• Sonuç bulunamadı

4. AVRUPA BİRLİĞİ VE SIĞINMA HAKKI

4.3. Avrupa Birliği’nde Göçmenlere ve Sığınmacılara Yönelik Bazı

4.3.2. EURODAC

AB’de sığınma arayanların başvuruları kapsamında, merkezi bir veri tabanına dönüştürülen parmak izi arşivine ilişkin ilk çalışma 1991 yılında AHGI tarafından bir öneri şeklinde sunulmuştur. Bu öneri sayesinde 1995 yılında çalışmalarına başlayan Schengen Bilgi Sistemi oluşturulmuştur. Zamanla, özellikle sığınma başvurularında destek mekanizması şeklinde olan kurumlara gereksinim duyulması EURODAC kurumunun oluşturulmasına sebep olmuştur (Sönmez, 2015: 252). Böylece AB Konseyi tarafından 11 Aralık 2000 tarihinde alınan 2725/2000 sayılı karar ile EURODAC sistemi kurulmuştur (Karaca, 2016: 27).

Parmak izlerinin karşılaştırılabilmesi ve Dublin Sözleşmesi’nin etkili bir şekilde uygulanabilmesi için kurulan EURODAC sistemi 15 Ocak 2003 tarihinde çalışmaya başlamıştır (Somuncu, 2006: 85). Sistemin amacı, mültecilik statüsü için başvuru yapan 14 yaşından büyük kimselerin veya yasadışı göçmenlerin parmak izlerinin karşılaştırılması ve böylece kimliklerinin tespit edilerek bir veri tabanının

oluşturulmasıdır (Değirmenci, 2011: 51-52; Hopyar, 2016: 63). EURODAC, AB’nin en başarılı sistemi olarak değerlendirilmektedir (Bostancı, 2018: 62).

EURODAC, Danimarka dışında o tarihte üye olan tüm AB üyelerinde geçerlidir. Danimarka Avrupa Topluluğu Antlaşması’na ve Avrupa Birliği Antlaşması’na eklenmiş Danimarka’nın durumuna ilişkin protokol gereğince bu sistemin ne kabul edilmesinde ne de uygulanmasında yer almaktadır. Dolayısıyla tüzük, Danimarka’yı kapsamamakta ve bağlamamaktadır (Özcan, 2005: 170).

Sığınma arayan kişiler AB sınırlarına genellikle Polonya, İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerden girmektedirler. Bu kişiler bir kez polis tarafından yakalandıkları zaman parmak izleri EURODAC veri tabanına kaydedilmektedir ve sistemde 10 yıl kalmaktadır. Başvuru sonrasında da sığınma arayan kişinin parmak izleri alınmakta ve EURODAC veri tabanındakilerle karşılaştırılmaktadır. Bir eşleşme bulunması halinde, sığınma arayan bu kişinin Dublin Tüzüğü’nün başvurusunu incelemekle sorumlu kıldığı ülkeye geri gönderilmesi için talepte bulunulmaktadır (Schuster, 2012: 404). Anlaşılacağı üzere EURODAC düzenlemeleri ile amaçlanan, başvuranların farklı üye devletlerde şanslarını denemelerine veya kendi tercih ettikleri üye devletlere yönelmelerine mani olmaktır (Şahin, 2013: 118).

EURODAC, AB üye devletlerinde ortak sığınma çabaları açısından çok önemli bir yere sahip olmakta ve Schengen Bilgi Sistemi’nin tamamlayıcı unsuru olarak görülmektedir (Akgün, 2016: 95). Fakat işlevselliğine dair şüpheler haricinde EURODAC insan hakları örgütleri tarafından, veri tabanlarının polis kuvvetlerine açılması ve kayıt altına alınmak istemeyen mültecilerin tehlikeli güzergâhlara mecbur bırakılarak ölümlerine yol açılması sebebiyle şiddetle eleştirilmektedir (Bayraklı ve Keskin, 2017: 122).

