• Sonuç bulunamadı

FEN VE FELSEFEDEN GELEN DALÂLETE DE ÇAREDİR, İLAÇTIR

Rabb’iniz’den (sürpriz mükâfatlarla yüklü) bir mağfirete ve genişliği göklerle yer kadar olan ve müttakîler için hazırlanmış bir Cennet’e yarışırcasına koşuşun! (Âl-i İmran Sûresi/3: 193–94)

“Rabb’imiz, hiç şüphesiz biz, ‘Rabbinize iman edin!’ diyerek, (durup dinlenmek bilmeden) gür bir davetle imana çağıran (çok şerefli) bir davetçiyi duyduk da, (davetine uyarak) hemen iman ettik. Rabbimiz, ne olur, artık Sen günahlarımızı bağışlayıver, kusurlarımızı örtüver ve vefatımızla bizi kâmil iyilik ve fazilet sahibi mü’minlere (ebrar) dâhil ediver! Rabb’imiz! Ve rasûllerin vasıtasıyla bize va’dettiğin (mükâfatı, Cennet ve Cemalini) bize lûtuf buyur ve bizi Kıyamet Günü’nde rüsvay etme. Şüphesiz ki Sen, asla sözünden dönmezsin.” (Âl-i İmran Sûresi/3: 193–94)

Yakıtı insanlar ve (put olarak yontup taptığınız) taşlar olan, kâfirler için hazırlanmış Ateş’ten sakının, kendinizi ondan korumaya bakın. (Bakara Sûresi/2: 24)

Herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dava açılmış ki, her bir insan, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa o tek davayı kazanmak için tereddütsüz sarfedecek. İşte o dava ise, insanlığın en büyüğü ve meşhuru yüz bin peygamberin ve nev-i beşerin yıldızları hükmündeki sayısız mürşidlerin kâinat Sahib’inin ve Mutasarrıf’ının binler va’d ve ahidlerine dayanarak ittifakla haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu meseledir ki: Herkesin (iman mukabilinde) bu zemin yüzü kadar bağlar ve köşkler ile donatılmış bâki ve dâimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya (imansızlıkla) kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse, kaybedecek. Ve bu asırda, materyalizm taunuyla çoklar o davayı kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde ölüm halinde kırk vefattan yalnız birkaç tanesinin kazandığını müşahede etmiş;

ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya saltanatı o insana verilse doldurabilir mi?

İşte, o davayı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o davayı kaybettirmeyen harika bir dava vekilini o işle alâkalı vazifeleri bırakıp, dünyada ebedî kalacak gibi afakî lüzumsuz şeylerle meşgul etmeyi tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risâle-i Nur şakirtleri, her birimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da, ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır diye kanaatımız var… O büyük davayı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin insana o davanın kazancının vesikası, senedi ve beratı olan tahkikî imanı eline veren ve Kur’ân-ı Hakîm’in manevî i’cazından kaynaklanıp, bu zamanın birinci dava vekili olan Risale-i Nur’dur.36

Risale-i Nur, fen ve felsefeden gelen dalâlet vadilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehberdir

Kur’ân’ın sırlarına ait olarak yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem; karanlıkların hücumuna maruz bütün bir Müslüman topluma en faydalı bir nur ve dalâlet vadilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım. Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelse, giderilmesi kolaydır. Fakat dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan da ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi.

Çünkü öyleler, kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenab-ı Hakk şu zamanda, Kur’ân’ın mucizeliğinin mânevî parıltılarından olan malûm Sözler’e, şu dalâlet zındıkasına bir ilaç olması hususiyeti vermiş tasavvurundayım.37

Risale-i Nur, ilme ve felsefeye değil, dinsiz felsefeye karşıdır

Risâle-i Nur’un şiddetli tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe, mutlak [manâda felsefe] değildir. Belki (felsefenin) zararlı kısmıdır. Çünkü felsefenin beşerin içtimaî hayatına, insanlığın ahlâk ve kemalâtına ve sanatta terakkiye hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, [yani müsbet ilimler ve daha başka ilgili gerçek ilimler] Kur’ân ile barışıktır. Belki Kur’ân’ın hikmetine hizmetçidir, Kur’ân’la çatışmaya girmez. Bu kısma

Risale-i Nur ilişmiyor. İkinci kısım felsefe, dalâlete, ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeye sebep olduğu gibi, sefahet, zararlı eğlence ve zaman israfı ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden, ayrıca sihir gibi normal dışı yollarla Kur’ân’ın mucizevî hakîkatleriyle çatışmaya kalktığı için, Risale-i Nur, çoğu parçalarında koyduğu veya zikrettiği ölçüler ve kuvvetli ve delilli karşılaştırmalarla felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, onu tokatlıyor, fakat istikametli ve faydalı felsefeye ilişmiyor.

