• Sonuç bulunamadı

EKSENİNDE BİR İNCELEME

Bu bölümde damgalanmanın, siyasal kültürün psikolojik bir kaynağı olduğu yönünde kuramsal alt yapıdan hareketle siyasal kültür ve Damga Teorisi’nin etkileşimi, Erken Cumhuriyet dönemi bağlamında araştırılacaktır. Damga Teorisi çerçevesinde incelenen ilk ve orta okul kitaplarında ortaya çıkan yönlendirmelerin, ne çeşit bir siyasal kültürün oluşmasına neden olduğu sorunsalına cevap aranmaya çalışılacaktır. Türklere yönelik siyasal nitelikli damgalar dahilinde ilk ve orta okul kitaplarında betimsel içerik analizine girişilecektir. Bu siyasal nitelikli damgalar ise İkinci Bölümde tespit edilen damgaların arasından seçilecektir. Bu damgalar, “medeniyet oluşturamama, sanat eseri üretememe, Doğulu olma, barbar olma, kaderci olma, kadınlara değer vermeme, Doğu despotu olma, Yunanlıları köleleştirme, Hasta Adam olma” şelinde sıralanabilir.

Yeni bir siyasal kültürün oluşturulmasının söz konusu olduğu durumda ise ulus-inşa süreçleri mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, bireyin sahip olduğu kimlikle sahip olduğu siyasal kültürün yakın ilişkili olduğu ve kimlik temelinde yükselen siyasal kültürün ulus-inşa sürecinde hayati önem taşıdığı belirtilmelidir (Verba, 1965b: 560; Pye, 1965: 23). Dolayısıyla iktidarların bireyin kimliğine yapabileceği müdahaleler, bireyin siyasal kültürüne de dolaylı olarak etkide bulanabilir (Apple, 1999: 12, 62). Bu noktada bireyin kimliğinde damgaların hasarının mevcut olması ya da olmaması hususu önemli bir noktadır. Dolayısıyla, kurucu kadroların yeni nesilleri nasıl bir kimliğe doğru yönlendirdiği hususunu araştırmak gerekmektedir. Bu kimliğin parametrelerine ulaşıldığı zaman, Damga Teorisi’nin bireyin kimliğiyle ilgili varsayımları da dikkate alınarak yapılacak çıkarımlarla, yeni siyasal kültürün bazı özelliklerine ulaşmak mümkün görünmektedir. İşte tüm bunların en net görülebileceği bir alan olarak eğitim kurumundan bahsedilebilir163.

163 Ulus inşa sürecinde eğitim kurumlarının etkisinden bahseden araştırmalar arasında şunlar sayılabilir: Basil Bernstein (2000), Pedagogy, symbolic control and identity: theory, research, critique; Benedict Anderson (1991), Imagined

186

Bu bağlamda, Cumhuriyet’i kuran kadroların ulus-inşası sırasında doğrudan ya da dolaylı olarak bireyin kimliğine yaptığı müdahaleler siyasal kültür açısından önemlidir. Kurucu kadroların sahip olduğu kimliğin de bu noktada önemi belirtilmelidir. Batılılar tarafından damgalandıklarının farkında olarak yetişen bu jenerasyonun, damgalanmışlık algısının belirtilerini gösteren bir iklimde toplumsallaştıkları da vurgulanmalıdır. İletişim araçlarının gelişmesi, yaşadıkları gurbet deneyimleri, eğitim gördükleri okullar, Şura-yı Ümmet, Mizan, Osmanlı Gazetesi gibi okudukları yayınlar ve Ziya Gökalp, Mehmed Emin, Yusuf Akçura, Halide Edip gibi dönemin aydınlarının yazıları, bahsi geçen jenerasyonun damgalarının farkında olarak büyümelerine ve kimliklerinde bu damgalanmışlığı taşımalarına neden olmuş gözükmektedir. Dolayısıyla damgalanmışlığın belirtilerini taşıyan bir atmosferde yetişen kurucu kadroların kimliklerinde izleri bulunan bu damgalanmışlık algısının, aynı kadroların eylemlerine yansıması kaçınılmaz görünmektedir. Nitekim Goffman, damgalandığını düşünen bir aktörün damgasına kayıtsız kalamayacağını söylemektedir. Bu noktada, kurucu kadrolardaki bu algının bilinçli ya da bilinçsizce ortaya çıkmasına sebep olduğu yeni siyasal kültürün tespiti ilk ve orta okul kitaplarından hareketle incelenecektir.

