• Sonuç bulunamadı

D. Doğu Ege Adaları’nın İşgalinin Aydın Vilayeti’ne Etkiler

2. Ekonomik Etkiler

Batı Anadolu kıyıları ile Doğu Ege Adaları’nın Osmanlı egemenliğinde bulundukları dönemde geliştirdiği sıkı bağların Yunan işgaliyle sekteye uğraması, hemen her ihtiyacını ana karadan temin eden adalar için olduğu kadar Batı Anadolu için de ekonomik açıdan birçok sıkıntıya neden olmuştur. Yukarıda değindiğimiz eşkıyalık ve kaçakçılık halkta korku ve huzursuzluk yarattığı gibi bölgenin ekonomik hayatını da olumsuz yönde etkilemekteydi. Ancak adaların işgaliyle bölge ekonomisine zarar veren çok daha önemli olgular da ortaya çıkmaya başlamıştır.

Doğu Ege Adaları’nın işgal edilmesinin Aydın Vilayeti’ne ekonomik açıdan verdiği en belirgin sıkıntı tarım sektöründe yaşanmıştır. Batı Anadolu’da tarımın ticarileşmesi sürecinin zirveye eriştiği, yeni arazilerin tarıma açıldığı 19. yüzyılda

618 Yanni G. Mourelos, “The 1914 Persecutions and the First Attempt at an Exchange of Minorities

Between Greece and Turkey”, Balkan Studies, cilt 26, sayı: 2, 1985, ss. 396-398.

619 Berber (2001), s. 43.

620 Ahenk, 16 Haziran 1330’dan aktaran: Sürgevil, s. 1547.

bölgenin en büyük problemi işgücü kıtlığıydı.622 Yeni tarım alanlarının açılması tarlalardaki ürünün toplanması için daha fazla işgücü gerektirdiği gibi 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin giriştiği savaşlar Aydın Vilayeti’nde zaten yokluğu çekilen işgücünü daha da kıt bir hale getirmekteydi.623 Dolayısıyla, askerlik mükellefiyeti bulunmayan Doğu Ege Adaları Rum halkının bu anlamda Aydın Vilayeti’nin ekonomisine büyük bir katkı sağlamaktaydı. Bölgedeki İngiliz çiftlik sahiplerinin tarlalarda çalışan işçilere yüksek ücretler vermesi ise, fazla ekilebilir toprağa sahip olmayan adalar halkının burada çalışmasını cazip kılan önemli bir etkendi.

Doğu Ege Adaları’ndan Aydın Vilayeti’ne gelen mevsimlik işçilerin sayısı ve yıllara göre nasıl bir gelişme gösterdiği hakkında oldukça sınırlı bilgi bulunmaktadır.624 Bu bağlamda sunulan tek veri Dahiliye Nezareti’nden Sadaret’e bir belgede, her yıl hasat zamanında orakçılık yapmak üzere Sisam’dan Aydın Vilayeti’ne 2.000’e yakın amele geldiğinden ibarettir.625 Aydın Vilayeti’nde her yıl istihdam edilen mevsimlik işçi sayısı bilinmese bile, işçi ücretlerinin yüksek oluşu,626 yukarıda belirttiğimiz üzere savaşlar nedeniyle tarımsal nüfusun azalması ve buna bir de 20. yüzyılın başlarından itibaren Amerika Birleşik Devletleri’ne göçün başlaması eklendiğinde, bölgenin adaların sağladığı işgücüne ne kadar çok ihtiyaç duyduğu ortaya çıkmaktadır.627

Doğu Ege Adaları’ndan gelen işgücünün sekteye uğraması Trablusgarp Savaşı’yla başlamıştı. Dahiliye Nezareti Sadaret’e yazdığı yazıda her yıl hasat

622 Faroqhi (2000), s. 334’te, 17. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin İstanbul ve Anadolu’da yaptırdığı

inşaatlarda Midillili inşaat işçilerinin de çalıştırıldığına dikkat çekerek, “19. yüzyılda sık görülen bir

olay olan, Ege Adalarından Anadolu’ya göçün kökenleri[nin] 1600 yıllarına kadar uzanıyor”

olabileceğinin altını çizmektedir.

