• Sonuç bulunamadı

ANLATICI VE BAKIŞ AÇISI

Necati Güngör’ün hikâyelerinde anlatıcı daha çok 3. tekil şahıs (tanrısal bakış açısı) ve 1. tekil şahıstır. Hikâye kişileriyle yazar arasında fark edilir bir mesafeden söz edilebilir. Yazar kişisini bu uzaklıktan anlatır. Kimi hikâyelerinde bu mahremiyet korunurken kimilerinde karakterin özel dünyasına ait betimlemelerde bulunulur. Hikâyede “uzaklığı belirleyen, öykünün anlam çerçevesidir. Çünkü yazar, hikâyede ne’yi hangi açıdan anlatmak istemişse ona uygun kişi seçer, kişisini de o amacın gerektiği kadar anlatır.”(Mert, 2000:172)

1. tekil bakış açısı, hikâyenin kahramanlardan biri tarafından kendi adına konuşarak aktarıldığı anlatım türüdür. Anlatıcı olayları “ben” diliyle anlatır. Bu durum, okuyucuya sadece anlatıcının duygu ve düşüncelerini görme fırsatı verir, fakat başkalarının düşüncelerini okumaya muktedir değildir. Zira sadece insanın sahip olduğu görme, duyma, bilme imkânları ile sınırlıdır. Anlatıcı, olay örgüsünün tüm yükünü üstlenen bir kahraman olabileceği gibi, daha geri planda yer almış kahramanlardan biri de olabilir.

174

Necati Mert’in “Öykü Yazmak” adlı kitabı, 1. tekil bakış açısı hakkında verdiği açıklayıcı bilgiler açısından önemlidir:

“Kahramanın dışa bakışı da sınırlıdır aslında. Bu anlatıcı, olayın –varsa eğer- yan kahramanları hakkında her şeyi bilemez örneğin. Onların geçmişlerinde neler var? Olaya niçin karışmışlar? Olaydan nasıl etkilenmişler? Bunların ayrıntısına uzaktır birinci şahıs anlatıcısı. Bu durumda yapılması gereken, ne kadar biliniyorsa öyküyü onunla kotarmaktır.”(Mert, 2006:180)

Necati Güngör’ün 1. tekil bakış açısını kullandığı kimi hikâyelerinde anlatıcı aynı zamanda hikâyenin kahramanıdır. “Yüreğini Kapalı Tut, Aklını Koru” hikâyesinde anlatıcı, bizzat olayı yaşayan Ayşe Bilge Akıncıoğlu isimli bir avukattır. Yaşayan olmasına rağmen bütün olayları tüm ayrıntılarıyla bilmez, iç yüzünü anlamlandıramaz. Hatta kocasının ihanetini çok sonra fark eder:

“Gerçekten acınacak haldeydim!

Adam, kırıklar, alçılar içinde bile, hastane odasında, gündüzleri sevgilisiyle buluşuyor, akşamları da bana hizmetini gördürüyordu!.. Hemşire kız bilmeden ağzından kaçırmasa, ruhum bile duymayacak, bu oyunu hep birlikte sürdürecektik.” (Güngör, 2003b:70)

“Dağlarda Yalnız Bir Köpek” hikâyesinde anlatıcı on beş yaşlarında bir çocuktur. Köpeği Çeto’nun da anlatıldığı hikâyede olay kişisi, olan bitenin farkına çok sonra varmıştır:

“Nasıl da acele acele tırmanıyordu o dik yollarda. Ben, ona yaptığımızın bir kötülük olduğunu, zamanla içime dert olacağını kestiremezdim doğrusu. Gerçi kestirsem bile, alıp İstanbul’a kadar getirebilir miydim, bilemiyorum. O hayvanın bu denli bizleri arayacağınıysa, hiç bilemezdim! (…) Eve gelmiş, eski kulübesinin içine girmiş, evin çevresinde dolanmış, kapının önünde durup içeri havlamış… Onun o halini görenlerin yüreği sızlamış; su vermiş, ekmek vermişler. Öyle bir zaman oyalanmış, evin çevresinde.”(s.93-94)

Bu bakış açısının kullanıldığı bazı hikâyelerde ise anlatıcı hikâyenin kahramanı değildir, yakından veya uzaktan olaylara tanık olmuş birisidir.

