• Sonuç bulunamadı

Üçüncü hikâyede Türkmen beyi düğün yapmak için 40 gün mühlet ister. Fakat döndüğünde kabilesini bıraktığı yerde bulamaz. Hikâyenin ilerleyen bölümlerinde de yanında ailesinden kimse olmayan Şah İsmail, Gülperi ile nişan ve düğün merasimini bir günde yaparak evlenmektedir (Korgunal 1960).

Dördüncü hikâyede oğlunun (Yaralı Mahmut) karısı Elif’e âşık olan baba (padişah), Yaralı Mahmut’u (oğlunu) zindana attırır ve gelini ile kendisi evlenmek ister (Alptekin 1983: 25). Aynı hikâyede sevgilisi Elif’in verdiği saçı kaybeden Yaralı Mahmut, tekrar sevgilisinin yanına gelir. Denizde Elif’in saçını bulan bir balıkçı, bu saçı padişaha götürünce Ejder padişahı Elif’e âşık olur ve cadı karısının yardımıyla Elif’i sarayına getirir, onunla zorla da olsa evlenmek ister. Fakat Elif, çeşitli bahanelerden sonra Ejder padişahının elinden kaçarak kurtulur ve Yaralı Mahmut ile evlenir (Alptekin 1983).

Beşinci hikâyede Murad Şah’ın babası olan Horasan Padişahı, Gülizar’ın Murad Şah’tan ümidini kestiğini zannederek onunla evlenmeye karar verir ve 40 gün 40 gece düğün yapılması için dellallar çıkartır (gelinine göz koyan zalim baba). Düğün kurulur, merasimler yapılırken Gülizar, kılıcıyla onu öldürür. Daha sonra Gülizar Murad Şah ile evlenir (Kaya- Koz 2000).

Altıncı hikâyede Kerem ile Aslı’nın aileleri doğumdan önce çocuklarını birbirleriyle evlendireceklerine dair sözleşirler (Duymaz 2001: 46).

Aynı hikâyede gerdeğe girme geleneği de vardır. Keşiş’in kızına diktirdiği ve Kerem’in bizzat kendisinin açmasını şart koştuğu sihirli elbisenin düğmelerini Kerem; gerdekte gerek sözü ve sazıyla, gerekse elleriyle düğmeleri açamaz.

Yedinci hikâyede nişan geleneği yer almaktadır. Arzu 9 yaşına girince amcasının oğlu ile ailesi tarafından nişanlanır. Arzu’nun amcasının oğlu ile nişanlandığı gün evde ziyafet verilmiş, şenlik yapılmıştır (Korok 1937: 3). Arzu, nişanlandığı amcasının oğlu ile evlendirilir; çok istese de Kanber ile evlenemeden ölür (Korok 1937: 15).

Dokuzuncu hikâyede kahramanların aileleri doğumdan önce çocuklarını birbirleriyle evlendireceklerine dair sözleşirler. Fakat kızın babası olan padişah, sevgililerin birbiriyle evlenmelerine engel olur. Hatta padişah, Tahir’i sala koyup suya attıktan sonra kızı Zühre’yi bir padişahın oğluna verip onunla evlendirmek ister ve düğün yapar (Türkmen 1983: 240).

On birinci hikâyede Ali Şîr, nişanlı olduğu ve sevdiği kıza âşık olan Sultan Hüseyin Baykara’nın isteğini kırmayarak kız istemeye gider; fakat bir tarafta nişanlısı diğer tarafta velinimeti olan Şah olunca iki derya arasında kalır (Boratav 2002: 169). Sonuçta ise Sultan Baykara ile Gül nikâhlanarak bir düğünle evlenirler ve asıl sevgililer birbirine kavuşamazlar.

On üçüncü hikâyede Yahya Bey eşi Yamen Hanım’ı “Sen bu günün bu satın bu dakikasından sona benim anam bacımsın” (Çetin 1986: 47) diyerek boşamaktadır. Halk hikâyelerinde alışık olmadığımız bir farklılığı bu şekliyle bu hikâyemizde görmekteyiz.

On altıncı hikâyede babaları kardeş olan Halil ile Sultan’ın yine onlar tarafından beşik kertme nişanlandıklarını görmekteyiz (Görkem 2000: 272).