623 Kurmuş, s. 108’de, Aydın Vilayeti’nin Kırım Savaşı’na 45.000 asker gönderdiği ve bunun çok

azının geri geldiğini vurgulamaktadır. Aynı şekilde 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda 100.000, 1897 Yunan Savaşı’nda ise 17.000 Egeli askerin öldüğü tahmin edilmekteydi.

624 Gündüz Ökçün, “1911 Yılında Tarımsal Ücretler Üzerine Gözlemler” İktisat Tarihi Yazıları,

Sermaye Piyasası Kurulu Yayınları, içinde, yayın no: 58, Bütün Eserleri: 3, Ankara 1997, s. 207.

625 BOA, A. MTZ. SM. 7/232, no: 60, 22 Mayıs 1328 (4 Haziran 1912). Ayrıca 1889 yılına ait İngiliz

Konsolosluk raporunda da (s. 33) tarlalarda çalışmak üzere Rodos’tan her yıl, 2.000 ile 3.000 arasında işçinin Anadolu’ya geldiği belirtilmektedir.

626 Ökçün, s. 208.

627 Hükümetin adalardaki tarımsal işçi göçünün kesintiye uğramamasına ne kadar dikkat ettiği, BOA,

A. MTZ. SM. 5/181’de kayıtlı belgelerden anlaşılmaktadır. Buna göre, 1908 yılında Sisamlı orakçılar, Anadolu’ya gitmekten men edilmiş, ancak hükümet bunların getirilmesi için ne lazımsa yapılmasını Sisam Emareti’ne; orakçıların gidecekleri yerlerde de her türlü kolaylığın kendilerine sağlanmasını Aydın Vilayeti’ne yazmıştır.

zamanında Sisam’dan Kuşadası, Söke, Torbalı, Cumaovası ve sair yerlere işçi gelmekte iken, hasat zamanı yaklaştığı halde henüz hiçbir Sisamlının gelmediğine dikkat çekilmekte ve bunlara “ihtiyac[ın] şedîd” olduğu ve gelmemelerinin nedeni araştırılıp bir an önce gerekenin yapılması istenmekteydi.628 Ancak Sisam Emareti bu konuda halka tebligat yapıldığı halde Trablusgarp Savaşı nedeniyle adadan işçi gelmeyeceğini belirmişti.629 Balkan Savaşı’nda tüm bu adaların Yunan işgali altına girmesi ise yıllardır işleyen bu sistemin çökmesine neden olmuştu. Bunun yanı sıra Rumeli’de kaybedilen topraklardan göç eden Müslüman nüfusun bir bölümünün Aydın Vilayeti’ne nakledilmesiyle doğan iaşe sorunu bölgede büyük sıkıntı yaratmış olmalıdır. Rumeli’den gelen muhacirlerin, adalardan mevsimlik işçi gelmemesinin yarattığı boşluğu doldurabileceği akla gelse de, en azından başlangıçta bu pek mümkün olmamıştır; çünkü Rumeli’den İzmir Limanı’na gelen muhacirler, ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın taşra kasabalarına rastgele gönderilmekteydi.630 Ayrıca birçok muhacir tarlalarda ücretli işçi olarak çalışmaktansa kendilerine bağlanan karnelerle aldıkları yiyecekle hayatlarını idame ettirmeyi daha kolay bulmaktaydılar.631 Dolayısıyla Rumeli’den gelen muhacirler, adalardan gelen işgücünün kaybolmasıyla doğan ekonomik sıkıntıyı hafifletecek yerde ağırlaşmasına neden olmuş görünmektedir.

1913 yılı Mayıs ayından itibaren hükümetin adalar ve Batı Anadolu iskeleleri arasında kayıkların seyr ü seferini yasaklaması ise geçimini bu iki yaka arasında kayıkçılık yaparak sağlayan bir kısım halkın büyük zarar görmesine neden olmuştu. Fırsattan istifade eden büyük vapur kumpanyalarının adalara uğrayarak İzmir’e gelmeye başlamaları ise kayıkçılara ikinci darbeyi vurmuştu. Bunun üzerine Aydın Vilayeti ya bu gemilerin İzmir ve diğer limanlara kabul edilmemesi ya da bu yasağın kaldırılarak sıkı gözetim altında kayıkçılığın devam etmesini talep etmişti.632 Vilayet’in bu talebini haklı bulan Meclis-i Vükela 22 Temmuz 1913 tarihinde,

628 BOA, A. MTZ. SM. 7/232, no: 60, 22 Mayıs 1328 (4 Haziran 1912). 629 BOA, A. MTZ. SM. 7/232, no: 62, 25 Mayıs 1328 (7 Haziran 1912). 630 Ahenk, 24 Kanun-ı sani 1913.

