• Sonuç bulunamadı

2. ELEŞTİREL TEORİ 35 

2.1 Eleştirel Teori Nedir? 35 

Son yıllarda özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, mimarlık ve mimarlık kuramının eleştirel olması gerektiği tartışılmaktadır, bu tasarımcılar, kuramcılar için en uygun teorik çerçeve olduğu için bu şekilde ortaya çıkmaktadır (Heynen, 2007, s.48). Son yirmi yıl içerisinde, tasarım dünyasının içerisinde bulunduğu nokta değişen peyzaj tasarımı, eleştirel yorumlar ile yeni yerini bulma aşamasında; eleştirel bakış ile peyzaj tasarımı diğer tasarım dalları ve şehircilik ile etkileşim içerisinde gelişmeye açık durumdadır.

‘Eleştirel Teori’ (Critical Theory), 1968 sonrası Marksist düşünceleri geliştiren radikal kent teorisyenleri olan Henri Lefebvre, David Harvey, Peter Marcuse gibi isimler ile birlikte anılmaktadır. Günümüzde özellikle ‘kentsel eleştirel teori’ çalışmalarını sürdüren isimler de bu teorisyenlerin çalışmalarından ve metinlerinden esinlenmektedir (Brenner, 2009).

‘Eleştirel Teori’ Frankfurt Okulu’ndan Max Horkheimer’in 1937’de yayınladığı “Geleneksel ve Eleştirel Teori” başlıklı makalesinde tanımlanmıştır. Toplumu anlamak ve açıklamak üzere kurulmuş olan geleneksel teorinin tersine toplumu her şeyi ile bir bütün olarak ele alıp bir bütün olarak eleştirmek ve değiştirmek amaçlı bir teoridir.

‘Eleştirel Teori’ (Critical Theory), geleneksel yapılar ile eleştirel yaklaşımı engelleyenleri ortadan kaldırmayı, kapalı düşünce sistemlerini açmayı hedefler. Geleneksel yaklaşım biçimlerini yıkıp yeniden yapılandırır. Eleştirel Teori (Critical Theory), tarihi ve tarihselliği ön plana çıkarır, bağımsız eleştirinin mümkün olabilmesi için gerekli olan özgül toplumsal şartlardan bağımsız düşünebilme üzerinde durur. Bu şekilde, eleştirel teori geleneksel olarak taşınıp gelen; durağan, piyasa odaklı ve piyasanın gerektirdiklerini yapan, teknokratik durumları reddeder (Brenner, 2009).

Kendileri böyle bir çalışma ve yaklaşımı deklere etmeseler de, ‘Eleştirel Teori’ (Critical Theory) genellikle Frankfurt Okulu’nda geliştirilmiş olan teorik çalışmalara dayandırılır. Frankfurt Üniversitesi Sosyal Araştırma Enstitüsü’nde çalışan araştırmacıların yaptıkları çalışmalar ile bağlantılandırılır. Max Horkheimer, Theodor Adorno ve Herbert Marcuse, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya ve Orta Avrupa’da gelişen çöküş durumunda içinde bulundukları durumu yeniden biçimlendirmek üzere çalışmalar yapmışlar, Alman düşünürlerin geleneksel düşüncelerini yeniden okumuşlardır. Bu düşünürler, başta Marx olmak üzere, Kant, Hegel ve Weber’dir (Kincheloe ve McLaren, 2003).

Nazi Almanyası’dan kaçıp Amerika’ya giden ve Amerikan kültürü ile karşı karşıya kalan Horkheimer, Adorno ve Marcuse, Amerika’da insan davranışlarını tam olarak ölçüp, tarif edebileceklerine inanan sosyal bilimciler ile yüzleşmek ve onlara kendi görüşleri ile yanıtlar vermek durumunda kalmışlardır.

“Eleştirel teori mevcut sosyal gerçekliklerin ‘eleştirel’ olarak tartışılmasına belirgin bir ilgi ile yaklaşan yorumsal bir yaklaşım olarak ayırt edilir. Bazen eleştirel hermenötik olarak da adlandırılır. Yol gösterici prensibi özgürleştirici bir projedir, ancak bunu hiçbir formüle dayalı çözüm ortaya koymadan, rijid çerçeve ve referanslardan yola çıkan eleştirel yorumlar yapmadan gerçekleştirir. Eleştirel teoriye dayanan işler ‘ucu açık ve Batı düşüncesinin entellektüel mezarlığını dolduran bütüncül düşünce ‘sistemlerinden’ oldukça uzaklaşan şekilde fallibistiktir (fallibism: hiç bir bilginin kesin olmadığını ve her zaman varsayımsal olduğunu savunan bir doktrin) (Morrow, 1994, s.267). ). ‘Eleştirel teori’ tutarlı bir şekilde topluma diyalektik olarak bakar, sosyal olgunun her zaman tarihsel bağlamı içinde ele alınması gerektiğini öne sürer. Gerçekleşmiş örüntüler olumsuzlama yaklaşımı içinde, kendi birebir zıtlarının ve niteliksel olarak başka bir biçimin sosyal koşulları olasılığı temelinde ele alınmalıdır.