Bu bağlamda tezin bu bölümünde şu araştırma sorularının cevaplarının aranacağı söylenebilir: “Batılı damgalara yönelik okul kitapları bir araç olarak kullanılmış mıdır?”, “Okul kitaplarında damgalara yönelik ne tür politikaların varlığı tespit edilebilir?”, “Bu politikalar, Damga Teorisi bağlamında nasıl yorumlanabilir?”, “Damgalara yönelik okul kitaplarında ortaya konan politikaların siyasal kültüre etkisi nedir?”, “Bu politikaların ulus-inşa süreciyle ilintisi kurulabilir mi?”, “Okul kitaplarında Damga Teorisi bağlamında yapılan araştırmanın sonuçlarıyla Cumhuriyet’in siyasal kültürü arasında bir bağ kurulabilir mi?”, “Erken Cumhuriyet döneminde devletçe üretilen siyasal kültürde, Damga Teorisi bağlamında unsurlar söz konusu mudur?”. Siyasal kültür, Damga Teorisi ve bireyin kimliği arasındaki bu sıkı ilişkinin bahsi geçen sorularla somutlaştırılması, bu bölümde okul kitapları üzerinde betimsel içerik analizi yöntemi kullanılarak yapılacaktır Damga Teorisi’nden hareketle, iktidarın bu damgalara yönelik harhangi tutarlı bir politika izleyip izlemediği ya da izlediği bir politika olup olmadığı hususu farklı bir açıdan ele alınacaktır. Bu yeni kimliğin sağladığı ipuçları sayesinde de yeni siyasal kültür hakkında bilgi edinilebilecektir. Siyasal kültürü ve Damga Teorisi’ni biribirine bağlayan bu kimlik

187

olgusu sayesinde, yeni siyasal kültürün parametreleri keşfedilecek, okul kitaplarının toplumsallaşmaya ve bugüne dolaylı etkisi tartışılacaktır. Bu çabanın Türk siyasal kültürünün 20.yüzyıldaki evrimine yönelik farklı bir bakış açısı olduğunu da burada belirtmek gerekir.

3.1. Yöntem ve Materyal Kullanımı Üzerine

Sahip olunan siyasal kültür, zaman içinde değişebilecek nitelikte bir olgudur. Bu yüzden, bir toplumun belli bir zaman dilimine ait siyasal kültürü incelenebileceği gibi yıllar boyunca yaşanılan değişimleri keşfederek, toplumun ve siyasal kültürün dönüşümü de incelenebilir. Ancak Dennis Kavanagh'ın (d.1941) belirttiği gibi siyasal kültürdeki değişimi farketmek kolay değildir (Kavanagh, 1972:39). Bu yüzden siyasal kültür çalışmalarında, çalışmanın kapsayacağı zaman aralığı, hangi metinler üzerinde araştırma yapılacağı, kullanılacak yöntem, getireceği sınırlılıklar gibi sorunsallar anlamlı bir çerçevede sunulmalıdır. Bu noktada, çalışmanın 1931-1947 yılları arasıyla sınırlandırıldığını belirtmek gerekmektedir.

