• Sonuç bulunamadı

3.2 TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞMENİN GENEL ETKİLERİ

3.2.2 Finansal Serbestleşmenin Makroekonomik Etkileri

3.2.2.2 Makro Finansal Etkiler

3.2.2.2.2 Enflasyon Üzerindeki Etkisi

Gelişmekte olan ülkelere sermaye girişlerinin en önemli etkilerinden biri de ulusal paraların reel olarak değer kazanmasıdır. Böyle bir gelişmenin kısa dönemde enflasyonu bastırıcı bir etki ortaya çıkarabileceği öne sürülmektedir. Bu tür bir etki iki şekilde ortaya çıkabilir. İlk olarak, TÜFE içerisinde yer alan birtakım ithal malları fiyatlarının azalmasına bağlı olarak, iç talebin bir kısmının görece düşük fiyatlı ithal mallarına kayması beklenilebilir. İç talebin bir kısmının yurtdışı mallara kaymasıyla birlikte, yurtiçi talepte ortaya çıkacak azalma enflasyonu bastırıcı nitelikte olabilecektir. İkincisi ise, ithal hammadde ve yatırım malları fiyatlarının görece ucuzlamasıyla birlikte, girdi maliyetlerinde ortaya çıkacak bir düşüşün, yurtiçi arzı arttırması yoluyla enflasyonu hafifletebileceği konusundadır. Bu görüşlerin yanında gelişmekte olan ülkelere sermaye girişleriyle birlikte ekonominin likidite seviyesinin etkileneceği ve bu durumun enflasyonu arttırıcı yönde etki yaratacağını ileri süren görüşler de bulunmaktadır. Bu bağlamda Merkez Bankası’nın sterilizasyon politikalarından ya da sıkı para politikalarından uzaklaşması durumunda sermaye akımları parasal genişlemeye neden olmakta, bu likidite genişlemesinin finansal aktif talebine yansıması ise, finansal aktiflerin fiyatlarının yükselmesine yol açarak enflasyonist baskıların artmasına yol açmaktadır224.

Neoliberal uygulamalar 1980’i izleyen yirmi yıl boyunca Türkiye’de yapısal özellik taşıyan enflasyonu, geleneksel ve paracı araçlarla önlemeye çalışmış fakat başarısız olmuştur. Bunun yanında düşük enflasyon tutkusu, finans kapitalin söz geçirdiği bir dünyada, sabit getirili menkul varlıkların değer kaybına uğramamasının güvencesi olmuştur. Bu bağlamda Merkez Bankası’nın temel amacı “fiyat istikrarını

      

sağlamak ve sürdürmek” olarak belirlenmiş ve ifade edilmiştir. Bu temel önceliğe rağmen, gelişmiş ülkelerin merkez bankaları, koşullar zorlayınca faiz oranlarını aşağıya çekerek para politikasını genişletici yönde de kullanmaktadırlar. Türkiye’de sadece bu seçenek değil, döviz kurunun belirlenmesi de Merkez Bankasının gündeminin tamamen dışına kaydırılmıştır. Bu, Türkiye’nin benzer konumdaki çevre ekonomileri içinde en yüksek reel faiz oranlarına mahkumiyetiyle sonuçlanmıştır225.

Türkiye’de enflasyonun her sorunun temeli gibi algılanmasının birinci nedeni, 1980’lerden itibaren IMF’nin tamamen Batı finans sermayesinin yani sıcak paranın uluslararası korumacılığını üstlenmiş olmasıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi finans sermayesinin korkulu rüyası enflasyondur, çünkü enflasyon bono, tahvil gibi sabit getirili menkul kıymetlerin değerini aşındırır. Finans sermayesi uluslararası arenaya çıkıp sıcak para haline geldiğinde ise korkulu rüyası devalüasyondur; çünkü yatırım yapılan yabancı paranın devalüe olması faiz-kur arbitrajı işlemini zarara döndürebilir. Bu yüzden IMF Batı finans sermayesinin sözcüsü sıfatıyla, enflasyon olan ülkelerde devalüasyon ihtimalinin daha yüksek olduğu tespitinden yola çıkarak enflasyonu baş düşman, parasal istikrarı da tek hedef ilan etmiştir. İkinci sebep ise, örtülü kur çapası sonucunda ortaya çıkan aşırı değerli Türk Lirası ortamının yarattığı ithalat patlamasından yarar sağlayan ülkelerin IMF yönetiminde etkili olmasıdır. Bunlar Avrupa ülkeleri, özellikle de IMF yönetiminde belli ölçüde etkili olan Avrupa’nın en güçlü ekonomileri Fransa ve Almanya’dır. Yıllarca ekonomik durgunlukla boğuşan bu ülkeler için ihracat artışı en önemli büyüme kanalıdır. Aşırı değerli Türk Lirası sayesinde Türkiye’de ithal mal talebinin patlama yaptığı dönemlerde bu ülkelerin Türkiye’ye yaptıkları ihracat önemli artış göstermektedir226.

