• Sonuç bulunamadı

Ekonomik Entegrasyonların Tanımı ve Akreditasyon Aşamaları

Uluslararası iktisadi bütünleştirme ya da uluslararası birleşme, uluslararası ticaret serbestleştirme gayretlerinin bir bölümünü oluşturur, bu bağlamda entegrasyon adını bu değerler içinde yapılması gerekir. Entegrasyon genellikle iktisadi anlamında kullanırken, Latince “integratio” kelimesinden türeyen entegrasyon kavramı, yenilemek anlamına gelmektedir. Ayrıca bu kavram iktisatların en büyük iktisadi bölgeler içinde bütünleştirilmeleri anlamında da kullanılmaktadır. Bu kavramı ticarette engel olan kısıtlamaları kaldırmak, yeni bir ortak pazar yeri yaratmak ve birleşmeye giden iktisatlarda hizmet ve mal akımlarını serbest sağlayan biçimde beyan edilen bir kelimedir. Dura ve Atik bu konuda şu tanımlamayı yapmışlardır, dünyanın herhangi bir bölgesinde birbiri ile yakın ilişki içinde bulunan devletlerin aralarında olan ticaret durumun serbestleştirmek nedeni ile bir birlik oluşturulması” olarak nitelendirilmiştir (Kızıltan ve Sandalcılar, 2011: 99-122).

Balassa entegrasyon aşamalarını ortaya koymuştur. Balassa durum ve süreç olarak ayırdığı entegrasyonu; "durum olarak ulusal iktisatlar arasında farklı ayrımcılık

çeşitlerinin bulunması; süreç olarak farklı ulusal ülkelere ait iktisadi birimler arasında aynalığı ortadan kaldırmak içim yapılan tedbirlerin alınmasıdır.” biçiminde

adlandırılmıştır. Daha kapsamlı bir adlandırma yapan Orhan Oğuz "bazı devletlerin kendi hayat ve refah oranlarını arttırmak hedefiyle bir araya gelip, aralarında anlaşarak topluluklar getirmesi ve aralarında sermaye, insan hareketleri, hizmet ve malın serbest dolaşmalarını temin etmeleridir.” (Ertürk, 1997: 24).

Daha da kapsayıcı bir tanımlama yaparsak; Ülkelerin, aralarında ticareti serbestleştirmek için gümrük vergileri ve tarife dışı olarak tanımladığımız engelleri kaldırarak, ekonomi politikalarını yaklaştırmak suretiyle ileride parasal birliğe de varacak bir bütünlük oluşturmalarına “ Ekonomik Bütünleşme” denir (Gültekin, 2007: 273).

Uluslararası ticareti serbestleştirme çabalarının bir bölümünü oluşturan uluslararası birleşme ya da diğer bir ifadeyle uluslararası ekonomik entegrasyonların tanımı entegrasyon kavramı çerçevesinde yapılabilir. Ekonomik birleşme, birleşmeye giden ekonomilerde mal ve hizmet akımlarına serbesti sağlayıp, ticarete engel olan kısıtlamaları kaldırarak, bir ortak pazar yaratmak şeklinde tanımlanmaktadır. Bugün için dünya’daki bölgesel ekonomik entegrasyonlara verilebilecek en önemli örnek; temelleri 1957 yılında atılan bugünkü adıyla European Union, Avrupa Ekonomik Topluluğu, (AET)’dir (Bulu vd. 2009: 147).

Bir diğer önemli, güçlü lokalize entegrasyon ise. Bölgesel ekonomik entegrasyon hareketi olarak en çok bilinen ikinci pakt, üye ülkelerin arasındaki ticareti yeniden düzenleyerek yeni avantajlar elde etmek amacıyla A.B.D. ve Kanada arasında 1992 yılında başlatılmış, 1994 yılında Meksika’yı içine alarak “Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması” (NAFTA). adı altında faaliyete geçmiştir. Üçüncü bir ekonomik grup da Japonya ve çevresindeki Güney Doğu Asya Ülkelerinin oluşturdukları ekonomik entegrasyon hareketidir. Söz konusu bu üç kutup, dünya’daki bölgeselleşme eğiliminin de odakları haline gelmiştir (TEPAV, 2007: 81).

