• Sonuç bulunamadı

Düvel-i muazzamanın Balkan Savaşı’na diplomatik müdahaleyi neden gerekli gördüğü ve Avrupa’yı genel bir savaşa sürükleme olasılığını içinde barındıran Arnavutluk’un güney sınırı ile Adalar Meselesi’ni ele alış ve sonuçlandırma biçimini anlaşılır kılmak için Balkan Savaşı öncesinde yaşanan uluslararası gelişmelerin Balkan devletlerini nasıl biraraya getirdiği açıklığa kavuşturulmalıdır. Çünkü bu gelişmeler Balkan devletlerinin bir yandan bölge üzerinde birbirlerinin çıkarlarıyla çatışan onca toprak talebine rağmen,329 kendi aralarında ittifak oluşturma çabalarını hızlandırırken diğer yandan düvel-i muazzamanın Balkan Savaşı’na müdahalesini zorunlu kılan tohumları da serpmişti.

Söz konusu gelişmeler, II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte hızlı bir ivme kazanmıştır; 1878 Berlin Antlaşması’yla Bosna-Hersek’in işgal ve yönetiminin bırakıldığı Avusturya bu bölgenin ilhakını,330 bunun hemen ardından yine Berlin

326 BOA, MV 171/73, 22 Teşrin-i sani 1328 (5 Aralık 1912). 327 PRO, FO 195/2452.

328 BOA, A. MTZ. SM. 7/252, no: 51, 4 Mart 1329 (17 Mart 1913).

329 Nitekim Osmanlı Devleti’ne karşı kazanılan zaferden sonra Balkan devletlerinin savaşın

kazanımları için, Birinci Balkan Savaşı’na girmeyen Romanya da dahil olmak üzere, bu sefer kendi aralarında savaşa tutuşması müttefikler arasındaki bağın ne kadar zayıf olduğunun bir göstergesiydi. Balkan müttefiklerini birarada tutan ortak düşman (Osmanlı Devleti) bir kez bölgeden çekildikten sonra tüm anlaşmazlıklar su yüzüne çıkmıştı.

330 Avusturya, Bosna-Hersek’in ilhakını, Avusturya ve Rusya Dışişleri Bakanları Aehrenthal ile

Isvolsky’nin, Eylül 1908’de Buchleau’da yaptıkları toplantıda bu konuda uzlaşmaya vardıklarını iddia ederek gerçekleştirmişti. Yazılı kayıtların olmadığı bu toplantıdaki konuşmaları her iki bakan da çok farklı bir şekilde yorumlamıştı. Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan-1918’e, Ankara, Ekim 1989,

Antlaşması’yla özerk bir prenslik yapılmış olan Bulgaristan da bağımsızlığını ilan etmişti. Bu durum Rusya’nın hararetle öncülüğünü yaptığı Balkan ittifakının oluşturulma sürecini başlatmıştı. Ancak Rusya söz konusu ittifakın Avusturya’nın Balkanlar’daki olası ilerlemesini engellemeye, dolayısıyla var olan statükoyu muhafaza etmeye yönelik bir amaçla teşkil edileceğini düşünmekteydi.331 Oysa hem Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı hem de sonraki gelişmeler Balkan devletlerinin Osmanlı’nın Rumeli’deki topraklarının paylaşılması amacıyla biraraya geleceği koşulları hazırlamaktaydı. Her şeyden önce Balkan devletleri eğer acele etmezlerse kendi göz koydukları topraklara Balkanlara komşu Avusturya ve İtalya’nın yavaş yavaş sızacağının farkına varmışlardı. Örneğin Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı; Adriyatik’te kendine ait bir liman arayışı içinde bulunan Sırbistan’nın elini çabuk tutması gerektiğini göstermekteydi.332 İtalya’nın 1890’ların ortalarından beri izlediği Arnavutluk politikası ise bir yandan kendi müttefiki olan Avusturya ile ilişkilerinin gerginleşmesine neden olurken diğer yandan sadece Sırbistan değil aynı zamanda Karadağ ve Yunanistan açısından da büyük tehlike oluşturmaktaydı.333