4.3.3. FRONTEX

AB tarafından mültecilerin birliğe üye devletlerin topraklarına girmesini engelleyebilmek için çok sayıda girişim başlatmıştır (Köse, 2006: 5). Bunların en önemlisi, 26 Ekim 2004 tarihinde AB üye ülkelerinin dış sınırlarının yönetimi amacıyla kurulan ve 1 Mayıs 2005’te göreve başlayan Operasyonel İşbirliği Ajansı’dır

(European Union, t.y.). Merkezi Polonya'nın başkenti Varşova'da bulunan FRONTEX, AB üyesi ülkelerin güvenliğinin sağlanması ve komşularıyla olan sınırlarının korunması için oluşturulmuş bir AB kurumudur (Akdoğan ve Atalay, 2017: 246). AB’nin birliğe üye olmayan komşu ülkeler ile olan sınırlarına ilişkin güvenliğin sağlanması, sınırlarla ilgili risk analizleri oluşturulması ve ulusal sınır müdahale ekipleri arasında işbirliği yapılması amacıyla kurulmuştur (Madde14, 2016).

FRONTEX’in yasal olarak belirlenen birkaç sorumluluk alanı bulunmaktadır. Söz konusu sorumluluk alanları aşağıda maddeler halinde açıklanmıştır (European Union, t.y.; Peers, 2007: 142-144):

Risk analizi: FRONTEX, AB sınır güvenliğine yönelik riskleri değerlendirmektedir. İnsan kaçakçılığı da dâhil olmak üzere dış sınırlardaki düzensiz göç ve sınır ötesi suç faaliyetlerine ilişkin eğilimlerin bir görselini oluşturmaktadır. Bulgularını AB ülkeleri ve Komisyon ile paylaşmakta ve ajans tarafından faaliyetlerin planlanabilmesi için kullanılmaktadır.

Ortak operasyonlar: Özel olarak eğitilmiş personel ve teknik ekipmanın (uçak, gemiler ve sınır kontrol/gözetim ekipmanı) ek yardıma ihtiyaç duyan dış sınır alanlarına konuşlandırılmasını koordine etmektedir.

Hızlı yanıt: Bir AB ülkesinin harici bir sınırda, özellikle de çok sayıda AB vatandaşı olmayan insanın gelmesi konusunda aşırı baskı ile karşı karşıya kalırsa FRONTEX, Avrupa Sınır Müdahale Ekipleri’nin konuşlandırılmasını koordine etmektedir.

Araştırma: Yeni teknolojinin sınır müdahale yetkililerinin ihtiyaçlarını karşıladığından emin olmak için sınır kontrol uzmanlarını araştırma ve endüstri ile bir araya getirmektedir.

Eğitim: AB ve Schengen ile ilişkili ülkelerde, sınır müdahale eğitimine uyum sağlanabilmesi amacıyla sınır yetkilileri için ortak eğitim standartları geliştirmektedir. Bu uyum sağlama çalışması, gezginlerin harici bir AB sınırını geçtiği her yerde, aynı sınır kontrol standartlarına uymalarını sağlayabilmek için tasarlanmıştır. Ayrıca farklı

ülkelerdeki sınır müdahale ekiplerinin FRONTEX tarafından koordine edilen ortak operasyonlara yerleştirilirken verimli bir şekilde birlikte çalışmasını sağlamaktadır.

Ortak geri dönüşler: Geri dönen göçmenler için en iyi uygulamaları geliştirmekte ve ortak geri dönüş işlemlerini koordine etmektedir.

Bilgi paylaşımı: Sınır yetkilileri arasında hızlı bilgi alışverişini sağlayan bilgi sistemleri geliştirmekte ve işletmektedir.

Schengen serbest dolaşım sisteminin tamamlayıcısı olan bir mekanizma şeklinde hizmet veren FRONTEX’in faaliyetleri, bazı üye devletler içerisinde oluşturulan merkezler aracılığıyla yürütülmektedir (Akçadağ, 2012: 21). Söz konusu merkezler, belli bir sınır yönetimi alanında profesyonel olan geçici merkezlerdir. Bu merkezler; İspanya ve Yunanistan’daki deniz sınırları, Finlandiya’daki risk analizi, Almanya’daki kara sınırları, Avusturya’daki eğitim, İtalya’daki havaalanları ve İngiltere’deki gözlem ve kontrol teknolojileri merkezleridir (Köktaş ve Yılmaz, 2010: 15).

