• Sonuç bulunamadı

Enformasyon İnsanına Doğru

2. POSTHÜMANİZM KAVRAMI ve TRANSHÜMANİZMİN DÜŞÜNSEL

2.2. Tranhümanizmin Zihinsel Serüveni

2.2.3. Rönesans'tan XXI Yüzyıla

2.2.3.6. Enformasyon İnsanına Doğru

Akıl, bilim ve ilerlemeye olan sonsuz güven XIX. yüzyılda sorgulanmaya başlansa da XX. yüzyılın ikinci yarısına kadar modernliğin egemen kavramları olmaya devam etmiştir. Modernliğin ayırıcı ve tahrip edici yapısı ırkçı ve milliyetçi politikaları körüklemiş ve kapitalizmin ilerleme-kriz döngüsü iki büyük savaşa neden olmuştur. İnsan, aklının gücünü sadece doğaya karşı değil kendisine karşı da kullanmaktan çekinmemiştir ve böylece dünya, XX. yüzyılın birinci yarısında yeni sömürgeleştirmelerin, işgallerin ve kitle kıyımlarının sahnesi haline gelmiştir. İnsana, akla, ilerlemeye ve yeryüzü mutluluğuna duyulan inanç sarsılmaya, kesinlikler de yerini olasılıklara bırakmaya başlamıştır. Aristoteles’in “akıl sahibi toplumsal varlık”, Descartes’ın “düşünen özne” olarak nitelediği insan, özellikle Freud’un bilincin karmaşık yapısına odaklandığı çalışmalarının sonucunda yanılsamalı bilince sahip bir varlık olarak görülmeye başlanmıştır (Russ, 2014, s. 339-346).

İnsan karar verebilme, arzularına ve tutkularına sahip olabilme yetisine sahip değildir, zira gerçeği ele veren bir psikoloji söz konusudur (…) Freud’la birlikte öznenin kadir-i mutlaklığı kavramı ortadan kalkar. Bilinçaltı tıpkı bilinç gibi insana özgü bir şeydir: Burada gerçek bir Kopernik Devrimi ile karşı karşıyayız ve Freud bunun altını çizen kişidir (Russ, 2014, s. 346).

İnsan bilincinin sadece mekanik ilkelerle açıklanamayacak kadar karmaşık bir yapı olarak ele alınması, insan tanımının da değişmesine neden olmuştur. İnsan evrimleşen, dönüşen, kesinlikler üzerinden tanımlanamayacak ve tahmin edilemez

bir varlık olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu değerlendirme, doğa ve teknik alanındaki görüş değişiklikleriyle de benzerlikler taşımaktadır. Doğanın bir mekanik düzen olmayıp evrimleşerek değişen bir yapı olması XIX. yüzyılda ortaya konmuştur (Russ, 2014, s. 346-347). Kaostan düzene doğru dönüşen evren fikrine, XX. yüzyılla birlikte belirsizliğin egemen olduğu evren varsayımı da eklenmiştir. Doğa, Newton’cu matematik yasalarının kesinliğiyle değil, Max Planck, Heisenberg, Einstein gibi bilim insanlarının keşifleri sonucunda fiziksel nedensellik, mutlak zaman, mutlak hareket ve mutlak uzay gibi kavramlar sonucunda olasılıklar üzerinden tanımlanmaya başlanmıştır (Yıldırım, 1983, s. 169-170). Evren halâ matematiksel olarak betimlenmektedir. Ancak evren, sadece hareketin betimlendiği mekanik yasalarla değil, mekaniğe eklenen enformasyonun naklini betimleyen ve enformasyon işleyiş yasalarını temel alan matematiksel dil üzerinden kavranmaktadır. Böylece doğa, mekanikçi dünya görüşündeki madde yığınına ek olarak enformasyonu işleyen bir veri yığını olarak da değerlendirilmeye başlanmıştır. (De Mul, 2008, s. 143-144; McClellan III, Dorn, 2013, s. 407).

Enformasyoncu dünya görüşü, teknik alanda bilişim teknolojilerinin gelişmesinin temelini oluşturmuştur. Özellikle XX. yüzyılın ikinci yarısından sonra iletişimden ekonomiye, üretim biçimlerinden kültüre kadar birçok alanda dönüşümler yaşanmıştır. Radyo, televizyon gibi sınırlı etkileşim olanağına sahip geleneksel kitle iletişim araçlarına mikroişlemciler, kablo televizyon, video konferans, uydu yayıncılığı, akıllı cep telefonu ve kullanıcıyla etkileşime olanak tanıyan internet ortamı gibi yeni teknolojiler eklenmiştir (Timisi, 2003, s. 77-80). Yeni enformasyon teknolojileri belirli bir zaman ve mekâna bağlı kalmak zorunda olunmayan iletişim biçimlerine yol açtığı gibi küreselleşen kapitalizmin yayılmacılığına da büyük destek olmuştur.

