• Sonuç bulunamadı

Bir Psikolojik Kaynak Olarak Damga Teorisi’nin İncelenmesi

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE DAMGA TEORİSİ

1.2. Bir Psikolojik Kaynak Olarak Damga Teorisi’nin İncelenmesi

Siyasal kültürün, siyasete, iktidara ve devlete yönelik düşünce, his ve tutumları ifade eden yapısı dikkate alındığında, toplumsal psikolojinin siyasal kültür açısından önemli bir bileşen olduğu çıkarımında bulunulabilir. Zira geniş toplum kesimleri ve yönetici elitlerin hisleri, travmaları, korkuları, hatta utançları; onların siyasal tutumlarını ve dolayısıyla siyasal davranışlarını etkileyebilecek hususlardır. Bu noktada, toplumun yaşayan bir parçası olarak siyasal kültürün, kitlelerin ya da elitlerin tüm duygu, düşünce ve deneyimlerini bir "ayna" gibi yansıtabilme özelliğine sahip olduğunu tekrar hatırlamakta yarar vardır (Rosenbaum, 1975: 8).

Bu bağlamda siyasal kültürün, bireyin davranışları ile zihin yapısı arasındaki ilişki ya da hem somut davranışlar hem de bu davranışları yönlendiren ruhsal etkenler bağlamında incelenebildiğine de dikkat çekmek gerekir (Sarıbay, 1998: 47-49). Nitekim Lucian Pye de siyasal kültürün bireysel yönüne dikkati çekerek siyasal kültürün köklerini bulmak için bireylerin hayat deneyimlerini bilmek gerektiğinden bahsetmektedir (Pye, 1965: 10). Tüm bunlardan siyasal kültürün hem siyasal sistemin tarihinden hem de bireylerin hayat hikayelerinden oluşan bir bütün olduğu sonucuna da ulaşılabilir.

Siyasal kültürün sadece rasyonel düşüncelerin ve siyasal olayların bir ürünü olmadığı; duygu, his, travma veya her türlü inanışın bir siyasal kültürün oluşumunda ana etkenlerden biri olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu açıdan damgalanma ya da stigma

49

olarak adlandırılan kavram, kolektif manada ele alındığında, bu duruma maruz kalan bir ülkenin siyasal kültürünü etkileyen en önemli psikolojik olgulardan biri olarak ortaya çıkabilir. Son dönemde, Damga Teorisi’nin siyasal alandaki gelişmelere ışık tutan mahiyetteki araştırmalara dahil edilmesi, teorinin önemini bir kez daha ortaya çıkarmıştır (Şahin ve Türedi, 2018). Bu psikolojik olgunun siyasal kültüre maloluş şekli konusunda ise Erving Goffman’ın oluşturduğu Damga Teorisi’nden ve bu kuramı siyaset alanında geliştiren Rebecca Adler-Nissen, Nina Tannenwald, Martha Finnemore gibi araştırmacıların görüşlerinden hareketle Damga Teorisi’nin somutlaştırma denemesine aşağıda yer verilecektir.

1.2.1. Damga Teorileri

Damga kelimesinin İngilizce karşılığı stigmadır. Stigma kelimesinin kökeni ise eski Yunan kaynaklı olup, sözcük olarak “yara, iz, işaret” anlamına gelmektedir (Arkan vd., 2011: 215). Eski Yunanda suçlu, köle, hain gibi insanları fark edebilmek ve onlardan kaçınmak için bu kişilerin derilerine dövme, kesik veya yakma gibi yollarla birtakım işaretler konulduğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda, İngiltere'de barut, Yunanistan'da boya, Çin'de ise mürekkebin suçluların damgalanmasında kullanılmasından tarihsel kanıtlar olarak bahsedilebilir. Bu etiketlemenin de "kişideki kirliliğin resmileştirilmesi" anlamına geldiği ifade edilmektedir (Shoham, 1970: 133). Bu şekilde lekelenmiş olan söz konusu kişi, özellikle kamusal yerlerde kaçınılması gereken biri durumuna düşmektedir. Toplum tarafından damgalanan bu kişilerin, ayıplanan ve mental olarak kirlenmiş bireyler olarak düşünüldüğü söylenebilir34.

