• Sonuç bulunamadı

Engellilere Yönelik Uygulamalar

3.3. Türkiye’de 1980’li Yıllar Sonrasındaki Sosyal Politikaların Temel Uğraşı

3.3.7. Dezavantajlı Gruplar Kapsamındaki Uygulamalar

3.3.7.3. Engellilere Yönelik Uygulamalar

Bir diğer dezavantajlı grup olarak engellilerin yaşadığı sorunlara ve bu sorunları en aza indirgemek için gerekli olan politikalara verilen önem ve uygulamalardaki hassasiyet uluslararası alanda, 1970’li yıllardan başlayıp günümüze kadar artarak devam etmiştir. Bu süreçte engelliliğe yüklenen anlam ve topluluk içinde engelliye olan bakış açısında da ciddi değişimler görülmüştür:

“Engelliler hareketlerinin talepleri ve sesleri, bu değişikliğin gerçekleşmesinde etkili olmuştur. Giderek daha fazla sayıda ülke yurttaşlık ve insan haklarına dayanarak engellilere dönük ayrımcılığa karşı kimi politikalar uygulamaya başlamıştır, ama tek başına mevzuat değişikliği tam eşitliğin sağlanması için yeterli değildir. Ulus-aşırı yönetişim, Avrupa Topluluğu ve BM gibi kurumlar aracılığıyla daha da gelişmiştir”

(Alcock vd., 2011: 521).

Türkiye’de engellilerin varlığının toplum ve devlet tarafından görünür hale gelmeye başlaması engellilere yönelik bazı vakıf ve derneklerin kuruluşuyla birlikte gerçekleşmiştir. Bu derneklerin ilk örnekleri; “1958 yılında kamu yararına çalışan dernek statüsü, yine 1972 yılında da Bakanlar Kurulu kararı ile tüzel kişilik ve vergi muafiyeti verilen Altı Nokta Körler Derneği” (Altı Nokta Körler Derneği, 2017) ve

“1963 yılında kamu yararına çalışan dernek statüsü verilen Türkiye Sakatlar Derneği’dir” (Türkiye Sakatlar Derneği, 2017). Yani 1980’li yıllara gelene kadar doğrudan hükümetler tarafından değil, “devletle iç içe ve devletin mali desteğinden yararlanarak faaliyet gösteren vergi muafiyetine sahip sivil toplum örgütleri tarafından engellilere yönelik mücadeleler gündemde olmuştur” (Buğra, 2013: 98). Fakat tek başına dernek veya vakıfların bütün bir ülkenin engellilere yönelik sorumluluğunu gerçekleştirmesini beklemek, hem oldukça acımasız ve bencillik hem de toplumsal gerçekleri göz ardı etmek manasına gelecektir.

“Engellilerin birincil meselesinin ekmek meselesi olması bu dernekleri hayırseverlik alanına hapsetmiş” (Altuntaş, 2016: 63) ve 1961 Anayasası ile kabul edilen “Sosyal Devlet” ilkesinin engellilere yönelik olarak uygulamaya dönüştürülmesindeki ciddi eksiklikleri gözler önüne sermiştir. Böylelikle, 1970’li yıllarla birlikte kamu yararına çalışan bu dernek ve vakıfların tek başına Türkiye’nin engellileri kapsayan ihtiyaçları çözmede kaynakların oldukça sınırlı olduğu ve ihtiyacı karşılamaktan uzak olduğu gerçeği kabul görmeye başlamıştır.

İlk olarak “1967 yılında Deniz İş Kanunu, ardından 1971 yılında İş Kanunu ile istihdamda engellilere yönelik devlet destekli olumlu ayrıcalık uygulaması yürürlüğe girmiştir. Yani 50 ve üzeri işçi çalıştıran tüm iş yerlerinin çalışanlarının %2’si oranında engelliyi maluliyet sigortası ile istihdam etmeleri öngörülmüştür” (Altuntaş, 2016: 63).