On yedinci hikâyede Bey Böyrek; Bayburt Kalesi’nde yedi yıl hapis yatınca sevgilisi Akkavak Kızı, Baltacıoğlu Kel Vezir ile zorla evlendirilmek istenir (Ekici 1995: 32).

On dokuzuncu hikâyede kesin bir düğün hadisesi olmamasına rağmen evlenme adetlerinin tam olarak uygulandığı görülmektedir. Telli Senem ile Sürmeli Bey’in sözleri kesilir, hoca çağrılarak duaları yaptırılır, şerbetleri içilir ve nişanları ilan edilir (Köse 1996: 93). Ayrıca Telli Senem’in babası Menemenci Beyi Sürmeli Bey’e kızı verdikten sonra kızının yaşının on dört olduğunu söyleyerek düğün yapılması için iki sene mühlet istemektedir (Köse 1996: 93). Sürmeli Bey’in ağabeyi Arif Bey’in iki sene sonra Menemenci Bey’e giderek düğünün 40 gün sonra yapılması için söz alır.

Aynı hikâyede Telli Senem’in Sürmeli Bey’in üç arkadaşının ellerini öpmesi ve onların da bunun karşılığı olarak Telli Senem’e altın takmaları da anlatılmaktadır. Ayrıca Beğriboğlu gelin almak için Menemenci’ye giden oğlunun dönüşünde Sivas toprağına ayak bastığı anda kurban etmek için yedi tane kurbanlık deve hazırlatması da düğünlerimizde karşılaştığımız farklı bir gelenektir (Köse 1996: 105).

Yirminci hikâyede yedi seneye üç kala Garip’in sevgilisi Şah Senem Kara Velet ile evlendirilmek istenmektedir (Türkmen 1995: 227). Ayrıca bu hikâyede sağdıçlık geleneğini de görmekteyiz. Deli Mahmut, Garip’in sağdıçlığını yapmaktadır (Türkmen 1995: 241).

Yirmi birinci hikâyede çeyiz geleneği vardır. Hindistan Şahı, Esmer Sultan’a çeyiz verdikten sonra Lâtif Şah ile Esmer Sultan’ın kırk gün kırk gece düğünleri yapılır (Gültekin 2004: 39).

Yirmi üçüncü hikâyede Mehmet Bey ile sevgilisi Gül – Eser Hanım kırk gün kırk gece süren bir toy düğün yaparlar, düğünün ardından da çıplaklar giydirilir, açlar doyurulur, fakirlere ihsanlarda bulunulur, bir Cuma akşamı Mehmet Bey gerdeğe sokulur (Boratav 2002: 220).

VIII. BÖLÜM

HALK HİKÂYELERİNDEKİ ERKEK KAHRAMANLARIN

ÖLÜMÜ

İnsan yaratılışı gereği doğar, büyür, evlenir ve ölür. Dolayısıyla ölüm, insan yaşamının gelinen en son noktasıdır.

Hayatımızın akışı içinde yer alan her şey gibi ölüm de insan yaşamında önemli bir yere sahiptir. İnsan, ortalama 60 veya 70 yıllık bir ömrün sonunda mutlak son olan ölümü yaşamaktadır. Ölümün asıl gerçekliğini günlük hayatımızın akışı içinde hissetmeyiz; fakat bir gün kendi yakınlarımızdan birini kaybedince ölümün kaçınılmaz ve yadsınamaz gerçekliği ile karşı karşıya kalırız.

İşte Türk toplumu diğer dünya toplumları gibi ölüm konusunda oldukça hassastır. Bu yüzden toplumumuzda gerek dinî inancımızın bir gereği olarak gerekse hayatımızın getirdiği bir son olarak ölüm ile ilgili hassasiyetlerimizin olması gayet doğaldır.

Tüm bu anlatılanlardan hareketle insan yaşamının bu derece kaçınılmazı olan ölüm ile ilgili olarak hayatın her alanında birtakım düşünce ve âdetlerin olduğunu görmekteyiz. Bu tema ile ilgili olarak birçok düşünürün, edebiyatçının, yazarın veya şairin eser verdiğini de belirtmek gereklidir.