Gerçekleşmiş toplumsal koşulların doğal ve kaçınılmaz olduğu varsayımına karşı - tecrübeyle yönlendirilmiş araştırmaların ve hatta biraz da hermenötiğin (yorumbilim) altını çizen bir varsayım- toplumsal koşulların tarihsel olarak yaratıldığını, güç ve özel çıkarların asimetrisinden ağır bir şekilde etkilendiği ve köklü değişikliklerin konusu yapılabilecekleri fikrini ortaya çıkardı. İlk bahsedilen varsayımlar sadece çok sınırlı bir kapsamda mantıklı görülebilir. Eleştirel sosyal bilimlerin görevi neyin sosyal olarak değiştirilebilir olduğunu ayırt etmek ve sonraki üzerinde yoğunlaşmaktır. Düzene uygun olanların ya da nedensel

bağlantıların tanımlanması bu yüzden sosyal bilimlerin en önemli hedeflerinden biri olamaz (Alvesson ve Sköldberg, 2009, s.144).

Frankfurt Okulu’na göre, sosyal bilimler yerleşmiş gelenek ve düşünce yapıları karşısında bağımsız ve eleştirel bir duruş geliştirmeye çalışmalı, toplumun işleyiş biçimi içindeki çelişkilere dikkat çekmelidirler. Modern kapitalist toplumun doğasında olan kısıtlama ve mantıksızlıklar ana araştırma konularından biri olmalıdır (Alvesson ve Sköldberg, 2009, s.146).

1960’larda bu araştırmacılar, çalışmalarını eleştirel teoriye yönlendirmişlerdir.

Brenner (2009)’ın ‘What is Critical Urban Theory?’ isimli makalesindeki eleştirel kent teorisi değişimine bakabiliriz. Bu değişimi Brenner, 21. Yüzyıl globalleşen neoliberal kentte, mevcut kentsel durumlar ile ‘eleştirel kentsel teori’nin (critical urban theory) sorularının nasıl değiştiğini anlamak için deşifre etmeye çalışıyor. Değişim, aydınlanma döneminde ve aydınlanma dönemi sonrasındaki sosyal felsefenin değişimi ile ilişkilidir. 20. yüzyıl sonunda ve 21. yüzyıl başındaki kapitalist gelişmelerin etkisi düşüncelere de yansımış, kuramsal yaklaşımları da etkilemiş, ‘eleştirel sosyal teori’ye de yansımıştır. 19.yüzyıl sonunda kapitalist değişimlerin etkisi ile Marx’ın ve Frankfurt Okulu’nun çalışmaları oluşmuştur.

Genel sosyal durumlar üzerinden okuma yapan ‘eleştirel teori’nin (critical theory), spesifik olarak kentsel konulara nasıl projekte edileceği soruları zor yanıtlanır sorular olmuştur. Brenner (2009), endüstriyel dünyanın gelişimi ile sınıf farklılıkları ve sosyal güçlerin değişimi ile ilişkilendirilen ‘eleştirel teori’nin (critical theory) bugünün globalleşen dünyasıyla bu şekilde ilişkilendirilemeyeceğini savunmaktadır. Lefebvre’in yaklaşık kırk yıl öncesinde ortaya koyduğu kentsel değişim olan dünyanın kentleşmesi durumunu anlayarak, bugünün ‘Eleştirel Teori’sine (Critical Theory) bakabiliriz. Brenner, bu tezini ortaya koyarken, Lefebvre, Schmid, Soja ve Kanai’nin global kentleşme tartışmalarını da referans almaktadır.

