• Sonuç bulunamadı

Mü’minler, muhakkak kurtuldu ve gerçek mazhariyete ulaştılar. Onlar, namazlarında (Allah’ın huzurunda bulunuyor olmanın şuuruyla) tam bir saygı, tevazu, içtenlik ve teslimiyet içindedirler. (Mü’minûn Sûresi/23: 1-2)

Hatırlayın, hani şöyle buyurmuştuk: “Bu beldeye girin ve oradan dilediğiniz şekilde bol bol yiyin. Kapısından âdeta secde halinde, mütevazı ve emirlerimize boyun eğmiş olarak girin ve dua edin, mağfiret dilenin, sadakat; Biz de, hatalarınızı, sürçmelerinizi bağışlayalım.” İyiliğe kilitlenmiş ve Bizi görmeseler de Bizim kendilerini gördüğümüzün şuuru içinde davrananlar için başka mükâfatlarımız da olacaktır. (Bakara Sûresi/2:

58)

Rahmân’ın kulları o kimselerdir ki, yerde mütevazı ve nazik hareket eder, yol bilmez cahiller onlara muhatap olduğunda, onlara sağlık ve selâmet

dileyerek geçip giderler. (Furkân Sûresi/25: 63)

Kibir ve başkalarını küçümseme içinde yüzünü insanlardan çevirme ve yeryüzünde çalım satarak yürüme! Allah, kibirle kasılan, kendini beğenmiş ve kendini övüp duran hiç kimseyi sevmez. Yürüyüşünde, davranışlarında ölçülü ve mutedil ol; konuşurken de sesini ayarla. Unutma ki, seslerin en beğenilmeyeni, (avazı çıktığınca bağıran) merkep sesidir. (Lokman Sûresi/31:

18-19)

Ve insan için ancak emeğinin karşılığı vardır; onun emeği değerlendirmeye alınacak; ve karşılığı kendisine eksiksiz ödenecektir.

(Necm Sûresi/53: 39-41)

De ki: “Çalışın; yaptıklarınızı Allah da, O’nun Rasûlü de, mü’minler de görecektir. Neticede, gaybı da şahadeti de bilen (Allah)’ın huzuruna iade edileceksiniz. O da, bütün yaptıklarınızı tek tek size bildirecek ve karşılığını verecektir. (Tevbe Sûresi/9: 105)

Büyüklük, keşifte, keramette, manevî zevklerde değil; sebat, sadâkat, tevazu, mahviyet ve hizmetkârlıktadır

Kastamonu’da ehl-i takva bir zat, şikâyet tarzında dedi: “Ben sukut etmişim (düşmüşüm). Eski halimi, zevkleri ve nurları kaybetmişim.” Ben de dedim: “Belki terakki etmişsin ki, nefsi okşayan, uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve kendini beğenmişlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet, enaniyeti terk ve fâni zevkleri aramamak ile uçmuşsun. Evet, Allah’ın bir ehemmiyetli ihsanı, ihsanını enaniyetini bırakmayana hissettirmemektir, tâ ucb (kendini beğenme) ve gurura girmesin.

Kardeşlerim! Bu hakikatten hareketle, bu zat gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zatlar, sizlere bakıp, içinizde mahviyet, tevazu ve hizmetkârlık elbisesiyle görünen şakirtleri âdi, avam adamlar görürler ve [tam bir yanılgı ifadesi olarak] derler: “Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyanlar? Heyhat! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?” diyerek, dost ise hayal kırıklığına uğrar, muarız ise kendi

muhalefetini haklı bulur.233

***

Risale-i Nur’un hakikî şakirtleri, iman hizmetini her şeyin üstünde görür;

(kendilerine) kutbiyet de verilse, ihlâs için hizmetkârlığı tercih ederler.234

***

Sizin hapis meyveleriniz, benim nazarımda Firdevs (Cenneti) meyveleri gibi hoştur, kıymetlidir. Benim sizler hakkındaki büyük ümitlerimi ve davalarımı tasdik edip, hakikat olarak gösterdiği gibi, dayanışmanın kuvvetini de pek güzel gösterdi. O mübarek kalemler birleştikçe, üç–dört elif (1)lerin birleşmesi gibi üç–dört yüz (3-400) kıymetini bu kadar ağır baskılar altında ortaya koydu. Ve bu karmakarışık şartlar altında birliğinizi muhafaza eden hâlet-i ruhiye, dünkü davamı ispat ediyor.

