• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.4. Seyyahların Kaleminden Türk Toplumu

2.4.1. Eski Türklerde Toplumsal Yaşam

Orta Asya’da birçok Türk devleti kurulmuştur. Bu devletlerin kendine has örf ve adetleri, ekonomik yaşamları, devlet düzenleri ve kültürel faaliyetlerini sergiledikleri bir toplum düzenleri vardır. Bu konulara ilişkin bilgilerin elde edildiği birinci elden kaynaklardan seyahatnameler bulunmaktadır. Seyahatnamelerden bu ilk dönemlere ilişkin bilgiler elde edilebilir. Türk toplumunun yaşadığı tarihsel süreci izlemenin en önemli noktası, kültürel değişimleri izlemek ve anlamaya çalışmaktır. Bu açıdan seyahatnamelerden bu yönde faydalanabiliriz.

İslamiyet’ten önceki Türk toplumunun yaşantısı hakkında bilgiler elde edebileceğimiz yazılı kaynaklardan olan seyahatnameleri üç kısımda ele almak mümkündür:

 Çinli Seyyahların Aktardığı Bilgiler: Chang Ch’ien, Kan Ying, Fa Hisen, Sung Yung, Tu Huai, Wang Yen-te, Wu-ku-sun, Ch’ang Te gibi çok sayıda seyyahın Türk devletlerindeki yaşantılara şahitlik ederek aktardığı bilgilerin yer aldığı seyahat anlatılarıdır.

 Bizans Seyyahlarının Aktardığı Bilgiler: Avrupa Hunlarına giden Priskos (5.yy), Göktürklere giden Zemarkhos ve Valentinus (6. yy) bu seyyahlardandır.

Hıristiyan dünyasından Rubruk (13.yy), Marco Polo (13.yy), J. Schiltberger (14.yy), Clavijo (15.yy) ve A. Vambery (19.yy) Asya’ya giden seyyahlardandır.

 Müslüman Seyyahların Anlatımları: El Cahiz (9.yy), İbni Hurdadbih (9.yy), Yakubi (9.yy), İbni Fadlan (10.yy), Hemedani (10.yy), İbni Havkal (10.yy), Biruni (11.yy), İdrisi (12.yy), Kazvini (13.yy) gibi çok sayıda Müslüman seyyah Türk illerine yaptığı seyahatlerde bilgiler aktarmaktadır (Donuk, 2013: 23-25).

İbni Fadlan eserinde Oğuz Türkleri hakkında şunları anlatmaktadır:

“Bu dağı geçtikten sonra Oğuzlar denen Türk kabilesinin yanına vardık. Bunlar göçebeydiler. Kıl çadırlarda konup göçüyorlardı. Göçebelerde olduğu gibi yer yer grup halinde çadırları vardı.” (Şeşen, 2010: 10).

“Türklerin hepsi sakalların tıraş eder, bıyıklarını bırakırlar. Çoğu defa onlardan sakalını yolmuş, çenesinin altında bir miktarını bırakmış ve üzerine post almış ihtiyar bir adam görürsün (…) Oğuz Türklerinin hükümdarına Yabgu denir. Bu, hükümdarın unvanıdır.

Oğuzların başına geçen her kişi bu unvanı alır. Onun vekiline Kuzerkin (Külerkin) denir. Yine onlardan her reisin naibine aynı unvan verilir.” (Şeşen, 2010: 15-16).

Bu bilgiler, Oğuz Türklerinin toplumsal ve devlet düzeni olarak sürdükleri yaşantı hakkında bilgiler vermektedir. Burada öğrencilerin bunları okuması, yorumlaması, çıkarımlarda bulunması ve bu yazılı kanıtı tartışması sağlanabilir. İbni Fadlan, Bulgarların arasından geçerken onların cenaze törenleri hakkında şu bilgileri paylaşmaktadır:

“ Ölünün arkasından kadınlar ağlamaz. Erkekler ağlar. Öldüğü gün eve (çadıra) gelirler.