Tüm bu gelişmeler Balkan ittifakına giden yolu hazırlamakla birlikte Trablusgarp Savaşı (1911-1912) bu bağlamda ayrı bir öneme sahiptir; çünkü s. 226’da, Aehrental’e göre Rusya Avusturya’yı Bosna-Hersek’te, Isvolsky’ye göre ise Avusturya Rusya’yı Boğazlar’da serbest bıraktığı yazılmaktadır. Dolayısıyla, G. D. Clayton, Britain and the

Eastern Question: Missolonghi to Gallipoli, Londra, 1971, s. 207’de belirtildiğine göre, Rusya ile

başka herhangi bir görüş alışverişine gerek görmeyen Avusturya Ekim 1908’de Bosna-Hersek’in ilhakını ilan etmişti. Ancak Rusya bunun Berlin Antlaşması hükümlerine aykırı olduğunu savunarak hemen bir Avrupa konferansı talep ettiyse de çabalarında başarısız olmuş, üstelik Boğazlar konusunda kendisine herhangi bir çıkar sağlayamadan Avusturya’nın bu oldu-bittisini kabul etmek zorunda kalmıştı.

331 George B. Zotiades, “Russia, the Question of Constantinople and the Straits during the Balkan

Wars”, Balkan Studies, Vol. 11, no: 2, 1970, s. 281; Crampton, s. 17.

332 Crampton, ss. 38-39’da, Avusturya-Macaristan’nın Bosna-Hersek’i ilhakının bu bölgeyi Sırp

yayılmacılığına kapattığını belirtmektedir. 1905 yılına kadar Sırbistan’ın dış ticareti neredeyse tamamen Avusturya’ya bağımlıydı. Ancak bu tarihten sonra Sırp-Bulgar gümrük birliğinin oluşturulamasından şüpheye düşen Avusturya, Sırbistan’ı ekonomik önlemlerle yıpratmaya çalışmış ve Sırbistan’ın bu ülkeye ihracatının önemli bir bölümünü oluşturan canlı hayvan (özellikle domuz) ticaretini yasaklamıştı. İhracatı için yeni pazarlar, ithalatı için yeni tedarikçiler arayan Sırbistan’a Tuna nehri üzerinde taşımacılık yapan Bulgar, Romen, Fransız, Rus ve İtalyan gemicilik şirketleri düşük navlun fiyatları uygulayarak, Osmanlı Devleti de demiryollarını ve Selanik Limanı’nı kullanma hakkı tanıyarak yardımcı olmuşlardı. Avusturya’nın Sırbistan’a karşı uygulamaya koyduğu ekonomik tedbirler kendi aleyhine işlemiş ve Sırbistan Avusturya’nın yaptırımlarından en az zararla kurtulmayı başarmışsa da bu durum Sırp ticaretinin dış etkilere karşı ne kadar hassas ve savunmasız olduğunun bir göstergesiydi. Bunun üstesinden gelmenin tek yolu ise Sırbistan’ın Adriyatik’te kendine ait bir liman edinmesiydi.

