• Sonuç bulunamadı

İnsanoğlu, soyunun devam etmesi ve öldükten sonra da kendi adının yaşaması gibi sebeplerle çocuk konusunda tarih boyunca hep duyarlı olmuştur. Çocuk, Türk insanının hayatında da neslin devamı açısından son derece önemi olan bir kavramdır. Çocuksuz bir evin meyvesiz bir ağaca benzetildiği Türk toplumunda çocuk, evin tadı, tuzu ve neşesidir. İşte bizim için bu kadar önemi bulunan bu kavramın eksik oluşu yani bir ailenin çocuksuz kalması, çocuklarının olmaması da önemli bir durumdur. Çocuksuz kalan bir ailenin üzüntü çekmesi, toplum tarafından ayıplanması ve baskı görmesi, bu olumsuz durumun toplumdaki önemini de gözler önüne sermektedir.

Bir anne ve babanın çocuklarının olması için şifa aramaları ve çocuklara duyduğu özlem kültürel yaşamımıza ve edebiyatımıza da konu olmaktadır. Özellikle Türk halk edebiyatında karşılaştığımız bir tür olan halk hikâyelerinde çocuksuzluk kavramı önemli bir motif olarak karşımıza çıkmaktadır. Çocuksuzluk motifi bazı hikâyelerimizi başından sonuna kadar etkilemektedir.

Ayrıca çocuksuzluk motifi bir halk hikâyemizi yönlendirdiği gibi aynı zamanda çeşitli Türk boylarındaki bazı gelenekleri de beraberinde ortaya koyması bakımından oldukça dikkat çekicidir (Ekici 1995: 13).

Çocuksuzluk, halk hikâyelerindeki kahramanların ailelerinde sıkıntı ve mutsuzluk gibi olumsuzluklara sebep olmaktadır. Halk hikâyelerinde çocuksuzluk motifi iki sebebe dayanmaktadır:

A.Geleneklerin çocuksuz kişiyi veya aileyi ayıplaması ya da kınaması: Bu durum Dede Korkut Hikâyeleri’nde olduğu gibi “Allah o kişiyi kınadığı için” yapılmaktadır.

B.İktidar sahibi kişinin mirasının kime kalacağından duyduğu kaygı: Bir padişahın, şahın, vezirin veya beyin çocuğunun olmaması bu kişilerin gelecek kaygısı taşımalarına sebep olmaktadır. Böyle bir durum da çocuksuzluk yüzünden mutsuzluk ve daha başka olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir.

Örneğin halk hikâyelerinin kaynağı sayılan Dede Korkut Hikâyeleri’nden Boğaç Han hikâyesinde çocuksuzluktan dolayı kınama ve ayıplamayla ortaya çıkan üzüntüyü, Bamsı Beyrek hikâyesinde, oğulsuzluk ve kızsızlıktan dolayı ortaya çıkan üzüntü olarak görmekteyiz (Ekici 1995: 15).

İşte toplumumuz yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı bu sorundan duyduğu üzüntüyü yenmek ve derdine derman bulabilmek için çocuksuzluğa çare aramaya da başlamaktadır.

ÇOCUKSUZLUĞA ÇARE ARAMA

Araştırmamıza konu alan Anadolu sahası Türk halk hikâyelerinde çocuksuzluğa çare aramanın da belli yöntemlere göre yapıldığını görmekteyiz. Bu yöntemleri hem çocuksuzluk motifinin önemini anlatması bakımından hem de toplumdaki bazı geleneklerimizi göstermesi bakımından önemli olduğu için aşağıya alıyoruz:

a.Doğrudan Allah’a dua ederek veya ziyafet vererek çocuk sahibi olmaya çare aramak (Boğaç Han ve Bamsı Beyrek hikâyelerinde olduğu gibi)

b.Çocuğu olmayan kişinin veziri ile tebdil-i kıyafet gezerek dinî hüviyeti bulunan Hızır, pir, evliya, derviş, ermiş gibi şahıslarla tesadüfen karşılaşması ve bu kişinin çare arayan kişiyi tanıyıp ona yol göstermesi veya verdiği büyülü nesne (elma) sayesinde çocuklarının olacağını söylemesi.