      

225 Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, ss.189-190. 

226 Selim Somçağ, Türkiye’nin Ekonomik Krizi: Oluşumu ve Çıkış Yolları, 2006 Yayınevi, 1.b.,

Tablo 20: 1980-2010 Döneminde Enflasyondaki Gelişmeler

 

YIL (TÜFE)(%) Enflasyon (ÜFE) (%) Enflasyon YIL (TÜFE) (%) Enflasyon (ÜFE) (%) Enflasyon

1980 98,8 115,6 1998 54,3 69,7 1981 35,5 33,9 1999 62,9 68,8 1982 26,5 21,9 2000 32,7 39 1983 29,7 31,4 2001 88,6 68,5 1984 49,5 49,7 2002 30,8 29,7 1985 41,6 44,2 2003 13,9 18,4 1986 27,9 30,7 2004 13,8 9,3 1987 36,8 55,1 2005 2,6 7,7 1988 64,6 61,6 2006 11,6 9,7 1989 62,3 64,3 2007 5,9 8,4 1990 48,6 60,4 2008 8,1 10,1 1991 59,2 71,1 2009 5,9 6,5 1992 61,4 66 2010 8,9 6,4 1993 60,3 71,1 1980-1989 47,3 50,8 1994 149,6 125,5 1990-1999 73,8 78,8 1995 65,6 76 2000-2010 20,3 19,4 1996 84,9 79,8 1980-1999 60,6 64,8 1997 91,0 99,1 1980-2010 46,3 48,7 Kaynak: TÜİK

Tablo 20’de tüketici ve üretici fiyat endeksi değerlerinin gelişimi verilmiştir. 1990’lı yıllarda devlet yoğun olarak açık finansmana başvurmuştur. Ancak vadesi geldiğinde borçlarını ödememiş, piyasaya çıkan TL miktarı artınca da enflasyonda artışlar yaşanmıştır. 1990’lı yıllara kadar Türkiye’de yaşanan enflasyonun zaten yüksek düzeylerde olduğunu tablodan görebiliriz. Ancak dönem ortalaması olarak incelediğimizde 1980-1989 döneminde sırasıyla % 47,3 ve % 50,8 olarak gerçekleşen TÜFE ve ÜFE, 1990-1999 döneminde ortalama olarak, % 73,8 ve % 78,8 olarak gerçekleşmiştir. 1994 yılındaki krizde ise % 149,6 ve % 125,5 olmuştur.

Dış girdi bağımlılığı, dünya piyasalarındaki fiyat gelişmeleri yanında kurlarda yaşanan gelişmelerin de enflasyon üzerinde önemli etkisi olmasına zemin hazırlamaktadır. 2000 yılında uygulanan ekonomik program ile kur artışları kontrol altına alınmış ve böylece enflasyonda önemli sayılabilecek bir gerileme yaşanmıştır.

1999 yılında % 68,8 olarak gerçekleşen ÜFE, 2000 yılı sonunda % 39’a düşmüştür. Ancak 2001 yılında yaşanan büyük oranlı kur artışı sonucunda bu kez enflasyon % 88,6’ya yükselmiştir. 2003 yılından itibaren yüksek reel faiz ve yüksek sıcak para girişiyle birlikte kurların gerilemeye başlamasıyla enflasyonun da gerileme trendine girmesi Türkiye’de enflasyon ile kurlar arasında önemli bir bağlantı olduğunu da ortaya koymuştur227.

Kısaca ifade etmek gerekirse, finansal serbestleşme sonrasında ülkeye giren büyük miktardaki yabancı sermaye emisyon artışını körükleyerek enflasyonu artırıcı etki yaratırken, döviz arzındaki artışın ulusal parayı aşırı değerlendirmesi nedeniyle ithal ürün ve girdi fiyatlarının düşmesine yol açmıştır. Bu iki farklı yöndeki etkinin özellikle 2002 sonrasında enflasyonu düşürücü etkisi olanının, yani TL’nin aşırı değerlenmesinin anti-enflasyonist etkisinin daha belirgin olduğu görülmektedir.