Erving Goffman, ilk defa Yunanlılar tarafından kullanılmasından sonra kelimenin geçirdiği anlam değişimlerine Stigma adlı kitabında değinmektedir. Ona göre artık kavramlaşan bu kelime, “gözden düşmenin bedensel belirtisinden ziyade gözden düşmenin bizatihi kendisi için" kullanılmaktadır (Goffman, 2014: 29). Bugün damga ayrıca "etiketlemenin olumsuz etkisi", "anormal kimliklerin oluşturulma süreci",

34 Yabancı literatürde stigma olarak geçen bu kelime, Türkçede orjinal şekliyle kısmen kullanılsa da genelde Türk akademik literatüründe damga olarak geçmektedir. Kavramın bugünkü anlamını kazanmasında büyük emeği olan Goffman'ın Stigma adlı kitabı 2014 yılında Türkçeye Damga olarak çevrilmiştir. Ancak Zarakol'un After Defeat adlı eseri Yenilgiden Sonra adıyla 2012 yılında Türkçeye çevrildiğinde, kitabın içinde yoğun olarak geçen tüm Stigma kelimeleri leke olarak çevrilmiştir. Bu çalışmada kullanılacak kelime ise damga olacaktır.

50

"basmakalıp olumsuz yargılar üzerine inşa edilmiş önyargılar" şeklinde de tanımlanmaktadır (Byrne, 2001: 281). Yine "sosyal olarak kabul edilemez olduğu düşünülen kişisel veya fiziksel bir özellikten kaynaklanan bir belirti ya da kusur" anlamına da gelebilmektedir (Sezer ve Kezer, 2013: 185). Ancak hangi tanım olursa olsun, hepsindeki negatif ya da olumsuz duruma dikkat edilmeli, bu olumsuzlukların sadece önyargılardan kaynaklanmadığı, aynı zamanda damgalayanın olumsuz ve düşmanca tutumlarının da bunun nedeni olduğu göz ardı edilmemelidir (Byrne, 2001: 281).

Damgalanma, bir insanı diğerlerinden ayıran ve o insanın istenmeyen veya hoş karşılanmayan bir niteliğe sahip olduğunu gösteren bir etiketleme olarak da tarif edilmektedir. Psikiatral bir tanımla ise "akıl hastası insanlara da takılan yaftanın olumsuz etkilerini tanımlayan” bir terimdir (Özçürümez, 2013). Patrick Corrigan'a (1932) göre ise damgalama "bir kişiyi diğerlerinden ayıracak şekilde o kişinin gözden düşürülmesi, diğer insanlardan aşağı görülmesi, genel anlamda kötülenmesi”dir (Ersoy ve Varan, 2007: 164). Başka bir ifadeyle, damgalanma bir kişinin veya bir grubun sahip olduğu düşünülen özellikleri yüzünden toplumun diğer üyeleri tarafından aşırı bir şekilde onaylanmaması ya da dışlanmasıdır. Tüm bu tanımlardaki ortak noktalar, damgalanan aktörün onaylanmaması, dışlanması, aşağı görülmesi veya kötülenmesi gibi olumsuz bir muameleye maruz kalması şeklinde gösterilebilir. Aktör, gerçekten damgalanmamış olsa dahi eğer damgalanmış hissediyorsa, çevreden gelen tüm hareketleri farklı yorumlayarak, kendisini bu olumsuz muameleye maruz kalmış hissedebilmektedir.