Evet –temsilde hata yok– nasıl ki büyük bir velî, küçük bir Sahabî kadar İslâm’a hizmette Ehl-i Sünnet’çe mevki almadığı gibi, aynen öyle de, “Bu zamanda iman hizmetinde nefsinin hazlarını bırakıp, mahviyet ile dayanışma ve birliği muhafaza eden bir hâlis kardeşimiz, bir velîden ziyade mevki alıyor.” diye kanaatim gelmiş ve siz, daima bu kanaatimi takviye ediyorsunuz. Cenab-ı Hakk, sizlerden ebediyen razı olsun, âmîn.235

İhlâs, mahviyet, tevazu, kardeşler içinde fâni olma,

tedbir ve dirayet, sadâkat, teslimiyet, hizmeti hayata maksat yapma, ihtilâf sebepleri karşısında mukavemet, tam dayanışma

Evet, kardeşlerim, sizler, ihlâs sırrını tam muhafaza ediyorsunuz. Bu kadar tefrika sebepleri içinde birliğinizi muhafaza, hakikaten bir harikadır.

Hafız Ali’nin hakikaten müstesna bir mahviyet ve tevazu içinde ihlâsı ve kardeşler içinde fâni olma düsturunu muhafaza etmesi; Hüsrev’in hakikaten tedbirce bana ihtiyaç bırakmayacak bir derecede tedbir ve dirayeti ve Hafız Ali gibi yüksek ihlâsı ve mahviyeti; Hafız Mustafa’nın Nur hizmetinde büyük iktidarı içinde kuvvetli sadakati ve fedakârca teslimiyeti ve hem Abdurrahman, hem Lütfü, hem Hafız Ali manâsını taşıyan büyük ruhlu Küçük Ali’nin Risale-i Nur hizmetini dünyada her

şeye tercihen hayatının en büyük maksadı yapması ve ihtilâf sebeplerine karşı kuvvetli mukavemeti bulunduğunu bu dört mektubunuz bana bildirdi.

Aynı sistemde, meselede alâkadar kahraman Tahirî ve kahraman Rüştü’nün dahi aynı hakikatte ve aynı ahlâkta bulunduklarına hiç şüphe etmiyoruz. Bu altı rüknün, bu geçici sarsıntıdan, hakikî bir dayanışma ile birbiriyle el ele, omuz omuza, baş başa vermesi, altı yüz, belki altı bin manevî kıymeti alıyor diye, Cenâb-ı Hakk’a Risale-i Nur hesabına hadsiz şükür ediyoruz ve sizi de tebrik ediyoruz.236

Şahsî enaniyetleri Risale-i Nur’un manevî şahsiyet havuzunda eritmek ve benlikten, enaniyetten, şan ve şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan öldürücü zehirden kaçar gibi kaçmak

Gaflet ve dünyaya tutkunluktan çıkan dehşetli bir enaniyet, bu zamanda hükmediyor. Onun için ehl-i hakikat, –hattâ meşrû bir tarzda dahi olsa–

enaniyetten, kendini beğenmişlikten, bencillikten vazgeçmeleri lâzım olduğundan, Risale-i Nur’un hakikî şakirtleri, buz parçası olan enaniyetlerini Risale-i Nur’un manevî şahsiyetinde ve müşterek havuzunda erittiklerinden, inşâallah bu fırtınada sarsılmayacaklar. Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir planı, böyle her biri birer zabit, birer hakim hükmündeki şahısları müşterek bir meselede böyle kaçınmak ve birbirini tenkit etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. Risale-i Nur şakirtleri, hıllet (samimî dostluk), kardeşlik ve kardeşlerde fâni olma mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkça planı da akîm (neticesiz) bırakacaklar.237

***

Ey kardeşlerim, sizler biliyorsunuz ki, bizim yolumuzda benlik, enaniyet, şan u şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehirden kaçar gibi kaçıyoruz. Bunları hissettirecek ve arzu ettiğimiz intibaı verecek hallerden şiddetle kaçınıyoruz. Elbette, burada altı–yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri araştırmalarınızla anlamışsınız ki ben,

şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum. Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim. “Bana haddimden fazla mevki vermeyiniz.” diyor ve size darılıyorum. Yalnız, Kur’ân-ı Hakîm’in bu zamanda manevî bir mucizesi olan Risale-i Nur hesabına, ben de onun bir şakirdi olmak özelliğiyle, ona tasdik, teslim ve irtibatı, şükür içinde kabul ediyorum. İşte bu derece enaniyetten ve benlikten, şan u şeref namı altındaki riyakârlıktan kaçmayı hareketlerinde düstur edinen insanlara karşı hükümet ve idarî kadroların ve polisin evhama düşmeleri ne kadar manâsız ve lüzumsuz olduğunu divaneler de anlar.238