175

“Satılık Ev”de anlatıcı Özdemir’in arkadaşıdır. Hikâyede ise Özdemir üzerinde ağırlıklı olarak eski mahalledeki ev ve evin ahalisi anlatılır. Anlatıcı, görmediği ya da duymadığı kısımlar hakkında sadece fikir yürütür:

“Düşünüyorum da, penceresinde ışık olur muydu geceleri; çatısına kuşlar konar mıydı bu evin? Hiç anımsamıyorum… (…) Kimdi bu insanlar? Bu çocukların annesi babası neredeydi? Bu garip evin içine gömüldüğü yalnızlık nedendi? Küçükler bilmez, büyükler de ağızlarını açıp tek söz etmezlerdi bu konuda. Çocuk kafamla anlamını çözemediğim bu gizemli yalnızlık daha bir ürkünç gelirdi doğrusu…”(Güngör, 2002b:16, 17)

Elifhan mağarasında gecelemek zorunda kalan dayı ve yeğenin eski ve acıklı bir hikâyeyi tazelemeleri üzerine kurulu “Yanlış Rüya” hikâyesinde anlatıcı yeğendir. Mağaranın adının nereden geldiğini ve dayısının orada neden tedirgin olduğunu merak eder. Olay, Elifhan üzerinde dönmekte, hikâye anlatıcısı ise olaya uzak bir şahit olarak dillendirmektedir. Gördüğü ve kendisine anlatılanlar dışında bilgi sahibi değildir:

“Dayım, satmak üzere köye götürdüğümüz kitaplardan birini çıkarmış okumaya çalışıyordu uzandığı yerde. Ateşin kırmızı parıltısı kitabın sayfaları üzerine düşüyordu. Belli etmiyordu ama, burada gecelemekten hâlâ tedirgindi. Beklenmedik bir kötülüğe karşı uyanık durmanın verdiği bir gerginliği yaşıyor gibiydi. Kör ışık ortamında okumaya çalıştığı kitaba, içindeki tedirginlikten kurtulma için sığınmış olmalıydı. Oysa ben kendisiyle konuşmak, bu dağ kovuğunda yaşadığımız küçük serüvenin uyandırdığı duyguları onunla paylaşmak istiyordum. Bir an, yalnızca bir konuşma kapısı açmış olmak için, mağaranın adının nereden geldiğini sordum. Kimin aklına, nereden gelmişti bir kadın adını buraya yakıştırmak?” (Güngör, 1990b:16-17)

Yine 1. tekil bakış açısının kullanıldığı hikâyelerden biri de “Bir Hayatın Davası” adlı hikâyedir. Olaylar anlatıcı değil, anlatıcının arkadaşı Kırmızı üzerine gelişmektedir. Yani Kırmızı’nın hayatı hikâye edilir. Anlatıcı, sadece bu hayatın büyük bir kısmına şahit bir arkadaştır:

“Ona birkaç kez bitirme sınavlarında rastladım sonra. Kimseden yardım istemez, kimseyle birlikte çalışmazdı. O yüzden de okulun “kıdemli” öğrencilerinden biri olmuştu. Öğrencilik yaşamındaki başıboşluk da hoşuna gidiyordu sanki. Ya da hayata atılmaktan korkuyordu belki, kim bilir.” (Güngör, 2003b:99)

176

Necati Güngör’ün hikâyelerinde kullandığı bir başka bakış açısı da 3. tekil şahıs bakış açısıdır. “Bunu seçen yazar kişilerin tüm davranışlarını görür, dediklerini duyar. Hatta zihinlerinden, yüreklerinden geçenleri de. Olayları –uzak geçmişte olanları bile- bütün detaylarıyla bilir. İste rse sonra olacakları da söyler. Yine isterse olup biteni evrensel doğrularla karşılaştırır, eleştirir veya onaylar. Alabildiğine özgürdür yani bu yazar.”(Mert, 2006:187-188)

Kimi hikâyelerinde anlatıcı gözlemci rolündedir. Zamanlar, mekânlar arasında dolaşmaz. Necati Güngör’ün “Yıkılsın Urfa Kalesi” hikâyesi gözlemci anlatıcıya örnektir. Temür Ağa, Menderes’e yakınlığı sebebiyle ağırlığı olan bir ağadır. Zulmüyle tanınır. Bu yüzden de ölüm korkusu çekmektedir. Ölümü de, yine âhını aldığı Deli Bayram elinden olur. Deli Bayram, Temür Ağa’yı vurur, ardından dağa çıkar, güçlükle yakalanır ve asılır. Necati Güngör, içerdeki bir mahpusun ağzından anlatır hikâyeyi. Necati Mert, E Dergisi’nin 47. sayısında, Güngör’ün bu hikâyesinde kullandığı anlatıcı için şu tespitlerde bulunur:

“Alıntılardaki “Ben” zamirinin ve “yatıyordum”, “çıkacaktım” yüklemlerinin hikâyeyi birinci şahıs öyküsü yaptığı düşünülebilir. Hayır, düşünülmesin. Çünkü buradaki “ben”, olup biten karşısında değişime uğrayan bir “ben” değildir, yazarın “ben”idir. Yani bu hikâye “ben”siz de yazılabilirdi. Yalnız, böyle yazılması, sınırlılığın ancak kenarda kalmakla ve dar açıyla mümkün olduğunu çok güzel göstermekte.” (Mert, 2003:47)

Eşinden, boğazına kadar borca battığı için boşanan bir adamın yaşadıklarının anlatıldığı “Üsküdar’a Gidelim” hikâyesinde, her detayın farkında olan ve kişilerin hatta hayvanların hissiyatına, düşüncelerine vâkıf olan 3. tekil şahıs tarafından aktarılmaktadır:

“… damadının haberini açığa vurmadığı bir sabırsızlıkla bekliyor ve özellikle Türkçe vurgusuna dikkat ederek –ve bu konudaki eleştirilerini saklı tutarak- izliyordu.(…) Akşamleyin, -kendi ceplerinden hesabını ödeyemeyecekleri- şık bir ortamda, mum ışığında, müzik eşliğinde baş başa yiyip içmişler, dans etmişler, sonra da odalarına çekilip birbirleri için gizemi kalmayan bedenlerini yeni baştan keşfedercesine mutluluğun zirvesine tırmanmışlardı.” (Güngör, 2003b:23, 24)

177

Hayvanların dünyasına ve duygularına hassasiyetiyle bilinen Güngör, kimi hikâyelerinde bu duyarlılıkla onların hissiyatını paylaşır. Önceleri iyi şartlarda beslenen atın, sahibinin aç kalmasıyla çektiği sıkıntı, “Sisyphos” isimli hikâyede her şeyi bilen anlatıcının diliyle okuyucuya aktarılmıştır:

“Gençliğinde salıverildiği çayırlıklar, hoş kokulu, lezzetli yonca tarlaları burnunda tütüyordu. Havucun, kuru üzümün, fındığın tadını çoktan unutmuştu. Bazen düşünde kendini göz alabildiğine uzanan çayırlıklarda görüyordu. Uçar gibi koşuyor uçsuz bucaksız topraklarda, yelesi, kuyruğu rüzgârla savruluyor, genç kısraklara çalımla kişniyordu. Uyandığındaysa başına takılı saman torbasından başka bir şeyin olmadığını görüyordu.” (Güngör, 2002a:135)

Bütünüyle 3. tekil şahıs bakış açısı ile yazılmış hikâyelerden biri de “Gözyaşların İnci Tanesi”dir. Anlatıcı, hikâyenin kahramanı genç kızın hayatını çocukluk yıllarından itibaren anlatmakta, kendisine çizilen kader çizgisinin her bir kıvrımından haberdâr olmakta, bununla da kalmayıp his âlemine ait her detayı bilmektedir. Hiçbir diyaloğa rastlanmayan hikâye, baştan sona her şeyden haberdar anlatıcının aktardıkları ile okuyucuya sunulur:

“Çivi gibi bir ağrı saplanmıştı midene sanki! Sevincini paylaşmaya gelen insan yüzlerini hayal meyal seçiyordun. Derken, uzakta, bir çam ağacının ardında, iyi tanıdığın birini gördün. Bir an, hayal gördüğünü düşündün. Hayır, oydu: Baban! Hatta, birden göz göze geldiniz. İçine sindirememiş, koca Mehmet Usta, beyazlara bürünmüş kızını; o, yokuşlarda yorulmasın diye ensesinde taşıdığı, anasız büyütüp de anasızlığını hissettirmediği kızını, uzaktan olsun görmeye gelmişti.” (Güngör, 1998:34)

Benzer Belgeler