Çalışmada ders kitaplarının inceleneceği zaman aralığının, 1931-1947 yılları arası olarak belirlenmesinin bazı nedenlerinin olduğu noktasına da değinmekte yarar vardır. Bu tarih aralığına karar verilmesine etki eden nedenlerin ilki olarak, 1930'lara kadar olan dönemde yurttaşlık tanımlamalarının, Osmanlı İmparatorluğu’nun izlerini taşıyor olması gösterilebilir. Hatta 1930'lu yıllara kadar olan dönemdeki ders kitaplarıyla, Meşrutiyet dönemi arasındaki “süreklilik unsurları" ile ilgili kayda değer tespitler söz konusudur (Üstel, 2005: 155). Dolayısıyla tek parti yönetiminin yerleştiği 1930'lu yıllar, aynı zamanda rejime uygun yurttaş yetiştirmede eğitimcilerin ön plana çıktığı dönem olarak gösterilebilir (Gürses, 2011: 17). Cumhuriyet’in ilk on yılının yeni devletin kendini kurması ve yerini sağlamlaştırması çabalarıyla geçtiği düşünüldüğünde, yeni ders kitaplarının yayımlandığı 1931 yılına kadar okutulan ders kitaplarının farklı bir kategoride incelenmesi gereği görülmektedir. Yeni devletin şekli belirlendikten sonra 1927'ye kadar sürecek inkılâpların daha çok siyasal alanda yapıldığı ancak 1928 tarihinden sonra yapılan inklapların ise daha çok kültürel alana ait olduğu yönündeki iddialar da bu bağlamda değerlendirildiğinde, incelemenin 1931 yılından başlatılmasının

188

daha doğru bir yaklaşım olacağı ileri sürülebilir164 (Kafadar, 1997). Yine bu noktada, Türkiye’de ulus inşa sürecinin asıl olarak 1930 sonrasında başladığı şeklinde bir iddiada da bulunulabilir (Üstel, 2005; Copeaux, 1998; Gürses, 2011). 1937-38’deki Dersim İsyanı dışında, 1930’lu yıllar ve sonrasında başka isyanın ve önemli muhalefet hareketlerinin görülmemesi, iktidarın kültürel alana yönelebilmesini sağlayacak atmosferi de sağlayabilmiştir. Nitekim Antropoloji çalışmalarına 1930’lardan sonra gösterilen ilgi bu duruma örnek olarak verilebilir (Kaya, 2015). Ayrıca 1930’lu yıllara kadar sivil milliyetçiliğin ön planda olduğu, ancak bu tarihten sonra dünya konjonktürünün de etkisiyle etnik milliyetçiliğe doğru eğilimin arttığı yönündeki iddialar da bu noktada kayda değerdir (Alakel, 2011: 2). Ulusun kültürel anlamdaki inşasına 1930’dan sonra başladığı yönündeki iddialara bir diğer örnek de mimari üslupta modern tarzın benimsenerek, yeni ulusal değerlere gönderme yapan eserlerin 1930 yılından sonra ortaya çıkması olarak gösterilebilir (Bozdoğan, 2001: 34).

Başka bir ifadeyle, 1930'lu yıllardan önce iktidarın ideolojik hazırlıkla meşgul olduğu yönünde bir tespitten bahsedilebilir. Dolayısıyla öğretim programlarının ve okul kitaplarının bütün ayrıntılarıyla kesinlik kazanmadığı 1931 yılı öncesi dönemde, kitap yazarlarının kişisel bakış açılarının okul kitaplarında öne çıktığı söylenebilir (Üstel, 2005: 157). Bu yüzdendir ki devletin kitaplar üzerinde tamamen kontrolünü sağladığı, hatta kitapların basımı konusunda da hakimiyetini kurduğu ve kitapları tek tipleştirdiği dönemi yani 1930'dan sonrasını incelemek, kurucu elitlerin siyasal kültürde yapmak istediği dönüşümü teşhis etme açısından daha faydalı olacaktır (Copeaux, 1998: 79). Aksi takdirde farklı yazarların farklı yorumlarıyla karşılaşılacak, hangi yorumun devleti temsil ettiğini anlamakta güçlük çekilebilecektir165.

