• Sonuç bulunamadı

Avrupa Birliği Öncesi Avrupa Ülkelerinin Göç Politikaları

4. AVRUPA BİRLİĞİ VE SIĞINMA HAKKI

4.1. Göç Politikaları

4.1.1. Avrupa Birliği Öncesi Avrupa Ülkelerinin Göç Politikaları

göçler Avrupa’nın yeniden şekillenmesine, yeni devletlerin kurulmasına neden olmuştur (Deniz, 2014: 180).

Dünyada sömürgeciliğin başlaması ile büyük göç hareketleri meydana gelmiştir. Amerika kıtasının keşfi, göç hareketlerini okyanus ötesi boyuta ulaştırmıştır. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar köle ticareti ile Avrupa ve Amerika’ya çoğunluğu Afrika’dan olmak üzere milyonlarca birey getirilmiştir. İngiltere 1663 yılında Afrika’dan köle ticaretine başlamıştır. 1619-1776 yılları arasında 10 milyon zencinin köle ticareti ile Amerika’ya götürüldüğü tahmin edilmektedir (Aykaç ve Yertüm, 2016: 4, Canbay Tatar, 2013: 73, Deniz, 2014: 180, Gökdere, 1978: 12, Yenidünya, 2018: 1).

Danimarka 1792 yılında köle ticaretini yasaklamış, Fransa da 1794 yılında köleliği kaldırmıştır. Daha sonra köle ticareti, Viyana Kongresi’nde (1815) Köle Ticaretinin Kaldırılmasına İlişkin Evrensel Bildiri (Declaration of the Eight Courts Relative to the Universal Abolition of the Slave Trade) ile tamamen yasaklanmıştır (Kızılsümer, 2007: 116).

Köle ticareti yasaklandıktan sonra ücretli iş gücü adı verilerek zorunlu veya ücretli çalıştırılmak için insanlar Avrupa kolonilerine getirilmeye devam edilmiştir. Bu göçmenler Hindistan ve Çin’den getirilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’na kadar, Hindistan’dan 30 milyon kişinin işçi göçü ile ayrıldığı tahmin edilmektedir. Sömürge bölgelerinde ucuz iş gücü ihtiyacı bu göçlerle karşılanmıştır (Aykaç ve Yertüm, 2016: 4, Dönmez Kara, 2015: 1, Eker, 2008: 43, Somuncu, 2006: 11).

Aynı zamanda Avrupalılar da Amerika, Afrika ve Avustralya’daki kolonilere göç etmişlerdir. Avrupa nüfusunun yüzde on ikisi olan 48 milyon insan 1846-1924 yılları arasında zorunlu göç hareketinde bulunmuştur. Bu kıtalarda kurulan ülkelerin temelleri bu göç akımları ile oluşmuştur (Aykaç ve Yertüm, 2016: 4-5, Somuncu, 2006: 11).

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra koloni kurmak ve sanayi istihdamını sağlamak amacıyla okyanus aşırı göçler devam etmiştir. Almanya sanayisinin 1914 yıllarında yükseliş göstermesinde yaklaşık iki milyon olan göçmen işçinin payı vardır. Bu dönemde 1915’te Fransa, 1922’de Belçika, 1926’da İtalya, 1933’te Avusturya ve 1935’te Almanya, yabancılarla ilgili yasal düzenlemeler yapmış, Almanya’daki vatandaşları tam vatandaşlar ve siyasal haklardan mahrum vatandaşlar olarak ayıran

Nürnberg Yasaları yankı uyandırmıştır (Aykaç ve Yertüm, 2016: 5, Bozbeyoğlu, 2015: 62, Şahin, 2001: 58).

Tablo 6: 1846 – 1924 Yılları Arasında Avrupa’dan Kıtalararası Göçe Katılanlar

Ülke / Bölge Göçmen Sayısı Tüm Oranı (%) Göçmenlere

Avusturya Macaristan 4,878,000 10,0 Belçika 172,000 0,3 Britanya 16,974,000 34,9 Danimarka 349,000 0,7 Finlandiya 342,000 0,7 Fransa 497,000 1,0 Almanya 4,533,000 9,3 İtalya 9,474,000 19,5 Hollanda 201,000 0,4 Norveç 804,000 1,7 Portekiz 1,633,000 3,4 Rusya – Polonya 2,551,000 5,3 İspanya 4,314,000 8,9 İsveç 1,145,000 2,4 İsviçre 307,000 0,6 Avrupa Toplamı 48,174,000 99,2

Kaynak: Aktaran: Eker, 2008: 45.

