• Sonuç bulunamadı

Feminizm, kadınların toplumsal alanda eşit olmayan ve ikincil şartlar altında ezilmeleri üzerine kurulmuştur. Kadının ikincilliği ile anlatılmak istenen karar alma süreçlerinin dışında kalarak erkek egemenliğine boyun eğmesidir (Altay, 2019) Feminizmde amaç, kadınların toplumda ikincilliği ve buna bağlı olarak ezilmelerinin nedenini kuramsal çerçevede ortaya koymaktır. Aynı zamanda kadınların özgürleşmek için verdikleri mücadele hareketidir (Güneş, 2017: 245).

Feminist çerçevede incelenmekte olan konulardan birisi de kadına yönelik erkek şiddetidir. Feminizm şiddet eylemlerini gerçekleştirenin çoğunlukla erkekler olmasını dayanak göstererek, şiddeti toplumsal cinsiyet temelinde ele almaktadır. Feminizmde kadına yönelik şiddetin güç ilişkisine dayalı kontrol etme biçimi olduğuna ve bu kontrol etme isteğinin tehlikeli sonuçlarına dikkat çekilmektedir. Erkek kadını baskı ile korkutarak benlik saygısını düşürmektedir. Bu durumun sonraki evresini ise fiziksel şiddet takip etmektedir (Aktaş, 2006:130-131). Dolayısıyla feminist teori çerçevesinde şiddet tanımı “erkek ile kadın arasındaki güç dengesizliğinden kaynaklanan kontrol etme davranışı” şeklindedir (Sallan Gül, 2013:29). Yıldırım da benzer şekilde kadınların yaşamış oldukları şiddetin devamlılık sebebini, toplumda kadın ve erkeklerin güce bağlı eşitsizliği ile açıklamaktadır. Aile içinde gücü elinde bulunduran erkek, gücünü kanıtlamak ve iradesini kabule zorlamak için kadına fiziksel şiddet uygulamaktadır (Yıldırım, 1998:28).

Toplumsal yapıdaki eşitsizliğin şiddete yol açtığı iddiasını eleştirenlerin savları ise eşitlik arttıkça şiddetin de arttığı yönündedir. Backlash (geri tepme) teorisi olarak bilinen bu görüşte sanayi toplumlarında kadınların çalışıp daha çok para kazanmaları ve bağımsızlıkları erkeklerin kontrolü kaybettiği düşüncesine yol açarak şiddeti artıracağı yönündedir (Pektaş, 2017: 134). Brown ve Williams, da aile içinde kadına yönelik şiddeti, kadının bağımsız olma mücadelesi ve erkeğin bunu kontrol altında tutması olarak değerlendirmektedir (akt. Yıldırım, 1998).

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadının ezilmesi ve kadına yönelik şiddete sebep olduğunu iddia eden feminizm ışığında, radikal feministler eşitsizliğin sebebini ataerkil toplum yapısı ile açıklamaktadır (Walby, 2016: 221). Radikal feminist yazarlardan Kate Millett, Cinsel Politika adlı kitabında cinsel roller eylem ve fayda açısından değerlendirildiğinde kadına ev işleri ve çocukların bakımı gibi sorumluluklar verilirken, insancıl oluşumların diğer tümü, ilerleme, yükselme gibi hırslar erkeğe bırakıldığına dikkat çekmektedir. Bu durum insancıl olan tüm davranışların erkeğe özgü olduğunu ortaya koymaktadır (Atan, 2015: 17). Bu kapsamda radikal feminizmin belirginleştiği dönem olan ikinci dalga feminist kadın hareketleri “kişisel olan politiktir” ve “bütün kadınlar kız kardeştir” sloganları ile döneminde büyük yankı yaratmıştır. Kız kardeşlik söylemi kadının bedeni üzerindeki erkek egemenliğini temel alırken, kişisel olanın politik hale getirilmesi erkek tahakkümünün en yoğun yaşandığı özel alan/ev içine yoğunlaşmaktadır (Güneş, 2017: 246).

Dönemin popüler olan sloganlarından “kişisel olan politiktir” sloganı kamusal alandaki eşitliğin yanı sıra özel alanda da cinsiyete bağlı eşitliği talep etmektedir. Bu talebin işlerlik kazanması için tüm kadınlarda benzer olan ezilmişliğin mücedelesinin ortak bir zemine oturtulması hedefi ile “kız kardeşlik” kavramı oluşturulmuştur. Kadınların bilinç yükseltme gruplarında kız kardeşlik, ataerkil toplum yapısında kadınların özellikle aile içinde maruz kaldığı ezilmişliğin üzerine gitmektedir. Bu noktada kız kardeşliğin amacı, kadınların bir araya gelerek sorunlarını dile getirmeleri, bireysel sorunlarının özünde ortak olduğu gerçeğini belirginleştirip, kollektif bir bilinç oluşturmaktır. Burada esas olan ortak deneyimler ve sorunlardır. Bu aşamada “kız kardeşler güçlüdür” sloganı kişisel deneyimin önemine vurgu yapması ve kişisel olanı siyasala dönüştürmesi sebebiyle büyük öneme sahiptir. Özel alan ve kamusal alan ayrımında erkeğin kamusal alan içinde tanımlanırken kadının özel alanda nitelendirilmesi özel alanı da alçaltan bır söylemdir. Bu aşamada kişisel ve özel olanın paylaşılması ve sorunların ortaklığının vurgulanması “kişisel olan politiktir” söyleminin de çıkış noktasıdır. (Berktay,2013: 6-7).