Erving Goffman, Damga Teorisi’ni sunduğu Stigma adlı kitabında damgalanmanın özellikle sosyolojik ve psikolojik yanlarını ele almıştır. Damgalanmanın siyasal boyutunun olduğuna değinse de, bu husus yoğunlaştığı bir nokta değildir. Damgalanma hususunu psikolojik ve sosyolojik açıdan örneklerle kitabında açıklamaya çalışan Goffman, konunun toplumsal boyutuna dikkat çekmiş olsa da, ancak uzun yıllar sonra Damga Teorisi’nin siyasete uyarlandığı görülmektedir. Bu uyarlamalarda siyasetin psikoloji ile ilgisi ekseninde çalışmalar yapılmakla beraber, çalışmaların bazılarında Damga Teorisi’nin ismiyle zikredilmediğini söylemekte yarar vardır. Örneğin bu uyarlamaların ilklerinden sayılabilecek 1998 yılına ait “International Norm Dynamics and Political Change” adlı makalede, bireylerin ve toplumların sahip olduğu değerlerin

51

siyasete ve özellikle uluslararası alana yansımalarını incelenmektedir. Makalede damgalar ve siyasal davranışlar arasındaki ilintiye dikkat çekilse de bulguların Damga Teorisi ile ilgisinden tam olarak bahsedilmemektedir. Aynı şekilde 2005 yılında Nina Tannenwald tarafından yayımlanan “Stigmitizing the Bomb” adlı makalede de yine uluslararası alandaki değerlerin damgalayıcı etkisinden bahsedilmekte, damgalayıcı bu etkinin yine siyasal davranışlara etki ettiğinden söz edilmekte ancak kuramla doğrudan ilinti kurulmamaktadır. Damga Teorisi ile uluslararası siyaset arasındaki ilintiyi doğrudan telaffuz eden ilk çalışmalardan biri olarak tanımlanabilecek araştırma ise Ayşe Zarakol’un 2011 yılına ait After the Defeat adlı eseridir. Bahsi geçen iki makale, pozitif değerlerin uluslararası alanda devletleri damgalayarak, onları olumlu davranışlara sevketmesini merkez alırken, Zarakol konuya damgalanmanın araçsallaştırılması ekseninde ele almaktadır. 2014 yılında ise Rebecca Adler-Nissen ilk defa Damga Teorisi ve uluslararası siyaseti hem damgalayan hem de damgalanan için inceleyerek, bu siyasetin parametrelerini oluşturmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, Damga Teorisi’nin “birey eksenli başlayıp kolektif (toplumsal) analizlere doğru bir evrim geçirdiğinden ve bu teoriden faydalanan araştırma sahalarının giderek çoğaldığından” bahsetmek doğru olacaktır (Şahin ve Türedi, 2018: 4). Nitekim aşağıda öncelikle Goffman’nın Damga Teorisi ve özellikleri ile ilgili bilgi verildikten sonra, Finnemore-Shikkink, Tannenwald, Zarakol ve Adler-Nissen gibi araştırmacıların kuramı taşıdığı noktaya yer verilecektir. En nihayet de, Damga Teorisi’nin izlediği bu iki çizgi dışında bu tez çalışmasının alana yaptığı katkı tartışılacaktır. Damgaların siyasal kültür açısından taşıdığı önem, damgalanmışlık algısının siyasal davranış ve düşüncelere etkisi ve tüm bunların ortaya çıkardığı siyasal kültürün özellikleri gibi hususlara dikkat çekilecektir.

1.2.1.1. E. Goffman’ın Damga Teorisi

Damga Teorisi, Erving Goffman'ın çalışmalarına çok şey borçludur. Zira Goffman, damgayı "kimliğin toplumsal kurgulanışı" şeklinde tarif ederek, damganın bireysel değil, toplumsal bir olgu olduğunu göstermiştir (Goffman, 2014: 104). Bu toplumsal olgudan yola çıkan, sosyolojik ve psikolojik temeli olan bu yaklaşım Erving Goffman tarafından kavramsallaştırılmıştır. Böylece kavramın siyasal alanda da kullanılabilmesi için gereken zeminin hazırlandığı söylenebilir.