333 Bernard J. Fischer, “Italian Policy in Albania, 1894-1943”, Balkan Studies, vol. 26, no. 1, 1985,

Trablusgarp Savaşı’nın doğurduğu yeni koşullar Balkan devletlerinin anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak bir an önce ittifak oluşturmalarını gerektirmiştir. Her ne kadar İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne savaş açması bu devletin zayıf düşmesi bakımından Balkan devletlerinin yararına olduysa da, İtalya’nın Trablusgarp’ta elde etmeyi umduğu çabuk zaferin gerçekleşmeyişi nedeniyle Osmanlı Devleti’nin dikkatini ve askeri gücünü dağıtmak amacıyla Balkanlar’a yönelebileceği düşüncesi bu devletler için oldukça tedirginlik vericiydi.334 Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için İtalya Balkanlar’a değil Ege Denizi’ne yönelerek Rodos ile Oniki Ada’yı işgal etmiş, geri kalan adaları işgal etmesini ise Rusya, Fransa ve İngiltere’nin sert tepkileri önlemişti.335 Bu durum, Ege Adaları’nı, Megali İdea çerçevesinde kendi doğal mirası olarak gören bir başka Balkan devleti, Yunanistan’ın diğer adalar İtalyan işgaline girmeden harekete geçmesini zorunlu kılmaktaydı.336 İtalya’nın Rodos ile Oniki Ada haricinde Midilli, Sakız, Sisam ve Limni’yi işgal etmesi halinde, Avusturya’nın da İtalya’nın bu kazanımlarını başka bölgelerde (Balkanlar’da) toprak kazanımıyla dengeleyebileceğini ima etmesi Balkan ittifakını hızlandıran diğer bir unsur olmuştu.337 Böylece Balkan devletleri arasında Mart 1912’de başlayan ittifak görüşmeleri Eylül ayına gelindiğinde tamamlanmış, 8 Ekim’de Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş açmasıyla, Doğu Sorunu’nun en çetrefilli dönemlerinden birine girilmişti.

Ege Adaları ile birlikte Rumeli’nin de Osmanlı egemenliğinden çıkmasına neden olan Balkan Savaşları, geçmiş yıllarda Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazanan Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ın toprak kazanımı için bu devlete açtıkları sıradan bir savaştan öte Avrupa’yı her an genel bir savaşa sürükleyebilecek kadar ciddi sorunları içinde barındırmaktaydı. Bu nedenle söz konusu savaşı ve sonrasında yaşanan gelişmeleri daha kapsamlı bir olgunun; Doğu Sorunu’nun bir parçası olarak değerlendirmek gerekmektedir.

334 Douglas Dakin, “The Diplomacy of the Great Powers and the Balkan States, 1908-1914”, Balkan

Studies, vol. 3, no. 2, 1962, ss. 338.

335 Şimşir, cilt 1, belge no: 218, 24 Mayıs 1912, ss. 151-152; no: 228, 3 Haziran 1912, ss. 159-160; no:

264, 29 Haziran 1912, ss. 201-202.

336 Crampton, s. 49. 337 Dakin (1962), s. 338.

En dar anlamıyla Doğu Sorunu; Avrupa devletlerinin, dağılma sürecine giren Osmanlı İmparatorluğu’nun “toprakları üzerinde giriştikleri üstünlük ve pay alma yarışı[dır].”338 Bu yarışın temel problematiği ise paylaşım sürecinin Avrupa’nın üzerine oturduğu hassas dengeleri bozmadan gerçekleştirilmesiydi.339 Bu nedenle, özellikle 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Osmanlı Devleti’nin gerek kendi toprakları üzerinde yaşanan isyanlar, mali bunalımlar ve benzeri iç sorunlar gerekse girdiği savaşlar, Osmanlı ve hasmını ilgilendirmekle kalmamış, düvel-i muazzama olarak adlandırılan: İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya-Macaristan ve ulusal birliğini 19. yüzyılın ikinci yarısında tamamlayan İtalya ile Almanya’nın müdahil olduğu platformlara çekilerek, çoğu zaman Osmanlı Devleti’nin aleyhine, çözüme ulaştırılmıştır.

İster Avusturya’nın Avrupa’da, Rusya’nın Uzak Doğu’da yaptığı savaşlardan yenik çıktıktan sonra dikkatlerini Balkanlara çeviren geleneksel,340 ister İngiltere gibi hem emperyalist hem de Hindistan yolunu güvence altına almak adına önce Mısır sonra Kıbrıs’a yerleşmek gibi stratejik, isterse Fransa gibi salt emperyalist yayılmacılığı benimsemiş olsun düvel-i muazzamanın her birinin Osmanlı

338 Halûk Ülman, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Dış Politika ve Doğu Sorunu”, Tanzimat’tan

Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, cilt 1, s. 272. Doğu Sorunu’nun 1774 (Küçük Kaynarca