Her alanda olduğu gibi edebiyatımızda da ölüm üzerine değişik kitaplar, yazılar ve şiirler kaleme alınmıştır. Türk edebiyatının önemli bir alanı durumunda olan Türk Halk edebiyatında da ölüm bir geçiş dönemi olarak yer almaktadır. Dolayısıyla halk edebiyatımızın konusu kapsamında olan ölüm kavramını biz de bu bölümde halk hikâyelerimiz açısından değerlendirmek istedik.

İlk olarak halk hikâyelerimiz ile ilgisi olduğu için Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki ölüm epizoduna kısaca değinmek yararlı olacaktır. Dede Korkut Hikâyeleri’nden beşinci hikâye olan Duha Koca oğlu Deli Dumrul destanı, sekizinci hikâye olan Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü destanı ve on ikinci hikâye olan İç Oğuz Dış Oğuz’un asi olup Beyrek’in öldüğü destanlarda ölüm motifinin tüm gerçekliği ile bulunduğunu söyleyebiliriz (Ergin 1999).

Dede Korkut Hikâyeleri’nden Deli Dumrul hikâyesi ölüm epizodunun yer aldığı hikâyelerin başında gelmektedir. Bir gün Deli Dumrul’un köprüsünün yanındaki obadan bir

yiğit ölür. Bunun üzerine obadaki herkes feryat eder. Deli Dumrul, o yiğidi Azrail’in öldürdüğünü öğrenince Azrail’in öldürdüğünü öğrenince Allah’a asi olur. Hak Teala ise Azrail’e Deli Dumrul’un canını alması için buyruk verir. Azrail’i gören Deli Dumrul, önce ona diklenir fakat onun asıl gücünü görünce aklı başına gelir. O sırada aman dileyen Deli Dumrul’a canına can bulması karşılığında canının bağışlanacağı söylenir. Deli Dumrul, babası ve annesinden canlarını vermelerini ister; fakat karşılık göremez. Bir tek karısı onun yerine ölmeye razı olur; fakat Deli Dumrul’u Hak Teala bağışlar ve ömürlerine ömür verir (Ergin 1999: 113-122). Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere ölüm motifi Deli Dumrul hikâyesinin, geneline yön veren önemli bir motif durumundadır.

Dede Korkut Hikâyeleri’nde bazı kahramanların öldürülerek cezalandırıldıklarını da görmekteyiz. Bamsı Beyrek hikâyesinde Beyrek, esir edildiği hisarı alıp arkadaşlarını kurtarmayınca gerdeğe girmeyi kabul etmez. Bunun üzerine Oğuz Beyleri atlanıp Bayburt Hisarı’na baskın düzenlerler ve hisar alınarak düşmanlar öldürülür (Ergin 1999: 88-89). Bu ifadelerden anlaşılacağı gibi ölüm, Beyrek hikâyesinin olumsuz karakterlerinden biri sayılan tekür için bir tür cezalandırmadır. Buna benzer uygulamaları (kötülük yapanların öldürülerek cezalandırılmaları) halk hikâyelerimizde daha sık karşımıza çıkmaktadır.

Halk hikâyeleri içinde ölümle biten hikâyelerin sayıca azlığı dikkat çekicidir. Çok az da olsa sonu ölümle biten halk hikâyelerinde başkahramanların ikisinin de öldüğünü görüyoruz. Ayrıca incelediğimiz halk hikâyelerinde başkahramanların ölümüne sebep olanların da Allah tarafından cezalandırıldığını ve Allah’ın gazabına uğrayarak öldüklerini de belirtmek gerekmektedir.

Halk hikâyeleri içinde ölümle biten hikâyelerde ölen kahramanların mezarlarının üstünde açan iki gülün bulunduğunu ve bu iki gülün arasında bir de kavuşmaya engel sembol olarak gösterilen kara bir dikenin çıktığını da bazı hikâyelerimizde görmekteyiz.

Biz, bu bölümde incelediğimiz yirmi beş halk hikâyesinde yer alan asıl erkek kahramanlarımızın (başkahramanlar) ölüm motifi ve varsa onların ölümü ile ilgili ölüm adetlerine yer vermeyi tercih ettik.