Brenner (2009), kentsel kritik teorinin dört ana özelliğini tanımlıyor: .Eleştirel Teori (Critical Theory) bir teoridir;

‘Kapitalizm altındaki şehirsel sürecin doğasını ele alan soyut ve düşünsel argümanlar ihtiyacı üzerinde dururken, teorinin, anlık, pratik ve araçsal kaygıların aracısı olan bir ‘hizmetçi’ olarak algısına karşı çıkarlar;’

‘Eleştirel Teori’, (Critical Theory) bir izlek sunmaz, aksine mevcut ile olabilecek arasındaki durum farklılıklarını düşünürken gerçekleşme durumundan soyut kalma durumundadır, yapılması gerekenleri tanımlayamaz ancak stratejik olarak gelişim sağlanması için varolan aktörleri konuşur, gelişimin sağlanması için düşünülmesi gerekenleri tartışır.

. ‘Eleştirel Teori’ (Critical Theory) yansılayan bir yapıdadır;

. ‘Kentsel bilgiyi eleştirel bakış açılarını da içerecek şekilde tarihsel açıdan kendine özgü ve güç ilişkilerinin aracılığı ile ele alırlar;’

Tüm sosyal bilgilerin tarihsel gelişimden üretildiğini savunur, bu haliyle ‘Eleştirel Teori’ (Critical Theory) için durumun tarihsel gelişim içerisinde bağlamsal olarak konumlandırılması gereklidir, tüm bilginin konumlandırılarak yorumlanması önemlidir.

. ‘Eleştirel Teori’ (Critical Theory) araçsal nedenlerin eleştirisini gerektirir;

. ‘araçsal, teknokratik ve piyasa odaklı kentsel analiz biçimlerine karşı çıkar, mevcut kentsel oluşumların korunması ve çoğaltılmasını desteklerler,’

. Mevcut düzenlemelerin genel etkinliği ve yararı üzerinden kurulan düzenlerin sosyal ve fiziksel düzen içerisinde olan hakimiyetini eleştirir, ‘eleştirel teori’ (critical theory) ile yapılan araştırmalar ve yorumlarda doğrudan ‘nasıl’ sorusuna yanıt bulmaya çalışılmaz hatta diyalektik bir yapıda karşıtlıkların anlaşılması ile tespitler oluşturulmaya çalışılır.

. ‘eleştirel teori’ (critical theory) mevcut ile olabilecek arasındaki kopukluğu gösterir; ‘bugünün şehirlerinin doğasında var olan ancak sistemli bir şekilde bastırılmış ve ortaya çıkamamış kökten özgürleştirici alternatif şehircilik biçimleri için olasılıkları araştırmaya odaklanmışlardır;’

. Uygulama ile teori arasındaki kopukluk, üretilen bir durumdur. Bu durum, epistemolojik yetersizliklerden ya da teorik eksikliklerden kaynaklanmaz. Bu durum teorinin kendisi ile değil ancak yine uygulamalar ile aşılabilir.

. ‘Eleştirel kentsel teori’yi sürekli değişen ve gelişen kent durumu içerisinde, sürekli değişim altındaki 21. yüzyıl durumu içerisinde değerlendirmemiz gerekir. Bu durumda, feminist bir bakış ile eleştirel teorinin eleştirisinin ne olduğunu sormak tartışmayı çoğaltmak ve geliştirmek için bir yol olabilir (Brenner,2009).

Kapitalist şehircilik yaratımsal yıkım hamlesine dünya ölçeğinde devam ederken, eleştirinin anlamları ve yöntemleri hiç bir zaman sabit tutulamaz: tam tersine neden oldukları düzensizce gelişen türlü politik çelişkilerle ilişkili olarak sürekli yeniden keşfedilmelidirler. Bu benim bakış açıma göre bugünün eleştirel kent kuramcılarının yüz yüze kaldığı en önemli entellektüel ve politik sorunlardan biridir (Brenner, 2009).

Hilde Heynen, ‘Critical Architecture’ (Eleştirel Mimarlık) isimli kitaptaki makalesinde Horkheimer’in Eleştirel Teoriye bakışını şöyle tarif ediyor:

“…Eleştirel Teori (Critical Theory), rasyonellik ve gerçeklik arasındaki gerilimden motive olan insan bilimlerinin bir dalıdır. Eleştirel teori sosyal gerçekliği olduğu gibi kabul etmeyi istemez ve bu gerçekliğin meşruiyetini ve adaletini sorgular: sosyal gerçekliği gerçekten olduğu gibi kabul etmeye gerek var mıdır? Ya da daha insani, daha adil, daha özgürleştirilmiş bir toplumu hayal etmek – gerçekleştirmek mümkün müdür? …” (Heynen, 2007, s.48).

