• Sonuç bulunamadı

Bugün ile Gelecek Arasındaki Beden

3. POSTHÜMANİZM VE BİLİMKURGU SİNEMASI

3.1. Bugün ile Gelecek Arasındaki Beden

Batının Antik Yunan’dan başlayarak süregelen insan-doğa-evren kavrayışlarının bugün geldiği nokta olan enformasyoncu dünya görüşü, şimdilik yaşamımızın tümünü etkilemese de gittikçe artan bir şekilde gündelik yaşamımızın içine girmektedir. Kullandığımız birçok klasik aletin yanında bilgisayarlar, akıllı cep

telefonları, internet, yongalar, ve diğer sayısallaştırılmış iletişim teknolojileri gibi enformasyonu belli bir dereceye kadar kendi başına işleyen düzenekler bir arada bulunmaktadır. Söz konusu gelişmeler, evreni ve dünyayı algılayış biçimimizi de dönüştürmektedir. Antik Yunan’ın organik akıl-doğa kavrayışının yerine geçen vahiy-doğa ve sonrasındaki mekanik akıl-doğa kavrayışı evrimci görüşü de içine alarak geliştirilmiş ve günümüzde akılla keşfedilebilecek bir enformasyon-doğa anlayışına dönüşmüştür (De Mul, 2008, s. 135-145). Enformasyoncu görüşten hareket ederek icat edilen makineler, yapay bir ikinci bir doğa yaratılmasının önünü açtığından dolayı bu dönemdeki kavrayışın odağını da enformasyon-doğa kavrayışının rehberliğinde akıl-makine olarak yorumlamak olanaklıdır. Çünkü transhümanist düşünceye göre insan akıl-doğa kavrayışını terk ederek yeni bir doğaya, makinede yaratılmış yapay bir doğaya taşınmanın yollarını aramaktadır. Bedeni ve doğayı terk ederek makinenin içerisinde sürdürülecek olası bir yaşam ise insanı, akıl-makinenin ötesinde, sonuçlarının ne olacağı bilinemeyen ve kestirilemeyen bir yeni sürüm makine-doğa (ikinci doğa) kavrayışına doğru sürükleyebilir. Vahiy-doğa kavrayışında Tanrı’nın yüceliği ve insanın edilgenliği vurgulanırken mekanik akıl-doğadan enformasyon-doğaya ve akıl-makineye kadar gelen süreçte insan etkinliği söz konusudur. Ancak, gelecekte gerçekleştirilebilecek olası bir makine-doğa kavrayışında ise makinenin yüceliği ve insanın edilgenliğiyle ilgili olasılık öne çıkmaktadır. Yani, insanın ikinci doğaya geçişiyle birlikte vahiy- doğa kavrayışındaki yüce Tanrı’nın yerini sınırları ve kuralları belirleyen makine almaktadır. İnsanın makine-doğa içerisindeki yerini de makine-akıl olarak değerlendirmek olanaklıdır. Böyle bir gelişme Tanrısallaşmaya çalışan insanın makineyi bir Tanrı durumuna yükselterek vahiy-doğadaki gibi kul (köle) durumuna gelme olasılığını akıllara getirmektedir. Çünkü, akıl-doğadan başlayarak akıl- makineye kadar gelen süreçte insan etkenken ve sınırlarını belirleyebilme, kurallarını dayatabilme becerisi varken, makine-doğanın içerisinde kalmaya başlamasıyla birlikte bu etken olma durumunu ne derece sürdürüebileceği henüz bilinmemektedir.

Kurzweil gibi transhümansitler için ise insan, makine-doğa içerisinde “insan bedeni sürüm 3.0” olarak etkin kalabilecektir. İnsan bedeninin 2.0 sürümü makineyle etkileşimli olmasına karşın maddeyle bağlarını koparmayan bedenken insan bedeni sürüm 3.0, biyolojik olmayan makine-doğadaki insanı tarif etmektedir (Kurzweil, 2016, s. 464). Ancak, böyle bir gelecek öngürüsünün şimdiden kestirilemeyeceğini,

ne derece etkin kalabileceği ve sonuçlarının ne olacağının bilinemeyeceğini belirtmek gerekir. Akıl-doğadan akıl-makineye kadar gelen süreçte beden bir zorunluluktur. Makine-doğayı yaratabilecek zihin, biyolojik bedene bağımlı olduğu için beden hâlâ önemini korumaktadır. Bu durum iletişim kurmacılarından Marshall McLuhan’ın teknoloji-insan ilişkisiyle ilgili görüşleriyle de uyum göstermektedir. McLuhan, uygarlığı teknoloji ve iletişim merkezli bir açıdan ele almaktadır. Teknolojinin insanın bir uzantısı olduğunu belirten McLuhan, elektrik çağındaki dolaşımı sinir sistemimize benzetmektedir. Günümüzde kullandığımız internetin küresel bir ağ durumuna gelmesi McLuhan’ın bu yorumunu onaylar niteliktedir. Buna göre bedenin uzantısı olarak makineyken, bilincin uzantısı olarak da sayısal teknolojiler ile yapay zekâyı saymak mümkündür. Ancak alet teknolojisinden iletişim teknolojisine kadar insanın bir uzantı durumuna gelen ve toplumumuzu şekillendiren teknolojiler bedenle etkileşimi üzerinden değerlendirilse de McLuhan’ın uzantı olarak gördüğü teknolojiler bedenimizin dışında işlev gördüklerinden dolayı organik-mekanik birleşmesi olarak değil bir benzetme olarak düşünülmelidir (Mcluhan, 1994, s. 45,348; Gray, 2008, s. 158).

