• Sonuç bulunamadı

40

Yeniden diriliş düşüncesi, Mısır Piramitleri’nin yapılmasının en önemli nedeniydi. Firavunlar, öldükten sonra rahat ve huzurlu yaşayabilmek için değerli mal varlıklarını yanlarında gömdürmüşlerdi. Eşleri ve diğer aile fertleri için de Piramitler içinde mezarlar yaptırmışlardı. Hint Budizm’inde ise amaç Nirvana’ya ulaşmaktır.

Nirvana, öte dünyadaki sürülecek olan iyi bir hayat değildir. Ölümden sonra çekilecek, çileli ve acılarlarla dolu bir yaşam da değildir. O bir hiçliktir. Bu dünyada erişilen, neden-sonuç zincirinin dışındaki bir yaşamdır. İnsanların eylemlerinin geleceklerini belirledikleri bir yasanın, Karma Yasası’nın dışına çıkabilmektir.

Determine ilişkilerin dışında da varlığını sürdürebilmektir.

Budacı anlayış, başlangıç dönemlerinde, her ne kadar bir din olmayı amaçlamasa da daha sonraları onları takip edenler tarafından bir din olarak görülmüş ve öğretileri o şekilde yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak Buda’nın öğretileri, sadece bir dini öğreti olarak görülmeyecek kadar zengin ve çeşitlidir.

Eski Hint düşüncesinin ana izlekleri, iki temel kolda sürülebilir. Bunlar:

Brahmancılık ve Budacılıktır. Budacılık, Hint düşüncesinde ve diğer medeniyetlerin entelektüel gelişiminde oldukça önemli bir yere sahip olmuştur. Brahmancı anlayış da önemlidir. Onun, diğer medeniyetlerin gelişiminde Budacılık kadar etkisi olmasa da Hint düşüncesinde derin tesirleri olmuştur.

41

gerçeğine inandırıldı (Şatır, 2004: 30). Bu şekilde, rahiplerin ve soyluların egemenliğini sağlamak ve korumak için yerleştirilen siyasal-dinsel düzen, yerli halk üzerinde bağlayıcı olabilmek için, eski Veda’ları - Arianlılar’ın dinsel yazılarını – temel alarak, eski inançlardaki çoktanrıcılık ve ruh-göçü doktrininin sürdürüldüğü örgütlü bir din oluşturdu (Şatır, 2004: 30).

Vedalar denince, tek bir kitapta toplanmış olan yazılar değil, geniş bir yazın akla gelir ve bu çağın değişik dönemlerinde, kimlikleri bilinmeyen pek çok yazarın, ozanın katkısıyla oluşmuş olan bu metinler, çok daha eski çağların izlerini taşıyan mitleri ve dini düşünceleri içermektedir. Veda, tanrı bilgisi, din bilgisi anlamına gelir ve eski çağlardan kalma pek çok bilgiyi günümüze taşır (Störig, 2000: 38).

Hindistan’ın kuzeyindeki Arian göçlerinin olduğu dönem boyunca oluşmuş, Vedalar diye bilinen dört toplama vardır. Onlar Rig-Veda (Yakarış ve tanrıları övme bilgisi), Sama-Veda (İlahi okuma bilgisi), Yajur-Veda (Kurban töreni bilgisi) ve Atharva-Veda (Büyü bilgisi) olarak adlandırılırlar. Temel Ortodoks Hindular tarafından yazarsız, zamansız, evrensel doğal düzenle uyum içindeki sosyal sorumluluklar ve inançlar hakkındaki yanılmaz bilgi kaynakları olarak dikkate alındılar (Bartley, 2011:

7).

Vedaların tanrılara ve tanrıçalara ilahiler, dualar gibi dinsel içerikli olan bölümlerini, evrenin ve yaşamın gerisindeki gerçeğin arandığı, felsefi ağırlıklı Upanişadlar izler. Bilge kişilerin sözlerinden oluşturulan bu bölümler, sistemli düşündürmekten çok ruhsal aydınlatmayı, bilgilendirme aracılığıyla ruhsal özgürlük kazandırmayı amaçlar (Şatır, 2004: 30). Upanişladlar’da insanın en iç, en derin varlığı, bütün evrenle paylaştığımız aynı özdür. Var olan her şeyin kendiliği, özvarlığı Atman’dır. Brahman’ın insandaki parçasına verilen isimdir. “Bakmadan gören, işitmeden duyan, düşünmeden bilen O’dur.” Brahman ve dolayısıyla Atman, evrenin yalnız “fiziksel” ilkesi değil, aynı zamanda evrensel bilincin, evrensel zihin gücünün de ilkesidir. “Brahman Atman’dır” sözü, Upanişadlar’ın anahtarıdır: “Ben Brahman’ım”(Aham Brahmasmi), “Sen de O’sun”(Tat twam asi) (Erengil, 2004: 14).

2.1. Brahmancılık

“O ağaç ki tahtasıdır Brahman

42

Yer ve gök yapılmıştır hep ondan Bilgeler, duyun dinleyin beni:

Brahman yüklenir taşır evreni!” (Störig, 2000: 50).

