerin, bu konuda bazı ilkeleri ters yüz ederek dinde ve ekonomi de yeni bir anlayış geliştirmeyi hedeflediklerini söyleyebiliriz. Bu mezheplerden birisi Katoliklerin anlayışına karşı çıkarak 16. Yüzyılda kendi ilkelerini ilan eden Protestanlık olmuştur. Lutherci anlayışla Protestanlık mezhebi, kilisenin başta günah satın alma gibi din dışı uygulamalarına ve din adamlarının kanaatkarlığı önerip kendilerinin lüks içinde yaşamalarına karşı çıkarak insan ile Tanrı arasına kilisenin giremeyeceğini belirtip büyük bir taraftarla Kuzey Avrupa’da kurulmuştur (Erdem, 2013:45). Katolik anlayışının tersine çalışmayı ve mal biriktirmeyi Tanrı’nın bir buyruğu olarak kabul eden bu anlayış, dünyevi zevklerden kendilerini çekip yalnızca Tanrı adına çalışmayı amaç edinmişlerdir. Bu anlayışın mensupları, hiç durmadan çalışıp, harcamayı, lüksü ve israfı yasaklayan doktrinler etrafında birleşmişlerdir.

Bu doktrinler, her ne kadar çok daha radikal ve şiddet yanlısı tavır sergileseler de Püritenizm’in6 ahlak anlayışıyla benzer argümanlar içermektedir. Çünkü Püriten iş

etiği boş zamanı, “başıboşluk ve israf zamanı” olarak görmüş, hedonizmi, aylaklığı, harcamayı günah olarak nitelendirmiştir (Aytaç, 2005:4). Ki zaten Püritenlik, Protestanlığın bir parçası olarak sahneye çıkmıştır (Güngör, 2005:7). Manevi bir asketik7 yaşam tarzını benimseyen Katoliklerin tersine dünyevi asketizmi öne çıkaran özelde Püritenler genel de Protestanlar, dini reformları gerekli görerek değişim isteğinde bulunmuşlardır. Püritenler radikal ve şiddet yanlısı tutumlarıyla kendi ahlak sistemini empoze edip bunun dışındakileri tamamen gereksiz ve yok edilmesi gereken yaşam tarzları olarak görmüşlerdir. Fakat asıl önemli ve kapitalizmin zeminini

6 Püritenlikle ilgili yapılmış araştırmalarda ortak görüş, “Püriten” kavramının İngiltere’de Kraliçe Elizabeth döneminde (1558-1603) dini anlayış ve uygulama bakımından aşırı katılığı ifade ettikleri için, karşıt düşüncedekiler tarafından bu anlayışın mensuplarına -genellikle olumsuz anlamda- sıfat olarak verilmiştir (Güngör, 2005:8).

31

oluşturan nokta, Protestanlığın yan ürünü olan Püriten anlayışın bu radikal uygulamaları değil, Protestanların çalışmayı hayatın ve dinin en büyük amacı olarak görmeleri ve hazzı baskı altına alma yöntemi olarak yine çalışmayı yaşamlarının merkezi konumuna koymalarıdır. Feodal yapıdaki çalışmayı yeren ve çileci hayatı benimseyen Katolik anlayışının tersine Protestanlık çalışmayı kutsamış, boş zaman geçirmeyi ise aylaklık ve Tanrı’nın sevmediği davranış biçimi olarak tanımlamıştır. Başka bir deyişle dünyevi asketik Protestanlık, mülk sahibi olmanın verdiği doğal zevke var gücüyle karşı çıkmış, tüketimi, özellikle lüks tüketimi sınırlamış, buna karşılık mal kazancını, psikolojik olarak geleneksel ahlakın yasaklarından kurtarmış, kazanç uğraşısının zincirlerini koparıp bunu yalnız yasal hale getirmekle kalmamış, ayrıca doğrudan doğruya tanrının isteği olarak görmüştür (Weber, 1999:147). Burjuvanın işine yarayan kısım da burasıdır. Bundan dolayı Protestanlık ile kapitalizmin varisleri olan burjuva sınıfının anlayışı, ortak bir zeminde uzlaşmışlardır. Ekonomik sermaye kapitalist burjuvanın işi, bunu meşru kılan ve tutkulu hale getiren ise Protestan ahlakının kendisiydi. İşte tam da burada kapitalizmin kıvılcımlarının giderek büyümesine sebep olan dini yapının Avrupa’da yayılımına tanık olmaktayız. Artık çilekeş, dünya hayatını es geçen ve çalışma karşıtı Feodal Orta Çağ anlayışının yerini, rekabete dayalı, çalışmayı kutsayan, boş zamanı yeren anlayış almıştır. Sonuç olarak Protestan ahlakının egemen olduğu, çalışmanın kutsandığı, üretimin devasalaştığı yerde boş zaman, göz ardı edilmiş bir şekilde köşeye fırlatılmıştı. İnsanların çalışmak ve acil ihtiyaçlarını karşılamak dışında herhangi bir şeye zaman ayıracak mecalleri ve durumları kalmamıştı. Sanayinin gelişmekte olduğu bu dönemde serbest zaman yok denecek kadar az miktarda insanların hayatlarında yer edinmişti. Diğer bir deyişle püriten çileci çalışmanın yaydığı ideolojik düşünce, kapitalizmin ilk dönemlerinde sosyal hayatı şekillendirdi (Aytaç, 2005:13) ve serbest zaman anlayışı da bu düşünceye göre değer gördü.