• Sonuç bulunamadı

İnsan hayatında başlı başına önem arz eden aşamaların başında hiç şüphesiz ki şu üç evre çok önceliklidir: Doğum, evlenme ve ölüm. Doğum, insan neslinin devamının sağlanmasında ve sağlıklı nesillerin oluşmasında belki de diğer iki aşamayı da geride bırakmaktadır. Türk toplumunu düşündüğümüzde çocuk sahibi olmak ve neslini devam ettirerek adını ve soyunu bir sonraki kuşağa devretmek her ailenin isteğidir. Çocuğu olmayan insan, hayattan zevk almayan, tek düze bir yaşamın sınırında boğulup giden, çaresizliği yaşamayı öğrenen bir birey haline gelir.

Türk toplumunda çocuk, hem aile içinde hem de toplumda her zaman önemli bir yere sahip olmayı başarmış ve evin tadı tuzu olan çocuğa sahip olmak için insanlar, her türlü çareye başvurmuşlardır. İyilik yapıp ziyaretlere gitmişler, adaklar adamışlar, açları doyurup çıplakları giydirmişler, gurbete çıkarak dertlerine derman aramışlar ve en son olarak da tıbbi yöntemleri denemişlerdir. Sonuçta hangi şekilde olursa olsun insanoğlu çocuksuzluğa çare bulmayı başarmıştır.

Halk hikâyelerinde erkek kahramanlar, genellikle olağanüstü bir şekilde dünyaya gelirler. İncelediğimiz hikâyelerin içinde erkeğin doğumuyla ilgili bilgiler mevcuttur. Bunlardan çalışmamızda tespit ettiğimiz ve içinde doğum motifi bulunan hikâyeler şunlardır:

Birinci hikâyenin kahramanı Âsuman, bir dervişin yine Derviş İsmail adındaki babasına Murad Suyu’na gidip kurban kesmesini ve bu kurbanı Murad Suyu’na bıraktıklarında sudan çıkacak narı almalarını söylemesi ve derviş ile karısının da bu narı yemesi sonucunda dokuz ay on gün sonra dünyaya gelmektedir. (Kaya-Koz 2000: 22)

Üçüncü hikâyenin kahramanı Şah İsmail de olağanüstü bir şekilde dünyaya gelir. Şah İsmail, ak sakallı bir dervişin babasına verdiği elmayı anne ve babasının yemesiyle doğmaktadır (Korgunal 1960: 4).

Dördüncü hikâyenin kahramanı Yaralı Mahmut da olağanüstü bir şekilde dünyaya gelir. Kahramanın doğmasına yardımcı olan kuvvet yine bir derviştir. Dervişin verdiği elmanın yarısını Buhara Padişahı, diğer yarısını da karısı yer, bu elmanın kabuklarını ise ahırdaki kısrak yer. Böylece padişahın 9 ay 10 gün sonra nur topu gibi bir oğlu, kısrağın da bir tayı olur (Alptekin 1983: 21).

Beşinci hikâyenin kahramanı Murad Şah da olağanüstü bir doğum motifiyle dünyaya gelir. Dede Sultan’ın verdiği elmanın yarısını padişah diğer yarısını da karısı yer ve 9 ay 9

gün 9 saat 9 dakika sonra padişahın bir oğlu olur. Oğlu olan Hurşid Şah, donanma edip (merasim yapma) kurbanlar keser ve herkesi memnun eder (Kaya-Koz 2000: 134).

Altıncı hikâyede ise kahramanımız Kerem ve sevgilisi Aslı’nın doğumu şöyle olmuştur: İki dost (Âdil Şah ve Keşiş), dertlerine çare aramak için seyahate çıkarlar. Yolda bunların karşısına bir ihtiyar çıkar. İhtiyar, bunların neden dertli olduklarını, niçin seyahate çıktıklarını söyleyip bir elma verir. İhtiyarın söylediğine göre bu elmayı hanımlarıyla beraber yemeleri halinde çocukları olacaktır. Vakti gelince şahın bir oğlu, keşişin de bir kızı dünyaya gelir (Duymaz 2001: 42).

Dokuzuncu hikâyede doğum motifi şöyle gerçekleşir: Yaşlı bir derviş, padişah ile vezirin remmel ilmi sayesinde çocuklarının olmadığını söyler. Bir elmayı ikiye bölerek padişahla vezire verir. Bunların yarısını padişahın diğer yarısını da vezirin yemesini, böylece çocuklarının olacağını, kızın adını Zühre, erkek çocuğun adını da Tahir koymalarını ve birbirinden ayırmamalarını söyleyerek ortadan kaybolur (Türkmen 1983: 210). Aradan geçen kısa bir zamandan sonra da kahramanlar doğmaktadırlar.

Onuncu hikâyede de kahramanın doğumu olağanüstüdür; fakat biraz farklılık vardır. Çünkü ikiz çocuk dünya gelmektedir. Kahramanın doğmasına yardımcı olan kuvvet yine bir derviştir. Derviş; hükümdara elmayı vermek için çocukların ikiz olması durumunda birini alacağını ve ikinci olarak da çocukların adlarını kendisinin vereceğini söyleyerek bu iki şartı öne sürer. Eğer Hurşit Bey bu iki şartı kabul ederse verdiği elmanın yardımıyla iki oğlu olacaktır. Elmayı yiyen Hurşit Bey’in ikiz oğlu olur, bunlardan biri son derece güzel; öteki de çirkindir. Derviş, daha önceden ileri sürdüğü şartlar gereği Hurşit Bey’in oğlu Kamber’i alarak gözden kaybolur (Kaya 1993: 66).