Onun için mektepliler, Risale-i Nur’a itirazsız çekinmeyerek giriyorlar ve girmelidirler. Fakat gizli münafıklar nasıl ki bir kısım hocaları bütün bütün manâsız ve haksız bir tarzda medrese ehlinin ve hocaların hakikî malı olan Risale-i Nur aleyhinde kullandıkları gibi, bazı felsefecilerin (ve bilim adamlarının) ilmî enaniyetlerini tahrik edip, Nurlar aleyhinde kullanmak ihtimali dolayısıyla bu hakikat Asâ-yı Musa ve Zülfikâr mecmualarının başında yazılsa münasip olur.38

Risale-i Nur, zamanımızdaki iki dehşetli hal olan

dünyayı Âhiret’e tercihe ve fenden, ilimden, felsefeden gelen küfre karşı Kur’ân’dan alınmış bir tiryaktır

Kur’an-ı Hakîm’in hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu dünyada bir manevî cehennemi dalâlette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevî bir cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların, fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde manevî acı elemleri gösterip, iyiliklerde, güzel hasletlerde ve Şeriat’ın hakikatlerini yaşamada Cennet lezzetleri gibi manevî lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefahet ehlini ve dalâlete düşenlerini –o cihetle– aklı başında olanlarını kurtarıyor. Çünkü bu zamanda iki dehşetli hâl var:

Birincisi: Âkıbeti görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti gelecekteki bir batman lezzetlere tercih eden insan hissiyatı akıl ve fikre galebe ettiğinden, sefahet ehlini sefahetten kurtarmanın yegâne çaresi, ehl-i sefâhetin bizzat lezzet olarak tattığı şeyde onun elemini gösterip, hissini mağlûp etmektir. Ve

ِةَ ِ ٰ ْا َ َ َ ْ ا َة ٰ َ ْا َن ِ َ ْ َ

(Dünya hayatını Âhiret’e tercih ederler: İbrahim Sûresi/14: 3) âyetinin işaretiyle, bu

zamanda, Âhiret’in elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde dünyevî kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek, i iman iken ehl-i dalâlete dünya sevgehl-isehl-i sebebehl-iyle tâbehl-i olmak tehlehl-ikesehl-inden kurtarmanın da tek çaresi, dünyada dahi Cehennem azabını ve elemlerini göstermekle olur ki, Risale-i Nur, o yolda gidiyor.

İkinci dehşetli hal: Eski zamanda mutlak küfürden ve fenden gelen dalâletler ve inatçı küfürden gelen ayak direme, bu zamana nisbeten pek azdı. Onun için eski tahkik ehli İslâm âlimlerinin dersleri, hüccetleri o zamanda tam kâfi olurdu, şüphe seviyesindeki küfrü çabuk izale ederdi.

Allah’a iman umumî olduğundan, Allah’ı tanıttırmakla ve Cehennem azabını hatırlatmakla çokları sefahetlerden, dalâletlerden vazgeçebilirlerdi. Şimdi ise, eski zamanda bir memlekette olan mutlak bir kâfir yerine, şimdi bir kasabada yüz tane bulunabilir. Eskide fen ve ilim ile dalâlete girip inat ve ayak diremeyle iman hakikatlerine karşı çıkanlar da şimdi yüz misli artmış. Bu ayak direyici inatçılar, firavunluk derecesinde bir gurur ile ve dehşetli dalâletleriyle iman hakikatlerine karşı çıktıklarından, elbette bunlara karşı, bu dünyada onların temellerini atom bombası gibi parça parça edecek kudsî bir hakikat lâzımdır ki, onların tecavüzlerini durdursun ve bir kısmını imana getirsin.

İşte, Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükürler olsun ki, bu zamanın yarasına tam bir merhem olarak Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân (beyan mucizesi Kur’ân)’ın manevî bir mucizesi ve parıltısı olan Risale-i Nur, pek çok karşılaştırmalarla en dehşetli inatçı kâfirleri Kur’ân’ın elmas kılıcı ile kırıyor ve Allah’ın Birliği’ne ve imanın hakikatlerine kâinat zerreleri adedince hüccetleri, delilleri gösteriyor, ki yirmibeş seneden beri en şiddetli hücumlara karşı mağlûp olmayıp, üstün gelmiş.

Evet, Risale-i Nur iman ve küfür muvazeneleri ve hidayet ve dalâlet mukayeseleriyle bu sözkonusu hakikatleri bizzat göze gösterir derecede ispat ediyor. Bu zamanda mutlak küfrü inatçı dalâletin inadını kıracak, parçalayacak Risale-i Nur’da tecelli eden Kur’ânî hakikattır.39

Risale-i Nur, bu asırda, bu tarihte bir

“urvetü’l-vüska”dır

Risaletü’n-Nur, bu asırda, bu tarihte bir “urvetü’l-vüska”dır. Yani son derece sağlam, kopmaz bir zincirdir; bir “hablullah” (Allah’ın kopmaz bir ipi)dir. Ona elini atan, yapışan, (tutunan), kurtulur.40

RİSALE-İ NUR, KUR’ÂN’IN ÇELİKTEN