164 Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının sınır dışı edilişi (3 Mart 1924), öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924), Şeriyye, Evkaf ve Erkan-ı Harbiye Vekaletlerinin kaldırılması (3 Mart 1924), Şeriyye Mahkemelerini kaldırılması (8 Nisan 1924), 491 Sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanununun kabulü (20 Nisan 1924), Aşar vergisinin kaldırılması (17 Şubat 1925), Şapka giyilmesi kanunu (25 Kasım 1925), Tekke ve Zaviyelerle türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925), Avrupai takvim ve saatin kabulü (26 Aralık 1925), Medeni kanunun kabulü (17 Şubat 1926), Kabotaj kanunun yürürlüğe girmesi (1 Temmuz 1926) ilk dönem siyasal inklaplar olarak sayılabilmektedir. Bundan sonra inklâpların ikinci safhası olarak adlandırılan dönemde ise 1924 Anayasasında bulunan "Türkiye Devletinin dini, İslamdır" hükmü, 10 Nisan 1928 tarihli Anayasa değişikliği ile kaldırılmış ve "anayasada bulunan tüm dini ibareler ve hükümler" ayıklanmıştır (Kafadar, 1997: 140). Sonraki değişiklikler ise şöyledir; Latin rakamlarının kabulü (24 Mayıs 1928), Latin alfabesinin kabulü (3 Kasım 1928), Kadınların belediye seçimlerine katılmaları ve seçilme haklarının kabulü (23 Aralık 1930), Avrupai ölçek sisteminin kabulü (26 Mart 1931), Soyadı kanunu (21 Haziran 1934), lakap ve ünvanların kaldırılması (26 Kasın 1934), Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun (3 Aralık 1934), Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınması ( 5 Aralık 1934), Hafta sonu tatil gününün cumadan pazara alınması (1 Haziran 1935). Ayrıca Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti (12 Nisan 1931) ve Türk Dili Tedkik Cemiyeti'nin (12 Temmuz 1932) kuruluşu da bu sıralamaya eklenebilmektedir.

165 Hatta bu tespitin Birinci Türk Tarih Kongresi’nde de itiraf edildiği söylenebilir. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Başkanı ve İstanbul Mebusu Yusuf Akçura konuşmasında, "Osmanlı Devleti tarihe karışıp da yeni ve millî Türk Devleti

189

Bundan başka siyasal açıdan 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu’nun çıkarılması, 1926 yılında gerçekleştirilen yargılamalarla muhalefet gücünün etkinsizleştirilmesi, yine 1927 yılının Ekim ayında, Atatürk’ün (1881-1938) Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayı’nda verdiği söylevle yeni Cumhuriyet’in temellerini ve hedeflerini ortaya koyması önemli olaylar arasındadır (Zürcher, 2005: 3, 47). Ayrıca bu tarihte yani 1931'de, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ilk programının kabul edildiği ve Altı Ok tanımını ilk kez bu tarihte resmi olarak ortaya konulduğu dikkat edilmesi gereken bir nokta olarak değerlendirilmelidir (Koçak, 2002: 38).

İncelemenin 1947 yılında sonlandırılmasının gerekçelerinin başında ise iç ve özellikle ABD'den gelen dış baskıların, siyasal iktidarı çoğulcu siyasal düzene geçmeye zorlaması sayılabilir (Zürcher, 2005: 60). 1945'te önce Milli Kalkınma Partisi’nin kurulmasıyla başlayan çok partili yaşama geçiş süreci, 1946’da her ne kadar şaibeli olarak anılsa da ilk kez birden çok partinin katıldığı genel seçimin yapılması, 1946'da değişmez genel başkanlık ilkesinden vazgeçilmesi, 1947'de yapılan 7. Kurultayı öncesi Recep Peker'in (1889-1950) başbakanlıktan çekilmesi, merkezden atama yönteminin terk edilerek tüm parti örgütlerinin seçimle iş başına gelmesi gibi tek partili dönemin artık sona ermekte olduğuna dair önemli göstergeler söz konusudur (Üstel, 2005). Aynı şekilde hükümetin 1948'de din derslerinin okullarda seçmeli olarak okutulmasına izin vermesi, 1949'da Şemsettin Günaltay'ın (1883-1961) başbakanlığa getirilmesi, imam-hatip kurslarının faaliyete geçmesi, İlahiyat Fakültesi açılması hakkındaki yasanın kabul edilmesi ve hükümetin Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına dair Kanun'u değiştirerek bazı türbeleri ziyarete açması, iktidar partisinin militan ya da başka bir ifadeyle dışlayıcı laikliği terk etmeye de başladığının işaretleri olarak ele alınabilir (Üstel, 2005: 242). Tüm bu bahsedilenler asıl olarak tek parti dönemine has ideolojik eğitim düzeninin, 1946 seçimlerinden sonra terk edilmeye başladığı doğrultusundaki iddiaları kuvvetlendiren niteliktedir (Özyurt, 2013: 16). Ayrıca 1935, 1939 ve 1943 Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Programı'nın genel esasları, büyük ölçüde 1931'in programıyla "harfiyen aynı" olmasına rağmen, CHP Programının genel esaslarındaki değişimin, 1947 Programında görülebildiği de burada belirtilmelidir (Parla, 1992: 34). Tüm bu gelişmelerin yavaş da