FRONTEX tarafından koordine edilen ortak operasyonlar, üçüncü ülke vatandaşlarının AB ortak sınırları dışındaki hareketliliklerinin önlenmesi ve sınır kontrollerinin ertelenmesine ilişkin bir dış boyut içermektedir. Fakat AB’nin sınır yönetimine katmış olduğu dış boyut, bir yandan geri göndermeme (non-refoulement) prensibi açısından bir yandan da 1951 Cenevre Sözleşmesi kapsamında yer alan güvenceler açısından insan hakları ihlallerine sebep olmaktadır (Köktaş ve Yılmaz, 2010: 15-16). Dolayısıyla FRONTEX ekipleri silah taşımaları, aşırı müdahaleleri ve belirli koşullarda silah kullanmaları sebebiyle sığınma hukukuna ve uluslararası hukuka aykırı davranıldığı gerekçesiyle çoğunlukla eleştiriye maruz kalmıştır (Keller vd., 2011: 25). Ayrıca 2013 yılının Ekim ayında İtalya’nın Lampedusa Adası yakınlarında çok sayıda mülteciyi taşıyan teknenin batması neticesinde yaşanan kayıplar ve daha sonraki zamanlarda birçok defa tekrarlanan benzer olaylar da FRONTEX’in varlığına ilişkin sorgulamalara sebep olmuştur (Hopyar, 2016: 62).

4.3.4. EUROSUR

2013 yılında faaliyete geçen ve AB sınırlarının kontrol altında tutulması ve sınırların yönetiminin iyileştirilmesi için önemli bir yere sahip olan Avrupa Sınır

Gözetleme Sistemi (EUROSUR), Frontex’in sorumluluğu altında bulunan bir bilgi alışveriş sistemidir (Karaca, 2016: 35; Aydın, 2016: 157). EUROSUR ile düzensiz göçle ve sınır ötesi suçlarla mücadele ve denizde göçmen ölümlerini engellemek için farkındalık yaratmak ve reaksiyon yeteneğini artırarak üye devletlerin desteklenmesi amaçlanmıştır (Akgün, 2016: 98).

Yasadışı göçün sebep olduğu ölümlerin azalmasına sahip olduğu teknik imkânlar sayesinde katkıda bulunması beklenen EUROSUR’un, sınır ötesi organize suçlarla mücadelede hususunda da AB üyesi ülkelere destek olması amaçlanmıştır. EUROSUR’un, yasa dışı göçmen taşıyan küçük tekneleri tespit etme özelliğine sahip olması sebebiyle zorda kalan teknelere destek olunmasını sağlayacağı ve yasa dışı göçün genelde AB ülkelerinin eleştirilmesine sebep olan insani boyutuna dair katkı sağlayacağı da iddia edilmiştir (Bostancı, 2018: 62-63). EUROSUR özellikle Mısır, Cezayir, Tunus ve Libya’ya; şüpheli ya da yasa dışı faaliyetler hususunda kendi aralarında ve AB üye devletleriyle (özellikle de Fransa, Kıbrıs, İtalya, Yunanistan, İspanya ve Malta) haberleşerek eş zamanlı bir eylem planı geliştirilmesine imkân tanıyacak teknik sistemler oluşturulması hususunda yardımcı olunmasını amaçlamaktadır (Amnesty International, 2014: 19). Dolayısıyla EUROSUR, genel yapısı sayesinde AB’nin güvenliği için potansiyel suçlular veya risk gruplarına dair seçici hedefler yaratarak sahip olduğu ileri teknolojiyle onları gözlemlemektedir. Bu bağlamda FRONTEX bir genel koordinasyon görevi edinirken birliğin gözcüsü olan EUROSUR’un yardımıyla da istenmeyen nüfuslar gözaltına alınmaktadır. İleri teknolojiler ile donatılmış olan bu gözcü, insansız hava araçları şeklindeki modern izleme teknolojilerini de kapsamaktadır. Bu modern teknolojilerin maliyeti, EUROSUR’a 2020 yılına kadar tahsis edilmiş olan 340 Milyon Euro’luk bütçe ile karşılanacaktır (Aras, 2014: 91).