Radikal feminist yazarlar arasında kadının özel alanda değerlendirilmesi konusunu ele alan farklı bakış açıları mevcuttur. Bu yazarlardan biri olan Firestone

(1974) üremeyi kadının ezilmişliğinin temeli olarak değerlendirmektedir. En klasik yaklaşımlardan biri olan bu yaklaşımda, üremenin biyolojik etmenleri sebebiyle (regl, gebelik, doğum, emzirme gibi süreçler) kadını savunmasız bırakarak erkeğe bağımlı hale getirdiğini savunmaktadır. Firestone üremeyi toplumların maddi temelini oluşturmada üretimin bile önünde olduğunu iddia etmektedir. Walby Firestone’un nu iddiasını şu şeklide açıklamaktadır;

“Toplumsal üst yapının kalan kısmı üreme biçimleri tarafından karmaşık ve dolaylı yollarla örgütlenir. Örneğin aşkın eşitsiz bir toplumda ciddi bir yıkıma neden olabilecek türleri eninde sonunda yeniden üretim tarafından inşa edilebilir.”

Bu da Firestone’a göre aşkın iktidar oyununda yozlaştığının göstergesidir (Walby, 2016). Diğer bir ifade ile kadının erkeğe olan aşkı ve sevgisini ele aldığında, sevginin karşısındakine koşulsuz açılma ve onun egemenliğinin kabulü olduğunu belirtirken, kadınların varlıklarının kabulü için bu sevgiye ihtiyaç duyduklarını söylemektedir (Atan, 2015: 15).

Radikal feministlerin tümü kadınların ezilmişliğini üreme ve çocuklar temelinde açıklamaz. Örneğin Bir diğer radikal feminist Rich (1977) çocukların kadınların hayatında büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu söylemektedir. Anneliğin patriyarkal toplumlarda kadın için sorun oluşturduğunu bunun nedeninin ise toplum yapısı olduğunun altını çizmektedir (Walby, 2016). Tam da bu sebeple radikal feministler küçük gruplar halinde kadınlara “bilinç yükseltme” çalışmaları yapmaktadır (Güneş, 2017). Yapılan bu çalışmalar ile kadınlara, toplumdaki ezilmişliklerinin nedeninin erkek egemen toplum yapısı olduğunu göstererek düzeni sorgulamalarının ( Sallan Gül, 2013:68 ) yanı sıra, kadınların ev içinde maruz kaldığı şiddeti de gün yüzüne çıkarmaktadır (Pektaş, 2017).

Modern toplumda, kadınların ezilmişliğine sebep olan ataerkil toplum yapısını destekleyen bir diğer öncül olarak, kapitalizm kavramı karşımıza çıkmaktadır. Sosyalist feministler kapitalist ataerki kavramını kullanarak, kapitalist toplumda, cinsiyete dayalı eşit olmayan iş bölümünün altını çizmektedir. Burada esas nokta kadının hem ev içinde hem de iş yaşamında emek harcamasına karşın, erkeğin tüm enerjisini iş yaşamına harcamasıdır (Güneş, 2017). Bu noktada Chodorow, kamusal

alan-özel alan ayrımından yola çıkarak geleneksel toplum yapısında oluşan iş bölümünün ve modern toplumda sanayileşmeye de paralel olarak ilerleyen kapitalist düzen temelinde kadının “annelik rollü”nü psikanalitik ve sosyolojik perspektiften irdelemiştir. Bu aşamada dikkat çeken ayrıntı, kapitalist toplum düzeninde özel alan ve kamusal alanın sınırları daha da belirgin hale gelirken cinsiyete dayalı iş bölümü temelinde kamusal alan içinde birincil rol benimseyen erkeklerin, özel alanda ikincil ebeveynlik rolü benimsemeleridir (Erdoğan, 2008: 77). Bu noktada kadınların hem özel alan hem de kamusal alan içinde ikili baskı ve ayrıma maruz kalmaktadır (Eken, 2010 :71).

Bu aşamada dikkat çeken bir diğer nokta ise bireylerin yeniden üretim sürecinde toplumda aile temelinde kadının anneliği üzerinden denetim altına alınması meşrulaşmıştır.Özel olanın politik olmadığı bir düzende annelik kadını tahakküm altına almanın en önemli aracı haline gelirken, toplumda herkesin annelik hakkında görüş belirtmesi kadına yönelik tahakkümün dile yansıması ve sınırlarını aşması anlamına gelmektedir. (Karaman & Doğan, 2018: 1476). Tüm bunlar bir araya geldiğinde hem işinde başarılı olmak, hem de toplumun kendisinden istediği annelik rollerini yerine getirmek kadında gerilimlere ve buna bağlı rol çatışmalarına sebep olmaktadır.

Günümüzde kadın hareketleri, tüm kadın sorunlarına dikkat çekebilmek adına çalışmalar yürütmektedir. Çalışmalar daha çok bireylere ulaşabilmek adına medya ve sosyal medya kanalları aracılığıyla sürdürülmektedir. Bu çalışmaların duyurulması ve daha geniş kitlelere ulaşmasında popüler kültürün benimsediği oyuncuların vermiş olduğu destek önemlidir. Ataerkil toplum yapında yer alan erkek egemen medyada kadınların ara eleman ya da bağımlı rollerine (Korkut & Yurdügil, 2015) karşı dünyaca ünlü kadın oyuncuların vermiş olduğu mücadelenin görünürlüğü ise diğer kadınları mücadeleye sevk etmektedir. Mücadele alanlarının temelinde ise kadına yönelik şiddet yer almaktadır. İncelenmekte olan dizi, kadınların şiddete karşı birlik oldukları bir dönemde yayınlanması sebebiyle araştırmanın öznesi olarak seçilmiştir.

4.BÖLÜM

ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