kurulunca, mekteplerimizde Osmanlı devrinden kalma tarih kitaplarının derhal ve tamamen değiştirilmesi kabil olmadı" demektedir (Türk Traih Kongresi, 2010: 596).

190

olsa iktidarın ideolojisindeki bir yumuşamanın göstergesi olduğu düşünülebilir. Bu yüzden incelemedeki dönem aralığı çok partili hayata geçilmeden önceki 1948 Yeni Müfredat Programının açıklandığı tarihle sona erdirilmiştir. 1948 yılı Yeni Müfredat Programında iktidarın ideolojisinden çok keskin dönüşler beklemek mümkün olmasa da, bu çalışma için elitlerin görüşlerinin dış ya da iç etkilerden bağımsız, tam olarak görülebileceği zaman dilimi olarak 1931-1947 yılları arasının olduğu düşünülmektedir. Bir dönemin siyasal kültürünü ve ardındaki motivasyonları keşfetmek için yöntem ile ilgili verilmesi gereken kararlardan biri elitlerin mi yoksa kitlelerin mi üzerinde yoğunlaşılacağı hususudur. Çünkü bir toplumun siyasal kültürü, elitler ya da kitleler düzeyinde ayrı ayrı incelenebilir. Bugüne dek, elitlerin siyasal kültürünün incelenmesi akademik çalışmalarda daha popüler olan bir alandır. Çünkü birçok durumda, siyasal elitler, liderler, yazarlar ve aktivistler, bir grubun ya da milletin “siyasal formula”sını oluşturan konumundadır (Rosenbaum, 1975:26). Buna ek olarak çoğu kez elitlerin görünür siyasal davranış ve tutumlarının hakim siyasal kültürü temsil etmesi, yaptırım ve toplumsallaştırma gücünü ellerinde bulundurmaları gibi nedenler araştırmalarda elitleri ön plana çıkaran diğer unsurlar olarak gösterilebilir (Milas, 2000:8). Elitlerin bu toplumsallaştırma ve siyasal kültürü biçimlendirme gücünün ulus-devlet modeliyle birlikte daha da arttığı ve ulus-inşa süreçlerinde önem kazandığı da söylenebilir (Şahin ve Türedi: 2018). Dolayısıyla bir toplumun siyasal kültürüne kısmen de olsa ulaşmak için elitlerin inanışlarının ve davranışlarının çok iyi araştırılması gereğine inanılarak, bu çalışmada, elitlerin siyasal kültürünün incelenmesi yönünde karar verilmiştir (Kavanagh, 1972:40). Bu arada eğitim sisteminin de yeni kurulan bir devlette elitlerin en önemli kültür ve kimlik oluşturma aracı konumunda olduğunu hatırlamakta da yarar vardır. Elit kavramını siyasete sokan Vilfredo Pareto’dan (1848-1923) Gaetano Mosca’nın (1858-1941) “yönetici sınıf”ına ya da Karl Marx’ın (1818-1883) “hâkim sınıf” söylemine kadar birçok açıklama girişiminde, elit olarak nitelendirilebilecek grubun “az sayıdaki güç sahibi bir topluluk” olduğu ve çok sayıdaki “güçsüz ve bilinçsiz” topluluğu idare ettiği tezinin savunulduğu görülebilir (Sesli ve Demir, 2010:5). Bu idarenin devamlılığını sağlayabilmek adına elitlerin, toplumda hem kimlik hem de kültür inşası konusuna eğildikleri de bu alandaki çalışmalarda vurgulanan başka husustur (Çetin, 2001). Dolayısıyla, bir toplumun siyasal kültürünün o toplumun siyasal iktidara yönelik olarak