AB yetkilileri çoğunlukla EUROSUR’un yaşamları kurtarma ve güvenliği artırma potansiyeline dikkat çekmiştir. Bu potansiyelde doğruluk payı vardır. Fakat Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) tarafından AB topraklarına göçmenlerin daha ulaşmadan tespit edilmeleri ve durdurulmalarında ya da üye devletler tarafından bu kişilerin durdurulmalarının talep edilmesi için EUROSUR’un

kullanılmasından ve bu durumun da geri gönderme (refoulement) riskini artırmasına ilişkin birtakım endişeleri olduğu belirtilmiştir (Amnesty International, 2014: 19).

4.3.5. Fon Kuruluşları

Dış sınırların yönetilmesi ve mülteci krizinin çözülmesi AB için öncelikli konular arasında yer almaktadır (Akdoğan, 2018: 68). Dolayısıyla AB’nin dış sınırlarının yönetimi ve ortak iltica ve göç politikalarının uygulanması amacıyla 2007- 2013 yılları arasındaki 6 yıllık dönemi kapsayacak şekilde Dayanışma ve Göç Hareketleri Yönetimi Programı (SOLID) oluşturulmuştur. İçişleri alanında bir çerçeve programı olan SOLID kapsamında dört alt program yer almaktadır. Söz konusu bu programlar aşağıda maddeler halinde belirtilmiştir (Avrupa Birliği Bakanlığı, t.y.: 28):

Avrupa Mülteci Fonu (2008-2013): Bütçesi 614 milyon Euro olan programın amacı, iltica prosedürlerinin gerçekleştirilmesi ve insan haklarına uygun karşılamadır. Dış Sınırlar Fonu: Bütçesi 1,82 milyar Euro olan programın amacı, dış sınırlarla alakalı denetim ve kontrollerde etkinliğin artırılmasıdır.

Avrupa Entegrasyon Fonu (EIF) / Üçüncü Ülke Vatandaşlarının Entegrasyonu için Avrupa Fonu: Bütçesi 825 milyon Euro olan programın amacı, üye devletlerdeki üçüncü ülke vatandaşlarının sosyal ve ekonomik uyumunun sağlanmasıdır.

Avrupa Entegrasyon Fonu (EIF) / Üçüncü Ülke Vatandaşlarının Entegrasyonu için Avrupa Fonu (2008-2013): Bütçesi 676 milyon Euro olan programın amacı, geri dönüşün yönetimine ilişkin anlayışın geliştirilmesi kapsamında üye devletlerin çabalarının desteklenmesidir.

Nisan 2014 tarihinde AB tarafından SOLID Programı kapsamındaki dört alt programın yerini alacak iki yeni fon oluşturularak bu alandaki harcamalar neredeyse %50 oranın artırılmıştır. Yeni oluşturan bu fonlar; her üye devletin iltica ile ilgili olarak alacağı önlemlerde kendisine ayrılan ödeneğin en az %20’sini kullanmak durumunda olduğu İltica, Göç ve Entegrasyon Fonu (AMIF) ve İç Güvenlik Fonu (sınırlar ve vize) (ISF)’dur (Amnesty International, 2014: 10).

İltica, Göç ve Entegrasyon Fonu (AMIF), göç akışlarının etkin bir şekilde yönetilmesini ve göç ve iltica konusunda ortak bir birlik yaklaşımının uygulanmasını, güçlendirilmesini ve geliştirilmesini teşvik edeceği belirtilerek, 2014-2020 yılları arasındaki yedi yıllık dönemi kapsayan toplam 3,1 milyar Euro bütçe ile kurulmuştur (European Parliament, 2018; IKV ve Servantie, 2017: 19). Bu Fon’un dört özel hedefin gerçekleştirilmesine katkıda bulunacağı ifade edilmiştir. Söz konusu hedefler aşağıda maddeler şeklinde açıklanmıştır:

İltica: Bu alandaki AB mevzuatının etkili ve düzenli bir şekilde uygulanmasını sağlayarak Ortak Avrupa İltica Sisteminin güçlendirilmesi ve geliştirilmesi,

Yasal göç ve entegrasyon: İşgücü piyasası ihtiyaçları doğrultusunda AB ülkelerine yasal göçün desteklenmesi ve AB üyesi olmayan vatandaşların etkin entegrasyonunun teşvik edilmesi,

Geri dönüş: Düzensiz göçle mücadeleye katkıda bulunan adil ve etkili geri dönüş stratejilerinin geliştirilmesi, geri dönüş sürecinin sürdürülebilirliği ve etkinliği üzerinde durulması,

Dayanışma: Göç ve iltica akışlarından en çok etkilenen AB devletlerinin, diğer AB devletleri tarafından gelen dayanışmaya güvenebileceğinden emin olmak.