Kapısında dururlar en acıklı, en sesli şekilde ağlarlar. Bunlar hür kişilerdir. Onların ağlaması bittikten sonra köleler gelir. Yanlarında deriden örülmüş kırbaçlar bulunur.

Durmadan ağlarlar, kırbaçlarla yanlarını, bedenlerinin açık yerlerini vururlar. Kırbaç bedenlerinde darp izleri bırakır. Ölünün kubbeli çadırının kapısına mutlaka bir bayrak dikerler. Silahlarını getirip kabrinin etrafına korlar. İki sene matem yaparlar. İki sene

sona erince çadırının kapısındaki bayrağı indirirler. Saçlarını keserler. Ölünün akrabaları bir davet verir. Böylece matemden çıktıkları anlaşılır. Dul karısı varsa evlenir. Bu merasimler reisler (büyükler) için yapılır. Halk ise ölülerine bunların bir kısmını yapmakla yetinir.” (Şeşen, 2010: 36).

Hazarlara ilişkin ise İbni Fadlan eserinde, ülkenin yöneticisi hakkında şu tespitleri yapmıştır:

“Hazarların hükümdarına Hakan denir. Sadece dört ayda bir gezinti maksadıyla sarayından çıkar. Buna büyük Hakan denir. Vekiline ise Hakan Bey denir. Orduyu kumanda eden, ülkenin işlerini bakan, halk ile temasta olan, savaşlara giden Hakan Bey'dir. Etrafındaki hükümdarlar ona boyun eğerler. Her gün Büyük Hakan'ın huzuruna edep ve sükûnet içinde çıkar, izahat verir. Yanına girerken yalın ayaktır, elinde bir odun tutar. Hakana selam verince bu odunu önünde yakar. Yaktıktan sonra Büyük Hakan’ın sağ tarafına tahtın üzerine oturur. Hakan Bey'in Kündür Hakan denen bir naibi (vekili), Kündür Hakan’ın da Haz Çavuşudenen bir vekili vardır.” (Şeşen, 2010: 45).

Plano Carpini ve Marco Polo, Türk kadının ahlaki temizliğini övmektedir. İbni Battuta ise, erkeklerin kadınlara olan saygısının kendisini şaşırttığını belirterek Türkler arasında kadınların erkeklerden daha üstün sayıldığını vurgulamıştır (Donuk, 2013: 29).

Çinli seyyah Hsüan-Tsang, Göktürklerin yaşadığı yerlerde geyiklerin çok olduğunu belirterek geyiklerin insanlara alışkın olduğunu ve insanlardan kaçmadığını anlatmaktadır. Ayrıca bu hayvanları öldürenlerin Han tarafından ölümle cezalandırıldığını dile getirmiştir (Donuk, 2013: 31).

İbni Battuta Türklerin çocuklarının ismini Araplar gibi fal ile verdiğini dile getirmiştir. Rubruk ise bir çocuğun doğduğunda, onun kaderini söyletmek üzere kâhin çağrıldığını söylemektedir (Palancı, 2006: 30). Marco Polo, Tatarlarla ilgili olarak kadınların toplum hayatındaki yerine ilişkin şunları söylemektedir:

“Kadınları kocalarına sadık, iyi eş ve ev kadını oluyor. Bir evin içinde on yahut on beş kadın bir arada yaşıyor da aralarından su bile sızmıyor, en küçük bir münakaşa bile geçmiyor. Bunca kalabalık, sulh sükûn adeta kardeşlik havası içinde yaşıyor. Her bir kadının evde ayrı bir işi var. Kimi çocuk bakıyor büyütüyor, kimi yemek pişiriyor, bulaşık yıkıyor, kimi de ev işi görüyor. Erkekler birden çok kadın alabiliyorlar, dileyen yüze yakın kadınla bile evleniyor, yeter ki, onlara bakabilsin, onları geçindirebilsin.