Hilde Heynen, mimarlık işlerinin içinde bulundukları sosyal durumlar ile eleştirel bir tavır içerisinde olmaları gerektiğini söylüyor (Heynen, 2007, s.49).

Kapitalizm tarafından beslenmiş bir post-aydınlanma kültüründen doğan formlardan hayal kırıklığına uğrayan bu bilim adamları eleştirel teoriyi, akademik çalışmayı geçici olarak bu güç formlarından özgürleştiren bir durum olarak görmüşlerdir. ‘Eleştirel Teori’nin (Critical Theory) sosyal yapıların deneyim ile bağlantısı olan mantık ilişkisinden etkilenerek, bilim adamları disiplinlerini, onları üreten sosyal ve tarihsel bağlamların güç ilişkilerinin ve söylemlerin manifestoları olarak görmeye başladılar. Sosyal deneyimin yapılanmış doğasında bulunan “olabilirlik söylemi” neticede daha eşit ve daha demokratik bir sosyal düzenin sağlanmasında yol gösterebilir.

‘Eleştirel Teori (Critical Theory) ve Araştırmanın özellikleri; a) tek bir tane değil birden çok eleştirel teori vardır, b) eleştirel gelenek sürekli değişir ve gelişir, c) eleştirel teorisyenler arasında farklılıklar olduğu için, eleştirel teori spesifikasyonlardan kaçınır (Kincheloe ve McLaren, 2003, s.435).

20. yüzyılda, bilgi çağındaki değişimler paralelinde değişen sosyal ve teknolojik Batı dünyasında toplumun içerisinde insanların eşitlik ve özgürlük arayışı ile değil, ön plana çıkma ve üstünlük kurma eğilimleri ile araştırmacılar ‘Eleştirel Teori’nin (Critical Theory) yeniden üzerinden geçme ihtiyacını duymuşlardır. Bu durumda, ‘eleştirel teori araştırmacıları’ (critical theory researchers), kişilerin kendilerini ve

dünyayı eskisine oranla daha farklı sosyal ve tarihe dayalı bir çerçeveden değerlendirdiklerini görmüşlerdir.

‘Eleştirel teori’ (Critical Theory), bir konuyu tam olarak nasıl gördüğümüzü açıklamaya çalışmaz; onun yerine durumların sorularını oluşturabilmemizi ve bu sorular paralelinde stratejiler oluşturabilmemizi sağlar.

Editörlüğünü yaptıkları ‘The Landscape of Qualitative Research’ isimli kitabın ikinci kısım girişinde Denzin ve Lincoln (2003), Kincheloe ve McLaren’in ‘Eleştirel Teori’yi (Critical Theory) yeniden değerlendirme çalışmalarına şöyle bir yorum yapıyorlar:

Kincheloe ve McLaren, metinlere ve onların yaşanan deneyimler ile olan ilişkilerine pragmatik ve eleştirel bir yaklaşım geliştiriyorlar. Bu da, “karşı koyan” bir ‘Eleştirel Teori’ (Critical Theory) versiyonuna dönüşüyor; sosyal eleştiri ve bireylerin güçlenmesine karşı olarak yapılan taraflı, eleştirel sorgulama ve eleştirel etnografya ile bağlantılı bir teori olarak. Eleştirel kuramcılar, tarih içerisindeki konumlanması ve uygulanabilirlik ve hareket yetisi ile değerlendirdikleri kültürel ve strüktürel olan uygulanabilir ve öğretici bilgiler üretmeyi araştırıyorlar.

Eleştirel aydınlanma (critical enlightenment); kimlerin kazandığı ve kimlerin kaybettiğini ortaya koymak, eleştirel özgürleşme (critical emancipation); kişilerin özgürleşmeleri, kendi kararlarını kendilerinin üretebilmeleri (kimsenin sosyopolitik ortamdan tamamen bağımsızlaşmasının mümkün olmadığı da belirtiliyor ve herkesin kendi kişisel yolculuğunun farklı belirleyicileri olabileceği üzerinde de duruluyor), ekonomik determinizmin reddedilişi (the rejection of economic determinism) insanın varlığının doğasını sadece ekonomik faktörlerin belirlemesinin doğru olmaması, araçsal teknik rasyonalitenin eleştirisi (the critique of instrumental of technical rationality); araçsal/teknik rasyonelliği çağdaş toplumun sıkıcı özelliklerinden biri olarak görür, araçsal/teknik rasyonellik amaçtan çok etkinlik ve yöntem üzerine odaklanır, bu şekilde de araştırmada insani yan azalmış olur, hırsın etkisi ( the impact of desire); ‘istek’, sosyal olarak yapılandırılabilir ve güç kullanıcıları tarafından ezici ve yıkıcı sonuçlar için kullanılabilir, ancak eleştirel teorisyenler ‘istek’i daha ilerletici ve özgürleştirici projelerde kullanabilirler, gücün yeniden tanımlanmış eleştirel teorisi: hegemonya ( reconceptualized critical theory of power: hegemony); bilinci domine etmek ve biçimlendirmek için gücün kontrol ettiği farklı ve karışık