631 PRO, ADM 116/1191, 15 Nisan 1913.

632 BOA, DH. SYS 112-25/66, no: 5, 17 Haziran 1329 (30 Haziran 1913), Sadaret’ten Dahiliye

sahilin sıkı gözetim altında bulundurulması şartıyla bu yasağı kaldırmıştı.633 Buna rağmen Harbiye Nezareti, “ahvâl-i hâzıra ve mevki-yi icâbât olarak Anadolu-yı garbî sâhili dâr-ül-harekât demek olduğu” ve Ayvalık ile Edremit kazalarındaki halkın Yunanistan’a meyili bulunduğunu ima ederek yasağın kalkmasını sakıncalı bulmuştu.634

Erkân-ı Harbiye Mektebi, Stratejik Coğrafya ve Topoğrafya Muallimi Mehmed Cemal’in yayımladığı “Anadolu, İstatistiki, İktisadi ve Askeri Coğrafya” başlıklı eserinde Edremit Körfezi’nin ucunda, Midilli Adası’na oldukça yakın bir mevkide bulunan Baba Kalesi adlı kasaba hakkında yaptığı yorumlar, adaların Yunan işgaline girmesinin doğurduğu ekonomik sıkıntıların toplumsal hayat üzerinde nasıl bir etki yarattığını görmemiz açısından oldukça ilginçtir. Söz konusu kasaba oldukça dik bayırlar nedeniyle ana karadan adeta tecrit edilmiş bir mevkide bulunduğundan, ekonomik hayatı Midilli ile olan ilişkilerine bağlıydı. Midilli’nin işgaliyle kasabanın “hakk-ı hayatı[nın] münkatı’ old[uğunu], ihtimal ki yakında metrûk kalaca[ğını]” belirtmektedir.635 Doğu Ege Adaları Yunanistan tarafından işgal edildikten sonra benzer durumların sahilde bulunan diğer kasabalarda yaşanmış olması mümkündür.

Düvel-i muazzamanın adalar hakkındaki kararın Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmemesi, ekonomik anlamda bir karmaşa da yaratmıştır. Bu bağlamda Bahriye Nezareti, Yunan işgali altında bulunan adalardan getirilen mallardan rüsûm-ı bahriyye636 alınması gerekip gerekmeyeceğini Hariciye Nezareti, Hukuk Müşavirliği İstişare Odası’ndan sormuştur. Buradan verilen cevapta, Adalar Meselesi’nin henüz

633 BOA, MV 179/29.

634 BOA, DH. SYS, 112-25/66, no: 20, 25 Temmuz 1329 (8 Ağustos 1913). Batı Anadolu sahilindeki

bu yasak sadece Aydın Vilayeti’ndeki kayıkçıları değil, ana karada çiftlikleri olan adalar halkını da zarara uğratmıştır. DH. SYS. 112-25, no: 4’te kayıtlı belgede Sisam’ın İtalya konsolos vekili İstimatiyadi’nin Kuşadası’na tâbi, Burun Çiftliği’ndeki mahsulünü toplamak için kayıkla karşı kıyıya geçmek istediği ancak buna izin verilmediği belirtilmekteydi. Benzer olayların İtalya’nın işgal ettiği adalarda da yaşandığını, Ahenk’in 5 Ağustos 1912 tarihli nüshasında yayımlanan “Adaların Hâl-i

Mevkii” başlıklı yazıdan anlaşılmaktadır. Söz konusu yazıda, Anadolu sahilinde mal ve mülkleri

bulunan Kalimnos Adası sakinlerinin sahile yanaşmaya cesaret edemedikleri ve mallarını emanet ettikleri ortakçıların bunlardan istedikleri gibi faydalandıklarından bahsedilmektedir.