Bu Fon’un ayrıca Avrupa Göçmen Ağı'nın (EMN) faaliyetleri ve gelecekteki gelişimi için finansal kaynaklar sağlayacağı belirtilmiştir. EMN, politika oluşturmayı desteklemek amacıyla güncel, objektif, güvenilir ve karşılaştırılabilir veriler sunarak, AB kurumlarına ve AB devlet otoritelerinin ve kurumların göç ve iltica konusundaki bilgi gereksinimlerine yanıt vermeyi amaçlamaktadır (European Commission- Migration and Home Affairs, b).

İç Güvenlik Fonu (ISF) ise iç güvenlik stratejisinin uygulanmasını desteklemek, kolluk kuvvetleriyle işbirliği ve AB’nin dış sınırlarının yönetimini desteklemek amacıyla kurulmuştur. ISF’nin 2014-2020 yılları arasındaki yedi yıllık dönemi kapsayan bütçesi 3,8 milyar Euro olarak belirlenmiştir (EUR-Lex, 2014). İtica, göç ve entegrasyon ve bu iki Fon tarafından desteklenen iç güvenlik ve sınırlar alanındaki eylemlerin uygulanmasında, Komisyon’un AB ülkeleriyle yakın bir şekilde çalışacağı

ifade edilmiştir. AB düzeyinde gerçekleştirilen eylemler için Komisyon’un, sırasıyla teklif ve satın alma prosedürleri için verilen hibeler ve kamu sözleşmeleri yoluyla uluslararası ve sivil toplum örgütleriyle doğrudan işbirliği yapacağı da belirtilmiştir (European Commission, t.y.). Ayrıca AMIF tarafından, üye devletlerin Fon’un insan hakları üzerindeki etkisini değerlendirme hususunda bir rolü bulunacak olan ilgili uluslararası kuruluşların, sosyal partnerlerin ve hükümet dışı örgütlerin sözü edilen ortaklar içerisine dâhil edilmeleri şart koşulmuştur. Fakat ISF için böyle bir yükümlülük söz konusu değildir. Fonlar her ne kadar üye devletler ve Avrupa Komisyonu tarafından kullanılsa da Avrupa Parlamentosu ile Avrupa Konseyi, AB bütçesinin nasıl belirleneceği ve tahsis edileceğine ilişkin kararın verilmesi hususunda önemli bir rol oynamaktadır (Amnesty International, 2014: 10-11).

Yukarıdaki bilgilerden hareketle AB bünyesinde kurulan fonlar ve bütçeleri karşılaştırıldığında, daha önce de değinildiği gibi AB’nin öncelik olarak kendi sınırlarının güvenliğini çok önemsediği görülmektedir. 2014-2020 yılları arasında kullanılmak üzere ISF’ye 3,8 milyar Euro ayrılırken, AMIF’e 3.1 milyar Euro ayrılmıştır. Diğer taraftan 2007-2013 yılları arasında kullanılmak üzere SOLID programına yaklaşık 4 milyar Euro ayrılmış, ancak bu paranın neredeyse yarısı EBF tarafından kullanılmıştır (Akgün, 2016: 99-100).

SONUÇ

İnsanların, yalnızca insan olmaları sebebiyle bazı hakları bulunmaktadır. Her birey, kendisinin ve ailesinin güvende olmasına, barınmaya, sağlık hizmetleri almaya, bedensel bütünlüğünü ve sağlığını korumaya, beslenmeye, temiz su ve gıdaya ulaşmaya, onurunu zedelemeyecek şekilde çalışmaya ve daha pek çok hakka sahiptir. Bu haklar “insan hakları” olarak adlandırılmıştır. İnsanların bu hakları, zamanla şekillenerek bugünkü halini almıştır. İnsan hakları evrenseldir. İnsan hakları ülke devletleri tarafından korunmak, sağlanmak ve geliştirilmek durumundadır. Ancak kimi zaman gerek yönetim ve kanun yapıcıların hataları, ideolojileri ya da hırsları gerekse savaşlar, ekonomik buhran veya hatta doğal sebepler nedeniyle hakların tam anlamıyla kullanılamaması söz konusu olabilmektedir.

