• Sonuç bulunamadı

Aile Kurumuna İlişkin Kuramsal Yaklaşımlar

Aile kurumunu farklı perspektiflerden değerlendiren bazı kuramsal yaklaşımlar, ailenin birey ve toplum açısından işlevleri ve aynı zamanda aile içerisindeki etkileşimlerin nasıl gerçekleştiğine dair teorik ilkeler geliştirmişlerdir. Aileye yönelik kuramsal yaklaşımlara geçmeden önce bu yaklaşımların genel özelliklerini belirtmek adına bazı özellikler aşağıda verilmiştir.

Tablo 5.2. Makro ve Mikro Düzey Kuramların Genel Özellikleri

109 5.2.1. Yapısal İşlevselci Yaklaşım

İşlevselciler, hayatta kalabilmek için bir toplumun temel işlevleri yerine getirmesi gerektiğini (yani temel ihtiyaçlarını karşılaması) vurgulamakta, evliliğin ve ailenin toplumun diğer kesimlerine, özellikle toplumun refahına nasıl katkıda bulunduklarına dair fikir yürütmektedirler (Henslin, 2015:305). Bu bakış açısında göre aile, bireyi topluma hazırlama ve toplumun belli değerlerinin içselleştirilmesi açısından önem taşımaktadır. Yani aile, toplumun yapısının bozulmasını önlemek adına çimento görevi görmektedir. İşlevselci yaklaşıma göre aile toplumun yapı taşı olarak toplumsal düzenin yeniden üretimi için gereklidir. Fakat modernleşme ve küreselleşmeyle birlikte bazı özelliklerini yitirmeye başladığı ise dikkat çekilen bir noktadır.

“T. Parsons’a göre toplumlar sanayileşmeye bağlı olarak değiştikçe ailenin üretim birimi olmaktan çıkıp tüketim birimi haline dönüşmesiyle, yeni sistemin ihtiyacına göre şekillenen aile de geniş aileden çekirdek aileye evrilmiştir. Sanayileşme ve kentleşmenin ailenin geleneksel işlevlerini zayıflattığını savunan işlevselciler; ekonomik üretim, çocukların toplumsallaşması, yaşlı ve hasta bakımı gibi temel işlevler aracılığıyla aileyi araştırma konusu olarak almıştır” (Gökçe, 2017:53).

İlk dönem yapısal işlevselci kuramcılardan Emile Durkheim’da (2015:159) “İntihar” eserinde ailenin toplumda intiharı önleyen bir işleve sahip olduğunu, bu yönüyle ailevi değerlerin korunması gerektiğini söylemiştir. Ayrıca Durkheim, bekarların ve bu sebeple aileyle daha az bütünleşmiş olanların intihar oranlarının, evli ve ailevi bağları güçlü olan kişilere göre daha fazla olduğunu belirtmiştir (Ritzer, 2014:205; Sağlık, 2019: 460-463).

5.2.2. Sembolik Etkileşimci Yaklaşım

Burgess’in aileyi, etkileşen kişilerin birliği olarak yorumlamasından sonra, eş seçimi, etkileşim konularında Chicago Üniversitesi’nin çalışmalarıyla devam etmiştir (İçli, 1997:62). Çocuğun toplumsallaşmasında ailenin rolünü açıklayan sembolik etkileşimcilik her ne kadar Herbert Mead tarafından geliştirilmişse de Blumer bunu daha ileriye götürmüş ve dünyayı semboller aracılığıyla temsil ettiğimizi söylemiştir (Çabuk Kaya, 2012:113). “Sembolik etkileşimcilere göre geleneksel bakış anlayışı ile

110

ailenin kutsal olduğu anlayışı hakimdir. Daha çok ailedeki değişim ve boşanma üzerinde duran sembolik etkileşimciler, bu anlamdaki sembollerin ve kavramların yorumlanmasındaki değişikliğe vurgu yapmaktadırlar” (Gökçe, 2017:54). Henslin, bu değişimleri toplumsal cinsiyet, ev işi ve çocuk bakımı üzerinden analiz etmiştir. Sembolik etkileşim kuramcılarına göre toplumsal düzen etkileşim sürecinin bir sonucu olduğu için (Suğur, 2013:47) aile bireylerinin değişen etkileşim biçimlerine binaen aile düzeninde de değişimler yaşanmıştır. Örneğin kadının iş hayatına girmesiyle birlikte karı kocanın aile içi rolleri değişmiş ve buna binaen aile yapısında değişimler yaşanmıştır. Yine geniş ailenin dağılmasıyla birlikte bireylerin aileye verdikleri anlamlar değiştiği için farklı aile yapıları ve yaşayış tarzları gelişmiştir.