Zimmerman’a göre İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’ya yönelik göç dalgaları dört dönemde incelenir. Bunlar; savaş sonrası dönem, işçi göçü dönemi, sınırlandırılmış göç dönemi ve soğuk savaş sonrası dönemdir (Zimmerman, 2005: 4).

4.1.1.1. Savaş Sonrası Dönem (Dekolonizasyon Dönemi) İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle Avrupa kıtası yoğun nüfus hareketleri yaşamaya başlamıştır. Savaştan sonra sınırların değişmesiyle Almanya, Polonya, Çekoslovakya arasında yaklaşık 15 milyon insan yer değiştirme hareketi gerçekleştirmiştir (Bayraktar, 2013: 112).

Avrupa ülkelerinin sömürgelerden çekilme hareketlerinin başlamasıyla Fransa Cezayir, Tunus ve Fas’tan; İngiltere İrlanda, Pakistan ve Hindistan’dan gelen yoğun göç hareketiyle karşılaşmıştır. Sömürge döneminde bu ülkelere giden göçmenler, dekolonizasyon süreciyle birlikte geri dönmüşlerdir (Alkan, 2015: 758, Özerim, 2014: 21).

Göç hareketleri 1950’li yıllarda yavaşlamış ve Berlin duvarının inşa edilmesine kadar asgari düzeyde sürmüştür (Bayraktar, 2013: 112).

4.1.1.2. İşgücü Göçü Dönemi

Avrupa’nın savaş sonrası ekonomisini canlandırması için gereken istihdam, bu dönemde misafir işçi programlarıyla karşılanmaya çalışılmıştır. İkinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra, Almanya 1954 yılından itibaren Yunanistan, İspanya, Portekiz, Türkiye, Yugoslavya ve Tunus’tan işgücü göçü almıştır. Bu dönem 1973’e kadar sürmüş, Avrupa 30 milyon birey göç almıştır. Avrupa’da işçi göçleriyle beraber ortaya çıkan sosyo-ekonomik tartışmalar, asimilasyoncu ve dışlayıcı söylemlerde artışa neden olmuştur (Bekaroğlu vd., 2015: 16, Özerim, 2014: 22, Şahin, 2001: 58).

4.1.1.3. Sınırlandırılmış Göç Dönemi

Petrol krizi 1973’te ekonomilerde durgunluğa sebep olmuş, bu durumdan dolayı ülkeler işçi göçü alımını durdurma-kısıtlama yoluna başvurmuştur. Ekonomik krizin göçmenler ve yerli halk arasındaki gerginliği tırmandırması ile bu yıllarda Avrupa’da göçmen karşıtlığı hareketlerinde artış yaşanmıştır (Alkan, 2015: 759, Bayraktar, 2013: 113). Sınırlandırılmış göç dönemi, göçün ve göçmenlerin sorun olarak ele alınmaya ilk başlandığı dönemdir ve Avrupa ülkelerinin göçü güvenlikleştirmesi bu dönemden itibaren başlamaktadır. Bu dönemde düzensiz göçün de artış göstermesi, ülkelerin göç hareketlerini kontrol altına alma çabalarına sebep olmuştur (Castles ve Miller, 2008: 131, Özerim, 2014: 23). Yeni ulusal düzenlemeler, vize politikaları, iltica hakkında caydırıcı önlemler, artırılmış sınır kontrolleri ve göçmenlerin ülkeye girişine yönelik düzenlemeler ortaya çıkmıştır (Uçarer, 2001: 292).

4.1.1.4. Soğuk Savaş Sonrası Dönem

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Avrupa’da, Doğu Avrupa ülkelerinden Batı Avrupa ülkelerine doğru gerçekleşen göç hareketleri ve Afrika ülkelerinden gelen göç hareketleri yaşanmıştır. Aynı zamanda bu dönemde misafir işçi programları daha katı kurallarla da olsa tekrar başlatılmış ve küçük çaplı göç akımlarına sebep olmuştur (Castles ve Miller, 2008: 142, Özerim, 2014: 26).