İnsanlar, çoğu zaman daha iyi bir yaşam hayali kursalar da aslında kalıcı olarak yer değiştirmelerinin (göç) temelinde, haklarını daha iyi şekilde yaşamak vardır. İnsan haklarına sahip çıkılan toplumlarda refah düzeyi, ekonomik faaliyetler, insanların iş gücü ve zihinsel aktivitelerindeki verimliliğin de artacağı ifade edilmektedir. Bunun en önemli nedeni ihtiyaçların karşılanabilmesidir. Dolayısıyla toplu göçler, bu rahatlığa ulaşabilmek sebebiyle gerçekleştirilmektedir.

İnsanoğlunu yüzyıllardır etkisi altına alan göç olgusu, son dönemde ülkelerin gündeminde önemli bir konuma sahip olmuştur. Yaşadıkları yerden ekonomik, sosyal veya zorlayıcı sebepler doğrultusunda genellikle daha iyiye yönelme içgüdüsüyle ayrılma hareketi içerisinde bulunan insanlar hem ayrıldıkları noktayı hem de varış noktalarını etkilemiştir. Söz konusu bu etkileşim, göç sebebine göre olumlu veya olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Ülkeler tarafından öncelikle ülke içi yer değiştirme hareketleri kontrol altına alınmaya çalışılsa da savaşlar ve sonrasında yaşanan sömürge hareketleri, uluslararası göçün önemini artırmış, devletleri bu yönde önlemler almaya zorlamıştır. Dünyadaki ekonomik dengesizlikler, savaşlar, adalet dağılımı ve insan haklarına ilişkin meseleler devam ettiği sürece, göç konusunun gündemde olacağı bilinmektedir.

Bu çalışmada, göç konusunun gelişimi, göçlerin temel ve dolaylı nedenleri ve göç çeşitleri ele alındıktan sonra, mülteciler ve sığınmacılar hususundaki insan hakları düzenlemeleri ve sözleşmelere yer verilmiştir. Sonrasında ise çalışmanın konusu olan Avrupa Birliği’nin göç geçmişi, genel göç politikaları, Birlik sürecinde yapılan antlaşmalar ve sınırlar ve göç yönetimi ile alakalı olan Birlik kuruluşlarından bahsedilmiştir.

Çalışmanın ikinci bölümünde, göç tanımına yer verilerek göç çeşitleri ele alınmış, mülteci ve sığınmacı kavramları açıklanarak, dünya tarihindeki göç akımları incelenmiştir.

İnsanların yer değiştirme hareketleri, her ne sebeple olursa olsun, zorunlu veya gönüllü, varış noktasına iki şekilde varmalarıyla sonuçlanmaktadır. Yasal veya yasa dışı. Bu hareketlerin sonucu olarak ülkeler, yasal göçmen kabulünde belirli kısıtlamalara gitmiştir. Yasa dışı göçle alakalı olarak da katı uygulamalar gündeme

gelmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde de ifade edildiği gibi gerçekleşen göç hareketlerinin çoğunluğunu yasa dışı göçler oluşturmaktadır. Bu yasa dışı göçlerin büyük kısmı ise Batı ülkelerine doğru gerçekleşmektedir.

Yaşanan göç hareketleri çalışma çerçevesinde değerlendirildiğinde, yasal göçmen kabulünde ülkelerin genellikle nitelikli iş gücünü üst kriter olarak değerlendirdiği görülmektedir. Bu durumun sonucunda, nitelikli göçmenlerin hedef ülkelere ulaşmakta zorluk yaşadığı ve ancak gereken belgenin temin edilmesi yoluyla izinlere daha çabuk sahip oldukları görülürken; niteliksiz göçmenlerinse genellikle yasa dışı yollara yönelmek zorunda bırakıldığı görülmüştür. Buna en yakın örnek olarak da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra toparlanma sürecine giren Avrupa ülkelerinin açık kapı politikası uygulayarak, iş gücü ihtiyacını karşılamaya yönelik yapmış oldukları göçmen alımları gösterilmiştir.