52

Fransız sosyolojist Emile Durkheim (1858-1917), damgayı sosyal bir fenomen olarak ilk inceleyen kişi olarak kabul edilebilse de, Erving Goffman’nın 20. yüzyılın en etkili sosyolojistlerinden biri olarak kelimeyi kavramsallaştırarak, sosyoloji ile siyaset bilimi alanlarında kullanılabilecek bir kuram oluşturduğu kabul edilmektedir. Damgalanma olgusuna sosyolojik bakış açısını getiren ve ilk defa kavramın politik özelliğine de dikkat çeken damgalama kuramının öncüsü Amerikalı sosyolog Goffman damgayı, “damgalanan bireye daha az değer verme davranışı, bu etiketi taşıyan insanların daha az istenebilir ve neredeyse insan gibi algılanmaması” olarak tarif etmiştir (Goffman, 2014: 33). Erving Goffman, 1960'larda stigma kavramını sosyolojik bir terim olarak geliştirdikten sonra Alexander Wendt (d.1958) ve Michael Barnett’in (d.1960) alana büyük katkılar sağladıkları görülmektedir. Goffman'ın damga kuramını kullanan birçok sosyolog ve sosyal psikolog, işsizler, transseksüeller, göçmenler ya da HIV virüsü taşıyanlar konusunda kayda değer analizler yapmışlardır. Bu araştırmalar, ayrımcılık ve ona karşı geliştirilen tepkileri ortaya koyarken, damgalanmanın maddi eşitsizlikler, önyargı ve dışlanmanın kaynağı olduğunu göstermişlerdir. Sadece sosyoloji ve psikoloji alanında değil, Goffman'ın düşünceleri bugün hala uluslararası ilişkilerde okutulan konular arasında yerini korumakta ve kuramı uluslararası düzenin değerlerini anlamada oldukça kullanışlı bir yöntem olarak görülmeye devam etmektedir (Adler-Nissen, 2014: 3).

Damga Teorisi’nin kurucusu Goffman, damganın üç şekilde görülebileceğine işaret etmektedir. Goffman bu gruplamada birinci gruba fiziksel engeli ya da yetersizliği olan kişileri koyarken, ikinci gruba mental rahatsızlıklara sahip, alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı ya da kriminal bir geçmişe sahip olan kişileri yerleştirmektedir. Üçüncü ve asıl buradaki çalışmayla ilgili olan grup ise etnik, ulusal ve dini açıdan grupların damgalanmasını konu almaktadır. Goffman, damgalanmanın her türlüsünün, bireyde veya grupta damgalanma korkusu oluşturduğunu düşünmektedir. Bu korku aktörün yaşam doyumunu etkileyen karmaşık, psikolojik ve sosyal bir durumdur. Böylece, fiziksel engeli ya da mental rahatsızlığı dolayısıyla damgalanmışlık yaşayan bireylerin incelenmesi, etnik konumlarından ötürü siyasal damgalanmışlık yaşayan bireylerin psikolojilerini anlamaya yardımcı olacaktır.

53

Goffman’ın kuramı oluşturmasından sonra, siyasal alanda da bu kuramın kullanılabileceğini gösteren çeşitli yayınların varlığına rastlanmaktadır. Bu çalışmaların oluşması uzun yıllar almışsa da, artık Damga Teorisi’nin siyaset alanında bir karşılığının bulunduğuna dair göstergeler yüksektir. Son dönemde kuramın siyasal alana uyarlanmasında gerekli olan teorik alt yapı hususunda da önemli gelişmeler yaşanmaktadır.

Goffman’ın teorisinde öne sürdüğü önemli bulgulardan bir tanesi normal-anormal karşıtlığı olarak gösterilebilir. Damgalayanın normal, damgalananın ise anormal olarak görüldüğü bir ortamdan bahseden Goffman, bu türlü bir dikotominin damgalananın psikolojisine daha fazla zarar verdiğini düşünmektedir. Aktörün damgalarına karşı çeşitli savunma mekanizmaları geliştireceğini de iddia eden Goffman, özellikle damgaların kabullenilmesi ve reddedilmesi seçeneklerini vurgulamaktadır. Damgalardan bir gurur kaynağı çıkarılabileceği de seçenekler arasındayken, aktörün damgalarını içselleştirmesi veya damganın görünürlüğünün boyutu da bu noktada önem kazanmaktadır. Ayrıca damgalanmış bir aktörün gösterebileceği belirtilerden teoride bahsedilmesi de pekçok siyasal davranışın farklı yorumlanmasını sağlayabilecek niteliktedir. Özellikle normal-anormal dikotomisi, normallerin değerlerinin içselleştirilmesi, bazı savunma mekanizmalarının geliştirilmesi gibi hususların ulus-inşa sürecinde oluşan siyasal kültürleri yorumlamak için önemli açılımlar sağlayabilmesi mümkün görünmektedir.