Brahman evrenin oluş nedeni, başlangıcı, özü, kaynağıdır. Dörtte biri dil, dörtte biri soluk, dörtte biri göz, dörtte biri de kulak olmak üzere dört eşit bölümden oluşur. Brahman konuşur, soluk alır, görür ve duyar. Onun küçük evrenle, daha doğrusu, kendi özüyle bağlantısı böyledir. Brahman bir bakıma küçük evrendir.

Onun özünde, kişisel tin denen Atman vardır. Brahman büyük evren olarak, kişisel tini, Atmanı barındırır (Eyüboğlu, 2002: 124). Önce, insanı, onun görünüşünü oluşturan unsurlardan soyutlamalıyız. Geriye kalan, yaşam özü diyebileceğimiz kişilikten bütün istekleri, duyguları, tutkuları çıkarmalıyız. İşte o zaman, Atman kavramına, varlığımızın derinliklerindeki o tutulamaz derin öze ulaşırız (Störig, 2000: 50-51).

Bireysel özleri canlı tutan, kendisi hiç görülmeyen, hiç tükenmeyen, fark etmede ve mutlulukta sınırsız olan “varoluş deposu” Atman, her yaşamın bu sonsuz merkezi, bu gizli öz, Brahman’dan daha az değerli değildir. “En ufak atomlardan daha ufak olduğum gibi, en büyüğünden de büyüğüm. Ben bütünüm, çeşitlilik içerisindeki – çok renkli, güzel - garip evrenim.” Her yerde hazır ve nazır öz olan Atman, tüm varoluşun mutlak ilkesi olan Brahman ile birdir. Brahman, Atman’dır.

Gerçek içimizdedir. İnsan Atman’ı tanımalıdır. Onu tanıyan evreni tanımış olur.

İnsan, kendi özünü gerçekten anlamalı, sezebilmelidir. Çünkü kendi özünü görmüş, duymuş, anlamış, tanımış olan kimse evrendeki her şeyi bilmiş olur (Störig, 2000:

52).

2.2. Buda ve Öğretisi

Buda’nın kişisel ismi Sidhartha’ydı (M.Ö. 563-483). Aynı zamanda, ailesinden gelen soyadıyla, Gotama olarak da bilinirdi. Babası onu (Buda’yı) hükümdar olmaya hazırlıyor, hayatın acılarını ve zorluklarını kendisinden saklamaya çalışıyordu. Zevk ve sefa içinde yaşamaya teşvik edilen genç prens Buda, güzel bir genç kızla evlendirildi. Yıllar böyle geçerken, bir gezinti sırasında Buda bir cenaze,

43

bir hasta ve bir de yaşlı adamla karşılaştı. Çok etkilendi ve “demek ki hayatın başka yanları da var” diye düşündü. Otuz yaşlarındayken sarayı, saraydaki lüks yaşamını, güzel karısını ve bütün dünyevî tutkularını terk etti. Bir zahit oldu. Yıllar süren sade bir yaşamdan sonra, bir gün, “Bo” ağacının altında meditasyon yaparken

“Aydınlanmaya Giden Yolu” gördü (Rosemary, 1995: 77).

Gotama, keşişler gibi, saçlarını dibinden kesti. Sırtına, onların sade bezden giysilerini geçirdi. Dünyasal bağlarını geride bırakarak çileciliğin her akla gelebilecek şeklini denedi. Altı yıl bir münzevi şekilde yaşadı. Birkaç ustadan Hinduizm’e dair bilgisini derinleştirdi. İnsanın doğasını bütünüyle gerçekleştirmesi yöntemi olan yoga’yı, içsel-ruhsal deneyimle Tanrıya ulaşma ve O’nunla bütünleşme yoluna girmeyi hedefleyen raja-yoga’yı öğrendi. Çileciliğin her türlüsünü son haddine kadar öyle uyguladı ki sonunda zaten bir deri bir kemik kalmış olan bedeni dayanamadı, kendinden geçti ve bayıldı. Ölümle karşı kaşıya gelmesi ona yaşamdan el ayak çekerek ve kendine eziyet ederek dindarca yaşamanın aradığı yol olmadığını, tanrılardan yardım beklemenin yararı olmadığını gösterdi (Şatır, 2004: 33-34). Derin düşünce ve içsel-ruhsal yoğunlaşma içerisinde ulaştığı bu sezginin sonucunda münzevi yaşamı bıraktı ve düşüncelerini, insanların duyduğu acıların ve ıstırapların kaynağının ne olduğu sorusu üzerine yoğunlaştırdı. Bir gün, bir incir ağacının gölgesinde otururken ve yoğunlaşmış kendi içiyle konuşurken, aydınlığa kavuştu (Bodhi). Gerçeği gördü. Hastalık olsun, yaşlılık ve ölüm olsun, istenilmeyen durumlardan kaçamamak ya da istenilenlere ulaşamamak olsun, yaşamı acı yapan her şeyin verdiği ıstırabı yok etmenin insanın kendi elinde olduğunu fark etti. Bunun yolu, tanrılardan medet ummak değildi. Istırapların kaynağına inmek ve kaynaktaki neden ile savaşmaktı. Acıya ve ıstıraba neden olan şeye, içsel bilgilenmeyle ve erdemli olmayla ulaşılabilirdi (Şatır, 2004: 34).