Çalışmanın ikinci bölümünde, istihdam ihtiyacının fazla olduğu dönemlerde kabullerin çok daha kolay olduğu gözlemlenen Avrupa ülkelerinin, 1973 Petrol Krizi’nden sonra göç konusunda kısıtlamalara gittiği ve nitelikli göçmen kabullerinin devam etmesine rağmen niteliksiz göçmenlerin engellenmesi durumu ile meydana gelen göç akımlarının yasa dışı yollara yönelmesine sebep olduğundan da bahsedilmektedir. Bu durumun sonucunda, insan ticareti ve göçmen kaçakçılığı ile karşılaşan devletler tarafından söz konusu durumun engellenmesi amacıyla çeşitli önlemler alınmıştır. Dolayısıyla yasa dışı göçlerin artış göstermesi Avrupa Birliği üyesi devletlerin bu konudaki farklı politikaları gündeme getirmesine sebep olmuştur. Bu politikalar yasa dışı göçle mücadele edilmesi hususundaki zorluğu göz önüne sermiş, Birliği menşe ve transit ülkelerle iş birliği yapmaya yöneltmiştir.

Çalışmanın üçüncü bölümünde insan hakları ile sığınmacılar arasındaki bağlantı ve dünyada sığınmacılara ilişkin yapılan çalışmalar, sözleşmeler ve kurumlar incelenmiştir.

Sığınma hakkı tüm insanlar için geçerli olan ve yine yalnızca insan olmanın getirdiği doğal ve vazgeçilmez bir haktır. Kişilerin zorla yerinden edilmesi ve çeşitli sebeplerle göç etmeye mecbur bırakılması ya da insan haklarının biri, bir kaçı veya tamamının ihlal edilmesi gibi nedenler, bunları yaşayan insanlara sığınacak bir yer

aramalarına sebep olmuştur. Dünya genelindeki sığınmacı sayısı her geçen gün artmaktadır. Fakat sığınma hakkı özellikle son yüzyılda sosyologlar, hukukçular, psikologlar ve felsefe gibi pek çok disiplin tarafından ve çok yönlü olarak çalışılmaya başlanmış olup, dünya genelinde sığınmacılara hala tam bir yasal statü tanınmış değildir. Mülteci olmak için başvurularının sonuçlanmasını bekleyen sığınmacılar, yasal haklardan yararlanamamaktadır. Sığınma hakkı, 1951 Cenevre Sözleşmesi ve BMMYK çalışmalarıyla evrenselleşmiştir (Akgün, 2016: 48). Özellikle BMMYK, dünya genelinde birçok sığınmacının hak arayışlarına yardımcı olmuş, sığınmacılar hakkında yapılan çalışmaların yürütülmesini sağlamıştır.

Fakat bu noktada Cenevre Sözleşmesi’nin sığınmacı hukuku açısından yetersiz olduğunu söylemek lazımdır. Bu sözleşmede mülteci kavramı dahi bulunmamaktadır. Keza BMMYK da her ne kadar sığınmacılığın bir insani hak olduğunu ve sığınmacı koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini söylese de konuya ilişkin net bir yaptırımdan bahsetmek olanaksızdır. Bu durum, sığınmacılık sistematiğinin de karmaşık hale gelmesine ve aslında çözüm bekleyen daha büyük bir probleme dönüşmesine neden olmaktadır. AB başta olmak üzere, pek çok ülke, kendisine gelen sığınmacılar için hem insani haklar çerçevesinde hem de kendi refah düzeyini bozmayacak biçimde çözümler üretmeye çalışmaktadırlar.

AB ülkeleri, insan hakları konusunda yaptıkları düzenlemelerle dünyada bu konuda önde gelen ülkelerden olmuştur. Göçmenlerin AB’ye yönelmesindeki çekici faktörlerden biri de budur. Sığınmacılara yönelik tanınan haklar, düzenleme sistemleri ve ülkelerin refah seviyesi göçmenlerin varış noktasını AB’ye yöneltmiştir. Ancak altının çizilmesi gereken bir nokta, ülkelerin sığınmacılara kapılarını açmaları halinde kendi vatandaşlarının yaşam standartları konusunda endişe duymalarıdır. Özünde

Benzer Belgeler