İncelememizde yararlandığımız halk hikâyelerinde asıl erkek kahramanların ölümünün yer aldığı halk hikâyelerimiz şunlardır:

Birinci hikâyede ana kahramanımızın ölümü gerçekleşmemiştir. Fakat kahramanımızı öldürme amacı taşıyan kötü karakterli kişiler vardır. Zeycan’ın babası olan Bey, kızını ona vermeyi düşünmez ve onu öldürmek ister. “Murad Suyu’na atın.” (Kaya-Koz 2000: 37) cümlesinden Bey’in Âsumân’ı öldürtmek istediği sonucunu çıkarıyoruz.

İkinci hikâyenin sonunda ana kahramanımız Mahirî’nin öldüğünü görmekteyiz. Hikayenin sonuç kısmındaki “Artuh Mahirî Baba’nın yaşi ierllemiş, ömrünün sonuna gelmişdür. Vâde dolir ve ehirete göçir.” (Köksal 1987: 118) ifadelerinden onun öldüğü sonucuna ulaşmaktayız.

Üçüncü hikâyenin sonunda başkahraman Şah İsmail’in ölümü gerçekleşmemektedir. Ama aynı hikâyede kahramanımız, kendi babası tarafından öldürülmek istenir; fakat araya girenlerin ricası kabul edilerek öldürülmez ve gözlerine mil çektirilerek cezalandırılır. Bütün bunları yaşayan Şah İsmail, hikâyenin sonunda mutluluğa kavuşurken Kandihar hükümdarı olan onun babası; Arap Üzengi tarafından cezalandırılarak öldürülmektedir (Korgunal 1960).

Dördüncü hikâyede de ana kahramanımız Yaralı Mahmut için ölüm yoktur; ancak ölüm tehlikeleri atlatan bir karakter durumundadır. Aynı hikâyede Oğlunun karısı Elif’e âşık olan padişah, Yaralı Mahmut’u zindana attırdıktan sonra durumu öğrenen Zülfü Perişan yaralı Mahmut’u zindan kurtarır, Yaralı Mahmut’un babasını öldürür (Alptekin 1983: 46).

Beşinci hikâyede ana kahramanımız Murad Şah ölmemektedir. Aynı hikâyede ölüm motifi Murad Şah’ın babası Horasan Padişahı için geçerlidir. Horasan Padişahı, oğlunun sevgilisine âşık olduğu için oğlunu öldürtmek istemekte; fakat hikâyenin sonunda oğlunun sevgilisi Gülizar’ın kılıcı ile kendisi ölmektedir (Kaya-Koz 2000:170).

Altıncı hikâye incelememize konu olan yirmi beş halk hikâyesi içinde sonu ana kahramanların ölümü ile biten ve ölüm motifinin en belirgin olduğu hikâyelerden biridir. Keşiş’in kızına diktirdiği sihirli elbisenin düğmelerini gerdekte açamayan Kerem, bir ah çekerek ağzından çıkan alevle yanar kül olur, onun külüne dokunan Aslı da yok olur. Sonuçta iki kahraman da ölmektedir. Fakat kötüler cezasız kalmaz, şehrin idarecileri Keşiş ile karısını öldürterek cezalandırmaktadırlar (Duymaz 2001: 72).

Yedinci hikâyemiz de ölüm motifi ile biten hikâyelerimizdendir. Birbirlerine bir türlü kavuşamayan Kanber ile Arzu, bir gezinti yerinde birbirlerine sarılarak ölmektedirler (Korok 1937: 16).

Sekizinci hikâyemiz de ölüm motifi bulunan ve erkek kahramanımızın ölümü ile biten hikâyelerimizden biridir. Şerif, Ferhad’a Şirin’in öldüğünü söyledikten sonra Ferhad da dağı delerek suyu akıtır; ama dağda ölü bulunmaktadır (Andaç 2004: 93-94).

Dokuzuncu hikâyemizin ana kahramanı Tahir, tam cellâtlar tarafından kafası kesileceği sırada bir iki dakika mühlet isteyerek Allah’a canını alması için dua eder ve orada ölür. Dolayısıyla bu hikâyemiz de mutlu sonla bitmeyen bir hikâyedir (Türkmen 1983: 246).