yolları anlama ihtiyacı, gücün yeniden tanımlanmış eleştirel teorisi: ideoloji (a reconseptualized critical theory of power: ideology); hakimiyet ideolojiden ayrıştırılamaz, gücün yeniden tanımlanmış eleştirel teorisi: linguistik / söylemsel güç (a reconceptualized critical theory of power: linguistic/discursive power); dilin, gerçek dünyayı anlatmak için değişmeyen, nötr bir mecra olmadığı durumu, kültür, güç ve hakimiyet arasındaki ilişkilere odaklanmak (focusing on the relationships among culture, power, and domination); 20. yüzyılın sonlarında kültür, gücün ve hakimiyetin anlaşılması için önem kazanıyor, eleştirel teorisyenler bilgi üretimi ve dönüşümünün olduğu yerde kültüre bakılması gerektiğini söylüyorlar, popüler kültür gücün ve hakimiyetin oluşmasında önemli bir rol oynuyor, eleştirel teoride kültürel pedagojinin rolü (the role of cultural pedagogy in critical theory); kültürel üretimler bir tür eğitim olarak değerlendirilebilirler, kültürel üretimler bilgiyi oluşturur, değerleri biçimlendirir ve kimliği oluştururlar, burada pedagoji kelimesi ile belirli kültürel etkenlerin belli egemen görme biçimlerini oluşturma yollarına refere ediliyor.

Eleştirel yorum bilim geleneğine göre,

Her ne kadar pek çok araştırmacı olguların olayları kendiliğinden açıkladığını haykırsa da, eleştirel hermenötik geleneğine göre nitel bir araştırma asıl yorumdan oluşur. Hermenötik yorumlama eylemi en basit ifadeyle gözlemlenenden bir kavrayış üretecek şekilde anlam üretilmesidir (Kincheloe ve McLaren, 2003, s.443).

Mevcut durumun yorumlanması, sorulara bu yorumlar ile yanıt vermek ve yeni sorular üretmek durumların daha derinden anlaşılmasını, fark edilmeyen kısımlarını anlamak için önemlidir. Tasarım dünyası için kurgunun üzerinde gerçekleştirileceği mevcut durumları anlayabilmek ve soruları öteleyebilmek tasarımın erişmeye çalıştığı düşünceye yaklaşmasını kolaylaştıracaktır. Tasarım problemini, sorular ile yorumlamak, yeni sorular üretmek, durumu tarihteki yerine yerleştirmek, sürekli dinamik ve değişken olduğunu da unutmamak gerekli olacaktır.

Kincheloe ve McLaren (2003, s.447), kimlik oluşumu ile yorumlama süzgeci arasındaki ilişkileri anlayan _özellikle bunları oluşturan güçleri anlamak açısından_ eleştirel araştırmacıların kendi iddialarının köklerini de anlamak üzere daha donanımlı olacaklarını söylerler.

‘Eleştirel Teori’ (Critical Theory) ile sorulan soruların yorumlanması durumun, ince ve saklı strüktürlerini de anlamamızı sağlar, bu şekilde makro çevre içerisinde mikro dinamikleri de anlayabilir ve problemi yerine yerleştirme imkanı bulabiliriz. Bu biçimde elde edilen yorumlar ile daha derinlerde oluşan, bazen de çok merkezde bulunmayan gündelik hayat anlamlarını keşfetme olanağı bulabiliriz.