1.2.1.2. Finnemore-Tannenwald-AdlerNissen-Zarakol’un Damga Teorileri

Özellikle 1970’ler ve 1980’lerdeki rasyonel seçim teorisindeki popülerlik, siyasal davranışta değerlerin ve duyguların öneminin yadsınmasına da yardım etmiş görünmektedir (Finnemore ve Shikkink, 1998: 890). Damgalanmanın siyasetle ilişkisini kısmen de olsa kurmaya çalışan Renee R. Anspach’a35 ait 1979 yılında yayımlanan “From stigma to identity politics” adlı makaleden 2000’li yıllara kadar damgalanma ve siyaset arasındaki ilişkinin uzun bir sessizliğe gömüldüğü söylenebilir.

35 Anspach, Renee R. (1979). From stigma to identity politics: Political activism among the physically disabled and former mental patients. Social Science & Medicine. vol 13, 765-773. Makale, herhangi bir sorunundan dolayı toplum tarafından damgalanmış bireylerin siyasal hareketliliğini incelemektedir.

54

Damgalanma konusundaki araştırmaların son yirmi yılda artış gösterdiği, bu artışın özellikle de psikoloji alanında meydana geldiği vurgulanmalıdır. Damgalanma algısının etkilerini ya da damgalanma korkusunun neden olduğu durumları daha iyi anlamak amacıyla yapılan, günümüzde de devam eden araştırmaların özellikle damgalanmanın psikolojik etkileri ve sonuçları üzerine olduğunun da altını çizmek gerekir36 (Byrne, 2001: 281; Couture ve Penn, 2003: 294). Ancak tüm bu psikoloji eksenli çalışmaların, konunun siyasal alana eklemlenebilmesi için yine de önemli açılımlar sağladığı bir gerçektir. Kısacası, şizofreni, HIV virüsü taşıyıcıları ve eşcinsellerin toplumda damgalanmaları konusunda hem psikolojik hem de sosyolojik bağlamda yapılan araştırmalardaki artışın, siyaset alanında bazı yeni düşüncelere zemin hazırladığını vurgulamak gerekmektedir. Bu bağlamda, damgalanma ile ilgili psikoloji ve sosyoloji alanında yapılan çalışmaların konuyla ilgili önemli yararlar sağladığı gerçeğinin göz ardı edilmemesi gereği vurgulanmalıdır.

Damgalama ve siyaset arasındaki etkileşimi anlamaya çalışan ilk araştırmalarda, Damga Teorisi net şekilde ifade edilmese de normların, değerlerin ya da duyguların siyasetteki önemine vurgu yaptıkları görülmektedir37. Nitekim Martha Finnemore ve Kathryn Sikkink’in 1998 yılına ait “International Norm Dynamics and Political Change” adlı makalelerinde uluslararası normların oluşturduğu etkiyle uluslararası siyasette meydana gelen değişimin incelenmesi, damgalanma olgusunun siyasetteki önemini gösteren bir dönüm noktası gibidir. Goffman’dan bahsetmeseler de uluslararası alanda sahip olunan değerlere uygun davranış sergilemeyen devletlerin uluslararası alanda damgalandığını ve