Yeni enformasyon teknolojisi olmasaydı, küresel kapitalizmin daha çok sınırlı bir gerçeklik olacağı, esnek yönetimin emeğin mağlubiyetine indirgenebileceği, hem sermaye mallarına hem tüketim mallarına yönelik yeni harcama dalgasının kamusal harcamalardaki kısıntıları telafi etmeye yetecek düzeyde olmayacağı öne sürülebilir. Dolayısıyla enformasyonelizm kapitalizmin genişlemesiyle, yenilenmesiyle bağlantılıdır; tıpkı sanayileşmeciliğin, bir üretim biçimi olarak kapitalizmin oluşmasıyla bağlantılı olduğu gibi (Castells, 2008, s. 23).

Enformasyoncu dünya görüşüyle birlikte enformasyon işleyen makineler (bilgisayar tabanlı) üretilmeye başlanmış ve yapay zekâ araştırmaları büyük hız kazanmıştır. Sanayi devriminin yönlendiricisi, gücün ve doğanın gerçek yasalarının denetimiyken, enformasyon bilimlerinin odaklandığı nokta, gücün yanı sıra doğa yasalarının içerdiği enformasyonun denetimidir. Enformasyoncu dünya görüşünün getirdiği yeni fikir; doğa yasalarının “ne” ve “nasıl” olduğunu açıklamanın, denetlemenin ve onu taklit etmenin ötesine geçerek, “nasıl olabileceği” sorusu üzerinden, içerdiği enformasyonu denetleyerek yeni bir evren inşa etmek ya da var olanı yeniden programlamaktır. Böylece yeni teknik, modernlik öncesi ve modernlik sonrası dönemden farklı olarak gizi açmakla sınırlı kalmayıp “yeni gizler” yaratabilecektir. (De Mul, 2008, s. 125-145). Bu noktada, insanın ve makinenin tanımındaki dönüşümü anlayabilmek için enformasyon kavramına daha yakından bakmak yerinde olacaktır. Jos De Mul (2008), enformasyonu şöyle tanımlamaktadır.

(…) Enformasyonu fiziksel olayların bir sıra ya da düzeni dahilinde belirli bir olasılık ya da sıklıkla beliren, buna alıcı kişi tarafından spesifik bir referans ve dolayısıyla olasılıkla anlam atfedilen ve bir alıcının zihinsel ve/veya fiziksel eylemlerini ya da davranışını belirli bir şekilde değiştirme potansiyeli içeren bir gösterge olarak tanımlayabiliriz (s.137).

Yukarıdaki tanım, alet ve makine teknolojisindeki değişimler üzerinden örneklendirilebilir. Alet teknolojisinde alet hiçbir şekilde kendi kendine işleyemez. İnsan, enformasyon işleme sürecinin tamamına egemendir. Tasarlanan ürün insan emeği sayesinde ortaya çıkmaktadır. Alet insana bağımlıdır ve ancak insan emeğinin sonucunda işler hale gelmektedir. Dolayısıyla aletin bir işi gerçekleştirebilmesi, bir tasarımı cisimleştirebilmesi için enformasyonu belli bir amaca göre işleyen ve tamamlayan insana gereksinimi vardır. Klasik makine teknolojisinde ise, doğal güçlerin bileşimi belli bir programın fiziksel modelidir. İnsan emeğinden kısmen bağımsız bir şekilde işleyen bir düzenek şeklindeki tasarıma dönüşmüştür. Klasik makine teknolojisinde bir ürünün ortaya çıkarılabilmesi için insan-makine birlikteliği gerekmektedir. Klasik bir torna tezgâhı böyle bir makineye örnek olarak gösterilebilir. Torna tezgâhı, amaçlanan ürünü çıkarabilmek için enformasyon işleme sürecini insanla paylaşmak zorundadır. Böyle bir durumda ne insan ne de torna tezgâhı enformasyon işleme sürecinin tamamına egemendir. Torna tezgâhının motoru

bir kere çalıştırıldıktan sonra kendi kendine işlemeye başlar ve insan emeğini hafifletir. Ancak, tasarlanan ürünün işlenebilmesi için insanın belli bir dereceye kadar kol emeği ve onun enformasyonu işleme sürecini düzene sokarak tamamlayan zihinsel emeğinin bir kısmına gereksinim vardır. Çünkü, torna tezgâhı, tasarımın ortaya çıkış sürecindeki olasılıkları değerlendirmekten acizdir. O, sadece üzerinde belli bir şekilde programlanmış ve insan tarafından değiştirilip denetlenebilen işlevleri yerine getirebilmektedir. Buna karşın, insan için üretim sürecinin başından sonuna kadar harcanan bir zihinsel emek söz konusu değildir. Böylece, makinenin işlediği kısmi enformasyon sabit kalabilirken, insan, onu tamamlayan, işleyişine eklemlenen tamamlayıcı unsurlardan biri haline gelmektedir (De Mul, 2008, s. 134- 135; Marx, 2012, s. 623).