Zorluk ve meşakkat nisbetinde gayret ve sebat artmalıdır

َ ُ َ ْ َأ ِر ُ ُ ْ ا ُ ْ َ

(İşlerin hayırlısı, meşakkatli olanıdır.) sırrınca, büyük hayırların zorlukları çok oluyor. Zorluklar çoğaldıkça ehl-i himmet gevşemek değil, gayret ve sebatını ziyadeleştirir.239

***

Atasözü meşhurdur ki: “Bir şeyde zahmet, meşakkat, makbuliyet alâmetidir.”240

Büyük şerleri azaltmak için ehvenü’ş-şer düsturunu benimseyenleri mazur görmek

Muhterem Ahmed Hamdi Efendi Hazretleri,

Ruhumda yaşadığım bir hadiseyi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel zâtınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların, zarurete binaen ruhsata tâbi ve Şer’î azimeti bırakan fikirlerine benim fikirlerim muvafık gelmiyordu.

Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. “Neden azîmeti terkedip ruhsata tâbi oluyorlar?” diye, Risale-i Nur’u doğrudan doğruya sizlere göndermezdim. Fakat, üç–dört sene evvel, yine şiddetli olarak kalbime, size karşı tenkit mahiyetinde bir teessüf geldi. Birden ihtar edildi ki:

– “Bu, senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmed Hamdi gibi zatlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı ‘ehvenü’ş-şer’ düsturuyla, bir kısım ilmî vazifeleri mukaddesatın muhafazasına sarfedip, tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onların mecburiyetle bazı ruhsatlarına ve

kusurlarına inşaallah keffaret olur.” diye kalbime şiddetli ihtar edildi.241 İman esaslarının hizmet düsturları halinde yansıması

1– İnsanların gözünde mevki yerine, Allah’a imanın bir manâsı olan rıza-yı İlâhî’yi;

2– Korku ve evham yerine Kader’e imanı;

3– Hırs ve tamah yerine

ُ ِ َ ْ ا ِة ُ ْ ا وُذ ُقاز ا َ ُ َ ا نِإ

(Muhakkak ki Allah’tır bütün varlıkların rızkını tam olarak ve tam zamanında veren, kâmil kuvvet ve iktidar sahibi olan. Zariyât Sûresi/51: 58) âyet-i celîlesinin delâletiyle Kur’ân’a, İlâhî kitaplara imanı;

4– Menfî milliyetçilik hissi yerine, bütün cinlere ve insanlara gönderilen Nebiyy-i Efham (En Büyük Peygamber sallallâhu teâlâ aleyhi ve-sellem) Efendimiz Hazretleri’nin yolunu,

ٌة َ ْ ِإ َن ُ ِ ْ ُ ْ ا َ ِإ

(Mü’minler, ancak kardeştirler. Hucurât Sûresi/49: 10) ve

ا ُ َ َ َ َو ً ِ َ ِ ا ِ ْ َ ِ ا ُ ِ َ ْ اَو

(Her birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılır ve ayrılığa düşmeyin. Âl-i İmran sûresi, 3/103) gibi mübarek âyetleri hatırlayarak, peygamberlere imanı;

5– Enaniyet yerine acz ve noksanımızı itirafla, Kur’ân’dan sızıntıların neşr ve muhafazası için hissemize düşen hizmeti yapmak ve hizmetle mükellef olduğumuzu bilerek neticeyi hesaplamamak, yani bir nev’i beşeriyetten çıkmak, İlâhî kitap ve sahifelerin peygamberlere indirilmesine vasıta olan meleklere benzemek suretiyle meleklere imanı;

6– Tembellik ve ten-perverlik (cismanî zevkleri düşünmek) yerine vazifeye bakmak, kudsî ve her saati bir gün ibadet hükmüne geçecek kıymette olduğuna şüphe edilmemek lâzım gelen Kur’ân hizmetine vakit bırakmayacak hallere karşı, bu hizmetin ulviyetini düşünerek, elden çıkmazdan evvel gözü dört açmayı, yani ölmezden evvel hayatın kadrini bilmek gibi, kat’î bir lisanla Âhiret’e imanı delilleriyle, imalarla, işaretlerle, açıkça ders veriyorsunuz ve ikaz lütfunda bulunuyorsunuz.242

Hulûsi bey