Ülkeler, uluslar ekonomik bakımdan üretim kapasitelerini genişleterek verimliliği arttırmak, ekonomik güçlerini yükseltme, istihdamı artırmak ve bunun neticesinde de

toplumsal refah düzeyini yükseltmek amacıyla ekonomik entegrasyonlara girerler. Böylece ekonomik ve siyasal egemenliklerinden kısmî olarak vazgeçmeleri karşılığında toplumsal refahı arttırıcı, ülkelerindeki ekonomik durumu iyileştirici, istihdam yaratıcı faaliyetleri garanti altına alabilirler. Ülkelerin bölge dışı bloklara karşı daha büyük bir rekabet gücüne sahip olarak, politik alanda daha etkili olmak istemeleri yani politik potansiyellerinin yükseltilmek istenmesidir. Ekonomik entegrasyonun bir diğer nedeni ise, bölgesel olarak bir arada yaşamak durumunda olan komşu ülkelerin birbirleri ile çatışmaları yerine güçlerini bir araya getirerek çıkar çatışmalarını önlemek amacıyla işbirliğine giderek, oluşabilecek olumsuzluğun, önüne geçilmiş olmakla birlikte, karşılıklı alışveriş neticesinde de bir şekilde iletişim kurulmuş olur. Bu sayede ülkeler kendi sınır veya komşu bölge ülkeleri ile yaşanabilecek bir çatışmanın önüne geçmiş olurlar. Rekabet kurallarını daha uzak ülkelere taşırlar, birlikte kazanma güdüsü ile hareket ederek, ülkeler arası iletişimin gelişimine de katkı sunarken, kendi ülkelerinde beklenen yüksek refahın oluşmasına da katkı sağlarlar (Türkkan, 2009: 6).

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRK DIŞ TİCARETİ VE ASYA-ÇİN BÖLGESİ İLE TİCARİ İLİŞKİLER 2.1. Türkiye’de Dış Ticaret ve İlkeleri

Ülkemizde geçmişten günümüze kadar dış ticaret durumu mutlak suret ile gelişmelere tabi olmuştur. Ama 1980’li yıllardan sonra ülkemizin dünya ticaretindeki payı oldukça artmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında ihracatımız tahıl ve hammaddelerden, ithalatımız ise sanayi ürünlerinden oluşmaktaydı. Sanayi ürünlerinden olan ithalatımızın en önemli kısmı ise giyim maddelerini oluşturmaktaydı. %10 kesimde ise yatırım mallan vardı. Cumhuriyet ilk yıllarından ülkemiz zaten kapitülasyonların kaldırılmasına rağmen, Yugoslavya, Romanya, Fransa, İtalya Yunanistan’la yaptığımız anlaşmalarda Osmanlı ülkesi 1 Eylül 1916 yılında yaptığı gümrük tarifeleriyle 5 sene süreyle değiştirmezdi. Ayrıca ihracat ve ithalatta devlet güvenliği ve sağlık sebepleri dışında ihracat ve ithalatta ambargo yapamayacaktı. Bu yüzden 1929 senesine kadar ihracat ve ithalatta gümrük tarifeleri değiştirmemekteydi (Ünsal, 2005: 6).

Dış ticarete Türkiye Cumhuriyet Hükümeti 1929 yılından sonra müdahale etmeye başlamıştır. Kriling sistemi, yani ülkeler arasındaki iki yanlı ticaret anlaşmalarının temelde malla ödemeyi öngören bir türüydü. Kliringde anlaşmalı ülkeler arasında ithalat ve ihracat işlemleri döviz kullanılmadan mahsup ve takas yoluyla ve kliring kurumlan aracılığıyla gerçekleştirilirdi. Ülkemiz tarafından benimseye başlanan bu sistem büyük depresyonun etkisi ile bütün dünyada hüküm süren korumacılığa paralel olarak ülkemizde de başlatılmıştır. İlk kriling anlaşması 27 Temmuz 1933 Fransa’yla hemen sonra Almanya ile yapılmış diğer devletlerle devam etmiştir. Bu seneler içinde ülkemizin yüzde 85’lik kısmı ikili anlaşmalar ile geriye kalan yüzde 1 ise serbest dolaşım içindeydi (DTM, 1996: 112).

Dış ticarette, 1929 yılında müdahale olunca, ihracatta devlet desteği başlanmış olup, ithalat yönünden yurt içinde üretilen malların ithalat açısı ve çok şartlı sanayi ve gıda maddeleri için gerekli ham maddeler dışında bütün ithalat durumu yasaklanmıştı. Bu durum ihracat yapmakta gerekli olduğundan, ithalat karşılığında yapılması gerekirdi.

Bu sebeple yüksek maliyet ile ürünlerde olan ihracat olayı dışarıya yapılmaya başlandı. 1930 yıllarından ilk zamanlardan son zamanlara doğru ithalatın yapılarında aşağıdaki biçimde bir değişim göstermiştir (Uçarol, 2010: 179).

 Tekstil ithalatı toplam ithalatın %44’ünden %27,5 ine düşmüştür.

 Gıda ithalatı toplam ithalatın %17’sinden %4,3’üne düşmüştür.