Onuncu hikâyede hikâyemizin başında asıl karaman olan Mahmut’un babası ölmektedir (Kaya 1993: 66). Fakat kahramanımız sevdiğine kavuşmakta ve hikâye mutlu sonla bitmektedir.

On birinci hikâyede erkek kahramanların ölümü ile ilgili bir motif yer almamaktadır. On ikinci hikâyede başkahramanımız Muhibbî sevgilisi Esmahan’ı 26 yaşında kaybetmektedir (Özder 1976: 52). Ardından da 1868’de son gurbet yolculuğundan dönen ve hastalanmış olan 45 yaşındaki Muhibbî son deyişlerini yazdırdıktan bir kaç gün sonra ölmektedir (Özder 1976: 62-63).

On üçüncü hikâyemizde başkahramanımız Yahya Bey’in ölümü ile ilgili bir ölüm motifi yoktur; ancak Yahya Bey’in babası Hüseyin Bey ve annesinin öldüklerinden bahsedilmektedir (Çetin 1986: 43).

On dördüncü hikâyede ölüm kötülerin cezalandırılmasında karşımıza çıkan bir motiftir. Hikâyenin sonunda başkahramanımız Köroğlu sürekli olarak kötülük yapan Bolu Beyi’ni yakalayıp esir etmekte ve daha sonra da onu öldürmektedir (İçel 2010: 240).

On beşinci hikâyede ana kahramanımız Zaloğlu Rüstem, hikâyenin sonunda ölmektedir (Sakaoğlu vd. 1997: 42).

On altıncı hikâyede ise erkek kahramanımızın ölümü yoktur; ama asıl kahraman Halil’in babasıyla annesi ölmektedir (Görkem 2000: 272).

On yedinci hikâyede de erkek kahramanımız Bey Böyrek ölmemektedir; fakat Bey Böyrek Bayburt Kalesi’nde yedi yıl hapis yatarken babası ölmektedir (Ekici 1995: 32).

On sekizinci hikâyede erkek kahraman Kirmanşah için herhangi bir ölüm motifine rastlamadık; fakat aynı hikâyede kötülerin cezalandırılarak öldürüldüklerini görmekteyiz. Örneğin Kirmanşah, ejderha, aslan ve kaplanı öldürmektedir (Alptekin 1999: 33), yine aynı hikâyede Kirmanşah, Hazreti Hızır’ın yardımıyla Kaf Dağı’ndaki engelleri aşar ve devi

öldürür (Alptekin 1999: 34). Ayrıca bu hikâyede Koca Arap, on dört bin kişilik ordusuyla birlikte geldiği Horasan’da gerçekleri öğrenir ve Ahmet Şah’ın oğullarını öldürerek cezalandırmaktadır (Alptekin 1999: 35).

On dokuzuncu hikâyede asıl kahramanımız Sürmeli Bey; ağabeyi Arif Bey’in onu bulduğu anda kucağında can vermekte ve ana kahramanımız sevdiğine kavuşamamaktadır (Köse 1996: 108).

Yirminci hikâyede asıl kahramanların ölümü ile ilgili herhangi bir motif bulunmamaktadır. Fakat aynı hikâyemizde Âşık Garip’in gurbete gitmesinden sonra babasının öldüğünü görüyoruz (Türkmen 1995: 227).

Yirmi birinci hikâyede erkek kahramanımız Lâtif Şah’ın ölmediğini ve sevdiğine kavuştuğunu görmekteyiz. Ama Lâtif Şah, sevdiğine göz koyan Esfendiyar’ı öldürerek cezalandırmaktadır (Gültekin 2004: 42).

Yirmi dördüncü hikâyede asıl kahraman Kurbanî bir gün ansızın hastalanır, bir hafta yattıktan sonra ölmektedir; aradan iki ay geçtikten sonra da sevgilisi Peruzat ölür (Korgunal 1935: 80).

Yirmi beşinci hikâyemizde de ölüm motifi geniş bir yer tutmaktadır. Mecnun “Leyla” diye diye, Leyla da “Mecnun” diye diye can vermektedirler (Sakaoğlu vd. 1999: 153).

Sonuç olarak diyebiliriz ki ölüm, halk hikâyelerimizde tüm gerçekliği ile yer almaktadır. Hatta bu gerçeklik o kadar ilerlemiştir ki bazı hikâyelerimizin sonu ölüm ile bitmekte ve sevgililer birbirlerine ancak ölünce kavuşabilmektedirler.