635 Mehmed Cemal, s. 55.

636 Abdurrahman Vefik Sayın, Tekâlif Kavaidi, Dersaadet, 1328’den transkripte edilen, Maliye

Bakanlığı, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı, yayın no: 1999/352, Ankara, 1999, s. 671’de rüsûm-ı bahriyyenin Boğazlar’dan geçişte veya limanlara girdiklerinde yabancı devletlerden alınan, izn-i sefine, seyr-i sefain ve fener resmlerinin tümüne verilen isim olduğunu belirtmektedir.

halledilmediği ve söz konusu adalardan getirilen mallardan depozito alınması, adalar tekrar Osmanlı egemenliğine girdiği taktirde alınan rüsûmun iade edilmesi ön görülmüştü.637

SONUÇ

Osmanlı Devleti, 18. yüzyılın başından itibaren sürekli toprak kaybetmekle birlikte, Balkan Savaşı bu devletin çöküş tarihinde önemli bir dönüm noktası oluşturur. Bu savaş, Osmanlı Devleti’nin tamamen ortadan kalkmasına neden olan Birinci Dünya Savaşı öncesinde son kavşak olması ve Avrupa’daki tüm toprakların yitirilmesinin ötesinde daha derin bir anlam taşır. Balkan Savaşı sonucunda, yaklaşık

bir yüzyıldır kaybedilen topraklardan göç eden Müslümanların yerleştirildiği Anadolu Yarımadası artık Osmanlı Devleti’nin batı sınırını oluşturacaktı. Güçlü komşusu Rusya nedeniyle doğuya doğru yayılma şansı hiç bulunmayan; zaten sınırlarını genişletmek şöyle dursun Anadolu’ya sıkışıp kalan Osmanlı Devleti’nin bu tarihten sonra tek amacı ayakta kalmak olacaktı. Bu nedenle, Doğu Ege Adaları’nın kaybını da Osmanlı Devleti’nin bu çabası çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Yunanistan’ın gizlemeye gerek görmediği yayılmacı amaçları bir tarafa, artık eskisi gibi Akdeniz’in hakimi olmayan Osmanlı Devleti Anadolu’nun batı sınırını deniz gücünden çok, doğal sınırlara dayanarak korumaya çalışacak; bu açıdan Doğu Ege Adaları’nın Osmanlı egemenliğinde kalması Anadolu’nun toprak bütünlüğüne yönelik tehditleri önlemekte stratejik bir öneme sahip olacaktı.

Osmanlı Devleti’nin, son derece hayati bir önem taşıyan bu meselede karar verme yetkisini düvel-i muazzamaya vermesi, daha başından bu konuda söz söyleme hakkını yitirmesine neden olmuştu. Ancak Osmanlı ordularının Rumeli’deki tüm cephelerde yenilgiye uğradığı, Bulgar ordularının İstanbul’a dayandığı ve başkentin tehlikeye girdiği bir zamanda devletin fazla bir seçeneği olmadığını da göz ardı etmemek gerektiğine inanıyoruz. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nin talihsizliği, düvel-i muazzamanın bazı üyelerinin bu meselede doğrudan çıkarlarının bulunmasıydı. Dolayısıyla düvel-i muazzama Osmanlı Devleti’nden çok kendi çıkarlarını gözeterek konuya eğilmiş ve meseleyi çözüme değil ama sonuca ulaştırırken Osmanlı Devleti’nin adaları geri almak için yürüttüğü yoğun diplomatik çabalar doğal olarak sonuçsuz kalmıştır. Osmanlı Devleti’nin Anadolu’nun toprak bütünlüğünün tehlikeye gireceği yolundaki uyarıları ise Yunanistan’a verilen bu adalara silahlandırma yasağı getirirek geçiştirilmeye çalışılmıştır. Düvel-i muazzamanın kendi çıkarlarını gözeterek aldığı bu kararı kesinlikle kabul etmeyen Osmanlı Devleti, barış ya da savaş yoluyla bu adaları tekrar elde etme yönündeki kararlılığını gerek Yunanistan gerekse düvel-i muazzama nezdinde sık sık vurgulamıştır.