36 Arikan ve Uysal (1999), Chung (2001), Corrigan (2001), Ingamells (1996), Link ve Cullen (1986), Penn (1999), Read ve Harre (2001), Trute (1989), Vezzoli (2001), Arkar ve Eker (1992), Callaghan (1997), Chinsky ve Rappaport (1970), Desforges (1991) (Byrne, 2001: 281; Couture ve Penn, 2003: 294). Türkiye'de damgalama konusundaki yapılan çalışmalar ise çoğunlukla psikiyatrik hastalıklara ilişkindir. 3P (psikiyatri, psikoloji, psikofarmakoloji) dergisinin Eylül 2004 eki “Stigma” olarak çıkmıştır. Bu dosyada; devletlerin ruh sağlığı politikalarının damgalayıcı etkisi, sağlık çalışanlarının damgalayıcı davranış ve tutumları, toplumdaki psikiyatrist tasarımın damgalamadaki etkisi, medyanın ruhsal sorunları olan bireyleri ‘saldırgan’ olarak karakterize etme eğiliminin toplumsal damgalamayı tetikleyici gücü ve farklı ruhsal hastalıklara ilişkin damgalamalar konu edilmiştir. Ancak dergide konunun siyasal boyutuna değinilmediği görülmektedir.

37 Örneğin, siyasal davranışın ahlak ve gücün bileşimi olması gerektiğini savunan E.H.Carr (1892-1982), insanların duygularını ve değerlerini hesaba katmadığı için dış politikada realizmin başarısız olduğunu yazmakta ve normların siyaseti belirleme gücünden bahsetmektedir. Birleşmiş Milletler’in uluslararası normlar oluşturma konusundaki çabalarını inceleyen Ernst Haas (1924-2003) ya da Hans Morghentau’nun (1904-1980) normların ve ideolojilerin insanların siyasal davranışlarını etkilediği yönündeki çalışmaları da bu iddiaları destekler niteliktedir. Köleliğin kaldırılması, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, uluslararası alanda bazı silahların yasaklanması ve bazı yönetim biçimlerinin kabul görmemesi gibi durumları uluslararası alanda önem kazanan normlar bağlamında inceleyen David Lumsdaine’nin çalışması da kayda değerdir (Finnemore ve Shikkink, 1998: 889-890).

55

bu damgalamanın sonucunda bu davranışlarını değiştirmek zorunda kaldıklarını savunan makale konuyla ilgili ilkler arasında yer alabilir38.

Bundan başka, uluslararası alanda hangi değerlerin damgalamaya neden olduğu konusu da önemli bir husus olarak ortaya çıkmaktadır. Bir değere aykırı hareket edilmesi sonucunda, bu davranışlarda bulunan aktörün bir damgalının karşılaşabileceği muamelelere maruz kalması, bu değerin bir damga aracına dönüştüğünü ya da bu değerin aktörün damgalanmasına neden olabilecek kadar önemsendiğini göstermektedir. Ayrıca uluslararası alanda normların değişebilmesi durumunun, dönemin özelliğine, hegemon gücün isteklerine göre şekil alabilmesi de yine damgalanmanın siyasetle ilişkisinde önemli bir nokta olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim köleliğin meşru olduğunun düşünüldüğü bir dönemde, bu düşünceye aykırı hareket etmek bir çeşit normun çiğnenmesi anlamına gelirken, köleliğe karşı çıkan kişiler damgalanabilmiştir. Ya da kadınların, 1848-1930 yılları arasında yaptıkları mücadelelerle seçme ve seçilme hakkını elde etmesi, bu tarihlerden önce aksi durumun uluslararası alanda bir norm olarak görülmesi, yine normların değişebileceğine bir örnek olarak sunulabilir (Finnemore ve Shikkink, 1998: 892-895).

Damgalanma ve siyaset arasındaki ilinti konusunda köşe taşlarını yerleştirdiği düşünülen Finnemore ve Shikkink’in çalışmasının yanı sıra Jonh Boli (d.1948) ve George Thomas, James Lee Ray ve Neta Crawford, Margaret Keck, Richard Price’un yaptığı çalışmalar, hangi normların bugün uluslararası alanda öne çıktığı ve gelecekte ne tür normların öne çıkabileceği konusundaki çıkarımlarla dikkate değerdir (Finnemore ve Shikkink, 1998: 907). 1990’lı yılların sonunda araştırmacılar, normların uluslararası alandaki önemine