Çocuksuzluk motifinin Dede Korkut Hikâyeleri’nde de öne çıktığını görmekteyiz. Örneğin Boğaç Han hikâyesinde çocuksuzluğa çare arama Dirse Han’ın karısının bir ziyafet verip açları doyurmak, çıplakları giydirmek ve bir ağzı dualının duasıyla çocuklarının olacağını söylemesiyle olmaktadır. Bamsı Beyrek hikâyesinde de oğlu olmadığı için üzülen Pay Püre Bey ve kızı olmadığı için üzülen Pay Piçen Bey için Oğuz beyleri dua ederler ve beylerin de duası kabul olur. Pay Püre Bey ve Pay Piçen Bey doğacak çocukları beşik kertme nişanlayacaklarına dair de sözleşirler. Gerçekten de her ikisinin yaptığı duanın üzerinden biraz zaman geçince çocukları dünyaya gelir (Ergin 1999).

Anadolu sahası Türk halk hikâyelerimizde de çocuksuzluk motifinin ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Araştırmamız süresince çocuksuzluk motifine rastladığımız halk hikâyelerimize göz atmak yerinde olacaktır:

Birinci hikâyede çocukları olmayan ve buna çok üzülen, çocuklarının olması için çareler arayan iki baba bulunmaktadır. Padişahın ve kethüdasının çocuklarının olmaması hikâyede şöyle ifade edilir: “İkisinin dahi zürriyeti dünyaya gelmedi” (Kaya-Koz 2000: 21). Fakat padişahın ve kethüdasının derdine yine bir derviş yetişmekte, bu dervişin verdiği öğüt ve nar sayesinde çocuksuzluğa çare bulunmaktadır.

Üçüncü hikâyede de çocuğunun olmamasına üzülen ve buna çareler arayan bir baba ile karşılaşmaktayız. Kandihar Şahı’nın bu üzüntüsü hikâyemizde şöyle dile getirilmiştir: “… ben ölürsem sarayım baykuşlara mesken olacak. Yerime geçecek neslimi devam ettirecek, ocağımı yakıp bacamı tüttürecek bir evlat babası olmak saadetinden mahrumum.” (Korgunal 1960: 2). Şahın çocuksuzluk sorunu yine olağanüstü yardımcı kahraman dediğimiz dervişin yardımıyla çözülmektedir. Dervişin verdiği elmanın yarısını yiyen hükümdarın bir erkek çocuğu olmuştur.

Dördüncü hikâyemizde çocuksuzluk sorunu yine olağanüstü yardımcı karakter olan dervişin yardımıyla çözüme kavuşmuştur. Çocuğunun olmamasına üzülen Buhara Padişahı’nın, dervişin verdiği elmanın yarısını kendisinin diğer yarısını da karısının yemesinden sonra bu sıkıntısı geçmektedir (Alptekin 1983: 21).

Beşinci hikâyede de çocuksuzluk ve çocuksuzluğa çare arama motifine rastlamaktayız. Horasan Padişahı Hurşid Şah’ın neslini sürdürecek bir çocuğu yoktur ve buna çok üzülmektedir. Şah’ın bu sorununu çözen güç ise yine ihtiyar bir derviştir. Dede Sultan’ın verdiği elmanın yarısını yiyen padişahın çocuk özlemi sona ermektedir (Kaya-Koz 2000: 133).

Altıncı hikâyemizde Isfahan şehrindeki Âdil Şah’ın ve Keşiş adındaki hazinedarının ortak derdi, çocuksuzluktur. İki dost (Âdil Şah ve Keşiş), dertlerine çare aramak için seyahate çıkarlar. Yolda karşılarına çıkan ihtiyarın verdiği elma ile sorunlarına çözüm bulunmuştur (Duymaz 2001: 41-42).