Osmanlı Devleti’nin adalara yönelik politikasının da bunların elden çıkışını kolaylaştırdığını belirtmek zorundayız. Osmanlı egemenliğine girdikleri ilk dönemde

gerek buradaki ticaretin devam etmesini sağlamak gerekse sınırlı kaynaklar nedeniyle karşı karşıya kaldıkları sıkıntıları hafifletmek amacıyla bu adalara vergi muafiyeti gibi çeşitli mali imtiyazlar sağlanmıştı. Devletin güçlü olduğu, dünyada milliyetçilik rüzgarlarının esmediği bir dönemde bu uygulamalar adalarda meskun Rum nüfusun Osmanlı’ya bağlılığını sağlamaktaydı. Ancak Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemine girmesiyle birlikte adalara bahşedilen bu imtiyazlar giderek özerklik olarak algılanmaya başlamıştı. Devletin topraklarından kopan bağımsız bir Yunanistan’ın kurulması ise adalardaki Rumların yönünü çevireceği bir anavatan yaratılmasına neden olmuştu. Osmanlı Devleti bu gelişmelerin adaların kendisinden koparılmasıyla sonuçlanacak bir aşamaya girdiğini fark ettiği zaman çok geç olmuştu. Osmanlı topraklarındaki farklı dinlere mensup toplulukların hamiliğini üstlenen Avrupa’nın devletin içişlerine giderek daha fazla karıştığı bir dönemde adalardaki Rumların yarattığı karışıklıklar, Avrupa’nın müdahalesini davet eder korkusuyla çoğu zaman örtbas edilmekteydi. Bu bağlamda, askeri açıdan da oldukça zayıflamış olan devletin adalarda yeteri kadar asker bulundurmaması ya da bulunduramaması iç karışıklıklara zamanında ve etkili bir şekilde müdahale etmesini engellemekteydi. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin değişen koşullara ayak uyduramaması ve adalar için yeni bir strateji geliştirememesi bunların elden çıkışını kolaylaştırmıştı.

Doğu Ege Adaları’nın kaybı Anadolu’nun toprak bütünlüğü göz önüne alındığında stratejik açıdan ciddi sonuçlar doğurmuştu. Ancak adaların Aydın Vilayeti’yle yüzyıllardır geliştirdiği ekonomik ve sosyal bağların koparılması bölgenin düzenini temelinden sarsmış, tüm bu ilişkilerin yeniden yapılandırılmasını gerektirmişti. Sosyal ve ekonomik düzenin bozulması ise eşkıyalık ve kaçakçılık gibi, adalar Osmanlı egemenliğindeyken bile zaten başedilmesi oldukça zor olan bir soruna hükümetin daha ciddi eğilmesine neden olmuştu. Dolayısıyla bir yandan toplum diğer yandan devlet yeni koşulların getirdiği sorunlarla boğuşmak zorunda kalmıştı.

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi ve onu takip eden süreçte tarih sahnesinden silinmesi Adalar Meselesi’nin Lausanne Barış

Antlaşması’nda nihai sonuca kavuşturulmasını doğurmuştur. Osmanlı’nın mirasını sırtlanan yeni Türkiye, bu yolda selefinin izlediği politikayı takip etmiş ve aynı gerekçelerle bu adaların Anadolu’nun toprak bütünlüğü açısından yaratabileceği tehdit üzerinde durmuştur. Ancak dönemin koşulları göz önüne alındığında adalar üzerinde fazla ısrar edemeyen hükümet düvel-i muazzamanın 14 Şubat 1914’teki kararından hiç de farklı olmayan koşullarla bunların Yunanistan’a devrini kabul etmek zorunda kalmıştır. Adaların Yunanistan’ın elinde bulunmasının yarattığı stratejik tehditle birlikte sonraki dönemlerde bu devletin Lausanne Barış Antlaşması’nın ilgili hükümlerine aykırı olarak adaları silahlandırması iki devlet arasında gerginliğe neden olmuştur. Buna ek olarak, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra uluslararası hukukta yerini almaya başlayan kıta sahanlığı gibi yeni kavramlar ve kara suları genişliğinin 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi’yle 12 mile çıkartılması, yani eski kavramların yeniden yorumlanarak devletlerin denizler üzerindeki egemenlik haklarının genişletilmesi, Türkiye ile Yunanistan arasında zaten var olan gerginliği daha farklı bir boyuta taşımış, günümüzde iki devlet arasında hala çözülmeyi bekleyen sorunlar arasında yerini almıştır.

KAYNAKLAR

I. ARŞİV KAYNAKLARI