Fakat uygulamada gerektiği gibi hassasiyet gösterilmemesi, caydırıcı cezaların verilmemesi, hedefin tam olarak gerçekleştirilmesini engelleyebilmektedir. Bu uygulama Türkiye’de ilk defa sadece engellilere yönelik gerçekleştirilen bir uygulama olma özelliği taşıması bakımından oldukça kıymetlidir. İkinci uygulama ise o zamanki adıyla “özürlülük maaşı”nı başlatan “1976 yılındaki 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkındaki Kanun’dur” (Altuntaş, 2016: 64). Fakat bu maaşın engelliye bakacak kimseyi bulamaması şartıyla verilmesi, maaşın sembolik ve ihtiyacı karşılamaktan uzak olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.

1980’li yıllara gelindiğinde Batı Avrupa ülkelerindeki engelli hareketlerinin uluslararası düzleme taşınması ile Türkiye’de de engelli hakları, engellilere yönelik sosyal politika içeriklerinin nasıl olması gerektiği gibi konular gündeme gelmeye başlamıştır. Artık

“engellilik bir bakım ve rehabilitasyon sorunu olmaktan çok insan hakları, yurttaşlık ve eşitlik sorunu olarak görülmektedir” (Alcock vd., 2011: 521).

Böylece 1982 Anayasası ile engelli vatandaşların haklarının güvence altına alınması resmiyet kazanmıştır. BM’nin de uluslararası alanda yoğun çalışmaları sonucunda BM çalışmalarını benimseyen Türkiye’de 1986 yılında ise Türkiye Sakatlar Konfederasyonu kurulmuştur. 1990 yılında DPT, sakatlar için politika dökümü oluşturmuştur. Yine:

“BM, engellilerin toplumsal yaşama tam katılımını sağlamak için 1982’de, 1983–1992 yıllarını ‘Engelliler On Yılı’ ilan ederek kabul edilen Engelliler Dünya Eylem Programı’nda ve 1993 yılındaki “Engelli Kişilerin Fırsat Eşitliği Konusunda Standart Kurallar”da yer alan ulusal mekanizma konusundaki tavsiyelerle 1997’de 571 sayılı KHK ile Başbakanlığa bağlı Özürlüler İdaresi Başkanlığı kurulmuştur” (ASPB, 2017a).

Başbakanlığa bağlı Özürlüler İdaresi, Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü (EYHGM) adıyla 2011 yılında ASPB’ye bağlanmıştır.

2002 yılında Türkiye’de ilk defa Özürlüler İdaresi tarafından “Özürlüler/Engelliler Araştırması” yapılmış ve bu araştırmaya göre engellilik türleri ve engelliliğin nedenlerine kapsamlı biçimde yer verilmiştir. “Araştırmaya göre, Türkiye’deki toplam nüfusun %12,29’unu engelliler oluşturmaktadır. Yaklaşık 8,4 milyon engelliyi ifade eden toplam engellilerin %9,7’si sürekli hastalığı olan; %1,25’i ortopedik, %0,48’i zihinsel, %0,38’i dil ve konuşma, %0,37’si işitme ve %6’sı görme engelli bireylerden oluşmaktadır” (Tokol ve Alper, 2014: 332). Yine bu araştırma sonucuna göre engellilerin en büyük beklentisi maddi destek, işgücüne katılım, eğitim ve sağlık hizmetlerinden üst derecede yararlanma ve anayasal olarak haklarına kavuşturulmak olmuştur. 1968 yılından başlayarak günümüze kadar II., III., IV., V., VI., VII., VIII., IX. ve X. Beş Yıllık Kalkınma Planlarında engelli vatandaşlara yönelik sosyal politika uygulamaları planlanmış ve gerekli düzenlemeler gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

“VIII. BYKP döneminde 2005 yılında kabul edilen ‘5378 sayılı “Özürlüler/Engelliler Kanunu” engelliler açısından bir dönüm noktası olmuştur” (Tokol ve Alper, 2014:

338). Bu kanunla engellilere yönelik bir veri tabanının oluşturulmasından tutup özel eğitimdeki okullaşma oranının %10’a yükseltilmesine kadar çok kapsamlı hedefler belirlenmiş ve bu hedeflere yönelik düzenlemeler için kollar sıvanmıştır. Yine bu

Kanun, engellilere gelir desteği kapsamında engelli aylığının daha insancıl boyutlara getirilmesi olmuş ve bunun yanında “evde bakım aylığı” ödemeleri devreye sokulmuştur. “ASPB verilerine göre, 2009’da yaklaşık 210 bin, 2010’da 290 bin ve 2013’te ise 408 bini aşkın hane, evde bakım aylığından faydalanılmıştır” (Altuntaş, 2016: 72).