Enformasyon teknolojisiyle üretilmiş bir makine ise enformasyon işleme süreçlerine büyük oranda egemen olan, “sunulan her programın fiziksel modelini,

olası çalışma usullerinden biri olarak gerçekleştiren bir düzenektir” (De Mul, 2008,

s. 135). Enformasyon teknolojileri söz konusu olduğunda insanın üretim ve kullanım sürecindeki rolü oldukça kısıtlanmış bir hale gelmektedir. Örneğin, üretim açısından üç boyutlu bir yazıcı, ona yüklenen program sayesinde insan emeğine gereksinim duymadan birden çok ürünü yapabilir. Kullanıcı açısından ise bir akıllı telefon ya da bilgisayar, onu kullanan ve denetleyen bir insan olmasına karşın, ona verilen bir komuttan sonraki bütün işlemleri tek başına yerine getirebilmektedir. Elbette, enformasyon teknolojisiyle üretilmiş makineler en azından “şimdilik” insandan ve onun denetiminden tam anlamıyla bağımsız değildir. Burada vurgulanmak istenen, enformasyon teknolojilerinde çok büyük aşamaların kaydedildiğini belirtmek ve transhümanist idealler ile yapay zekâ araştırmalarının konumlandığı mantıksal zemini daha da anlaşılır kılmaya çalışmaktır. İnsanın aletle başlayarak makinede dışsal olarak somutlaştırdığı akılcı düşüncesinin geçirdiği evrim, enformasyon teknolojileri sayesinde daha üst bir aşama olarak dışa vurulmuştur. İnsan bedeni söz konusu olduğunda, alet insanın bir organına, klasik makine maddi yasaların işleyişiyle hareket eden ve belli bir dereceye kadar enformasyonu işleyen bedene ve nihayet enformasyon işleyen makine de organların ve tüm bedenin hareketlerini denetleyerek düzenleyen beyinle benzeştirilebilir. Enformasyon teknolojisinin varsayılan son aşaması, insan beyninin işleyiş yasalarını enformasyoncu bir dünya görüşüne göre formülleştirerek zihni yeniden inşa etmeye kadar gitmektedir. Böyle

bir bakış açısı çok önemli sonuçlar doğurmaktadır. Çünkü insan, bedeniyle bir bütün olarak değil enformasyonu işleyen bir varlık olarak tanımlanmakta, beden ise sahip olunması gerekmeyen ya da değiştirilebilen bir eklenti haline gelmektedir. Makinede somutlaşan insan düşüncesi ve bilinci, gerekli gelişmeler gerçeğe dönüştürüldüğünde insanda somutlaşan makinelerin önünü açmaktadır. Bu durumda insan ile makine arasındaki ayrım silikleşmektedir. Yani insan, enformasyon işleyen bir makine, makine de enformasyon işleyen bir insan ya da daha üst bir varlık olarak nitelendirilebilir. Yapay zekânın işlenen enformasyona anlam verebilmesi ise insanlaşmanın en önemli aşamasını ifade etmektedir. Böylece, Descartes’in olanaksız olarak gördüğü bilinçli makinelerin gerçeğe dönüşme olasılığı belirmektedir (De Mul, 2008, s. 135-139).

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, insan biçimci ve insan merkezci bir enformasyoncu bakış açısından çıkmanın gerekliliğidir. Enformasyon işleyen bir yapay zekâyı insanla, insanı da enformasyon işleyen bir makine olarak aynı kategori içinde değerlendirmek, aradaki diyalektik ilişkinin görmezden gelinmesine yol açabilir. İnsan, düşüncesini kendisinin ürettiği makinede somutlaştırırken, enformasyon işleyen makine de (gelişmiş bir yapay zekâ düzeyinde) insanla paylaşacağı olası birçok özelliğine karşın kendi öznel deneyimlerini insandan farklı bir şekilde değerlendirebilir. Yani insan, enformasyon işleyen bir makine, makine de enformasyon işleyen bir insan olarak değerlendirilse dahi aynı bilinç özelliklerine sahip olmayabileceklerdir (De Mul, 2008, s. 343). Bu konuyla ilgili ünlü matematikçi Alan Turing, gelecekte gerçeğe dönüşebilecek olan yapay zekâ ile ilgili şöyle bir tanım yapmıştır: “model olarak insan zekâsına sahip olan, ancak kendi otonomisine

sahip ve belkide insan modelini geride bırakıp onun yerini alabilmeye muktedir bir makine” (Turing’den aktaran Lecourt, 2003, s. 56).

İnsanın bilinçli bir yapay zekâ yaratmak için uğraşsa da kendi dışındaki herhangi bir bilinçli varlıkla ya da diğer bilinçli varlığın bizlerle nasıl bir ilişki kuracağı henüz bilinmemektedir. İnsandan daha üst bir zekâ seviyesine sahip uzaylı bir türün, zekileşmiş bir hayvanın ya da yapay zekânın insanlığa tehdit olup olmayacağına ilişkin görüşler tahminden öteye gidememektedir. İnsanın doğayla, bedeniyle, makineyle ve kendisi dışındaki canlılarla ilgili kavrayışlarının gelecekte

nasıl bir konumda olacağı bilinemese de bilimkurgu sinemasının geleceğe yönelimli özelliği bizler için bir yorumlama alanı açmaktadır.