Antlaşması) ile 1923 (Lausanne Antlaşması) arasında geçen olaylar olduğunu belirten Robert Mantran da, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi II: XIX. Yüzyılın Başlarından Yıkılışa, 3. baskı, çev. Server Tanilli, Kasım 1999, s. 7’de, Avrupa’nın Osmanlı Devleti üzerindeki çıkar çatışmalarının derli toplu bir özetini yapmıştır. Buna göre, “Ruslar, Ortodosklarla Slavların korunmasını bahane edip,

egemenliklerini Balkanlar’a yaymayı ve serbest denizlere çıkmayı hedef edinirler. İngilizler, Hint yolunu koruma altına almanın, böylece Akdeniz’i Hint Okyanusu’ndan ayırak kıstağı denetlemenin aranışı içindedirler; bu bölgedeki Arap ülkelerine gösterdikleri ilginin kaynağı budur. Fransızlar, Ortadoğu’daki Hıristiyanlar arasında sahip oldukları ticari ve kültürel durumlarını savunmak isterler; ve, duruma göre, Ruslarla ya da İngilizlerle zıtlaşma içindedirler. Rus nüfuzunun Balkanlar’da genişlemesinden korkan Avusturyalılar, özellikle Bosna-Hersek’te, bir set kurmaya çabalarlar ... Daha sonraki yıllarda, Almanlar da, Drang nach Osten (Doğu’ya yayılış) siyasetinin etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu’na ilgi gösterirler.”

339 Kurmuş, s. 24.

340 Alman ulusal birliğinin kurulması sırasında Avusturya’nın Prusya ile girdiği savaşta aldığı yenilgi

nedeniyle batıya doğru genişleme imkanı ortadan kalktığından bu devlet, topraklarının bir kısmının zaten Balkanlar’da bulunduğu için bu bölgede yayılmayı hedefleyecekti. Avusturya’nın bu politikasına en büyük tehdit Sırbistan’dan gelmekteydi. Çünkü her iki ülke de doğal yayılma alanı olarak aynı bölgeyi seçmişti. Rusya için Çin toprakları üzerindeki yayılmacı emelleri en az Osmanlı toprakları üzerindeki yayılmacı emelleri kadar önemliydi. Mançurya’ya yerleşmek isteyen Rusya, hem burayı doğal yayılma alanı olarak gören Japonya’nın hem de Çin’de çıkarları olan İngiltere’nin tepkisiyle karşılaşmış hatta 1902’de İngiltere ve Japonya Rusya’ya karşı ittifak bile yapmıştı. 1904- 1905 yıllarında Japonya’ya karşı yaptığı savaştan yenik çıkan Rusya bu durumda dikkatini sadece Balkanlar üzerinde yoğunlaştırmaya başlayacaktı.

Devleti’nin toprakları üzerinde çeşitli iddiaları bulunmaktaydı.341 Ulusal birliklerini diğer Avrupa ülkelerinden çok daha geç sağlayan İtalya ve Almanya’nın büyük devlet olmanın ön koşulu sayılan sömürgecilik yarışına da çok geç dahil olmaları nedeniyle oldukça saldırgan bir dış politika sergilemeleri ise Avrupa’daki hassas dengelerin bozulmasını kaçınılmaz kılmaktaydı.342 Yine de Avrupa’nın Osmanlı Devleti üzerindeki çatışan çıkarları yüzünden patlak veren krizler, dengeyi korumak adına ustalıkla yürütülen diplomatik manevralar sayesinde, 20. yüzyıl başlarına kadar atlatılabilmişti. Düvel-i muazzamayı diplomatik alanda artık eskisi gibi esnek davranmaktan alıkoyan karmaşık ittifaklar ağının Avrupa’yı keskin çizgilerle iki kampa ayırdığı sürecin tamamlandığı bir dönemde; Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı bile Avrupa’yı genel bir savaşa sürüklenmeden yatıştırılabilmişti.