5.2.3. Çatışmacı Yaklaşım

Evli olan veya evlilik geçiren herkes, çiftlerin iyi niyetlerine rağmen, çatışmanın evliliğin bir parçası olduğunu bilir ve kaçınılmaz olarak, yakın bir şekilde yaşayan ve hayattaki her şeyi paylaşan iki kişi arasında -hedeflerinden ve çek kitaplarından yatak odalarına ve çocuklarına kadar- çatışma kaçınılmaz olarak ortaya çıkar (Henslin, 2015:306; Kasapoğlu, 2012:14). Çatışmacı kuram bu anlayış üzerinden şekillenmiştir. Çatışmanın ortaya çıkmasının sebepleri üzerine farklı kuramcılar farklı bakış açıları geliştirmişlerdir. İşlevselciler aile değerlerinin yozlaşmasına, sembolik etkileşimciler zamanla değişen anlamlara ve buna göre gelişen düzene, çatışma kuramcıları ise daha çok kapitalist düzenin ideolojik argümanlarının çatışmaya sebep olduğuna atıfta bulunmuşlardır. Diğer bir deyişle bazı kuramcılar eşitsizliğin nedenini yapısal ve etkileşimsel nedenlere bağlarken, bazılar ise eşitsizliğin nedenini kaynakların eşitsiz dağılımına bağlamıştır (Çabuk Kaya, 2012:117). Çatışmacı kuram, temel olarak Hegel ve Karl Marx’ın fikirlerine dayanmakla birlikte toplumda düzen ve istikrarı vurgulayan yapısal-işlevselci kurama karşın toplumsal yaşamın doğal bir çatışma ve mücadele alanı olarak görmektedir (Arikan, 2018:13).

Marksist düşünürlere göre modern toplumda ailenin rolünü kavramak için, kapitalizm içindeki işlevine ve ona nasıl katkı sunduğuna bakılması gerekmektedir (Gökçe, 2017:54; Kasapoğlu, 2012:15). “Aile, eğitim, din ve devlet gibi toplumsal kurumlar

111

Bu minvalde çatışmacı kuramın söylemek istediği, ailenin de diğer toplumsal kurumlar gibi kapitalist sistemin (toplumsal sınıfların) yeniden üretimine katkı sunduğudur ve ayrıca toplumsal yapıda dikotomik (ikilik) ayrışmaları (kadın erkek ayrımı gibi) beslediğidir. “Marksizme göre toplumlarda biri “alt -yapı” (infrastructure) diğeri ise “üst-yapı” (superstructure) olmak üzere ikili bir model bulunur. Bu bağlamda ekonomik alt yapı (kapitalizm) istisnasız diğer tüm üst yapı kurumları gibi aileyi de belirler. Kapitalizmin ideolojik koşullama aracı olarak aile, kapitalizmin yeniden üretilmesinde kullanılır” (Kasapoğlu, 2012:15). Louis Althusser de (2003) aynı şekilde devletin ideolojik aygıtlarının içerisine aileyi koymuş ve kapitalist sistemin meşrulaştırılmasına ve yeniden üretimine ailenin katkı sunduğunu belirtmiştir. Marksist kuramcıların bu şekilde düşünmesinin temellerini, F. Engels’in (2015) “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı eserinde bahsettiği “üretim güçlerinin ortak olarak kullanıldığı dönemde ailenin var olmadığını ve ailenin, özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte tek eşli çekirdek ailenin geliştiği” fikrine bağlayabiliriz. “Dolayısıyla üretim güçlerinin sahipliği ve devletin keşfi bunu izledi. Devlet, özel mülkiyet sistemini korumak için yasalar inşa ederken, tek eşli evliliğin kurallarını da dayattı. Tek eşli çekirdek aile özel mülkiyetin miras olarak paylaşım sorunlarını çözdü; zira mülkiyetin sahibi olan erkekler mallarının kendi soylarından çocuklara geçmesini istediler” (Karkıner, 2013:130).

Ayrıca çatışma kuramı aile içerisindeki çatışmaların sebebini ataerkil sistemin getirdiği kurallarda kadını göz ardı etmesine ve ailenin de bu eşitsiz uygulamayı devam ettirdiğine bağlamıştır. Böylece bu eşitsiz uygulama babadan oğula geçen miras şeklinde devamı sağlanmaktadır (Henslin, 2015:31; Kasapoğlu, 2012:15). Bu yönüyle aynı görüşü paylaşan feminist kuramcılar da aileyi, ataerkil sistemindeki kadının sömürüsünün ve kadına karşı ayrıştırıcı politikaların devam ettirilmesini sağlayan bir kurum olarak görmüşlerdir. İşlevselci ve çatışmacı yaklaşımın eleştirisinden kadın taraftarı bir açıklama geliştirmişlerdir.