 Sermaye malları ve hammaddeler (makine, demir, çelik ve çeşitli diğer teçhizat girdileri) toplam ithalatının %14,5 inden %37,2 ye yükselmiştir (DTM, 1996: 114).

Dış ticaret düzenlemeleri ve dış ticaret planlamaları yapmak hedefiyle 1934 yılında özel bir büro kurulmuştur. Dış Ticaret Ofisi, dış ticaretin ana damarlarında bulunan ihracat ve ithalatta rekabet fiyat ve satış olaylarını takip edecek, tüccarları ve alakalıları haberdar edecek bir ofisti. Tüm bu gelişmeler neticesinde, Türk parası ve ödemelerin dengesinde istikrar bakımından olumlu gelişmeler elde edilmiştir. 1930 ve 1939 yıllar arasında, 1938 sene istinası ile dış ticaretimizde açık bulunmamaktaydı. 1938 yılındaki açığın nedeni ise, 1937 senesinde dış ticaret durumda serbestisi denemesinin yapılmasıdır. Ama 1938 yılında dış ticaret açığı görülünce, 1939 senesinde kısıtlamalara tekrardan başlanmıştır (Uçarol, 2010: 180).

Ülkemiz dış ticareti, II. Dünya savaşından dolayı uluslararası iktisadi etmenlerin etkisi altında kalmıştır. 1940 yılında çıkarılan Milli Koruma Kanunu ve Gümrük Tarifleriyle dış ticaret bütünüyle denetim altına alınmıştır. Savaştan sonra ülkemiz, IMF üyeliğinden önce elindeki mal stoklarını eritebilmek için TL’yi yüzde 50’nin üzerinde devalüasyona tabi tutmuştur. İthalat bakımından ise demokratik parti iktidarıyla liberasyona gidilmiştir. Ama 1953 yılında ithalat artınca vazgeçilmek zorunda kalınmıştır. Milli Koruma Kanunu 1956 senesinde tekrardan uygulamaya konmuştur. İstikrar tedbiri Ağustos 1958 yılında alınmaya başlanmış ve TL yeniden %70 dolaylarında devalüe edilmiştir (Ünsal, 2005: 9).

İhracat parasal teşviklerle 1980 yıllarından sonra yükseltilmeye başlanmış olup, kambiyo ve döviz kontrollerin kaldırılması ve serbest yabancı sermaye politikaları

uygulanan esas politikalar olmuştur. Sonrasında ise mal piyasalarını destekleme, ihracatı destekleme, tüketiciyi koruma ve iktisadi büyümeyi hedeflenmiştir.

Parasal teşvik uygulaması, ihracat politikamızda en önemli değişikliktir. Gümrük Birliği ve Dünya Ticaret Örgütü anlaşması bu çeşit teşvikleri olanaklı hale getirmemektedir. Bu değerlerin yerine uygun devlet yardımları uygulanmıştır. İhracata dayalı bu yardımlara örek örnek olarak ARGE, uluslararası ihtisas fuarlarının desteklenmesi, patent, yurt dışı mağaza-ofis, çevre maliyetlerinin desteklenmesi, eğitim yardımı vb. verebiliriz (Sandıklı ve Güllü, 2005: 87).

Ülkemizde ihracatın dünya ihracatındaki payının 1990’lı yıllarda binde 5’ lere yükselmesine karşın, 1930-1940 senelerde kıyaslanmalar yapıldığında dünya ihracat pay oranımızın fazla yükselmediği görülmektedir. Çünkü ülkemizde 1938 senesinde dünya ihracat payı binde 4,9’larda ve 1997’de olan pay ise binde 5,0 olmaktadır. Görüldüğü gibi pek değişen bir değer yoktur. Ayrıca 1948 senesinde binde 3,4, 1958 yılında binde 2-3, 1979 yılında binde 1,4 ve 1980 yılında ise 1,5 kadar bir azalma söz konusudur. Bu bağlamda 1995 senesinde olan ihracat payımız binde 4,4 olurken, 1995 senesinde ise binde 4,3 olarak belirtilmiştir (DTM, 1998: 37).

Dünya ihracatındaki ülkemizin payı binde 4-5’lik payını aşması gerekir. İhracatımızı yeni bir ihracat stratejisi katmak ve bir vizyon katabilmek için Dış Ticaret Müsteşarlığımız 1998-2005 yılında ihracat stratejisini hazırlamıştır. Bu bildiriyi ise yayınlamıştır (Ünsal, 2005: 11). Ayrıca ulusal ihracat stratejimizi belirleyen temel etmenler aşağıda sıralanmaktadır.