SSCB’nin dağılması ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı, özellikle Batı Almanya’yı olası göçmen akımlarından dolayı endişelendirmiştir. Bu dönemde, artan mülteci ve sığınmacı hareketleri kitlesel göç akımı yaşanacağı korkusuna sebep olmaktadır. AB’nin 1991 tarihli Zirve’sinde Almanya, Hollanda ve Komisyon’un da desteği ile adalet ve içişlerinde iş birliği Zirve gündemine alınmıştır (Castles ve Miller, 2008: 144, Ümit, 2013: 59).

1990’lardan itibaren “Kale Avrupa” terimi ortaya çıkmış, sınırlandırılmış göç döneminde olduğu gibi maddi ve kültürel endişeler sonucu göç hareketlerinde kısıtlayıcı ve düzenleyici politikalar yürütülmeye başlanmıştır (Alkan, 2015: 758- 759).

Göç deneyimlerine göre AB ülkeleri beş kategoride incelenir: Eski göç ülkeleri kategorisinde bulunan ülkeler göç geçmişlerinin uzun yıllara dayanması, göçmen sayısının çok fazla miktarda olması, ekonomik sebepli göçlerin aile birleşmeleriyle tamamlanması, niteliği yüksek göçmenlerin kabul edilmesi düşük nitelikli göçmenlerin yalnızca belirli sektörlerde kabulü, göçmenlerin toplumla entegrasyonuna yönelik ileri düzeyde ve serbest vatandaşlık politikaları ve göç konusundaki tartışmaların siyasallaşması, genelde asimilasyon konularının gündemde olması ile bilinmektedir. Bu ülkeler Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Almanya, Hollanda, Lüksemburg, İsveç ve İngiltere’dir (Triandafyllidou ve Gropas, 2008: 363). Günümüzde göç alan ülkeler kategorilerinde yer alan ülkeler ise; Avrupa’nın kıyı sınırlarında bulunan, 80’li yıllarda göç veren ülke kategorisindeyken 90’lı yıllarda göç alan kategorisine geçen, göçmen nüfusunun kısa zaman diliminde artış gösterdiği, göç politikalarını yaşanan olaylara özel olarak geliştiren, göçmenlerin entegrasyonu hakkındaki politikaları sınırlı olan ve göç konusundaki tartışmaların kontrol, suç ve

asimilasyon korkusu üzerine yapıldığı ülkelerdir. Bu kategoride yer alan ülkeler; Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya, İrlanda ve Finlandiya’dır (Triandafyllidou ve Gropas, 2008: 363).

Geçiş ülkeleri kategorisinde değerlendirilen ülkeler, Orta Avrupa coğrafyasında bulunan eski komünist ülkelerdir. Bu ülkeler hem göç verir hem göç alır hem de transit ülke konumundadırlar. Kapitalizm ve demokrasiye geçişte ekonomik ve siyasi bakımdan başarılı olmuş, düzensiz göçmen nüfusu az; fakat artış göstermekte, göçmen entegrasyonu politikaları bulunmayan ve göç hakkındaki tartışmaların sınırlı olduğu ülkelerdir. Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya bu kategoride yer alır (Triandafyllidou ve Gropas, 2008: 363).

Adalar kategorisinde yer alan Kıbrıs ve Malta ise; yoğun olarak göç ve iltica baskısı hissetmektedir. Göç politikalarını olaylara göre ve geçici olarak geliştiren bu ülkelerde göçmenlerin entegrasyonu hakkındaki politikalar oldukça sınırlıdır. Ada ülkelerinin kendi vatandaşları genellikle dışarıya göç etmekte, ülkelerdeki tartışmalar göçmenlerin ülkeyi işgal etmesi konusundaki korkular çerçevesinde ilerlemektedir (Triandafyllidou ve Gropas, 2008: 363).

Son kategoride ise az göç alan ülkeler yer almaktadır. Bu ülkelerdeki düzenli ve düzensiz göç akımları oldukça azdır. 1990’larda ulus devletleşmeye yönelen bu ülkeler önemli nüfus değişimleri yaşamış ve bunun sonucunda azınlıklar oluşmuştur. Estonya, Letonya, Litvanya, Slovenya ve Slovakya bu kategoride yer almaktadır (Triandafyllidou ve Gropas, 2008: 363).

Benzer Belgeler