Zenginler ve Han’lar arasında yüzden çok kadın alanlar bile var. Erkek evlenirken

eşinin annesine bir hediye veriyor. Ama kadınlar kocalarına evlenince herhangi bir şey vermiyorlar. Evin içinde en itibarlı yeri ilk karı alıyor. En çok o sayılıyor, onun sözü dinleniyor. Diğer kadınların itibarı ve sözü ise ondan sonra geliyor.” (Akt. Palancı, 2006: 35).

Marco Polo, babası Nicolo ve amcası Maffeo ile birlikte 1271 yılında Kubilay Han’ın ülkesine seyahate çıkmışlardı. Marco Polo seyahatine ilişkin anlatımlarına Doğu Akdeniz’in Ayas şehrindeki gözlemleriyle başlamış ve burada Venedikli ve Cenevizli tanıdık tacirin olduğuna dikkat çekmiştir. Daha sonra Marco Polo, Aşağı Ermenistan ve Doğu Anadolu’ya geçmiştir. Buradaki halka Moğol Hanı’nın hoşgörülü olduğunu ve isteyen herkesin istediği dine uygun yaşadığını aktarmıştır (Rugoft, 2003:

46).

Ebu Abdullah İbni Battuta, 1304 yılında “Merini Hanedanlığı” döneminde Fas’ta, Tanca isimli kentte dünyaya geldi. 1325 yılında hac görevi için çıktığı yolculukta Mısır, Filistin, Kuzey Afrika, İran, Irak ve Suriye topraklarını gezdi. 1330 yılında Afrika kıyılarını, Umman ve Basra körfezlerini gezdi. 1332 yılında, Hindistan yolculuğuna çıktı, bu sırada Anadolu topraklarını gezdi. Orta Asya’yı gezdikten sonra sekiz yıl Hindistan’da kaldı. Bu sırada Çin ve Moğol ülkelerini gezdi. 1349 yılında tekrar Fas’a geri dönen İbni Battuta, Endülüs Müslümanlarının ülkesini ve Sudan ile Mali Krallığını da gezdi. Seyahatle geçen otuz yıllık bir dönemden sonra İbni Battuta, 1355’te Fas’a yerleşti ve burada “rihle” isimli seyahatnamesini tamamlayarak 1368 yılında vefat etti (Dunn, 2004: 1-4).

Seyahatlerinde yazdığı notları İbni Cüzey’e vererek yirmi sekiz yıl süren gezilerini yazmasını istemiş böylece “Rihletü İbn Battûta” adıyla bilinen seyahat eseri meydana gelmiştir. Avrupa hariç neredeyse eski dünyanın tamamını gezen İbni Battûta’nın dönemi, dolaştığı ülkelerin çoğunda Türkler’in ve Moğollar’ın hâkim olmasından dolayı bir Türk-Moğol asrı sayılabilir. “Sıcak toprakların Marco Polo’su”

veya “Müslümanların Marco Polo’su” unvanına sahip olan İbni Battuta, Marco Polo’dan daha fazla yerde seyahat etmiştir. Bozkırda dolaştığı sırada İbni Battuta, buraların tam olarak İslamlaşmadığını vurgulayarak Kırım’da Türk-Hıristiyan topluluklarının olduğuna dikkat çekmiştir (Dunn, 2004: 179).

Türk tarihi ile ilgili olarak Marco Polo ve İbni Battuta seyahatnameleri önemli bilgiler sunmaktadır. Özellikle gezdikleri yerlerin büyük bir coğrafya olduğu

düşünüldüğünde tarihin önemli bir kesitini açıklığa kavuşturan birinci elden kaynaklardır. Buradaki anlatımlar, objektif bir yaklaşımla analiz edilerek öğrencilere okutulabilir. Özellikle bu eserler kültür ve medeniyet açısından önemli kazanımlar sağlayacaktır.