38 Soğuk Savaş’ın aynı zamanda “kalpleri ve beyinleri ele geçirme” mücadelesi olduğunu belirten Shikkink ve Finnemore, duyguların ve değerlerin siyasetteki önemini belirtmektedirler. ABD’nin dış politikadaki “meşru amaç” retoriğine bu çerçevede değinen yazarlar, dış siyasette atılan adımların uluslararası normlara uygunluğuna göre meşru olabilecekleri iddiasında bulunmaktadırlar. Makalelerinde uluslararası alanda bir normun nasıl tanımlandığı, nasıl oluştuğu, nasıl değiştiği, nasıl değiştirildiği, uluslararası normlarla bireysel değerler arasındaki ilişki, değerlerin uluslararası alandaki değişimi ve istikrar ile ilişkisi gibi sorularla da yakından ilgilenmişlerdir (Finnemore ve Shikkink, 1998: 887-888). Uluslararası alanda normlara uyma davranışının aynı zamanda rasyonel bir davranış olduğu vurgulanan makalenin alanında bir ilk olduğuna değinmekte yarar vardır. Çeşitli yaptırımlar kullanılarak, normların uluslararası alanda nasıl toplumsallaştırıldığına değinen makale, normlara uymayan devletlerin uluslararası alanda gülünçleştirildiğinden, normlara uyan devletlerin ise diplomatik dille övüldüğünden bahsetmektedir. Dolayısıyla normlara uymayan devletlerin uluslararası alanda kendisini utanç içinde, suçlu, değer verilmeyen, saygı duyulmayan bir pozisyonda görmek istememesi nedeniyle, bu devletlerin normlara uyma davranışının tetikleneceği düşünülebilir. Ancak bu noktada, her normun evrensel, kapsayıcı ve tüm insanlığın yararına olup olmadığı konusundaki çekincelerin varlığı unutulmamalıdır (Finnemore ve Shikkink, 1998: 889-893).

56

değinirken, bir normun damgalama niteliği kazandığında hegemon güçlerin bile bu norma uygun davranmak zorunda kaldığını göstermek istemişlerdir. Uluslararası değerleri belirleyen pozisyonda olsalar bile hegemon devletlerin bu damgalanma riski karşısında kayıtsız kalamadığını göstermeye çalışmışlardır. Nitekim Nina Tannenwald’ın 2005 yılında yayımladığı “Stigmatizing the Bomb: Origins of the Nuclear Taboo” adlı makalesi de aynı geleneğin devamı olarak düşünülebilir39.

Birbirini destekler nitelikteki bu makaleler dışında, damgalama ve kimlik siyasetinin kısmen de olsa ilişkilendirildiği bazı incelemelere 2000’li yılların başında ve sonrasında rastlanmaktadır40. Ancak bu incelemelerde damgalanma ve siyaset arasındaki etkileşmin teorik bağlamda yeterince açıklanmadığı görülmektedir. Bazı makalelerde Goffman’ın isminin dahi geçmediği düşünüldüğünde, damgalanma ve siyaset arasındaki etkileşim konusunda daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulduğu söylenebilir. Bu ihtiyacı kısmen de olsa giderdiği düşünülen Rebecca Adler-Nissen’in çalışması damgalanma ve siyaset etkileşimine farklı bir boyut getirmiştir. Normların uluslararası siyasetteki önemli konumuna ve damgalayıcı gücüne değinen araştırmacılardan Adler-Nissen ve Zarakol, damgalamanın siyasal bir araç olarak iktidarlar tarafından kullanılabileceğini keşfetmiş görünmektedirler. Adler-Nissen ve Zarakol’un temsil ettiği bu çizgide damgalanma, hegemon güçlerin istediklerini yaptırmak için kullandığı bir araç konumundadır. Adler-Nissen, özellikle damgalanan aktörün damgalanmışlığına yönelik ne çeşit davranışlarda bulunacağı, hangi savunma mekanizmalarını geliştireceği üzerinde odaklanmış ve bu sorunsalların cevaplarını kategorileştirmeye çalışmıştır. Damgalı aktörün damgalarını

39 Damgalama ve uluslararası siyaset arasında bir ilinti olduğunu düşünen Tannenwald, nükleer silahlar konusunda dünyada yaşanan değişimi bu duruma örnek olarak vermektedir. Bu örneğe göre ABD’nin atom bombasını ilk kez