Bu koşullar altında Balkan ülkeleri biraraya gelerek Osmanlı Devleti’ne savaş açtığı taktirde, bu gelişmenin Doğu Sorunu’yla yakından ilgilenen düvel-i muazzamanın müdahalesini geciktirmeyeceği ortadaydı. Nitekim bu savaşın Avrupa’yı da genel bir savaşa sürüklemesi ihtimalinin yüksek olması düvel-i muazzamayı343 daha Ağustos ayında biraraya gelerek çözüm aramaya itmişti. Düvel- i muazzamanın, savaşın sonucu ne olursa olsun Balkanlar’da sınırların değişmeyeceğine dair Balkan devletleri ve Osmanlı Devleti’ne vermeyi düşündüğü notanın metni üzerinde fikir birliğine varıp bunu söz konusu devletlere verdiği gün (8 Ekim 1912) Karadağ Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti.344

341 Muharrem Tünay, Siyasal Tarih, Ankara, 1995, ss. 122-126 ve 135-136. Düvel-i Muazzamanın

Osmanlı Devleti’ne yönelik politikaları için bkz., Marian Kent, ed., Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu

ve Büyük Güçler, çev. Ahmet Kent, İstanbul, 1999.

342 Sözgelimi, Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri: 1500’den 2000’e Ekonomik

Değişme ve Askeri Çatışmalar, 3. baskı, Ankara, 1991, ss. 248-249’da, Alman Şansölyesi (Başbakanı)

Bülow’un 1899 tarihli bir konuşmasında öfkeyle, “hiçbir yabancı gücün, hiçbir yabancı Jüpiter’in

bize ‘Ne yapılabilir ki? Dünya zaten bölüşülmüş durumda,’ demesine izin veremeyiz!” dediğini ve

Almanya’nın dünyanın yeniden bölüşülmesini istediğini belirtmektedir ki, bu da Avrupa’nın yerleşmiş düzenine yönelik ciddi bir tehditti. R. J. Bosworth da, “İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”

Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Marian Kent, ed., içinde, s. 66’da, İtalya’nın

Osmanlı politikası için, “Büyük Güçlerin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki nüfuz kapışmasında İtalya,

kapışmayı başlatan değil, sadece dışında kalmak istemeyen güçtü” yorumunu yapmaktadır.

343 Söz konusu dönemde İtalya Osmanlı Devleti’yle savaş halinde olduğu için düvel-i muazzamanın

toplantılarında yer almamış, Uşi Antlaşması’nın imzalanmasından sonra (15 Ekim 1912) bu devlet de Balkan Savaşı’nın getirdiği sorunlarla uğraşmak üzere düvel-i muazzamaya katılmıştı.

Avrupa’nın politikasına yön veren devletlerin dahil olduğu karmaşık ittifaklar, sadece Üçlü İtilaf ile Üçlü İttifak’ın değil, aynı bloğa mensup üyelerin de birbiriyle çatışma ve potansiyel bir savaş tehdidi barındırması nedeniyle Balkan müttefikleri ve Osmanlı Devleti’ne bırakılamayacak kadar önemli olan sorunların bu altı devlet tarafından ele alınmasını gerektirmişti.345 Dolayısıyla, bu sorunlardan biri olan Adalar Meselesi, Osmanlı Devleti ile Yunanistan’ın çıkarları ve hak iddiaları gözetilerek değil, Doğu Sorunu’nun Avrupa’yı krize sürüklemesini engelleyecek şekilde sonuca ulaştırılmış ya da ulaştırılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle birbiriyle hiç ilgisi olmayan Arnavutluk’un güney sınırı meselesi ile Adalar Meselesi’nin düvel-i muazzama tarafından birbiriyle ilişkilendirilmesi gibi ilk bakışta tuhaf gelen bir durum bile, ağırlık merkezinin Doğu Sorunu olduğu göz önünde bulundurulduğunda, akla son derece yatkın gelmektedir. Hatta Balkan Savaşı’yla hiçbir ilgisi bulunmayan ve Osmanlı Devleti ile İtalya arasında imzalanan Uşi Antlaşması’yla çözüme kavuşturulmuş olan Rodos ve Oniki Ada’nın durumunun İngiltere tarafından Süfera Konferansı’nda ele alınmak istenmesi de düvel-i muazzamanın politikasına yön veren unsurun Doğu Sorunu olduğunu açık olarak ortaya koymaktadır.