Dokuzuncu hikâyede padişah ile vezirinin ortak derdi yine çocuksuzluktur ve bu ikili dertlerine çare ararlarken yardımlarına ihtiyar bir derviş yetişmektedir. Çocuksuzluğa çare olan şey yine bir elmadır (Türkmen 1983: 210).

Onuncu hikâyede Gençkahraman şehri hükümdarı Hurşid Bey’in çocuğu yoktur. Hükümdar, bu yüzden halka zulmetmektedir (Kaya 1993: 65). Hurşid Bey’in derdinin

çözümüne yardımcı olan kuvvet derviştir. Dervişin verdiği elmayı yiyen Hurşit Bey’in ikiz oğlu olmaktadır (Kaya 1993: 66).

On altıncı hikâyemizde Maraş’ın İncirli köyünden iki kardeşin çocukları yoktur ve çocuklarının olmaması bu iki kardeşi üzmektedir. Bu kardeşlerin çocuksuzluk derdine çare iki kardeşin Allah’a dua etmeleri ve dualarının kabulü sonucu çocuklarının olmasıdır (Görkem 2000: 271).

On yedinci hikâyede de padişah bir çocuğunun olmamasından dolayı üzülmektedir (Ekici 1995: 15). Çocuksuzluk derdine çözüm ise Allah’a yaptığı duanın kabul olmasıdır.

On sekizinci hikâyemizde Tiflis şahı olan Hurşit Şah’ın hiç çocuğu olmaz. Bir gün Tiflis halkı sünnet merasimi için Hurşit Şah’ın huzuruna gelirler. Hurşit Şah çocuğunun olmayışını hatırlayıp çok üzülmektedir. Hurşit Şah’ın durumuna üzülen başvezir, onun kederini dağıtabilmek ve çocuksuzluğa çare aramak için derviş kılığına girerek padişahla birlikte gurbete çıkarlar. Bir su kenarında karşılaştıkları derviş, onların derdinin dermanını bilir ve Hurşit Şah’a yaptığı tavsiyelerle bu sorunun çözümüne de yardımcı olur (Alptekin 1999: 29-30).

Yirmi birinci hikâyede Gamsız Şah’ın çocuğu olmamaktadır. Gamsız Şah, özel berberinde tıraş olurken saçlarının beyazladığını görür ve düşünceye dalar. Eve geldiğinde neden üzüntülü olduğunu soran hanımına çocuğunun olmamasına üzüldüğünü söyler. Hanımının tavsiyesi üzerine çocuksuzluğuna çare aramak için vezirini de yanına alarak tebdili kıyafet gurbete çıkar. Gamsız Şah’ın derdine yeşil sarıklı, beyaz sakallı nuranî bir derviş derman olmaktadır. Bu derviş padişaha bir elma verir, elmanın yarısını kendisinin yarısını da hanımının yemesini ve gerisini Allah’a bırakmasını öğütler. Derviş, şaha doğacak olan çocuğa adını kendisinin vereceğini de söyleyerek ortadan kaybolur. Gerçekten de bir süre sonra padişahın derdine çare bulunmakta ve neslini sürdüren bir oğlu dünyaya gelmektedir (Gültekin 2004: 20).

Yirmi ikinci hikâyede Kara Ali, yoluna çıkan ihtiyara neslinin devam etmesi için bir erkek çocuk istediğini söyler (Şimşek 1999: 628). Kara Ali’nin oğlunun doğumuna yardımcı olan ve derdine derman bulan karakter yine bir ak sakallı ihtiyar bir derviştir. İhtiyar derviş, Kara Ali’ye oğlunun olacağını; fakat bunun için gerdeğe girmeden önce abdest alıp Allah rızası için iki rekât namaz kılması gerektiğini ve gerisini de Allah’a bırakmasını öğütler (Şimşek 1999: 629).