 Ürünlerin katma değeri yükselmek ve bilgisi yoğun ürünleri pazarlamak

 Sürdürebilen ve devamlılık sağlayan ihracat yükselişini sağlamak

 Dinamik, alım gücü yüksek, teknoloji olanakları fazla ve genç nüfus yapısına sahip pazarlarda yer edinmek

 İhracat durumunu sistemli ve organizasyon sahibi kuruşlar (dış ticaret sermaye şirketleri, çok ortaklı sektörel dış ticaret şirketleri vb.) vasıtası ile aktif hale getirmek

Türkiye 2000’li yıllardan itibaren alım gücü yüksek, genç nüfus ve dinamik pazarlar yaratmaya yönelmiş, nihai tüketiciye ulaşmayı bir nebze de başarmaya başlamış ve bunu daha da geliştirici politikalar geliştirmeyi de sürdürmeye çaba sarf eden bir ülke konumuna gelmiştir. Ancak yapılan bu değişim ve dönüşüm kesinlikle yeterli bir seviyeye ulaşamamıştır (İyibozkurt, 2002: 8).

Diğer yandan Türkiye’nin dış politika stratejisinde bugün dahi farklılaştırılması gereken bazı önemli argümanlar mevcuttur. 1996 yılından beri sadece Almanya’nın dış ticaretimizdeki yeri % 22,4 düzeyindedir. Dış ticaret politikasının önemli bir amacı da tedarik kaynağının sadece bir tek ülke veya tekel ülkeden yapılmasını azaltmaktır. Bu strateji bizi bir tek ülkeye bağımlı hale getirmektedir. Bunun için farklı dış politikalar geliştirilmesine acilen ihtiyaç vardır. Örneğin; Almanya’dan alman malları ikame edebilecek ülkelerin belirlenerek kaynak çeşitlendirilmesine gidilmelidir. Bunun içinde, BDT ülkeleri, Doğu Avrupa ülkeleri, Kuzey Amerika, Uzakdoğu (Çin, Japonya, Hindistan, Endenozya, Malezya, Singapur vb.)., Ortadoğu, Güney Afrika Cumhuriyeti gibi tedarik kaynaklarım kullanabilmelidir (İyibozkurt, 2002: 9).

Strateji hedefleri doğrultusunda dış ticarette alınması gereken önlemler ise şu şekilde sıralanabilmektedir.

Teknolojik Yapının Yenilenmesi: Eğitim sisteminin yeniden düzenlenmesini sağlamak, Türkiye akreditasyon konseyi yasasının çıkarılmasının sağlanması, ulusal Ar- Ge bütçesinin oluşturulması, ulusal akademik ağ ve bilgi merkezinin kurulması, teknoloji geliştirme bölgeleri yasasının çıkarılması, üniversite-sanayi ortak işbirliğinin sağlanması ve ortaklık bölge merkezlerinin kurulması, risk sermayesi yatırım ortaklıklarının yaygınlaştırılması.

Stratejik Pazarlama Yöntemlerinin Uygulanması: Tasarım faaliyetlerini artırmak, marka ve işletme faaliyetlerine destek vermek, transit ticareti yaygınlaştırmak, yurt dışında mağaza-ofis açmak, reeksport ticaretini yaygınlaştırmak, müşteri memnuniyetini yükseltmek vb. (İyibozkurt, 2002: 11).

Girdi Maliyetlerini Düşürmek: Döviz kurunu gerçekçi yapmak, enerji fiyatlarını dünya enerji fiyatları ile benzer veya paralel hale getirmek, hammadde fiyatlarını dünya hammadde fiyatları ile rekabet edebilir hale getirmek, ihracatın finansmanını Dünya Ticaret Örgütü ve AB normlarına göre uygulamak.

Uluslararası Mevzuata Uyum ve Ulusal Mevzuat Koordinasyonu: Küresel ve bölgesel dış ticaret mevzuatlarına uyum sağlanması, ülke içinde birden fazla kurum ve kuruluşla eşgüdüm sağlamak, ticaretin olağan akışında ve pratik bir biçimde sürdürülebilir olmasını sağlamak.

Yeniden Yapılanma: İhracat firmaların ortak örgütlenmesi, yatırımcıları yükseltecek makro iktisadi istikrar ortamını sağlamak, yabancı sermaye girişi faaliyetlerine ortam hazırlamak, ulaştırma ve haberleşme alt yapısını hazırlatmaktır.

Sonuçta dış ticaret ilişkilerinin ve dış ticaret hacminin artırılması belirli uluslararası mevzuat ve işbirliklerinden geçmektedir. Bir ülke ticaret mevzuatı bu uluslararası mevzuata ne kadar uyumlu ise dış ticaretinin işleyişi ve dış ticaret hacminin gelişimi de o yönde gelişecektir.