“Engellilere yönelik sosyal politikalara genel olarak baktığımızda Ak Parti iktidarı döneminde bu politikaların Türkiye refah rejiminin temel gelişim akslarından birini oluşturduğunu görmekteyiz. Fakat bu gelişim yine özel sektörün hizmet sunumundaki payının artması ve ailenin sosyal refah alanındaki rolünün pekiştirilmesi biçiminde gerçekleşmiştir” (Altuntaş, 2016: 67). Neo-liberal politikaların ülke ekonomisindeki etkinliği ve özelleştirme uygulamalarının neredeyse bütün sektörlerde yaygınlaştırılması, bu düşüncenin benimsenmesinde aktif rol oynamaktadır. Bu süreçte “Sorumlu devlet” anlayışından giderek “özel sektör hizmetleri” anlayışına doğru bir evrilme söz konusu olmaktadır.

Türkiye’de, 2011 yılında yapılan Nüfus ve Konut Araştırması sonuçlarına göre;

“görme, duyma, konuşma, yürüme, merdiven çıkma veya inme, bir şey taşıma veya tutma ve yaşıtlarına göre öğrenme, basit dört işlem yapma, hatırlama veya dikkatini toplama fonksiyonlarından en az birinde çok zorlandığını veya hiç yapamadığını belirten kişi sayısı 4 milyon 882 bin 841’dir. Diğer bir ifadeyle 2011 yılında toplam nüfusun %6,6’sının en az bir engeli vardır” (TÜİK, 2015a). Yine bu araştırmaya göre,

“ülkemizdeki engelli nüfusun eğitim düzeyi nüfusun geneline göre düşüktür. En az bir engeli olan nüfusun işgücüne katılım oranı %22,1’dir ve bu oran, Türkiye’de işgücüne katılan toplam nüfusun yarısı kadardır. Tüm nüfustaki işsizlik oranı %7,9 iken, engelli nüfusta bu oran %8,8’dir. Engelli ferdi bulunan hanelerin %73’ü sobalı konutta yaşamaktadır. Engelli ferdi olan hanelerin %13,4’ünün tuvaleti konutun dışındadır”

(TÜİK, 2015a).

Sonuç olarak bakıldığında görülen tablo, engelli olmakla yoksul olmak arasında çok yakın ve doğru orantılı bir ilişki olduğu gerçeğidir. Bu anlamda işsizlikle mücadele kapsamında uygulanan istihdam politikalarının ve yoksullukla mücadelede etkin hizmet biçimlerinin dezavantajlı grupları ve bu başlık altında da engellileri kapsayacak biçimde yeniden ve daha sağlıklı planlanmasının gerekliliğini bir kere daha vurgulamamız yerinde olacaktır. Dünyada 1970’li yıllarla birlikte farkındalığı artan

engellilik Türkiye’de ise 2000’li yıllara gelindiğinde üzerinde ciddi anlamda kafa yorulan bir sorumluluk olmuştur. Elbette bu durumda Ak Parti Hükümetleri’nin sosyal politika çalışmaları oldukça etkilidir. “Başta 2005 yılı Özürlüler Yasası olmak üzere Ak Parti döneminde engellilere yönelik politikalarda nitelik ve niceliksel olarak bir genişleme yaşanmıştır” (Altuntaş, 2016: 340). Fakat sorumluluk alma noktasında özel sektörü işaret etmeye başlaması, kamu politikalarının içini boşaltabilecek ve devamlılığını zedeleyecek bir etkiye sahip olacaktır.