Birey, içsel bilgilenmeyle yoğun bir şekilde uğraşırsa, hayatın acı olduğunun farkına varır. Yaşamda mutluluk ve huzurdan ziyade, istenmedik durumların hâkim olduğunu idrak eder. İnsanların başlarından kötü şeylerin eksik olmadığını görür. Bu nedenle, bu dünyada yapılması gereken en önemli şey, acının varlığını ortadan

44

kaldırmaktır. Nietzsche, Buda’nın acıya yönelik tavrını, ilk ve tek sahici pozitivist bakış açısı olarak nitelendirir.

Nietzsche’ye göre Hıristiyanlık, acıyı önemseyen bir dindir. Hıristiyanlık, acı çekme ile kurtuluş arasında, neden-sonuç ilişkisi kurmuştur. Budizm ise aksine, acı çekmenin kendisini ortadan kaldırmak istemiştir. “Budizm, tarihin bize gösterdiği biricik sahici pozitivist dindir, bilgi kuramında bile, artık, “günaha karşı savaş”

demez, gerçekliğin tam hakkını vererek “acıya karşı savaş” der. Onu Hıristiyanlıktan derin bir biçimde ayıran da, ahlak kavramlarının kendini aldatıcılığını geride bırakmış olmasıdır.” (Nietzsch, 2003: 27).

Budizm, acıya karşı savaşını dört cepheden yürütür. Buna “Dört Soylu Hakikat” denir:

- Yaşam acıdır (Dukha).

- Acıların kaynağı doyumsuz tutkulardır (Samudaya).

- Tutkulara bağımlılıktan kurtulan kişi kurtulur, ölüm-doğum döngüsünün dışına çıkar (Nirodha).

- Kurtuluşa götüren yol ise “Sekiz Basamaklı Yüce Yol”dur: Doğru inanmak, doğru düşünmek, doğru konuşmak, doğru davranmak, doğru yaşamak, doğru yönelmek, doğru kavramak, doğru erişmek (Magga) (Störig, 2000: 68).

Dördüncü seviyede, insan, evrensel deneyim olan acıdan kurtulur. Acıdan kurtuluşu sağlamak, yolun var olduğunu onaylamaktır. Öğretinin merkezindeki ilkelerden biri, Karma Yasası’dır. Karma, insanların davranışlarının, onların gelecekteki varoluşlarını belirlediğine ilişkin geleneksel inançtır. İnsan olsun hayvan olsun her canlının ruhunun, ölümden sonra, önceki durumundan daha yüksek ya da daha düşük, bir başka bedene girmesidir. Bu sonu gelmeyen doğum sürecinde (Samsara), bir önceki yaşamda yapılan iyi şeylerin ve kötü şeylerin oranı, yeni yaşamdaki verilecek bedeni belirler. Ruhun bu göç-sürekliliğinden, yeniden doğma çemberinden, Samsara’dan özgür kılınması, kurtuluşa ermesi (Mokşa), Hinduculuğun bireylere verdiği umut oldu (Şatır, 2004: 30). Acılar süreci olan

45

Karma ve Samsara çemberinden kurtulmanın yolu, aşırı uçlara gitmekten kaçınmaktır. Ne duyusal hazlara ve isteklere fazla düşmek, ne de onları tümüyle bastırmak için yaşamdan el ayak çekmektir. İki aşırı ucun arasındaki dengeyi bularak Orta Yol’u izlemektir. Çünkü hazlara ve zevklere, ihtiraslara bağımlılıktan kurtulduğumuzda, aklımız yüksek bir sükunet düzeyine kavuşur. Bu sükunet durumunda Karma oluşmayacağı gibi, eski Karma’ların etkisi de azalacak ve yok olacaktır. Bu yolu izlemenin temel kuramı, yaşamın ıstıraplı olduğunu, ıstırabın isteklerden ileri geldiğini, bilgeliğin istekleri sakinleştirmekte olduğunu görebilmektir. Dört Yüce Gerçek’i kavramak, sonra Sekiz Basamaklı Yol’da ilerlemektir (Şatır, 2004: 35).

Sekiz Katlı Yolunun amacı Nirvana’dır. Nirvana bütün arzu, öfke ve benlik ateşlerinin sönmesi ve kendiliğin, sonsuzluğun içinde çekilmesi, emilmesidir. Tüm dikkatin, ilginin, zamanın, enerjinin bu işte yoğunlaşmasıdır (Erengil, 2004: 36).

Nirvana Tanrı değildir, bilinebilen dünyadaki her şeyden, aklın ve sözcüklerin tanımlayabileceğinden farklıdır. Nirvana değişmezliktir. Kendine ilişkin bilgilenmekle ve kendine güven kazanmakla erişilecek olan, değişimin son bulduğu,

“anlamanın ötesindeki huzurdur.” (Şatır, 2004: 37).