On ikinci hikâyede kahramanın doğumunda olağanüstülük yoktur. Köyde yaşayan Genç Alioğullarından Ali Usta adındaki demircinin 1239 (1823) yılında bir oğlu dünyaya gelmektedir (Özder 1976: 11).

On üçüncü hikâyede Yahya Bey, “Hüseyinbeyli Kendi”nde yani kendi köyünde doğan bir bey oğlu (Çetin 1986: 41) ve babasının biricik evladı olan bir kahraman olarak tanıtılmaktadır.

On beşinci hikâyede Zal’ın evlenmesinden dokuz ay sonra bir çocuğu dünyaya gelir ve doğan bu çocuğun yüzüne kimse bakamadığından dede Dal tarafından ormana

attırılmaktadır (Sakaoğlu vd. 1997: 41). Bu hikâyenin başkahramanı Zaloğlu Rüstem’in de evlendikten dokuz ay sonra bir oğlu olmaktadır (Sakaoğlu vd. 1997: 42).

On altıncı hikâyede çocuksuzluk sorunu olan iki kardeşin dualarının kabulü sonucu Halil ve Sultan, dokuz ay dokuz gün dokuz dakika dokuz saniye sonra doğmaktadırlar (Görkem 2000: 271).

On yedinci hikâyede çocuğu olmayan ve derdine derman arayan padişaha elma veren ihtiyar ona, elmayı ortadan ikiye bölerek hanımı ile yemesini, kabuklarını soyup atına yedirmesini söyler ve gözden kaybolur. Gerçekten dokuz ay on gün sonra Allah’ın izni ile padişahın bir oğlu, kısrağının bir tayı olur (Ekici 1995: 17). Bu hikâyede çocuk, pirin verdiği elma sayesinde olmaktadır.

On sekizinci hikâyede kahramanımız Kirmanşah’ın doğumunda da ilginçlikler vardır. Hurşit Şah’ın çocuğunun olabilmesi için dervişin tavsiye ettiği şu şartları yerine getirmesi gereklidir:

a.Abdestli şekilde yatağa girmesi

b.Çocuğun doğumunu müjdeleyen kişiyi mükafatlandırma c.Hazret-i Hızır tarafından çocuğa isim verilmesin

d.Tiflis yöresindeki dul kadınlar ile öksüz çocukların giydirilmesi e.Yedi kurban keserek fakirlere dağıtılması

f.Susuz yere çeşme, akarsuların üzerine köprü yaptırma (Alptekin 1999:30). Bu şartları yerine getiren Hurşit Şah’ın 9 ay sonra bir oğlu olmaktadır.

Yirmi birinci hikâyemizde de kahramanımızın doğumunda olağanüstülük vardır. Dervişin verdiği sihirli elmayı yiyince hanım sultan hamile kalır (Gültekin 2004: 20) ve dokuz ay sonra da Lâtif Şah doğmaktadır (Gültekin 2004: 22).

Yirmi ikinci hikâyede de Karacaoğlan’ın doğumu halk hikâyelerimizin genelinde rastladığımız geleneksel doğum motifinden izler taşımaktadır. Kara Ali’nin oğlunun (Hasan/Karacaoğlan) doğumuna yardımcı olan karakter yine ak sakallı ihtiyar bir derviştir. Kara Ali, evlendiğinde gerdeğe gireceği zaman ak sakallı ihtiyarın dediklerini hatırlar, gerdeğe girmeden önce abdest alıp Allah rızası için iki rekât namaz kılar ve gerisini de Allah’a bırakır. Evliliğinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra da bir oğlu dünyaya gelmektedir (Şimşek 1999: 629).

Yukarıdaki hikâye örneklerinde yapmış olduğumuz tespitlerde de görüldüğü gibi halk hikâyelerinde erkeğin doğumu, genellikle olağanüstü yollarla gerçekleşmektedir. Bu olağanüstü doğum motifinde olağanüstü yardımcı karakter derviş ve elma motiflerinin etkisi büyüktür. Hiç çocuğu olmayan ve derdine derman arayan baba (Padişah, Bezirgân, Bey vs.) derdine çare aramak için en yakın arkadaşını (vezir, derviş, hazinedar vb.) yanına alıp kılık değiştirerek gurbete çıkar. Mola verdikleri bir yerde veya yolda bir çeşmeden abdest alıp namaza duracağı sırada karşısında ak sakallı ve ak saçlı nurani bir ihtiyar (Hz. Hızır) ansızın beliriverir. İhtiyar, o kişinin ve yanındakinin kim olduklarını söyler, o kişilerin derdini anlayarak, koynundan çıkardığı elmayı bunlara verir ve karısı ile bölüşüp yemelerini, vakti geldiğinde bir çocuklarının dünyaya geleceğini, bunları birbirleriyle evlendirmelerini ve kendisi gelmeden bu çocuklara isim vermemelerini söyleyip ortadan kaybolur. Daha sonra elmanın yarısını kendisi diğer yarısını da yanındaki kişinin yemesiyle çocuğu olmayan her iki kişinin de birer evlatları olur. Sonuç olarak erkek kahramanımızın doğumundaki bu olağanüstü durum daha sonra tüm yaşamına yansıyacaktır.

C-ERKEK KAHRAMANA AD VERİLMESİ VE HALK HİKÂYELERİNDE