Bedenden tam bir kurtuluş henüz başarılamadığı gibi, iletişim teknolojileri ile beden arasında da tam bir birleşme henüz sağlanamamıştır. İnsan hâlâ bedenine bağımlıdır. Transhümanistlerin beden üzerindeki iyileştirmelerinin nedeni bu zorunluluğun sonucudur. Makine-doğannın yaratılmasından sonra ise söz konusu zorunluluk kalkacaktır. Sanal bedenler değiştirilebilecek, istenilen her türlü estetik görünüme sayısal dünyanın (makine-doğa) içerisinde erişilebilecektir (Kurzweil, 2016, s. 464-465). Böylece, maddeyi kullanarak maddesizleşmenin yollarını arayan simyacılar gibi insanlığı maddenin kısıtlamalarından kurtarıp vaadedilen cennete zekâsı ve makine aracılığıyla ulaşabilecektir.

Makine-doğanın oluşması aynı zamanda bu dünyanın tarihselliğinden de tam bir kopuşu gündeme getirmektedir. Dünyada bedeniyle var olan insanlık kendisini ve çervesini zaman üzerinden kavramaktadır. Oysa makine-doğanın büyük bir olasılıkla bugünkü doğanın zamansallığını geride bırakan ve kendi zaman-zamansızlığını üreten bir düzenek durumuna gelmesi söz konusudur. Bu tez, tarihsellikten çıkmanın olası olduğu bir gelecekçi bakış açısını konu edinmiş olsa da tarihsel bir zeminden hareket etmektedir. Çünkü, geleceğin bilinmiyor olması ve sadece öngürüler ve

olasılıklar üzerinden tartışılması genel bir bakış açısını olanaksız kılmaktadır. Bu olgunun bilinciyle tez, gelecekle ilgili olasılık ve tartışmaları tarihteki belli bağları üzerinden ele alarak aralarındaki ilişkilere ışık tutmaya çalışmaktadır. Bu amaç doğrultusunda bilimkurgu sinemasının gelecekçi yaklaşımından destek alınması uygun görülmüştür. Böylece geleceğin olası toplumsal düzeniyle ilgili günümüz algısını belli tarihsel bağlarıyla ele alınabileceği düşünülmüştür (Oğuzhan, 2015, s. 9-36).

İnsanın teknoloji ve makineyle ilişkisinin gelecekte bedene ilişkin olası etkileri tartışılsa da günümüz toplumunda bedenin hâlâ önemli düşünülmektedir. Trasnhümanizmin bedene karşı tutumundan oldukça farklı bir yerde konumlanan bu düşünceye göre beden, tüketim ve sergileme yoluyla öne çıkartılarak önem kazanmaktadır. Bu noktada günümüz beden algısının tüketim boyutuna da değinmek yerinde olacaktır. Çünkü, günümüzde bedenin önceki dönemlere göre oldukça önem kazandığı gözlemlense de bedenden tam bir kurtuluşu gerçekleştiremeyen günümüz tüketim toplumu, farklı deneyimler yoluyla transhümanizmin bedeni aşma idealiyle ilişki kurmaktadır.

Modernliğin postmodernliğe (ya da geç modernlik) evrildiği XX. yüzyıl üretim ve tüketim biçimlerinin (belli toplumlar için) değişmesine sahne olmuştur. Makine teknolojisinin gelişmesiyle birlikte üretimden el çektirilmeye başlanan beden, tüketimin ve ondan alınan hazzın nesnesi durumuna getirilmiştir. Üretilenlerin tüketilmesi için tüketim pompalanmış, iyi ve mutlu yaşam tüketim ile ilişkilendirilmiştir. Bedensel emeğin yerine zihinsel emeğin ve esnek çalışma koşullarının geçmeye başlaması, bedeni, üreten konumundan çıkararak kitlesel düzeyde bir vitrin, ambalaj ve imaj tezgâhı durumuna getirmiştir. Modernliğin, bedeni üretim ve emek ile birlikte (makinenin bir parçası olsa da) değerlendirerek sınırları belirlenmiş kurallarla disiplin altına almaya çalıştığı yerde postmodernlik, bedeni parçalanıp birleştirilebilen, ikiliklerin değil çeşitliliklerin ve geçiciliğin nesnesi olarak değerlendirmektedir (Çabuklu, 2004, s. 100-103; Gorz, 2011, s. 11,48,49). Küresel kapitalizmin ideal bedeni hiçbir zaman ideal olmayan (olmaması gereken) bedendir. Yani sürekli değişim durumunda olan (değişmesi gereken), hareketli, yeniyi tüketerek eskiten ve tüketecek yenileri bekleyen geçici bedendir. Değişen “modalar”, “akımlar” ve “trendler”, bedenin kalıplardan sıyrılarak

