• Sonuç bulunamadı

Ekonomik Sıkıntılar ve Yoksulluk

4.2. KONU

4.2.2. Toplumsal Hayatı Konu Alan Hikâyeler

4.2.2.2. Ekonomik Sıkıntılar ve Yoksulluk

Necati Güngör’ün kahramanları genellikle gelir düzeyi düşük insanlardır. Hayat mücadelesi vermekte, bunun için yurdunu terk edip büyük şehirlere yerleşmeyi dahi göze almaktadırlar. Meslek gruplarını daha çok hamallar, fabrika işçileri,

106

mezbahacılar… vs.gibi alt gelir insanlarının oluşturduğu hikâyelerinde, bu sebeple yoksulluk temasına çokça değinilmiştir:

“Çocukluğu yokluk, yoksulluk içinde geçmişti Kör Bahri’nin. Babasını hiç tanımamıştı. Onun bunun kapılarında iş ve aş dilenen anası, Bahri daha el kadar çocukken sırtına bir küfe verip çarşıya salmıştı. Çarşıda hamallık yaparken kasap dükkânlarının önünde oyalanır, et doğrayan, koca koca hayvan gövdelerini kol gibi uzun bıçaklarla parçalayan kasapları izlerdi.” (Güngör, 2002a:25)

“Kasap ve Köpek” hikâyesinde, marketlerin ortaya çıkmasıyla yıllarca müşterilerinin sıra olduğu kasap dükkânına artık kimselerin uğramıyor olmasına dertlenen Sabahattin, yaşını başını almış olmanın getirdiği bezginlikle ne yapacağını bilmez vaziyettedir:

“Yaşı elliyi çoktan aşmıştı; bu vakitten sonra gidip de o sahtecilik yuvası marketlerden birinde, el çabukluğuna dayalı tezgâhtarlık yapamazdı. Yapmaya boyun eğse bile, yaşı geçtiği için işe almazlardı. Dosta düşmana karşı iflas etti diye dükkânı satsa, eline geçecek para, suya düşmüş sabun gibi erirdi kısa zamanda! Hanımın altınları, kızın çeyiz parasıyla üç beş ay daha ayakta dururlardı belki. Ya ondan sonrası?”(s.60)

Yoksulluk teması bazı hikâyelerde kendisinden çok çoluk-çocuğunu düşünen baba motifiyle karşımıza çıkar. Köyden kaçırıp şehre getirdiği Sedef’in bir gün ansızın babası ve ağabeyleri tarafından kaçırılması sonucu oğlu Baran’la yapayalnız kalan arabacı Şahin, yoksulluk içerisinde yaşamanı sürdüren bu babalardan biridir. Oğlunun okumasından, kendisinin çektiği sıkıntılardan uzak olmasından başka derdi yoktur:

“Kış soğukları bastırmadan bir de palto alabilseydi üstüne, ötesi kolaydı. O okuduğu sürece, canını dişine takıp çalışmaya razıydı. Okusun, beyler gibi hayatını kurtarsındı, kendisi gibi çamurda debelenmesin…”(s.120)

Karısının dönüp gelmesini bekleyen Şahin’in umudu gün geçtikçe söner. Karısının yokluğuna, işlerinin kesat gitmesi de eklenmiştir. İş oldukça evlere kömür taşıyarak geçimini devam ettirmeye çalışır. Çoğu zaman kendinden çok oğlunun hayatını idame ettirmesi kaygısını taşır. “Sisyphos” hikâyesinde yoksulluk, çizilen resmin her karesine yayılmıştır:

107

“O kış eve odun da almadı Şahin. Geceleri çocuk üşümesin diye ona sarılıp yatıyordu. Zahirelerini değirmenden taşıdığı birkaç aileden para yerine un istemişti. O undan çorba yapıyordu Baran’a akşamları. Bağlardan bahçelerden topladıkları çalı çırpıyı, tahta parçalarını yakıyordu sobada. Çarçabuk geçiyordu çalı çırpı ateşi. Sobanın sacı göz açıp kapayıncaya dek soğuyordu.”(s.134)

Necati Güngör’e Ömer Seyfettin Öykü Ödülü’nü kazandıran hikâyesi “Sinema Kuşu Sevgilim” de yokluk temasını işleyen hikâyelerden biridir. Gece bekçiliği yapan Galip Dayı ile kocasının gölgesi altında yaşamaktan hoşnut Mebrure Kadın’ın yegâne varlıkları kızları Safiye’dir. Dünyanın bütün yüküne ve ömürlerinin son demlerini yaşıyor olmalarına rağmen kızlarının mutluluğu için yapamayacakları şey yoktur:

“Safiye o iki insanın tek mutluluk kaynakları, tek yaşama sevinçleri. Ve sanki onları dünyaya bağlayan bir varlıktı… Galip dayının gece bekçiliğinden eline geçen parayla zar zor geçinebildikleri halde, bir köşeye biraz para biriktirip kızlarına bilezikler, küpeler almaktan geri kalmazlardı. Hatta borç altına girip, eve bir de dikiş makinesi almışlardı. Safiye dikişler diksin, oyalansın, mutlu olsun yeterdi onlar için. Kızını biraz mutlu gören Galip dayının adeta gücü artar, sokakta giderken adımlarını daha bir hükümle basardı yere…”(Güngör, 1990b:8)

Yoksulluk teması bazı hikâyelerde bir gurbetçinin büyük şehrin kalabalığında yaşadığı ürküntünün ve sefilliğin gözler önüne serilmesiyle işlenir. Üvey annesinin ısrarı ve babalarının mecbur kılmasıyla memleketinden İstanbul’a gitmek zorunda kalan Haydar’ın hikâyesini anlatan “Iskatçı” bunlardan biridir:

“Üvey anaları, evin o uğursuz sessizliğini yeni bir çocuğun çığlıklarıyla bozduğu yıl, Haydar da üniversite sınavlarını kazandı. Bu, tümüyle o aileden kopuşunun ilk büyük adımı oldu Haydar için. Üniversitenin ilk yıllarında çektiği sıkıntı ve yabancılık geride koyduğu insanları büsbütün aklından silmesine yol açtı. Erkek öğrenci yurtlarında kaçak yatıp kalkıyor, arkadaşlarının yardımlarıyla geçiniyor, kış ortasında bir gömlek bir eski ceketle okula gidip geliyor; hiçbir desteğini görmediği babasını nefretle bile anmak istemiyordu.”(s.24)

Kimi hikâyelerde göçün yanı sıra alkol batağına düşmüş olmak da yoksulluğun sebebi olarak işlenir. Yazarın “İyiler Genç Ölür” isimli hikâyesinde Ermeni kökenli olan Bedros, annesi ve kardeşinin yine yurdundan kopup kente göçmesiyle içine

108

düştükleri zor hayat tasvir edilir. Alkol bağımlılığı yüzünden okulunu bitiremeyen Bedros’un, içkinin esaretinden kurtulduğu zamanlarda Ermeni kilisesinin yardımıyla girdiği ilaç firmasında çalışarak eve getirdiği üç kuruş ile geçinmeye çalışan ailenin yaşadığı dram şöyle anlatılır:

“Devlet düşkünün olmanın ezikliğini her ne kadar üzerinde taşısa da, oğlunu mutlu görmek, kadının yüzündeki keder çizgilerini silmeye yetiyordu. İki çocuğunun yanı başında olması, Bedros’un ekmeklerini kazanması, kocasının yokluğunu bir ölçüde unutturuyordu kadına, sanırım… Belki de ana olmak, eş olmaktan daha ağır basıyordu şimdi, Zabel Teyze için… Bu nedenle, çocuklarıyla birlikte yaşadığı büyük kentin yaşamına daha çabuk ve mihnetsiz ayak uydurmuştu… O yaşına kadar, her şeyin, evinin erkeğince ayağına getirilmiş olmasına karşın, şimdi hiç yüksünmeden semt pazarlarını dolaşıyor, elindeki sınırlı parayla, iyi malı ucuza almanın yoluna bakıyordu. Balkonda turşu kuruyor, reçel yapıyor; iki insanın yan yana sığamadığı mezar gibi daracık bir banyoda çamaşır yıkıyordu.” (Güngör, 1998:16-17)

Çalıştığı gazetenin işten çıkarmasıyla dar boğaza düşen, bu nedenle aile saadeti de zarar gören bir yazarın dramının anlatıldığı “Üsküdar’a Gidelim” hikâyesinde diğerlerinden farklı olarak yoksulluk bu defa varlığın ardından, işsizlik temasıyla beklenmedik biçimde kapıyı çalmıştır:

“İşsizliği yazacaktı. Ülkedeki en yaygın konu bu değil miydi? Milyonlarca insanın ortak sorunu! Kendisinin her gün, her saat içini kemiren duygu… Bu konuyu kendisinden daha iyi kim yazabilirdi ki? Bir dolu notlar almıştı. Hapishaneler işsizlik yüzünden dolup taşıyordu. Aileler yıkılıyor, işsiz babalar çocuklarını alıp damlara çıkıyor, elindeki ekmek bıçağıyla toplumun vicdanına sesleniyordu ağlamaklı bir sesle… ”(s.28)

Bütün bunlardan ayrı olarak Güngör’ün hikâye tadında kaleme aldığı söyleşilerden oluşan Yeryüzünde İki Gölge isimli kitabında bahsedilen kahramanların hemen hepsi yoksullukla yüzleşmiş, geçim derdi ile mücadele eden insanlardır. Dolayısıyla yalnızlık teması bu eserinde de ağır basar.

“Bir Yılbaşı Masalı” isimli hikâyede ise yoksulluk farklı bir biçimde karşımıza çıkar. Bu defa, Güngör’ün nadiren işlediği “varlıklı olma” konusuyla birlikte sunulmuştur. Malının haddini hesabını bilmeyen köyün ağası Nizamoğlu’nun

109

karşısına, kızını isteme cüretinde bulunan yoksul Ârif çıkmıştır. Ancak hikâyedeki Nizamoğlu, bilindik ağaların zıddına mağrur değil, yardımsever ve alçakgönüllüdür:

“Müjgân’ın babası, Nizamoğlu derler, malının mülkünün hesabı belirsiz, ayakyoluna bile atla giden bir adamdı. İki oğlundan sonra dünyaya gelen kızını, tektir diye el üstünde büyütmüştü. Güzel olduğu kadar nazlı, nazenindi Müjgân… Tabii Nizamoğlu, sonradan görme zenginlerden değildi; atadan, dededen varlıklıydı. Ateş bulamayınca yakıp üzerinde kahve pişirdiği söylenirdi. Yalanı varsa söyleyenin boynuna; ama, hani, böyle bir şeyi yapmayacak adam da değildi. Ama Nizamoğlu, asıl güngörmüşlüğünü, insan kadri bilirliğini, kızın Ârif'e istedikleri zaman gösterdi… Karşısındaki yoksul diye, kapısını kapatmadı yüzlerine… Onlara karşı gönül indirdi; Ârif’i yeni bir evlat diye benimsedi Nizamoğlu…”(Güngör, 1984:27)

Benzer Belgeler