SONUÇ

Türk halk hikâyeleri, zengin bir kültür birikiminin ürünüdür. Somut olmayan kültürel miras ürünlerinden sayılabilecek bu türün Anadolu sahasında oldukça yaygın olduğu bilinen bir gerçektir. Biz de bu çalışma ile Anadolu’muzun sözlü kültürel mirasına sahip çıktığımızı düşünmekteyiz.

Daha çok sözlü bir anlatı türü olarak varlığını sürdüren halk hikâyelerimiz, zamanla unutulmaya yüz tutmakta ve hafızalardan silinip gitme tehlikesiyle de karşı karşıya kalmaktadır. Bu tehlikeyi önceden bilen ve duyarlı davranan birçok araştırıcı halk hikâyeleri ile ilgili çalışmaları başlatmışlar ve kültürel mirasımızın yok olmasının önüne geçmişlerdir. Günümüzde halk hikâyeleri ile ilgili birçok çalışmanın yapıldığını; hatta halk hikâyeleri ile ilgili birçok yeni bilimsel verinin ve teorinin ortaya konduğunu; halk hikâyeleri ile ilgili alanında uzman ve profesyonel olan birçok araştırıcının bulunduğunun altını çizmek ve bu durumun sevindirici olduğunu da belirtmek isteriz.

Anadolu sahasındaki Türk halk hikâyelerindeki erkek kahramanları ve özelliklerini incelediğimiz bu çalışmanın halk hikâyelerindeki erkek kahramanlar üzerine yapılan ilk bilimsel ve müstakil bir çalışma olduğunu belirtmekte yarar görüyoruz.

Tarafımızdan yapılan bu çalışmanın Giriş bölümünde hikâye ve halk hikâyesi kavramları genel olarak incelenmiş ve yapılan tanımları ele alınmış; daha sonra halk hikâyelerinin genel özellikleri, kaynakları ve tasnifi hakkındaki genel görüşler ve bilgilere yer verilmiştir. Ayrıca halk hikâyeleri ile ilgili önemli bilimsel çalışmalara yer verilmiş ve bu bölümün en sonunda “Halk Hikâyeleri ile İlgili Bir Kaynakça Denemesi” başlığıyla bu alanda yapılan çalışmalar için bir bibliyografya ortaya konmaya çalışılmıştır.

Birinci Bölüm’de Türkçede Erkek Karşılığında Kullanılan Kelimeler, Türkçede Erkek Kelimesiyle İlgili Olarak Kullanılan Deyimler ve Atasözleri ile Türk Edebiyatında ve Halk Edebiyatında Erkek Konulu Çalışmalar üzerinde durulmuştur. Bu bölümde yaptığımız tespitler sonucunda Anadolu Sahası Türk halk hikâyelerinde erkek konulu ilk müstakil çalışmanın tarafımızdan yapıldığını gördük.

“Halk Hikâyelerinde Erkeğin Doğumu ve Erkeğe Ad Verilmesi” adını taşıyan İkinci Bölüm’de ise ‘çocuksuzluk ve çocuksuzluğa; erkeğin doğumu; erkeğe ad verilmesi ve halk hikâyelerinde geçen erkek adları’ adını verdiğimiz üç alt başlık bulunmaktadır. Bu üç alt

başlıktan biri olan içine araştırmamızda faydalandığımız yirmi beş halk hikâyesinde geçen erkek kahramanların adları yer almaktadır. Böyle bir sınıflamanın tarafımızdan yapılmasının ileride bu konu üzerinde çalışacak halk edebiyatı araştırıcılarına da ilham vereceğini ve büyük bir başucu kaynağı olacağını ümit ediyoruz.

Araştırmamızın Üçüncü Bölümü’nde ise Anadolu sahası Türk halk hikâyelerine göre erkeğin özellikleri incelenmiş ve bu incelememizin sonucunda ‘erkeğin fizikî özellikleri; erkeğin savaşçılığı ve kullandığı savaş aletleri; erkeğin karakter özellikleri’ alt başlıkları ortaya çıkmıştır. Bu alt başlıkların sonucunda da erkek karakterlerin tip tahlilleri yapılarak bu konuda da araştırıcılarımızın başvuru kaynağı olacağını düşündüğümüz bir başlık ortaya çıkmıştır.