özgürleştiği yanılsamasını yaratırken yeni, küçük ve parçalı kalıplarla bedeni bir ağ gibi çepeçevre sarmaktadır. Estetik ameliyatlardan spora, giyimden bir uzuv durumuna gelmiş iletişim araçlarına ve kültüre kadar her şey, insanı ürünleri tüketmesi ve bedenini durmaksızın yeniden düzenlemesi için kışkırtmaktadır. İnsanı saran söz konusu ağların düğümü gevşek atılmaktadır. Böylece tüketici özne eski olandan kurtularak “yeni olana” kolayca geçiş yapabilmektedir. İnsan, özne deneyimini kendisini bir sergi nesnesi olarak sunarak yaşamaktadır. Sergilediği şey ise ürettiği değil tükettiğidir. Örneğin, küresel kapitalizm, iletişim araçları aracılığıyla kitlelere bir yandan yemek yemenin hazzını bir yandan da spor yapmanın zorunluluğunu aşılamaktadır. Böylece tüketici özne hem yemek için hem de yediğini yakıp ideal beden ölçülerine sahip olmak için para harcamaktadır. Yeni medya sayesinde ise hem yediği yemeğin hem de spor yaptığı anların fotoğraflarını çekip paylaşarak ve söz konusu çelişkiyi bir sergileme olanağı olarak kullanarak kapitalizmin stratejisini kendi eliyle yeniden üretebilmektedir. Böylece tüketici özne, tükettiğini üreten bir özne durumuna gelmektedir. İnsan, özne deneyimini özgürleştiğini sandığı modernliğin deri değiştirmiş biçimi olan postmodernlik aracılığıyla yaşamaktadır. Kısacası insan, modernlikten, kendisini postmodernliğe teslim ederek kurtulmaya çalışmaktadır (Baudrillard, 2008, 170-173, 180-182; Harvey, 2008, 132-135).

Yukarıdaki yorumlar ışığında postmodern dönemde bedenin önem kazandığı söylenebilir. Ancak konuya şu açıdan bakmakta da yarar vardır; bedenin değiştirilebilmesi, düzenlenebilmesi ve sergilenebilmesi aynı zamanda verili bedeni yetersiz bulmanın, ona karşı nefretin ve memnuniyetsizliğin de bir göstergesidir. Yani, postmodern dönemde bedenin önemi, ona karşı (kapitalizmin kışkırttığı) memnuniyetsizlikten kaynaklanmaktadır (Baudrillard, 2008, 180). Bu yüzden sahip olunan beden, sadece onun üzerinde egemenlik kurmak isteyen güç odakları tarafından değil kendisini varetmek isteyen özne tarafından da nesneleştirilmektedir. Ancak bedeni aşmak, var olan görünümün değişmesi düzeyinde kalmaktadır. Tüketici özne, bedenini küresel kapitalizmin stratejilerine göre düzenleyip değiştirse de yine de maddi bedenin sınırlarına bağımlıdır. Giysiler, estetik ameliyatlar, vücut geliştirme sporu, dövmeler ya da tüketilen yemekler ne kadar çeşitli olursa olsun postmodernlik bu yönleriyle modern tekniğin ilkelerinden hareket etmektedir. Transhümanizm ise bundan çok daha farklı bir yerde konumlanmaktadır. Bedeni,

sporun ya da estetik ameliyatların teknik anlayışı üzerinden, yani sadece maddenin kendisi üzerinden değerlendirmemektedir. Transhümanizm için beden, bir enformasyon örüntüsü olarak üzerinde egemenlik kurulmasının yanında, aşılması gereken de bir olgudur. Modern teknik anlayışına enformasyoncu dünya görüşünü de ekleyen transhümanizmin ideal bedeni, sergileme aracı olmanın ötesine geçen bedendir. Postmodern dönemde tüketici özne bedeninin yetersizliğini maddenin biçimleriyle oynayarak aşmaya çalışırken transhümanizm Hıristiyanlıkta, gnostisizmde ya da simyada olduğu gibi bedenin eksikliğini ve geçiciliğini kabul etmesine karşın geçiciliğe karşı savaş açarak kalıcı olmanın yollarını aramaktadır. Transhümanizm postmodern kültürün sınırlı zaman anlayışının tersine (ölene kadar genç ve mükemmel görün ama öleceksin) zamana somut anlamda egemen olmaya çalışmaktadır. Dinsel ütopyaların yanında postmodernliğin illüzyonlarını da gerçeğe dönüştürme çabasındadır: ölümsüz olursan hep genç ve mükemmel kalırsın!