191

geliştirdiği inanç, davranış, tutum, duygu ve değerleri içine aldığı düşünüldüğünde, modern ulus-devlet mantığı çerçevesinde bu tutum ve yargıları iktidarın kendi lehine çevirerek yönlendirmek istemesi doğal karşılanabilir (Çetin, 2001: 204). Bunun sebebi ise siyasal kültürün, iktidarın en çok ihtiyaç duyabileceği şeylerden birini yani meşruiyeti ona sağlayabilecek nitelikte olmasıdır. Bu yüzden, elitlerin siyasal kültüre yönelik müdahalelerde bulunması anlaşılabilir olmaktadır. Böylece; elitler- meşruiyet-ulus devlet eksenine oturtulabilecek siyasal kültürün, elitlerin bilinçli manipülasyonuna maruz kalma ihtimali büyük bir olasılıktır. Bu noktada Miroslav Hroch’un ulusal bilincin elitlerden kitlelere doğru yayılmasıyla ilgili tespitlerini hatırlamak gerekir. Buna göre elitlerdeki ulusal bilinç kitlelere yayılmadan bir ulusun ortaya çıkması mümkün değildir (Kaya, 2013: 25). Bu bağlamda, Türk milliyetçiliğinin doğuşunda elit kesimde başlayarak kitleselleşen bir oluşumdan bahsedilebilir ki bu durumun yeni siyasal kültürün oluşum sürecine önemli etkileri söz konusudur (Köroğlu, 2010: 101).

Bundan başka, elitlerin siyasal kültüre olan etkisini incelemek için hangi tekniğin daha uygun olduğunu bulmak da önemli bir sorunsaldır. Siyasal kültür konusunu incelerken, seçilecek yöntem ve araçların, odaklanılacak alana göre değişiklik göstereceği söylenebilir. Ancak genel olarak siyasal kültür incelemelerinde, karşılaştırmalı incelemeler, anket tekniği ve içerik analizi yöntemi sık kullanılan yöntemlerdir. Bunlara ek olarak, derinlemesine röportajlar, projektive ve yarı-projektive metotlar da konuya göre kullanılabilmektedir. En iyi yöntemin ne olduğu ise araştırmanın neye odaklanacağına göre farklılık göstermektedir. O halde hem tarihteki bir döneme ait hem de asıl olarak elitler seviyesindeki bir siyasal kültür hangi yöntemle incelenebilecektir? Siyasal elit incelemelerindeki kaynaklar çoğunlukla konuşma, söyleşi ve yazı formunda olduğu içindir ki, içerik-analizi, yönetici elitin düşünce biçimini ve inanç sistemini anlayabilmek için elverişli bir yöntem olarak kullanılabilir (Kavanagh, 1972: 49-50). Ancak araştırmacının ulaşabildiği kadar ya da kullanımına sunulan belge kadar bilgiyle yetinmek zorunda olması bir dezavantaj olarak kabul edilmektedir (Rosenbaum, 1975: 25). Bu çalışma ise geçmişteki bir zaman dilimini konu ettiği içindir ki çalışmada anket, röportaj, söyleşi gibi yöntemleri kullanmak mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla bu tez bağlamında, elit siyasal kültürünü incelemek adına betimsel içerik analizi yöntemi kullanılacaktır. Bu çalışmadaki betimsel içerik analizi ise incelenen metine yönelik ikinci bir okuma şeklinde algılanacaktır. Bu bağlamda içerik analizi, “söylemin görünen