Dördüncü Bölüm ise “Halk Hikâyelerine Göre Erkeğin Eğitimi” adını taşımaktadır. Bu bölümde de yine araştırmamızda başvurduğumuz yirmi beş halk hikâyesinde erkek kahramanların eğitimi konusu ile ilgili tespitlerimiz yer almıştır. Bu bölümde ulaştığımız sonuç (erkek kahramanların eğitim alması gibi) bizi yanıltmamıştır. Ayrıca Türk toplumunun her devirde eğitime vermiş olduğu önemi bir kez daha gözler önüne sermekten büyük bir memnuniyet duyduğumuzu da eklemek isteriz.

“Halk Hikâyelerinde Erkeğin Çevresi” adını verdiğimiz Beşinci Bölüm’de ise yirmi beş halk hikâyesinde yaptığımız inceleme sonucunda ortaya koyduğumuz ‘erkeğin fizikî çevresi (geniş mekânlar ve dar mekânlar) ve erkeğin sosyal çevresi’ olmak üzere iki alt başlık bulunmaktadır.

Altıncı Bölüm’de “Halk Hikâyelerinde Erkeğin Sosyal Hayattaki Fonksiyonu” ana başlığında ‘sevgili olarak erkek; kahraman olarak erkek ve baba olarak erkek” alt başlıkları ve başlıklara ilişkin değerlendirmelerimiz bulunmaktadır.

Yedinci Bölüm’de “Halk Hikâyelerindeki Erkek Kahramanların Evlilik Geleneği” incelenmiştir. Bu incelemenin sonucunda halk hikâyelerimizde ‘dünür gitme, evlenme ve düğün’ âdetlerinin bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Sekizinci Bölüm’de “Halk Hikâyelerindeki Erkek Kahramanların Ölümü” başlığında halk hikâyelerindeki erkek kahramanların ölümlerine ilişkin bilgiler vermeye çalıştık.

Sonuç olarak Türk halk edebiyatında halk hikâyeleriyle ilgili farklı ve özgün bir bilimsel çalışma yapmış bulunmaktayız. Anadolu sahasındaki yirmi beş halk hikâyesindeki

incelemelerimiz sonucu ortaya çıkan malzemelere dayanarak yapmış olduğumuz bu bilimsel çalışmayı başka çalışmaların da takip edeceğini ümit ediyoruz. Böylelikle edebiyatımızın bu alanı için daha kesin ve gerçekçi hükümler vermek, Anadolu sahası Türk halk hikâyelerinin yapı ve içeriğini daha mükemmel bir şekilde incelemek olanağını elde ettiğimize inanıyoruz.

KAYNAKÇA

Bu başlık altında verdiğimiz kaynaklar, halk hikâyeleri ile ilgili yayınlanan ve yararlandığımız kaynaklardır. Bunlar arasında kitaplara, makalelere, bildirilere, sözlüklere ve ansiklopedi maddelerine yer verilmiştir.

Aksoy, Ömer Asım (1988), Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü / 1 Atasözleri Sözlüğü, Ankara. Aksoy, Ömer Asım (1988), Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü / 2 Deyimler Sözlüğü, Ankara. Alptekin, Ali Berat (1983), “Elif ile Yaralı Mahmut Hikâyesi”, Türk Folkloru Araştırmaları 1982, Ankara.

Alptekin, Ali Berat (1999), Kirmanşah Hikâyesi, Ankara.

Alptekin, Ali Berat (2002), Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı, Ankara. Altaylı, Seyfettin (1994), Azerbaycan Sözlüğü, İstanbul.

Andaç, Feridun (2007), Ferhad ile Şirin, İstanbul.

Baba, M. Okan (2001), Halk Edebiyatı ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul.

Boratav, Pertev Naili (1946 / 2002), Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, İstanbul. Büyük Türkçe Sözlük (1982), Ankara.

Çetin, İsmet (1986), “Dil-i Gam Yahya Bey ve Âşık İslâm Erdener”, Kültür ve Turizm