Kincheloe ve McLaren (2003), Slaughter’ (1989) dan alıntılayarak, ‘postmodern eleştirel teori’nin (postmodern critical theory), araştırmacıların kurdukları yeni dünyaya bakışın, rastlantısal olarak değil; doğal gözükeni alttan alta yıkarak yeni sorular sormanın önünü açmak suretiyle görüneni bulmayı gerektirdiğini söylerler. ‘Eleştirel Teori’nin kendi eleştirel pratiğini nasıl anlaması gerektiği arayışını düşünecek olursak; ‘Olasılığın ortaya çıkarılması: eleştirel Teorinin Geçmişi ve Geleceği.’ Üzerine odaklanabiliriz. Eleştirinin dünyanın tekrar açığa çıkarılmasında zamana karşı duyarlı, olasılığın mantıksal ve kültürel alanını büyütebilecek, bu şekilde geleceğin ufuklarını tekrar açabilecek bir araç olarak algılanmasını öneriyorum. Üzerinde anlaşılmış gerçekliğin tümden açığa çıkarılması idealine dayanan eleştiri modellerinden farklı olarak, olasılığın ortaya çıkarılmasına dayanan bir eleştiri modeli artık yirminci yüzyıl modernizmine damga vurmuş gitgide azalan özgüven, insani olanakların tükenişine dair artan duyarlılık ve güçsüzleştiren temsiliyet yoksunluğu problemlerine karşı gerçekten yanıt olacak bir duruş içermektedir.

James Bohman (2005)’ın katkısı, ‘Biz Aydınlanmanın Mirasçıları: Eleştirel Teori, Demokrasi ve Sosyal Bilimler’ ile, ‘Eleştirel Teori’nin eleştirel sosyal bilimlerin bir türü olarak rolünü yeniden gözden geçirmeyi denemektedir. Bohman, bu tür bir eleştirel sosyal bilimin, Horkheimer ve Adorno’nun Aydınlanmanın Diyalektiği’nde etkileyici olarak ortaya konan ‘potansiyel olarak kendi kendini baltalayan özgürlük ve güç diyalektiği’ ni çözümleyebilecek süregelen demokratikleşme sürecine katkıda bulunabileceğini iddia etmektedir. Bohman’ın düşündüğü demokratikleşme süreci özgürlük ve temsiliyetin yeniden kavramsallaştırılmasını içerir, öyle ki insan temsilciler pratikte kendilerinin sosyal dünyayı şekillendirebilecek sosyal ve düzgüsel güçlere sahip olduklarını kavradıkları oranda etkili temsilcilerdir. Bu yüzden, eleştirel teori aydınlanma sürecine katılımını, onun evrensel özlemlerine değil, kendi kendini eleştirebilen özgürleştirici kapasitesine vurgu yaparak gösterir.

Maeve Cooke’a göre, eleştirel teorinin bugün göze çarpan konusu gerekçelenme problemidir. Bu bağlamda; Cooke, Habermas’ın eleştirel teorisinin merkezini oluşturan yöntemsel olarak akla uygun ve diyalojik olarak kapsayıcı savunma pratiklerini vurgulamayı tercih eder. Ancak Habermas’dan farklı olarak; Cooke güncel eleştirel teorileri çok geniş bir yelpazede, ayırt edilir biçimde modern ahlaki yansıma biçimleri şeklinde algılar, şöyle ki, bunlar insan gelişimini engelleyen unsurları saptamak ve üstesinden gelmek bakımından iyi toplum düşüncesinin derinlemesine düşünülmesidir. Bu tür teorilerin doğası göz önüne alındığında, eleştirel analizlerini olanaklı kılan ve insanın özgürleşmesi öngörülerine yol gösteren yararlı toplum fikirlerini ikna edici bir biçimde doğrulamalıdırlar. Bu türden herhangi bir doğrulama otoritericilikten (örn. Sosyal teorisyen ve eleştirmene epistemik olarak ayrıcalık tanımak) kaçınmalı, teorisyenin eleştirel tanısını ve özgürleştirici projesini kabul ya da red etmeyi sosyal etmenlerin kendisine bırakmalı ve geçerliliğin bağlamı aşan standartlarını karşılayacak şekilde ‘kapsayıcı, adil ve açık uçlu’ olmalıdırlar (Kompridis, 2005).

‘Eleştirel Teori’ savaş sonrası düşüncelerin oluşumunda derin etkiler yaratmıştır. Üretimin kapitalist biçimlerinin sorgulamaları ile ilişkilenerek, eşitlik, adalet ve çoğulcu yapıları, özgürleştirici ortamları araştırmak teorinin ana hedefleridir.

Özetle, ‘Eleştirel Teori’ (Critical Theory), ideolojinin eleştirisini yapar. Bu eleştiri eşitsizlikleri, gücün etkisi altında kalmayı, ana akıma bağlı kabullerin varlığını sorgular.